1. [50:7] | vel'arḍa medednâhâ veelḳaynâ fîhâ ravâsiye veembetnâ fîhâ min külli zevcim behîc. | والأرض مددناها وألقينا فيها رواسي وأنبتنا فيها من كل زوج بهيج وَالْأَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَأَلْقَيْنَا فِيهَا رَوَاسِيَ وَأَنبَتْنَا فِيهَا مِن كُلِّ زَوْجٍ بَهِيجٍ |
---|
Elmalılı | Yeri de nasıl uzatmış, üzerine sabit dağlar oturtmuşuz. Orada görünüşü güzel her çeşit bitkiden çiftler yetiştirdik. |
Y. Ali | And the earth- We have spread it out, and set thereon mountains standing firm, and produced therein every kind of beautiful growth (in pairs)-
|
Words | | |
2. [50:9] | venezzelnâ mine-ssemâi mâem mübâraken feembetnâ bihî cennâtiv veḥabbe-lḥaṣîd. | ونزلنا من السماء ماء مباركا فأنبتنا به جنات وحب الحصيد وَنَزَّلْنَا مِنَ السَّمَاءِ مَاءً مُّبَارَكًا فَأَنبَتْنَا بِهِ جَنَّاتٍ وَحَبَّ الْحَصِيدِ |
---|
Elmalılı | Bir de gökten bereketli bir su indirip de onunla bağlar, bahçeler ve biçilecek taneler bitirmekteyiz. |
Y. Ali | And We send down from the sky rain charted with blessing, and We produce therewith gardens and Grain for harvests;
|
Words | | |
3. [50:15] | efe`ayînâ bilḫalḳi-l'evvel. bel hüm fî lebsim min ḫalḳin cedîd. | أفعيينا بالخلق الأول بل هم في لبس من خلق جديد أَفَعَيِينَا بِالْخَلْقِ الْأَوَّلِ بَلْ هُمْ فِي لَبْسٍ مِّنْ خَلْقٍ جَدِيدٍ |
---|
Elmalılı | Biz ilk yaratmada acizlik mi gösterdik? Doğrusu, onlar yeni bir yaratılıştan şüphe içindedirler. |
Y. Ali | Were We then weary with the first Creation, that they should be in confused doubt about a new Creation?
|
Words | | |
4. [50:16] | veleḳad ḫalaḳne-l'insâne vena`lemü mâ tüvesvisü bihî nefsüh. venaḥnü aḳrabü ileyhi min ḥabli-lverîd. | ولقد خلقنا الإنسان ونعلم ما توسوس به نفسه ونحن أقرب إليه من حبل الوريد وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ |
---|
Elmalılı | Andolsun insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Ve biz ona şah damarından daha yakınız. |
Y. Ali | It was We Who created man, and We know what dark suggestions his soul makes to him: for We are nearer to him than (his) jugular vein.
|
Words | | |
5. [50:18] | mâ yelfiżu min ḳavlin illâ ledeyhi raḳîbün `atîd. | ما يلفظ من قول إلا لديه رقيب عتيد مَا يَلْفِظُ مِن قَوْلٍ إِلَّا لَدَيْهِ رَقِيبٌ عَتِيدٌ |
---|
Elmalılı | İnsan hiçbir söz söylemez ki yanında (onu) gözetleyen, dediklerini zapteden bir melek hazır bulunmasın. |
Y. Ali | Not a word does he utter but there is a sentinel by him, ready (to note it).
|
Words | | |
6. [50:22] | leḳad künte fî gafletim min hâẕâ fekeşefnâ `anke giṭâeke febeṣaruke-lyevme ḥadîd. | لقد كنت في غفلة من هذا فكشفنا عنك غطاءك فبصرك اليوم حديد لَقَدْ كُنتَ فِي غَفْلَةٍ مِّنْ هَذَا فَكَشَفْنَا عَنكَ غِطَاءَكَ فَبَصَرُكَ الْيَوْمَ حَدِيدٌ |
---|
Elmalılı | (Allah ona) "Andolsun sen bundan gaflet içinde idin. Şimdi senden gaflet perdesini kaldırdık. Bugün artık gözün keskindir." der. |
Y. Ali | (It will be said:) "Thou wast heedless of this; now have We removed thy veil, and sharp is thy sight this Day!"
|
Words | | |
7. [50:30] | yevme neḳûlü licehenneme heli-mtele'ti veteḳûlü hel mim mezîd. | يوم نقول لجهنم هل امتلأت وتقول هل من مزيد يَوْمَ نَقُولُ لِجَهَنَّمَ هَلِ امْتَلَأْتِ وَتَقُولُ هَلْ مِن مَّزِيدٍ |
---|
Elmalılı | Biz O gün cehenneme: "Doldun mu?" diyeceğiz. O da: "Daha fazla var mı?" diyecektir. |
