1. [2:160] | ille-lleẕîne tâbû veaṣleḥû vebeyyenû feülâike etûbü `aleyhim. veene-ttevvâbü-rraḥîm. | إلا الذين تابوا وأصلحوا وبينوا فأولئك أتوب عليهم وأنا التواب الرحيم إِلاَّ الَّذِينَ تَابُواْ وَأَصْلَحُواْ وَبَيَّنُواْ فَأُوْلَـئِكَ أَتُوبُ عَلَيْهِمْ وَأَنَا التَّوَّابُ الرَّحِيمُ |
---|
Elmalılı | Ancak tevbe edip halini düzelterek gerçeği söyleyenler başka. İşte onları ben bağışlarım. Ben çok merhamet ediciyim, tevbeleri çokça kabul ederim. |
Y. Ali | Except those who repent and make amends and openly declare (the Truth): To them I turn; for I am Oft-returning, Most Merciful.
|
Words | | |
2. [3:81] | veiẕ eḫaẕe-llâhü mîŝâḳa-nnebiyyîne lemâ âteytüküm min kitâbiv veḥikmetin ŝümme câeküm rasûlüm müṣaddiḳul limâ me`aküm letü'minünne bihî veletenṣurunneh. ḳâle eaḳrartüm veeḫaẕtüm `alâ ẕâliküm iṣrî. ḳâlû aḳrarnâ. ḳâle feşhedû veenâ me`aküm mine-şşâhidîn. | وإذ أخذ الله ميثاق النبيين لما آتيتكم من كتاب وحكمة ثم جاءكم رسول مصدق لما معكم لتؤمنن به ولتنصرنه قال أأقررتم وأخذتم على ذلكم إصري قالوا أقررنا قال فاشهدوا وأنا معكم من الشاهدين وَإِذْ أَخَذَ اللّهُ مِيثَاقَ النَّبِيِّيْنَ لَمَا آتَيْتُكُم مِّن كِتَابٍ وَحِكْمَةٍ ثُمَّ جَاءَكُمْ رَسُولٌ مُّصَدِّقٌ لِّمَا مَعَكُمْ لَتُؤْمِنُنَّ بِهِ وَلَتَنصُرُنَّهُ قَالَ أَأَقْرَرْتُمْ وَأَخَذْتُمْ عَلَى ذَلِكُمْ إِصْرِي قَالُواْ أَقْرَرْنَا قَالَ فَاشْهَدُواْ وَأَنَاْ مَعَكُم مِّنَ الشَّاهِدِينَ |
---|
Elmalılı | Allah peygamberlerden şöyle söz almıştı: "Andolsun ki size kitab ve hikmet verdim, sonra yanınızda bulunan (kitaplar)ı doğrulayıcı bir peygamber geldiğinde ona muhakkak inanacak ve ona yardım edeceksiniz! Bunu kabul ettiniz mi? Ve bu hususta ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?" demişti. Onlar: "Kabul ettik" dediler. (Allah da) dedi ki: "Öyleyse şahit olun, ben de sizinle beraber şahit olanlardanım". |
Y. Ali | Behold! Allah took the covenant of the prophets, saying: "I give you a Book and Wisdom; then comes to you a messenger, confirming what is with you; do ye believe in him and render him help." Allah said: "Do ye agree, and take this my Covenant as binding on you?" They said: "We agree." He said: "Then bear witness, and I am with you among the witnesses."
