1. [19:50] | vevehebnâ lehüm mir raḥmetinâ vece`alnâ lehüm lisâne ṣidḳin `aliyyâ. | ووهبنا لهم من رحمتنا وجعلنا لهم لسان صدق عليا وَوَهَبْنَا لَهُم مِّن رَّحْمَتِنَا وَجَعَلْنَا لَهُمْ لِسَانَ صِدْقٍ عَلِيًّا |
---|
Elmalılı | Biz onlara rahmetimizden lütuflarda bulunduk. Hepsine de dillerde güzel ve yüksek bir övgü verdik. |
Y. Ali | And We bestowed of Our Mercy on them, and We granted them lofty honour on the tongue of truth.
|
Words | | |
2. [19:52] | venâdeynâhü min cânibi-ṭṭûri-l'eymeni veḳarrabnâhü neciyyâ. | وناديناه من جانب الطور الأيمن وقربناه نجيا وَنَادَيْنَاهُ مِن جَانِبِ الطُّورِ الْأَيْمَنِ وَقَرَّبْنَاهُ نَجِيًّا |
---|
Elmalılı | Biz ona Tur dağının sağ yanından seslendik ve onu hususi bir konuşmada bulunmak üzere kendimize yaklaştırdık. |
Y. Ali | And we called him from the right side of Mount (Sinai), and made him draw near to Us, for mystic (converse).
|
Words | | |
3. [19:53] | vevehebnâ lehû mir raḥmetinâ eḫâhü hârûne nebiyyâ. | ووهبنا له من رحمتنا أخاه هارون نبيا وَوَهَبْنَا لَهُ مِن رَّحْمَتِنَا أَخَاهُ هَارُونَ نَبِيًّا |
---|
Elmalılı | Rahmetimizden de ona, kardeşi Harun'u bir peygamber olarak ihsan eyledik. Meâli Şerifi |
Y. Ali | And, out of Our Mercy, We gave him his brother Aaron, (also) a prophet.
|
Words | | |
4. [19:58] | ülâike-lleẕîne en`ame-llâhü `aleyhim mine-nnebiyyîne min ẕürriyyeti âdeme vemimmen ḥamelnâ me`a nûḥ. vemin ẕürriyyeti ibrâhîme veisrâîle vemimmen hedeynâ vectebeynâ. iẕâ tütlâ `aleyhim âyâtü-rraḥmâni ḫarrû süccedev vebükiyyâ. | أولئك الذين أنعم الله عليهم من النبيين من ذرية آدم وممن حملنا مع نوح ومن ذرية إبراهيم وإسرائيل وممن هدينا واجتبينا إذا تتلى عليهم آيات الرحمن خروا سجدا وبكيا أُوْلَئِكَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللَّهُ عَلَيْهِم مِّنَ النَّبِيِّينَ مِن ذُرِّيَّةِ آدَمَ وَمِمَّنْ حَمَلْنَا مَعَ نُوحٍ وَمِن ذُرِّيَّةِ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْرَائِيلَ وَمِمَّنْ هَدَيْنَا وَاجْتَبَيْنَا إِذَا تُتْلَى عَلَيْهِمْ آيَاتُ الرَّحْمَن خَرُّوا سُجَّدًا وَبُكِيًّا |
---|
Elmalılı | İşte bunlar, Allah'ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerden, Âdem'in soyundan ve gemide Nuh ile beraber taşıdıklarımızın neslinden, İbrahim ve İsrail'in soyundan, hidayete erdirdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerdir. Kendilerine Rahmân (olan Allah)ın âyetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı. |
Y. Ali | Those were some of the prophets on whom Allah did bestow His Grace,- of the posterity of Adam, and of those who We carried (in the Ark) with Noah, and of the posterity of Abraham and Israel of those whom We guided and chose. Whenever the Signs of (Allah) Most Gracious were rehearsed to them, they would fall down in prostrate adoration and in tears.