Y. Ali | One Day We will ask Hell, "Art thou filled to the full?" It will say, "Are there any more (to come)?"
|
Words | | |
8. [50:33] | men ḫaşiye-rraḥmâne bilgaybi vecâe biḳalbim münîb. | من خشي الرحمن بالغيب وجاء بقلب منيب مَنْ خَشِيَ الرَّحْمَن بِالْغَيْبِ وَجَاءَ بِقَلْبٍ مُّنِيبٍ |
---|
Elmalılı | Onlara denir ki: "İşte size vaad edilen bu cennet, Allah'a yönelen, O'nun emirlerine riayet eden, görmediği halde Rahman olan Allah'tan korkan ve O'na yönelen bir kalple gelenlere mahsustur. |
Y. Ali | "Who feared (Allah) Most Gracious Unseen, and brought a heart turned in devotion (to Him):
|
Words | | |
9. [50:36] | vekem ehleknâ ḳablehüm min ḳarnin hüm eşeddü minhüm baṭşen feneḳḳabû fi-lbilâd. hel mim meḥîṣ. | وكم أهلكنا قبلهم من قرن هم أشد منهم بطشا فنقبوا في البلاد هل من محيص وَكَمْ أَهْلَكْنَا قَبْلَهُم مِّن قَرْنٍ هُمْ أَشَدُّ مِنْهُم بَطْشًا فَنَقَّبُوا فِي الْبِلَادِ هَلْ مِن مَّحِيصٍ |
---|
Elmalılı | Ey Muhammed! Biz onlardan önce kendilerinden daha kuvvetli olan ve beldeleri delik deşik eden nice nesilleri helak ettik, hiç kurtuluş var mı? |
Y. Ali | But how many generations before them did We destroy (for their sins),- stronger in power than they? Then did they wander through the land: was there any place of escape (for them)?
|
Words | | |
10. [50:38] | veleḳad ḫalaḳne-ssemâvâti vel'arḍa vemâ beynehümâ fî sitteti eyyâm. vemâ messenâ mil lügûb. | ولقد خلقنا السماوات والأرض وما بينهما في ستة أيام وما مسنا من لغوب وَلَقَدْ خَلَقْنَا السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ وَمَا مَسَّنَا مِن لُّغُوبٍ |
---|
Elmalılı | Andolsun ki biz gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yarattık, Bize hiçbir yorgunluk da dokunmadı. |
Y. Ali | We created the heavens and the earth and all between them in Six Days, nor did any sense of weariness touch Us.
|
Words | | |
11. [50:41] | vestemi` yevme yünâdi-lmünâdi mim mekânin ḳarîb. | واستمع يوم يناد المناد من مكان قريب وَاسْتَمِعْ يَوْمَ يُنَادِ الْمُنَادِ مِن مَّكَانٍ قَرِيبٍ |
---|
Elmalılı | Bir münadinin yakın bir yerden sesleneceği güne kulak ver. |
Y. Ali | And listen for the Day when the Caller will call out from a place quiet near,-
|
Words | | |
12. [50:45] | naḥnü a`lemü bimâ yeḳûlûne vemâ ente `aleyhim bicebbârin feẕekkir bilḳur'âni mey yeḫâfü ve`îd. | نحن أعلم بما يقولون وما أنت عليهم بجبار فذكر بالقرآن من يخاف وعيد نَحْنُ أَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ وَمَا أَنتَ عَلَيْهِم بِجَبَّارٍ فَذَكِّرْ بِالْقُرْآنِ مَن يَخَافُ وَعِيدِ |
---|
Elmalılı | Biz onların söylediklerini daha iyi biliriz. Sen onlara karşı zor kullanacak değilsin. O halde sen, benim tehdidimden korkanlara bu Kur'ân ile öğüt ver. |
Y. Ali | We know best what they say; and thou art not one to overawe them by force. So admonish with the Qur'an such as fear My Warning!
|
Words | | |
13. [51:9] | yü'fekü `anhü men üfik. | يؤفك عنه من أفك يُؤْفَكُ عَنْهُ مَنْ أُفِكَ |