|
Words | | |
3. [6:163] | lâ şerîke leh. vebiẕâlike ümirtü veenâ evvelü-lmüslimîn. | لا شريك له وبذلك أمرت وأنا أول المسلمين لاَ شَرِيكَ لَهُ وَبِذَلِكَ أُمِرْتُ وَأَنَاْ أَوَّلُ الْمُسْلِمِينَ |
---|
Elmalılı | Onun ortağı yoktur. Bana böyle emrolundu ve ben müslümanların ilkiyim. |
Y. Ali | No partner hath He: this am I commanded, and I am the first of those who bow to His will.
|
Words | | |
4. [7:68] | übelliguküm risâlâti rabbî veenâ leküm nâṣiḥun emîn. | أبلغكم رسالات ربي وأنا لكم ناصح أمين أُبَلِّغُكُمْ رِسَالاَتِ رَبِّي وَأَنَا لَكُمْ نَاصِحٌ أَمِينٌ |
---|
Elmalılı | "Size Rabbimin gönderdiği gerçekleri tebliğ ediyorum ve ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm." |
Y. Ali | "I but fulfil towards you the duties of my Lord's mission: I am to you a sincere and trustworthy adviser.
|
Words | | |
5. [7:143] | velemmâ câe mûsâ limîḳâtinâ vekellemehû rabbühû ḳâle rabbi erinî enżur ileyk. ḳâle len terânî velâkini-nżur ile-lcebeli feini-steḳarra mekânehû fesevfe terânî. felemmâ tecellâ rabbühû lilcebeli ce`alehû dekkev veḫarra mûsâ ṣa`iḳâ. felemmâ efâḳa ḳâle sübḥâneke tübtü ileyke veenâ evvelü-lmü'minîn. | ولما جاء موسى لميقاتنا وكلمه ربه قال رب أرني أنظر إليك قال لن تراني ولكن انظر إلى الجبل فإن استقر مكانه فسوف تراني فلما تجلى ربه للجبل جعله دكا وخر موسى صعقا فلما أفاق قال سبحانك تبت إليك وأنا أول المؤمنين وَلَمَّا جَاءَ مُوسَى لِمِيقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُ قَالَ رَبِّ أَرِنِي أَنظُرْ إِلَيْكَ قَالَ لَن تَرَانِي وَلَـكِنِ انظُرْ إِلَى الْجَبَلِ فَإِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرَانِي فَلَمَّا تَجَلَّى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكًّا وَخَرَّ مُوسَى صَعِقًا فَلَمَّا أَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ إِلَيْكَ وَأَنَاْ أَوَّلُ الْمُؤْمِنِينَ |
---|
Elmalılı | Ne zaman ki, Musa, mikatımıza geldi, Rabbi ona kelâmıyla ihsanda bulundu. "Ey Rabbim, göster bana kendini de bakayım sana". dedi. Rabbi ona buyurdu ki; "Beni katiyyen göremezsin ve lâkin dağa bak, eğer o yerinde durabilirse, sonra sen de beni göreceksin". Daha sonra Rabbi dağa tecelli edince onu yerle bir ediverdi, Musa da baygın düştü. Ayılıp kendine gelince, "Sen sübhansın", "tevbe ettim, sana döndüm ve ben inananların ilkiyim," dedi. |
Y. Ali | When Moses came to the place appointed by Us, and his Lord addressed him, He said: "O my Lord! show (Thyself) to me, that I may look upon thee." Allah said: "By no means canst thou see Me (direct); But look upon the mount; if it abide in its place, then shalt thou see Me." When his Lord manifested His glory on the Mount, He made it as dust. And Moses fell down in a swoon. When he recovered his senses he said: "Glory be to Thee! to Thee I turn in repentance, and I am the first to believe."
|
Words | | |
6. [10:41] | vein keẕẕebûke feḳul lî `amelî veleküm `amelüküm. entüm berîûne mimmâ a`melü veenâ berîüm mimmâ ta`melûn. | وإن كذبوك فقل لي عملي ولكم عملكم أنتم بريئون مما أعمل وأنا بريء مما تعملون وَإِن كَذَّبُوكَ فَقُل لِّي عَمَلِي وَلَكُمْ عَمَلُكُمْ أَنتُمْ بَرِيئُونَ مِمَّا أَعْمَلُ وَأَنَاْ بَرِيءٌ مِّمَّا تَعْمَلُونَ |
---|
Elmalılı | Eğer seni inkâr etmeyi sürdürürlerse, de ki; "Benim amelim bana, sizin ameliniz de size aittir. Benim yapacağım sizi ilgilendirmez, sizin yapacağınız da beni ilgilendirmez." |
Y. Ali | If they charge thee with falsehood, say: "My work to me, and yours to you! ye are free from responsibility for what I do, and I for what ye do!"
