1. [36:23] | eetteḫiẕü min dûnihî âliheten iy yüridni-rraḥmânü biḍurril lâ tugni `annî şefâ`atühüm şey'ev velâ yünḳiẕûn. | أأتخذ من دونه آلهة إن يردن الرحمن بضر لا تغن عني شفاعتهم شيئا ولا ينقذون أَأَتَّخِذُ مِن دُونِهِ آلِهَةً إِن يُرِدْنِ الرَّحْمَن بِضُرٍّ لاَّ تُغْنِ عَنِّي شَفَاعَتُهُمْ شَيْئًا وَلاَ يُنقِذُونِ |
---|
Elmalılı | "Hiç ben O'ndan başka ilâhlar edinir miyim? Eğer O Rahman, bana bir zarar dileyecek olsa, onların şefaati benden yana hiçbir şeye yaramaz ve onlar beni kurtaramazlar." |
Y. Ali | "Shall I take (other) gods besides Him? If (Allah) Most Gracious should intend some adversity for me, of no use whatever will be their intercession for me, nor can they deliver me.
|
Words | | |
2. [36:29] | in kânet illâ ṣayḥatev vâḥideten feiẕâ hüm ḫâmidûn. | إن كانت إلا صيحة واحدة فإذا هم خامدون إِن كَانَتْ إِلاَّ صَيْحَةً وَاحِدَةً فَإِذَا هُمْ خَامِدُونَ |
---|
Elmalılı | Sadece bir gürültü oldu, onlar da hemen sönüverdiler. |
Y. Ali | It was no more than a single mighty Blast, and behold! they were (like ashes) quenched and silent.
|
Words | | |
3. [36:47] | veiẕâ ḳîle lehüm enfiḳû mimmâ razeḳakümü-llâhü ḳâle-lleẕîne keferû lilleẕîne âmenû enuṭ`imü mel lev yeşâü-llâhü aṭ`ameh. in entüm illâ fî ḍalâlim mübîn. | وإذا قيل لهم أنفقوا مما رزقكم الله قال الذين كفروا للذين آمنوا أنطعم من لو يشاء الله أطعمه إن أنتم إلا في ضلال مبين وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ أَنفِقُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللَّهُ قَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِلَّذِينَ آمَنُوا أَنُطْعِمُ مَن لَّوْ يَشَاءُ اللَّهُ أَطْعَمَهُ إِنْ أَنتُمْ إِلَّا فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ |
---|
Elmalılı | Onlara: "Allah'ın size rızık olarak verdiği şeylerden hayra harcayın" dendiği zaman, o kâfirler, müminler için: "Allah'ın dileyince doyurabileceği kimseyi biz mi doyuracağız? Siz apaçık bir sapıklık içinde değil de nesiniz?" dediler. |
Y. Ali | And when they are told, "Spend ye of (the bounties) with which Allah has provided you," the Unbelievers say to those who believe: "Shall we then feed those whom, if Allah had so willed, He would have fed, (Himself)?- Ye are in nothing but manifest error."
|
Words | | |
4. [36:48] | veyeḳûlûne metâ hâẕe-lva`dü in küntüm ṣâdiḳîn. | ويقولون متى هذا الوعد إن كنتم صادقين وَيَقُولُونَ مَتَى هَذَا الْوَعْدُ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ |
---|
Elmalılı | Yine onlar: "Eğer doğru söylüyorsanız bu (kıyamet) vaadi ne zaman?" diyorlar. |
Y. Ali | Further, they say, "When will this promise (come to pass), if what ye say is true?"
|
Words | | |
5. [36:53] | in kânet illâ ṣayḥatev vâḥideten feiẕâ hüm cemî`ul ledeynâ muḥḍarûn. | إن كانت إلا صيحة واحدة فإذا هم جميع لدينا محضرون إِن كَانَتْ إِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً فَإِذَا هُمْ جَمِيعٌ لَّدَيْنَا مُحْضَرُونَ |
---|
Elmalılı | Başka değil, sadece bir tek çığlık olmuş, derhal hepsi toplanmış huzurumuza getirilmişlerdir. |