|
Words | | |
5. [19:59] | feḫalefe mim ba`dihim ḫalfün eḍâ`u-ṣṣalâte vettebe`ü-şşehevâti fesevfe yelḳavne gayyâ. | فخلف من بعدهم خلف أضاعوا الصلاة واتبعوا الشهوات فسوف يلقون غيا فَخَلَفَ مِن بَعْدِهِمْ خَلْفٌ أَضَاعُواْ الصَّلاَةَ وَاتَّبَعُواْ الشَّهَوَاتِ فَسَوْفَ يَلْقَوْنَ غَيًّا |
---|
Elmalılı | Sonra bunların ardından öyle bir nesil geldi ki, namazı terkettiler, heva ve heveslerine uydular; onlar bu taşkınlıklarının karşılığını mutlaka göreceklerdir. (Cehennemdeki "Gayya" vadisini boylayacaklardır.) |
Y. Ali | But after them there followed a posterity who missed prayers and followed after lusts soon, then, will they face Destruction,-
|
Words | | |
6. [19:60] | illâ men tâbe veâmene ve`amile ṣâliḥan feülâike yedḫulûne-lcennete velâ yużlemûne şey'â. | إلا من تاب وآمن وعمل صالحا فأولئك يدخلون الجنة ولا يظلمون شيئا إِلاَّ مَن تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَأُوْلَئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلاَ يُظْلَمُونَ شَيْئًا |
---|
Elmalılı | Fakat tevbe edip iman eden ve salih amel işleyen bunun dışındadır. Bunlar cennete girecekler ve hiçbir haksızlığa uğratılmayacaklardır. |
Y. Ali | Except those who repent and believe, and work righteousness: for these will enter the Garden and will not be wronged in the least,-
|
Words | | |
7. [19:63] | tilke-lcennetü-lletî nûriŝü min `ibâdinâ men kâne teḳiyyâ. | تلك الجنة التي نورث من عبادنا من كان تقيا تِلْكَ الْجَنَّةُ الَّتِي نُورِثُ مِنْ عِبَادِنَا مَن كَانَ تَقِيًّا |
---|
Elmalılı | İşte kullarımızdan takva sahibi olanlara vereceğimiz cennet budur. |
Y. Ali | Such is the Garden which We give as an inheritance to those of Our servants who guard against Evil.
|
Words | | |
8. [19:67] | evelâ yeẕküru-l'insânü ennâ ḫalaḳnâhü min ḳablü velem yekü şey'â. | أولا يذكر الإنسان أنا خلقناه من قبل ولم يك شيئا أَوَلاَ يَذْكُرُ الْإِنسَانُ أَنَّا خَلَقْنَاهُ مِن قَبْلُ وَلَمْ يَكُ شَيْئًا |
---|
Elmalılı | O insan, daha önce hiçbir şey değilken kendisini yoktan var ettiğimizi hatırlamaz mı? |
Y. Ali | But does not man call to mind that We created him before out of nothing?
|
Words | | |
9. [19:69] | ŝümme lenenzi`anne min külli şî`atin eyyühüm eşeddü `ale-rraḥmâni `itiyyâ. | ثم لننزعن من كل شيعة أيهم أشد على الرحمن عتيا ثُمَّ لَنَنْزِعَنَّ مِن كُلِّ شِيعَةٍ أَيُّهُمْ أَشَدُّ عَلَى الرَّحْمَنِ عِتِيًّا |
---|
Elmalılı | Sonra her zümreden Rahmân'a karşı en ziyade isyankâr hangileri ise, muhakkak ayırıp atacağız. |
Y. Ali | Then shall We certainly drag out from every sect all those who were worst in obstinate rebellion against (Allah) Most Gracious.
|
Words | | |
10. [19:74] | vekem ehleknâ ḳablehüm min ḳarnin hüm aḥsenü eŝâŝev veri'yâ. | وكم أهلكنا قبلهم من قرن هم أحسن أثاثا ورئيا وَكَمْ أَهْلَكْنَا قَبْلَهُم مِّن قَرْنٍ هُمْ أَحْسَنُ أَثَاثًا وَرِئْيًا |
---|
Elmalılı | Halbuki biz, kendilerinden evvel, mal ve gösterişce daha güzel nice asırlar halkını helak etmişizdir. |
Y. Ali | But how many (countless) generations before them have we destroyed, who were even better in equipment and in glitter to the eye?