|
Words | | |
7. [10:90] | vecâveznâ bibenî isrâîle-lbaḥra feetbe`ahüm fir`avnü vecünûdühû bagyev ve`advâ. ḥattâ iẕâ edrakehü-lgaraḳu ḳâle âmentü ennehû lâ ilâhe ille-lleẕî âmenet bihî benû isrâîle veenâ mine-lmüslimîn. | وجاوزنا ببني إسرائيل البحر فأتبعهم فرعون وجنوده بغيا وعدوا حتى إذا أدركه الغرق قال آمنت أنه لا إله إلا الذي آمنت به بنو إسرائيل وأنا من المسلمين وَجَاوَزْنَا بِبَنِي إِسْرَائِيلَ الْبَحْرَ فَأَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ وَجُنُودُهُ بَغْيًا وَعَدْوًا حَتَّى إِذَا أَدْرَكَهُ الْغَرَقُ قَالَ آمَنتُ أَنَّهُ لاَ إِلِـهَ إِلاَّ الَّذِي آمَنَتْ بِهِ بَنُو إِسْرَائِيلَ وَأَنَاْ مِنَ الْمُسْلِمِينَ |
---|
Elmalılı | Ve sonra İsrailoğulları'nı denizden aşırdık. Firavun, düşmanca saldırmak için derhal adamlarını ve askerlerini arkalarına düşürdü. Ta ki, suda boğulmaya başlayınca "İnandım, gerçekten de İsrailoğulları'nın iman ettiğinden başka tanrı yoktur. Ben de ona teslim olanlardanım." dedi. |
Y. Ali | We took the Children of Israel across the sea: Pharaoh and his hosts followed them in insolence and spite. At length, when overwhelmed with the flood, he said: "I believe that there is no god except Him Whom the Children of Israel believe in: I am of those who submit (to Allah in Islam)."
|
Words | | |
8. [11:35] | em yeḳûlûne-fterâh. ḳul ini-fteraytühû fe`aleyye icrâmî veenâ berîüm mimmâ tücrimûn. | أم يقولون افتراه قل إن افتريته فعلي إجرامي وأنا بريء مما تجرمون أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَاهُ قُلْ إِنِ افْتَرَيْتُهُ فَعَلَيَّ إِجْرَامِي وَأَنَاْ بَرِيءٌ مِّمَّا تُجْرِمُونَ |
---|
Elmalılı | Yoksa "Onu uydurdu" mu diyorlar? De ki; "Eğer uydurdumsa vebali benim boynumadır. Bense sizin yüklendiğiniz vebalden uzağım". |
Y. Ali | Or do they say, "He has forged it"? Say: "If I had forged it, on me were my sin! and I am free of the sins of which ye are guilty!
|
Words | | |
9. [11:72] | ḳâlet yâ veyletâ eelidü veenâ `acûzüv vehâẕâ ba`lî şeyḫâ. inne hâẕâ leşey'ün `acîb. | قالت يا ويلتى أألد وأنا عجوز وهذا بعلي شيخا إن هذا لشيء عجيب قَالَتْ يَا وَيْلَتَى أَأَلِدُ وَأَنَاْ عَجُوزٌ وَهَـذَا بَعْلِي شَيْخًا إِنَّ هَـذَا لَشَيْءٌ عَجِيبٌ |
---|
Elmalılı | "Vay başıma gelene!" dedi, "Ben bir kocakarıyım, kocam da yaşlı bir adam. Bu gerçekten çok tuhaf bir şey!" |
Y. Ali | She said: "Alas for me! shall I bear a child, seeing I am an old woman, and my husband here is an old man? That would indeed be a wonderful thing!"