Y. Ali | It will be no more than a single Blast, when lo! they will all be brought up before Us!
|
Words | | |
6. [36:55] | inne aṣḥâbe-lcennehi-lyevme fî şügulin fâkihûn. | إن أصحاب الجنة اليوم في شغل فاكهون إِنَّ أَصْحَابَ الْجَنَّةِ الْيَوْمَ فِي شُغُلٍ فَاكِهُونَ |
---|
Elmalılı | Gerçekten cennetlik olanlar bugün bir meşguliyet içinde zevk etmektedirler. |
Y. Ali | Verily the Companions of the Garden shall that Day have joy in all that they do;
|
Words | | |
7. [36:69] | vemâ `allemnâhü-şşi`ra vemâ yembegî leh. in hüve illâ ẕikruv veḳur'ânüm mübîn. | وما علمناه الشعر وما ينبغي له إن هو إلا ذكر وقرآن مبين وَمَا عَلَّمْنَاهُ الشِّعْرَ وَمَا يَنبَغِي لَهُ إِنْ هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ وَقُرْآنٌ مُّبِينٌ |
---|
Elmalılı | Biz ona şiir öğretmedik. Bu ona yaraşmaz da... O sadece bir öğüt ve apaçık bir Kur'ân'dır. |
Y. Ali | We have not instructed the (Prophet) in Poetry, nor is it meet for him: this is no less than a Message and a Qur'an making things clear:
|
Words | | |
8. [37:4] | inne ilâheküm levâḥid. | إن إلهكم لواحد إِنَّ إِلَهَكُمْ لَوَاحِدٌ |
---|
Elmalılı | Ki sizin ilâhınız birdir. |
Y. Ali | Verily, verily, your Allah is one!-
|
Words | | |
9. [37:15] | veḳâlû in hâẕâ illâ siḥrum mübîn. | وقالوا إن هذا إلا سحر مبين وَقَالُوا إِنْ هَذَا إِلَّا سِحْرٌ مُّبِينٌ |
---|
Elmalılı | Ve diyorlar ki: "Bu apaçık büyüden başka bir şey değildir." |
Y. Ali | And say, "This is nothing but evident sorcery!
|
Words | | |
10. [37:56] | ḳâle tellâhi in kitte letürdîn. | قال تالله إن كدت لتردين قَالَ تَاللَّهِ إِنْ كِدتَّ لَتُرْدِينِ |
---|
Elmalılı | Ona şöyle der: "Allah'a yemin ederim ki, doğrusu sen az daha beni helak edecektin." |
Y. Ali | He said: "By Allah! thou wast little short of bringing me to perdition!
|
Words | | |
11. [37:60] | inne hâẕâ lehüve-lfevzü-l`ażîm. | إن هذا لهو الفوز العظيم إِنَّ هَذَا لَهُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ |
---|
Elmalılı | İşte bu büyük kurtuluştur. |
Y. Ali | Verily this is the supreme achievement!
|
Words | | |
12. [37:67] | ŝümme inne lehüm `aleyhâ leşevbem min ḥamîm. | ثم إن لهم عليها لشوبا من حميم ثُمَّ إِنَّ لَهُمْ عَلَيْهَا لَشَوْبًا مِّنْ حَمِيمٍ |
---|
Elmalılı | Sonra üzerine onlar için kaynar bir içecek vardır. |
Y. Ali | Then on top of that they will be given a mixture made of boiling water.
|
Words | | |
13. [37:68] | ŝümme inne merci`ahüm leile-lceḥîm. | ثم إن مرجعهم لإلى الجحيم ثُمَّ إِنَّ مَرْجِعَهُمْ لَإِلَى الْجَحِيمِ |