|
Words | | |
11. [19:75] | ḳul men kâne fi-ḍḍalâleti felyemdüd lehü-rraḥmânü meddâ. ḥattâ iẕâ raev mâ yû`adûne imme-l`aẕâbe veimme-ssâ`ah. feseya`lemûne men hüve şerrum mekânev veaḍ`afü cündâ. | قل من كان في الضلالة فليمدد له الرحمن مدا حتى إذا رأوا ما يوعدون إما العذاب وإما الساعة فسيعلمون من هو شر مكانا وأضعف جندا قُلْ مَن كَانَ فِي الضَّلاَلَةِ فَلْيَمْدُدْ لَهُ الرَّحْمَنُ مَدًّا حَتَّى إِذَا رَأَوْا مَا يُوعَدُونَ إِمَّا الْعَذَابَ وَإِمَّا السَّاعَةَ فَسَيَعْلَمُونَ مَنْ هُوَ شَرٌّ مَّكَانًا وَأَضْعَفُ جُندًا |
---|
Elmalılı | Onlara de ki: "Kim sapıklık içinde ise, Rahmân ona mal ve evlatça ziyadelik ve azgınlığında mühlet verir. Nihayet kendilerine vaad edilen azabı, yahut kıyamet günü cehennemi gördükleri vakit, artık bilecekler kimin mevkii daha fena ve yardımcıları daha zayıfmış. |
Y. Ali | Say: "If any men go astray, (Allah) Most Gracious extends (the rope) to them, until, when they see the warning of Allah (being fulfilled) - either in punishment or in (the approach of) the Hour,- they will at length realise who is worst in position, and (who) weakest in forces!
|
Words | | |
12. [19:79] | kellâ. senektübü mâ yeḳûlü venemüddü lehû mine-l`aẕâbi meddâ. | كلا سنكتب ما يقول ونمد له من العذاب مدا كَلاَّ سَنَكْتُبُ مَا يَقُولُ وَنَمُدُّ لَهُ مِنَ الْعَذَابِ مَدًّا |
---|
Elmalılı | Hayır, asla öyle değil; biz onun söylediklerini yazacağız ve azabını çoğalttıkça çoğaltacağız. |
Y. Ali | Nay! We shall record what he says, and We shall add and add to his punishment.
|
Words | | |
13. [19:81] | vetteḫaẕû min dûni-llâhi âlihetel liyekûnû lehüm `izzâ. | واتخذوا من دون الله آلهة ليكونوا لهم عزا وَاتَّخَذُوا مِن دُونِ اللَّهِ آلِهَةً لِّيَكُونُواْ لَهُمْ عِزًّا |
---|
Elmalılı | Onlar, kendilerine kuvvet ve şeref kazandırsın diye, Allah'dan başka ilâh edindiler. |
Y. Ali | And they have taken (for worship) gods other than Allah, to give them power and glory!
|
Words | | |
14. [19:87] | lâ yemlikûne-şşefâ`ate illâ meni-tteḫaẕe `inde-rraḥmâni `ahdâ. | لا يملكون الشفاعة إلا من اتخذ عند الرحمن عهدا لاَ يَمْلِكُونَ الشَّفَاعَةَ إِلاَّ مَنِ اتَّخَذَ عِندَ الرَّحْمَنِ عَهْدًا |
---|
Elmalılı | (O gün) Rahmân (olan Allah)'ın katında bir ahd almış olan kimseden başkaları şefaat etme hakkına sahip olamayacaklardır. |
Y. Ali | None shall have the power of intercession, but such a one as has received permission (or promise) from (Allah) Most Gracious.
|
Words | | |
15. [19:93] | in küllü men fi-ssemâvâti vel'arḍi illâ âti-rraḥmâni `abdâ. | إن كل من في السماوات والأرض إلا آتي الرحمن عبدا إِن كُلُّ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ إِلاَّ آتِي الرَّحْمَنِ عَبْدًا |
---|
Elmalılı | Göklerde ve yerde bulunan hiçbir kimse yoktur ki (kıyamet günü) Rahmân'ın huzuruna kul olarak çıkmasın. |
Y. Ali | Not one of the beings in the heavens and the earth but must come to (Allah) Most Gracious as a servant.
|
Words | | |
16. [19:98] | vekem ehleknâ ḳablehüm min ḳarn. hel tüḥissü minhüm min eḥadin ev tesme`u lehüm rikzâ. | وكم أهلكنا قبلهم من قرن هل تحس منهم من أحد أو تسمع لهم ركزا وَكَمْ أَهْلَكْنَا قَبْلَهُم مِّن قَرْنٍ هَلْ تُحِسُّ مِنْهُم مِّنْ أَحَدٍ أَوْ تَسْمَعُ لَهُمْ رِكْزًا |
---|
Elmalılı | Hem onlardan önce nice nesilleri helak ettik. (Şimdi) onlardan hiçbirini görüyor musun, yahud onların hafif bir sesini işitiyor musun? |
Y. Ali | But how many (countless) generations before them have We destroyed? Canst thou find a single one of them (now) or hear (so much as) a whisper of them?