|
Words | | |
10. [12:59] | velemmâ cehhezehüm bicehâzihim ḳâle-'tûnî bieḫil leküm min ebîküm. elâ teravne ennî ûfi-lkeyle veenâ ḫayru-lmünzilîn. | ولما جهزهم بجهازهم قال ائتوني بأخ لكم من أبيكم ألا ترون أني أوفي الكيل وأنا خير المنزلين وَلَمَّا جَهَّزَهُم بِجَهَازِهِمْ قَالَ ائْتُونِي بِأَخٍ لَّكُم مِّنْ أَبِيكُمْ أَلاَ تَرَوْنَ أَنِّي أُوفِي الْكَيْلَ وَأَنَاْ خَيْرُ الْمُـنْـزِلِينَ |
---|
Elmalılı | Ne zaman ki onların bütün hazırlıklarını tamamladı, o zaman dedi ki: "Babanızdan olan öbür kardeşinizi de bana getirin. Görüyorsunuz ya, ben ölçeği tam ölçüyorum ve ben konukseverlerin en hayırlısıyım." |
Y. Ali | And when he had furnished them forth with provisions (suitable) for them, he said: "Bring unto me a brother ye have, of the same father as yourselves, (but a different mother): see ye not that I pay out full measure, and that I do provide the best hospitality?
|
Words | | |
11. [12:72] | ḳâlû nefḳidü ṣuvâ`a-lmeliki velimen câe bihî ḥimlü be`îriv veenâ bihî za`îm. | قالوا نفقد صواع الملك ولمن جاء به حمل بعير وأنا به زعيم قَالُواْ نَفْقِدُ صُوَاعَ الْمَلِكِ وَلِمَن جَاءَ بِهِ حِمْلُ بَعِيرٍ وَأَنَاْ بِهِ زَعِيمٌ |
---|
Elmalılı | Onlar da dediler ki: "Hükümdarın su kabını arıyoruz. Onu bulup getirene bir yük zahire var. Üstelik o tas bana zimmetlidir". |
Y. Ali | They said: "We miss the great beaker of the king; for him who produces it, is (the reward of) a camel load; I will be bound by it."
|
Words | | |
12. [20:13] | veene-ḫtertüke festemi` limâ yûḥâ. | وأنا اخترتك فاستمع لما يوحى وَأَنَا اخْتَرْتُكَ فَاسْتَمِعْ لِمَا يُوحَى |
---|
Elmalılı | "Ben seni seçtim, şimdi (sana) vahyolunacak şeyleri dinle." |
Y. Ali | "I have chosen thee: listen, then, to the inspiration (sent to thee).
|
Words | | |
13. [21:56] | ḳâle ber rabbüküm rabbü-ssemâvâti vel'arḍi-lleẕî feṭarahünn. veenâ `alâ ẕâliküm mine-şşâhidîn. | قال بل ربكم رب السماوات والأرض الذي فطرهن وأنا على ذلكم من الشاهدين قَالَ بَل رَّبُّكُمْ رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ الَّذِي فَطَرَهُنَّ وَأَنَا عَلَى ذَلِكُم مِّنَ الشَّاهِدِينَ |
---|
Elmalılı | O şöyle dedi: "Hayır Rabbiniz göklerin ve yerin Rabbidir ki onları O yaratmıştır. Ben de buna şahidlik edenlerdenim." |
Y. Ali | He said, "Nay, your Lord is the Lord of the heavens and the earth, He Who created them (from nothing): and I am a witness to this (Truth).
|
Words | | |
14. [21:92] | inne hâẕihî ümmetüküm ümmetev vâḥideh. veenâ rabbüküm fa`büdûn. | إن هذه أمتكم أمة واحدة وأنا ربكم فاعبدون إِنَّ هَذِهِ أُمَّتُكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَأَنَا رَبُّكُمْ فَاعْبُدُونِ |
---|
Elmalılı | Doğrusu bu sizin ümmetiniz (tevhid dini olan müslümanlık), bir tek ümmettir (bir tek din olarak sizin dininizdir). Ben de sizin Rabbinizim. O halde bana kulluk edin. |
Y. Ali | Verily, this brotherhood of yours is a single brotherhood, and I am your Lord and Cherisher: therefore serve Me (and no other).