---|
Elmalılı | Ondan çevrilen (imana) çevrilir. |
Y. Ali | Through which are deluded (away from the Truth) such as would be deluded.
|
Words | | |
14. [51:17] | kânû ḳalîlem mine-lleyli mâ yehce`ûn. | كانوا قليلا من الليل ما يهجعون كَانُوا قَلِيلًا مِّنَ اللَّيْلِ مَا يَهْجَعُونَ |
---|
Elmalılı | Onlar geceleyin pek az uyurlardı. |
Y. Ali | They were in the habit of sleeping but little by night,
|
Words | | |
15. [51:33] | linürsile `aleyhim ḥicâratem min ṭîn. | لنرسل عليهم حجارة من طين لِنُرْسِلَ عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِّن طِينٍ |
---|
Elmalılı | Onların üzerine çamurdan pişirilmiş sert taşlar yağdıracağız. |
Y. Ali | "To bring on, on them, (a shower of) stones of clay (brimstone),
|
Words | | |
16. [51:35] | feaḫracnâ men kâne fîhâ mine-lmü'minîn. | فأخرجنا من كان فيها من المؤمنين فَأَخْرَجْنَا مَن كَانَ فِيهَا مِنَ الْمُؤْمِنِينَ |
---|
Elmalılı | Nihayet biz müminlerden orada bulunan kimseleri çıkardık. |
Y. Ali | Then We evacuated those of the Believers who were there,
|
Words | | |
17. [51:36] | femâ vecednâ fîhâ gayra beytim mine-lmüslimîn. | فما وجدنا فيها غير بيت من المسلمين فَمَا وَجَدْنَا فِيهَا غَيْرَ بَيْتٍ مِّنَ الْمُسْلِمِينَ |
---|
Elmalılı | Fakat biz orada müslümanlardan bir ev halkından başka kimseyi de bulamadık. |
Y. Ali | But We found not there any just (Muslim) persons except in one house:
|
Words | | |
18. [51:42] | mâ teẕeru min şey'in etet `aleyhi illâ ce`alethü kelramîm. | ما تذر من شيء أتت عليه إلا جعلته كالرميم مَا تَذَرُ مِن شَيْءٍ أَتَتْ عَلَيْهِ إِلَّا جَعَلَتْهُ كَالرَّمِيمِ |
---|
Elmalılı | O rüzgar üzerine uğradığı hiçbir şeyi bırakmıyor, mutlaka onu kül gibi dağıtıyordu. |
Y. Ali | It left nothing whatever that it came up against, but reduced it to ruin and rottenness.
|
Words | | |
19. [51:45] | feme-steṭâ`û min ḳiyâmiv vemâ kânû münteṣirîn. | فما استطاعوا من قيام وما كانوا منتصرين فَمَا اسْتَطَاعُوا مِن قِيَامٍ وَمَا كَانُوا مُنتَصِرِينَ |
---|
Elmalılı | Artık onlar, ne kendi kendilerine ayağa kalkabildiler, ne de yardım gördüler. |
Y. Ali | Then they could not even stand (on their feet), nor could they help themselves.
|
Words | | |
20. [51:46] | veḳavme nûḥim min ḳabl. innehüm kânû ḳavmen fâsiḳîn. | وقوم نوح من قبل إنهم كانوا قوما فاسقين وَقَوْمَ نُوحٍ مِّن قَبْلُ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِقِينَ |
---|
Elmalılı | Daha önce de Nuh kavmini helâk etmiştik. Çünkü onlar yoldan çıkmış fâsık bir kavimdiler. |
Y. Ali | So were the People of Noah before them for they wickedly transgressed.
|
Words | | |
21. [51:52] | keẕâlike mâ ete-lleẕîne min ḳablihim mir rasûlin illâ ḳâlû sâḥirun ev mecnûn. | كذلك ما أتى الذين من قبلهم من رسول إلا قالوا ساحر أو مجنون كَذَلِكَ مَا أَتَى الَّذِينَ مِن قَبْلِهِم مِّن رَّسُولٍ إِلَّا قَالُوا سَاحِرٌ أَوْ مَجْنُونٌ |
---|
Elmalılı | Böylece onlardan öncekilere de herhangi bir peygamber gelince, onun hakkında da mutlaka: "Bir sihirbazdır veya bir delidir." dediler. |
Y. Ali | Similarly, no messenger came to the Peoples before them, but they said (of him) in like manner, "A sorcerer, or one possessed"!
|
Words | | |
22. [51:57] | mâ ürîdü minhüm mir rizḳiv vemâ ürîdü ey yuṭ`imûn. | ما أريد منهم من رزق وما أريد أن يطعمون مَا أُرِيدُ مِنْهُم مِّن رِّزْقٍ وَمَا أُرِيدُ أَن يُطْعِمُونِ |
---|
Elmalılı | Ben onlardan herhangi bir rızık istemiyorum. Beni yedirmelerini de istemiyorum. |
Y. Ali | No Sustenance do I require of them, nor do I require that they should feed Me.
|
Words | | |
23. [51:60] | feveylül lilleẕîne keferû miy yevmihimü-lleẕî yû`adûn. | فويل للذين كفروا من يومهم الذي يوعدون فَوَيْلٌ لِّلَّذِينَ كَفَرُوا مِن يَوْمِهِمُ الَّذِي يُوعَدُونَ |
---|
Elmalılı | Kendilerine vaad edilen günlerinde uğrayacakaları azabdan dolayı vay inkâr edenlerin haline!. |