|
Words | | |
17. [20:16] | felâ yeṣuddenneke `anhâ mel lâ yü'minü bihâ vettebe`a hevâhü feterdâ. | فلا يصدنك عنها من لا يؤمن بها واتبع هواه فتردى فَلاَ يَصُدَّنَّكَ عَنْهَا مَنْ لاَ يُؤْمِنُ بِهَا وَاتَّبَعَ هَوَاهُ فَتَرْدَى |
---|
Elmalılı | Sakın kıyamete inanmayıp, kendi heva ve hevesine uyan kimse seni, ona iman etmekten alıkoymasın; sonra helak olursun. |
Y. Ali | "Therefore let not such as believe not therein but follow their own lusts, divert thee therefrom, lest thou perish!"..
|
Words | | |
18. [20:22] | vaḍmüm yedeke ilâ cenâḥike taḫruc beyḍâe min gayri sûin âyeten uḫrâ. | واضمم يدك إلى جناحك تخرج بيضاء من غير سوء آية أخرى وَاضْمُمْ يَدَكَ إِلَى جَنَاحِكَ تَخْرُجْ بَيْضَاءَ مِنْ غَيْرِ سُوءٍ آيَةً أُخْرَى |
---|
Elmalılı | "Bir de diğer bir mucize olmak üzere elini koynuna koy ki, kusursuz olarak bembeyaz çıksın." |
Y. Ali | "Now draw thy hand close to thy side: It shall come forth white (and shining), without harm (or stain),- as another Sign,-
|
Words | | |
19. [20:23] | linüriyeke min âyâtine-lkübrâ. | لنريك من آياتنا الكبرى لِنُرِيَكَ مِنْ آيَاتِنَا الْكُبْرَى |
---|
Elmalılı | "Bunları sana en büyük mucizelerimizden (bir kısmını) gösterelim diye yaptık." |
Y. Ali | "In order that We may show thee (two) of our Greater Signs.
|
Words | | |
20. [20:27] | vaḥlül `uḳdetem mil lisânî. | واحلل عقدة من لساني وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِّن لِّسَانِي |
---|
Elmalılı | Dilimden düğümü çöz |
Y. Ali | "And remove the impediment from my speech,
|
Words | | |
21. [20:29] | vec`al lî vezîram min ehlî. | واجعل لي وزيرا من أهلي وَاجْعَل لِّي وَزِيرًا مِّنْ أَهْلِي |
---|
Elmalılı | Bir de bana ailemden bir vezir ver. |
Y. Ali | "And give me a Minister from my family,
|
Words | | |
22. [20:40] | iẕ temşî uḫtüke feteḳûlü hel edüllüküm `alâ mey yekfülüh. feraca`nâke ilâ ümmike key teḳarra `aynühâ velâ taḥzen. veḳatelte nefsen fenecceynâke mine-lgammi vefetennâke fütûnâ. felebiŝte sinîne fî ehli medyene ŝümme ci'te `alâ ḳaderiy yâ mûsâ. | إذ تمشي أختك فتقول هل أدلكم على من يكفله فرجعناك إلى أمك كي تقر عينها ولا تحزن وقتلت نفسا فنجيناك من الغم وفتناك فتونا فلبثت سنين في أهل مدين ثم جئت على قدر يا موسى إِذْ تَمْشِي أُخْتُكَ فَتَقُولُ هَلْ أَدُلُّكُمْ عَلَى مَن يَكْفُلُهُ فَرَجَعْنَاكَ إِلَى أُمِّكَ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَ وَقَتَلْتَ نَفْسًا فَنَجَّيْنَاكَ مِنَ الْغَمِّ وَفَتَنَّاكَ فُتُونًا فَلَبِثْتَ سِنِينَ فِي أَهْلِ مَدْيَنَ ثُمَّ جِئْتَ عَلَى قَدَرٍ يَا مُوسَى |
---|
Elmalılı | Hani kız kardeşin (Firavun'un sarayına) giderek: "Ona bakacak birini size buluvereyim mi? diyordu. Böylece seni tekrar annene verdik ki, gözü aydın olsun da kederlenmesin. Hem sen, bir adam öldürdün de seni gamdan kurtardık. Seni çeşitli musibetlerle imtihan ettik. Bu sebeple yıllarca Medyen halkı içinde kaldın. Sonra ey Musa! Belli bir çağa (peygamberlik görevini yüklenecek bir yaşa) geldin. |
Y. Ali | "Behold! thy sister goeth forth and saith, 'shall I show you one who will nurse and rear the (child)?' So We brought thee back to thy mother, that her eye might be cooled and she should not grieve. Then thou didst slay a man, but We saved thee from trouble, and We tried thee in various ways. Then didst thou tarry a number of years with the people of Midian. Then didst thou come hither as ordained, O Moses!