|
Words | | |
15. [23:52] | veinne hâẕihî ümmetüküm ümmetev vâḥidetev veenâ rabbüküm fetteḳûn. | وإن هذه أمتكم أمة واحدة وأنا ربكم فاتقون وَإِنَّ هَذِهِ أُمَّتُكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَأَنَا رَبُّكُمْ فَاتَّقُونِ |
---|
Elmalılı | "Ve işte bu sizin ümmetiniz bir tek ümmet ve ben de sizin Rabbinizim. Öyle ise benden sakının." (denildi). |
Y. Ali | And verily this Brotherhood of yours is a single Brotherhood, and I am your Lord and Cherisher: therefore fear Me (and no other).
|
Words | | |
16. [26:20] | ḳâle fe`altühâ iẕev veenâ mine-ḍḍâllîn. | قال فعلتها إذا وأنا من الضالين قَالَ فَعَلْتُهَا إِذًا وَأَنَا مِنَ الضَّالِّينَ |
---|
Elmalılı | Musa, "Ben, dedi, o işi o anda yaptım ki şaşkınlardandım." |
Y. Ali | Moses said: "I did it then, when I was in error.
|
Words | | |
17. [40:42] | ted`ûnenî liekfüra billâhi veüşrike bihî mâ leyse lî bihî `ilm. veenâ ed`ûküm ile-l`azîzi-lgaffâr. | تدعونني لأكفر بالله وأشرك به ما ليس لي به علم وأنا أدعوكم إلى العزيز الغفار تَدْعُونَنِي لِأَكْفُرَ بِاللَّهِ وَأُشْرِكَ بِهِ مَا لَيْسَ لِي بِهِ عِلْمٌ وَأَنَا أَدْعُوكُمْ إِلَى الْعَزِيزِ الْغَفَّارِ |
---|
Elmalılı | "Siz beni Allah'ı inkâr etmeye ve bence hiç ilimde yeri olmayan şeyleri O'na ortak koşmaya davet ediyorsunuz. Ben ise sizi o çok güçlü ve çok bağışlayıcı olan Allah'a davet ediyorum." |
Y. Ali | "Ye do call upon me to blaspheme against Allah, and to join with Him partners of whom I have no knowledge; and I call you to the Exalted in Power, Who forgives again and again!"
|
Words | | |
18. [60:1] | yâ eyyühe-lleẕîne âmenû lâ tetteḫiẕû `adüvvî ve`adüvveküm evliyâe tülḳûne ileyhim bilmeveddeti veḳad keferû bimâ câeküm mine-lḥaḳḳ. yuḫricûne-rrasûle veiyyâküm en tü'minû billâhi rabbiküm. in küntüm ḫaractüm cihâden fî sebîlî vebtigâe merḍâtî tüsirrûne ileyhim bilmeveddeh. veenâ a`lemü bimâ aḫfeytüm vemâ a`lentüm. vemey yef`alhü minküm feḳad ḍalle sevâe-ssebîl. | يا أيها الذين آمنوا لا تتخذوا عدوي وعدوكم أولياء تلقون إليهم بالمودة وقد كفروا بما جاءكم من الحق يخرجون الرسول وإياكم أن تؤمنوا بالله ربكم إن كنتم خرجتم جهادا في سبيلي وابتغاء مرضاتي تسرون إليهم بالمودة وأنا أعلم بما أخفيتم وما أعلنتم ومن يفعله منكم فقد ضل سواء السبيل يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا عَدُوِّي وَعَدُوَّكُمْ أَوْلِيَاءَ تُلْقُونَ إِلَيْهِم بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَاءَكُم مِّنَ الْحَقِّ يُخْرِجُونَ الرَّسُولَ وَإِيَّاكُمْ أَن تُؤْمِنُوا بِاللَّهِ رَبِّكُمْ إِن كُنتُمْ خَرَجْتُمْ جِهَادًا فِي سَبِيلِي وَابْتِغَاءَ مَرْضَاتِي تُسِرُّونَ إِلَيْهِم بِالْمَوَدَّةِ وَأَنَا أَعْلَمُ بِمَا أَخْفَيْتُمْ وَمَا أَعْلَنتُمْ وَمَن يَفْعَلْهُ مِنكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَاءَ السَّبِيلِ |