Y. Ali | Woe, then, to the Unbelievers, on account of that Day of theirs which they have been promised!
|
Words | | |
24. [52:8] | mâ lehû min dâfi`. | ما له من دافع مَّا لَهُ مِن دَافِعٍ |
---|
Elmalılı | Ona engel olacak (hiçbir şey de) yoktur. |
Y. Ali | There is none can avert it;-
|
Words | | |
25. [52:21] | velleẕîne âmenû vettebe`athüm ẕürriyyetühüm biîmânin elḥaḳnâ bihim ẕürriyyetehüm vemâ eletnâhüm min `amelihim min şey'. küllü-mriim bimâ kesebe rahîn. | والذين آمنوا واتبعتهم ذريتهم بإيمان ألحقنا بهم ذريتهم وما ألتناهم من عملهم من شيء كل امرئ بما كسب رهين وَالَّذِينَ آمَنُوا وَاتَّبَعَتْهُمْ ذُرِّيَّتُهُم بِإِيْمَانٍ أَلْحَقْنَا بِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَمَا أَلَتْنَاهُم مِّنْ عَمَلِهِم مِّن شَيْءٍ كُلُّ امْرِئٍ بِمَا كَسَبَ رَهِينٌ |
---|
Elmalılı | İman edip zürriyetleri de iman ile kendilerine tâbi olanlar (yok mu?); işte biz, onların nesillerini de kendilerine kattık. Kendilerinin amellerinden birşey de eksiltmedik. Herkes kendi kazandığına bağlıdır. |
Y. Ali | And those who believe and whose families follow them in Faith,- to them shall We join their families: Nor shall We deprive them (of the fruit) of aught of their works: (Yet) is each individual in pledge for his deeds.
|
Words | | |
26. [52:28] | innâ künnâ min ḳablü ned`ûh. innehû hüve-lberru-rraḥîm. | إنا كنا من قبل ندعوه إنه هو البر الرحيم إِنَّا كُنَّا مِن قَبْلُ نَدْعُوهُ إِنَّهُ هُوَ الْبَرُّ الرَّحِيمُ |
---|
Elmalılı | "Gerçekten biz bundan önce O'na yalvarıyorduk. Çünkü iyilik eden, esirgeyen ancak O'dur." |
Y. Ali | "Truly, we did call unto Him from of old: truly it is He, the Beneficent, the Merciful!"
|
Words | | |
27. [52:31] | ḳul terabbeṣû feinnî me`aküm mine-lmüterabbiṣîn. | قل تربصوا فإني معكم من المتربصين قُلْ تَرَبَّصُوا فَإِنِّي مَعَكُم مِّنَ الْمُتَرَبِّصِينَ |
---|
Elmalılı | De ki: Bekleyin, çünkü ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim. |
Y. Ali | Say thou: "Await ye!- I too will wait along with you!"
|
Words | | |
28. [52:35] | em ḫuliḳû min gayri şey'in em hümü-lḫâliḳûn. | أم خلقوا من غير شيء أم هم الخالقون أَمْ خُلِقُوا مِنْ غَيْرِ شَيْءٍ أَمْ هُمُ الْخَالِقُونَ |
---|
Elmalılı | Yoksa onlar, hiçbir şey olmadan (yani yaratıcısız) mı yaratıldılar? Yoksa kendileri yaratıcı mıdırlar? |
Y. Ali | Were they created of nothing, or were they themselves the creators?
|
Words | | |
29. [52:40] | em tes'elühüm ecran fehüm mim magramim müŝḳalûn. | أم تسألهم أجرا فهم من مغرم مثقلون أَمْ تَسْأَلُهُمْ أَجْرًا فَهُم مِّن مَّغْرَمٍ مُّثْقَلُونَ |
---|
Elmalılı | Yoksa sen kendilerinden bir ücret istiyorsun da, bu yüzden onlar ağır bir borç altında mı kalıyorlar? |
Y. Ali | Or is it that thou dost ask for a reward, so that they are burdened with a load of debt?-
|
Words | | |
30. [52:44] | veiy yerav kisfem mine-ssemâi sâḳiṭay yeḳûlû seḥâbüm merkûm. | وإن يروا كسفا من السماء ساقطا يقولوا سحاب مركوم وَإِن يَرَوْا كِسْفًا مِّنَ السَّمَاءِ سَاقِطًا يَقُولُوا سَحَابٌ مَّرْكُومٌ |
---|
Elmalılı | Gökten bir parçanın düştüğünü görseler, "Üst üste yığılmış bulutlardır." derler. |
Y. Ali | Were they to see a piece of the sky falling (on them), they would (only) say: "Clouds gathered in heaps!"
|
Words | | |