|
Words | | |
23. [20:47] | fe'tiyâhü feḳûlâ innâ rasûlâ rabbike feersil me`anâ benî isrâîle velâ tü`aẕẕibhüm. ḳad ci'nâke biâyetim mir rabbik. vesselâmü `alâ meni-ttebe`a-lhüdâ. | فأتياه فقولا إنا رسولا ربك فأرسل معنا بني إسرائيل ولا تعذبهم قد جئناك بآية من ربك والسلام على من اتبع الهدى فَأْتِيَاهُ فَقُولَا إِنَّا رَسُولَا رَبِّكَ فَأَرْسِلْ مَعَنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ وَلَا تُعَذِّبْهُمْ قَدْ جِئْنَاكَ بِآيَةٍ مِّن رَّبِّكَ وَالسَّلَامُ عَلَى مَنِ اتَّبَعَ الْهُدَى |
---|
Elmalılı | Hemen gidin de Firavun'a deyin ki: "Biz Rabbinin (sana gönderilen) elçileriyiz. Artık İsrailoğulları'nı bizimle gönder, onlara azab etme; biz sana Rabbinden bir mucize ile geldik. Selam doğru yolda gidenleredir." |
Y. Ali | "So go ye both to him, and say, 'Verily we are messengers sent by thy Lord: Send forth, therefore, the Children of Israel with us, and afflict them not: with a Sign, indeed, have we come from thy Lord! and peace to all who follow guidance!
|
Words | | |
24. [20:48] | innâ ḳad ûḥiye ileynâ enne-l`aẕâbe `alâ men keẕẕebe vetevellâ. | إنا قد أوحي إلينا أن العذاب على من كذب وتولى إِنَّا قَدْ أُوحِيَ إِلَيْنَا أَنَّ الْعَذَابَ عَلَى مَن كَذَّبَ وَتَوَلَّى |
---|
Elmalılı | "Bize kesin olarak vahyolundu ki, azab şüphesiz (gerçeği) inkâr edip ona sırt çevirenleredir." |
Y. Ali | "'Verily it has been revealed to us that the Penalty (awaits) those who reject and turn away.'"
|
Words | | |
25. [20:53] | elleẕî ce`ale lekümü-l'arḍa mehdev veseleke leküm fîhâ sübülev veenzele mine-ssemâi mââ. feaḫracnâ bihî ezvâcem min nebetin şettâ. | الذي جعل لكم الأرض مهدا وسلك لكم فيها سبلا وأنزل من السماء ماء فأخرجنا به أزواجا من نبات شتى الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الْأَرْضَ مَهْدًا وَسَلَكَ لَكُمْ فِيهَا سُبُلًا وَأَنزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَخْرَجْنَا بِهِ أَزْوَاجًا مِّن نَّبَاتٍ شَتَّى |
---|
Elmalılı | "Yeryüzünü sizin için bir döşek yapan, oradan sizin için yollar açan ve gökten bir su indiren O'dur." İşte biz o su ile türlü türlü bitkilerden çiftler çıkardık. |
Y. Ali | "He Who has, made for you the earth like a carpet spread out; has enabled you to go about therein by roads (and channels); and has sent down water from the sky." With it have We produced diverse pairs of plants each separate from the others.