---|
Elmalılı | Ey inananlar! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olan kimseleri dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkar ettikleri, Rabbiniz Allah'a inandığınızdan dolayı Resulü ve sizi (yurdunuzdan sürüp) çıkardıkları halde siz onlara sevgi ulaştırıyorsunuz. Eğer benim yolumda savaşmak ve benim rızamı kazanmak için çıktınızsa içinizde onlara sevgi mi gizliyorsunuz? Oysa ben sizin gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz her şeyi bilirim. Sizden kim bunu yaparsa doğru yoldan sapmış olur. |
Y. Ali | O ye who believe! Take not my enemies and yours as friends (or protectors),- offering them (your) love, even though they have rejected the Truth that has come to you, and have (on the contrary) driven out the Prophet and yourselves (from your homes), (simply) because ye believe in Allah your Lord! If ye have come out to strive in My Way and to seek My Good Pleasure, (take them not as friends), holding secret converse of love (and friendship) with them: for I know full well all that ye conceal and all that ye reveal. And any of you that does this has strayed from the Straight Path.
|
Words | | |
19. [72:5] | veennâ żanennâ el len teḳûle-l'insü velcinnü `ale-llâhi keẕibâ. | وأنا ظننا أن لن تقول الإنس والجن على الله كذبا وَأَنَّا ظَنَنَّا أَن لَّن تَقُولَ الْإِنسُ وَالْجِنُّ عَلَى اللَّهِ كَذِبًا |
---|
Elmalılı | Doğrusu biz insanları ve cinleri Allah'a karşı asla yalan söylemez sanmışız. |
Y. Ali | 'But we do think that no man or spirit should say aught that untrue against Allah.
|
Words | | |
20. [72:8] | veennâ lemesne-ssemâe fevecednâhâ müliet ḥarasen şedîdev veşühübâ. | وأنا لمسنا السماء فوجدناها ملئت حرسا شديدا وشهبا وَأَنَّا لَمَسْنَا السَّمَاءَ فَوَجَدْنَاهَا مُلِئَتْ حَرَسًا شَدِيدًا وَشُهُبًا |
---|
Elmalılı | (Cinler, dediler ki): "Biz göğe dokunduk, onu kuvvetli bekçiler ve alevlerle dolu bulduk." |
Y. Ali | 'And we pried into the secrets of heaven; but we found it filled with stern guards and flaming fires.
|
Words | | |
21. [72:9] | veennâ künnâ naḳ`udü minhâ meḳâ`ide lissem`. femey yestemi`i-l'âne yecid lehû şihâber raṣadâ. | وأنا كنا نقعد منها مقاعد للسمع فمن يستمع الآن يجد له شهابا رصدا وَأَنَّا كُنَّا نَقْعُدُ مِنْهَا مَقَاعِدَ لِلسَّمْعِ فَمَن يَسْتَمِعِ الْآنَ يَجِدْ لَهُ شِهَابًا رَّصَدًا |
---|
Elmalılı | "Doğrusu biz göğün bazı mevkilerinde dinlemek için otururduk. Fakat şimdi her kim dinleyecek olursa kendini gözetleyen parlak bir alev buluyor." |
Y. Ali | 'We used, indeed, to sit there in (hidden) stations, to (steal) a hearing; but any who listen now will find a flaming fire watching him in ambush.