---|
Elmalılı | Sonra da dönecekleri yer, şüphesiz cehennemdir. |
Y. Ali | Then shall their return be to the (Blazing) Fire.
|
Words | | |
14. [37:102] | felemmâ belega me`ahü-ssa`ye ḳâle yâ büneyye innî erâ fi-lmenâmi ennî eẕbeḥuke fenżur mâẕâ terâ. ḳâle yâ ebeti-f`al mâ tü'mer. setecidünî in şâe-llâhü mine-ṣṣâbirîn. | فلما بلغ معه السعي قال يا بني إني أرى في المنام أني أذبحك فانظر ماذا ترى قال يا أبت افعل ما تؤمر ستجدني إن شاء الله من الصابرين فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ يَا بُنَيَّ إِنِّي أَرَى فِي الْمَنَامِ أَنِّي أَذْبَحُكَ فَانظُرْ مَاذَا تَرَى قَالَ يَا أَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُ سَتَجِدُنِي إِن شَاءَ اللَّهُ مِنَ الصَّابِرِينَ |
---|
Elmalılı | Oğlu, yanında koşacak çağa gelince: "Ey oğlum! Ben seni rüyamda boğazladığımı görüyorum. Artık bak, ne düşünürsün?" dedi. Çocuk da: "Babacığım sana ne emrediliyorsa yap, inşaallah beni sabredenlerden bulacaksın" dedi. |
Y. Ali | Then, when (the son) reached (the age of) (serious) work with him, he said: "O my son! I see in vision that I offer thee in sacrifice: Now see what is thy view!" (The son) said: "O my father! Do as thou art commanded: thou will find me, if Allah so wills one practising Patience and Constancy!"
|
Words | | |
15. [37:106] | inne hâẕâ lehüve-lbelâü-lmübîn. | إن هذا لهو البلاء المبين إِنَّ هَذَا لَهُوَ الْبَلَاءُ الْمُبِينُ |
---|
Elmalılı | "Şüphesiz ki bu apaçık bir imtihandı." (dedik) |
Y. Ali | For this was obviously a trial-
|
Words | | |
16. [37:157] | fe'tû bikitâbiküm in küntüm ṣâdiḳîn. | فأتوا بكتابكم إن كنتم صادقين فَأْتُوا بِكِتَابِكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ |
---|
Elmalılı | O halde, eğer doğru söylüyorsanız getirin kitabınızı. |
Y. Ali | Then bring ye your Book (of authority) if ye be truthful!
|
Words | | |
17. [38:5] | ece`ale-l'âlihete ilâhev vâḥidâ. inne hâẕâ leşey'ün `ucâb. | أجعل الآلهة إلها واحدا إن هذا لشيء عجاب أَجَعَلَ الْآلِهَةَ إِلَهًا وَاحِدًا إِنَّ هَذَا لَشَيْءٌ عُجَابٌ |
---|
Elmalılı | "İlâhları, bir tek ilâh mı kılmış? Bu gerçekten şaşılacak bir şey, çok tuhaf!" |
Y. Ali | "Has he made the gods (all) into one Allah? Truly this is a wonderful thing!"
|
Words | | |
18. [38:6] | venṭaleḳa-lmeleü minhüm eni-mşû vaṣbirû `alâ âlihetiküm. inne hâẕâ leşey'üy yürâd. | وانطلق الملأ منهم أن امشوا واصبروا على آلهتكم إن هذا لشيء يراد وَانْطَلَقَ الْمَلَأُ مِنْهُمْ أَنِ امْشُوا وَاصْبِرُوا عَلَى آلِهَتِكُمْ إِنَّ هَذَا لَشَيْءٌ يُرَادُ |
---|
Elmalılı | İçlerinden ileri gelenler fırladılar ve dediler ki: "İlâhlarınız üzerinde sabır ve sebat edin. Bu, gerçekten arzu edilen bir murad!" |
Y. Ali | And the leader among them go away (impatiently), (saying), "Walk ye away, and remain constant to your gods! For this is truly a thing designed (against you)!