|
Words | | |
26. [20:57] | ḳâle eci'tenâ lituḫricenâ min arḍinâ bisiḥrike yâ mûsâ. | قال أجئتنا لتخرجنا من أرضنا بسحرك يا موسى قَالَ أَجِئْتَنَا لِتُخْرِجَنَا مِنْ أَرْضِنَا بِسِحْرِكَ يَا مُوسَى |
---|
Elmalılı | (Firavun Musa'ya şöyle) dedi: "Ey Musa! Sen sihrinle bizi yerimizden çıkarmak için mi geldin bize?" |
Y. Ali | He said: "Hast thou come to drive us out of our land with thy magic, O Moses?
|
Words | | |
27. [20:61] | ḳâle lehüm mûsâ veyleküm lâ tefterû `ale-llâhi keẕiben feyüsḥiteküm bi`aẕâb. veḳad ḫâbe meni-fterâ. | قال لهم موسى ويلكم لا تفتروا على الله كذبا فيسحتكم بعذاب وقد خاب من افترى قَالَ لَهُم مُّوسَى وَيْلَكُمْ لَا تَفْتَرُوا عَلَى اللَّهِ كَذِبًا فَيُسْحِتَكُمْ بِعَذَابٍ وَقَدْ خَابَ مَنِ افْتَرَى |
---|
Elmalılı | Musa onlara dedi ki: "Yazıklar olsun size! Allah'a yalan uydur mayın. Sonra bir azab ile kökünüzü keser. Gerçekten (Allah'a) iftira eden hüsrana uğramıştır." |
Y. Ali | Moses said to him: Woe to you! Forge not ye a lie against Allah, lest He destroy you (at once) utterly by chastisement: the forger must suffer frustration!"
|
Words | | |
28. [20:63] | ḳâlû in hâẕâni lesâḥirâni yürîdâni ey yuḫricâküm min arḍiküm bisiḥrihimâ veyeẕhebâ biṭarîḳatikümü-lmüŝlâ. | قالوا إن هذان لساحران يريدان أن يخرجاكم من أرضكم بسحرهما ويذهبا بطريقتكم المثلى قَالُوا إِنْ هَذَانِ لَسَاحِرَانِ يُرِيدَانِ أَن يُخْرِجَاكُم مِّنْ أَرْضِكُم بِسِحْرِهِمَا وَيَذْهَبَا بِطَرِيقَتِكُمُ الْمُثْلَى |
---|
Elmalılı | (Sihirbazlar daha sonra Musa ve Harun'u göstererek şöyle) dediler: "Bu ikisi muhakkak sihirbazdır; büyüleriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak ve de örnek dininizi yok etmek istiyorlar." |
Y. Ali | They said: "These two are certainly (expert) magicians: their object is to drive you out from your land with their magic, and to do away with your most cherished institutions.
|
Words | | |
29. [20:64] | feecmi`û keydeküm ŝümme-'tû ṣaffâ. veḳad efleḥa-lyevme meni-sta`lâ. | فأجمعوا كيدكم ثم ائتوا صفا وقد أفلح اليوم من استعلى فَأَجْمِعُوا كَيْدَكُمْ ثُمَّ ائْتُوا صَفًّا وَقَدْ أَفْلَحَ الْيَوْمَ مَنِ اسْتَعْلَى |
---|
Elmalılı | "Onun için bütün tuzaklarınızı bir araya getirin, sonra hep bir sıra halinde gelin. Bugün üstün gelen muhakkak zafer kazanmıştır." |
Y. Ali | "Therefore concert your plan, and then assemble in (serried) ranks: He wins (all along) today who gains the upper hand."
|
Words | | |
30. [20:65] | ḳâlû yâ mûsâ immâ en tülḳiye veimmâ en nekûne evvele men elḳâ. | قالوا يا موسى إما أن تلقي وإما أن نكون أول من ألقى قَالُوا يَا مُوسَى إِمَّا أَن تُلْقِيَ وَإِمَّا أَن نَّكُونَ أَوَّلَ مَنْ أَلْقَى |
---|
Elmalılı | Sihirbazlar: "Ey Musa! Ya sen at, yahud ilk atan biz olalım" dediler. |
Y. Ali | They said: "O Moses! whether wilt thou that thou throw (first) or that we be the first to throw?"
|
Words | | |