|
Words | | |
22. [72:10] | veennâ lâ nedrî eşerrun ürîde bimen fi-l'arḍi em erâde bihim rabbühüm raşedâ. | وأنا لا ندري أشر أريد بمن في الأرض أم أراد بهم ربهم رشدا وَأَنَّا لَا نَدْرِي أَشَرٌّ أُرِيدَ بِمَن فِي الْأَرْضِ أَمْ أَرَادَ بِهِمْ رَبُّهُمْ رَشَدًا |
---|
Elmalılı | "Doğrusu biz bilmiyoruz, yeryüzündekilere kötülük mü murat edildi, yoksa Rableri onlara bir hayır mı diledi?" |
Y. Ali | 'And we understand not whether ill is intended to those on earth, or whether their Lord (really) intends to guide them to right conduct.
|
Words | | |
23. [72:11] | veennâ minne-ṣṣâliḥûne veminnâ dûne ẕâlik. künnâ ṭarâiḳa ḳidedâ. | وأنا منا الصالحون ومنا دون ذلك كنا طرائق قددا وَأَنَّا مِنَّا الصَّالِحُونَ وَمِنَّا دُونَ ذَلِكَ كُنَّا طَرَائِقَ قِدَدًا |
---|
Elmalılı | Doğrusu bizler; bizden iyi olanlar da var, olmayanlar da var. Biz çeşitli yollara ayrılmışız. |
Y. Ali | 'There are among us some that are righteous, and some the contrary: we follow divergent paths.
|
Words | | |
24. [72:12] | veennâ żanennâ el len nü`cize-llâhe fi-l'arḍi velen nü`cizehû herabâ. | وأنا ظننا أن لن نعجز الله في الأرض ولن نعجزه هربا وَأَنَّا ظَنَنَّا أَن لَّن نُّعجِزَ اللَّهَ فِي الْأَرْضِ وَلَن نُّعْجِزَهُ هَرَبًا |
---|
Elmalılı | "Doğrusu biz anladık ki, Allah'ı yerde acze düşürmemize imkân yok. Kaçmakla da O'nu asla âciz bırakamayacağız." |
Y. Ali | 'But we think that we can by no means frustrate Allah throughout the earth, nor can we frustrate Him by flight.
|
Words | | |
25. [72:13] | veennâ lemmâ semi`ne-lhüdâ âmennâ bih. femey yü'mim birabbihî felâ yeḫâfü baḫsev velâ raheḳâ. | وأنا لما سمعنا الهدى آمنا به فمن يؤمن بربه فلا يخاف بخسا ولا رهقا وَأَنَّا لَمَّا سَمِعْنَا الْهُدَى آمَنَّا بِهِ فَمَن يُؤْمِن بِرَبِّهِ فَلَا يَخَافُ بَخْسًا وَلَا رَهَقًا |
---|
Elmalılı | "Doğrusu biz o hidayet rehberini dinlediğimizde ona iman ettik. Kim Rabbine inanırsa, ne hakkının eksik verilmesinden korkar, ne de kendisine kötülük edilmesinden." |
Y. Ali | 'And as for us, since we have listened to the Guidance, we have accepted it: and any who believes in his Lord has no fear, either of a short (account) or of any injustice.
|
Words | | |
26. [72:14] | veennâ minne-lmüslimûne veminne-lḳâsiṭûn. femen esleme feülâike teḥarrav raşedâ. | وأنا منا المسلمون ومنا القاسطون فمن أسلم فأولئك تحروا رشدا وَأَنَّا مِنَّا الْمُسْلِمُونَ وَمِنَّا الْقَاسِطُونَ فَمَنْ أَسْلَمَ فَأُوْلَئِكَ تَحَرَّوْا رَشَدًا |
---|
Elmalılı | "Ve biz, bizlerden müslümanlar da var, hak yoldan sapanlar da var. Müslüman olanlar, işte onlar doğru yolu arayanlardır." |
Y. Ali | 'Amongst us are some that submit their wills (to Allah), and some that swerve from justice. Now those who submit their wills - they have sought out (the path) of right conduct:
|
Words | | |