|
Words | | |
19. [38:7] | mâ semi`nâ bihâẕâ fi-lmilleti-l'âḫirah. in hâẕâ ille-ḫtilâḳ. | ما سمعنا بهذا في الملة الآخرة إن هذا إلا اختلاق مَا سَمِعْنَا بِهَذَا فِي الْمِلَّةِ الْآخِرَةِ إِنْ هَذَا إِلَّا اخْتِلَاقٌ |
---|
Elmalılı | "Biz bunu başka bir dinde işitmedik, bu mutlaka bir uydurmadır." |
Y. Ali | "We never heard (the like) of this among the people of these latter days: this is nothing but a made-up tale!"
|
Words | | |
20. [38:14] | in küllün illâ keẕẕebe-rrusüle feḥaḳḳa `iḳâb. | إن كل إلا كذب الرسل فحق عقاب إِن كُلٌّ إِلَّا كَذَّبَ الرُّسُلَ فَحَقَّ عِقَابِ |
---|
Elmalılı | Hepsi de gönderilen peygamberleri yalanladılar da azabım böyle hak oldu. |
Y. Ali | Not one (of them) but rejected the messengers, but My punishment came justly and inevitably (on them).
|
Words | | |
21. [38:23] | inne hâẕâ eḫî lehû tis`uv vetis`ûne na`cetev veliye na`cetüv vâḥidetün feḳâle ekfilnîhâ ve`azzenî fi-lḫiṭâb. | إن هذا أخي له تسع وتسعون نعجة ولي نعجة واحدة فقال أكفلنيها وعزني في الخطاب إِنَّ هَذَا أَخِي لَهُ تِسْعٌ وَتِسْعُونَ نَعْجَةً وَلِيَ نَعْجَةٌ وَاحِدَةٌ فَقَالَ أَكْفِلْنِيهَا وَعَزَّنِي فِي الْخِطَابِ |
---|
Elmalılı | Biri: "İşte bu benim kardeşim. Onun doksan dokuz dişi koyunu var, benim ise bir tek dişi koyunum var. Böyle iken: Onu da bana ver, dedi ve tartışmada beni yendi" diye anlattı. |
Y. Ali | "This man is my brother: He has nine and ninety ewes, and I have (but) one: Yet he says, 'commit her to my care,' and is (moreover) harsh to me in speech."
|
Words | | |
22. [38:26] | yâ dâvûdü innâ ce`alnâke ḫalîfeten fi-l'arḍi faḥküm beyne-nnâsi bilḥaḳḳi velâ tettebi`i-lhevâ feyüḍilleke `an sebîli-llâh. inne-lleẕîne yeḍillûne `an sebîli-llâhi lehüm `aẕâbün şedîdüm bimâ nesû yevme-lḥisâb. | يا داوود إنا جعلناك خليفة في الأرض فاحكم بين الناس بالحق ولا تتبع الهوى فيضلك عن سبيل الله إن الذين يضلون عن سبيل الله لهم عذاب شديد بما نسوا يوم الحساب يَا دَاوُودُ إِنَّا جَعَلْنَاكَ خَلِيفَةً فِي الْأَرْضِ فَاحْكُم بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعِ الْهَوَى فَيُضِلَّكَ عَن سَبِيلِ اللَّهِ إِنَّ الَّذِينَ يَضِلُّونَ عَن سَبِيلِ اللَّهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ بِمَا نَسُوا يَوْمَ الْحِسَابِ |
---|
Elmalılı | Ey Davud! Gerçekten biz seni yeryüzünde bir halife yaptık. Artık insanlar arasında hak ile hüküm ver. Keyfe, arzuya uyma ki, seni Allah yolundan saptırmasın. Çünkü Allah yolundan sapanlar, hesap gününü unuttukları için kendilerine çok şiddetli bir azab vardır. |
Y. Ali | O David! We did indeed make thee a vicegerent on earth: so judge thou between men in truth (and justice): Nor follow thou the lusts (of thy heart), for they will mislead thee from the Path of Allah: for those who wander astray from the Path of Allah, is a Penalty Grievous, for that they forget the Day of Account.
|
Words | | |
23. [38:54] | inne hâẕâ lerizḳunâ mâ lehû min nefâd. | إن هذا لرزقنا ما له من نفاد إِنَّ هَذَا لَرِزْقُنَا مَا لَهُ مِن نَّفَادٍ |
---|
Elmalılı | İşte bu, bizim rızkımız; muhakkak ki ona hiç tükenmek yoktur. |
Y. Ali | Truly such will be Our Bounty (to you); it will never fail;-
|
Words | | |
24. [38:64] | inne ẕâlike leḥaḳḳun teḫâṣumü ehli-nnâr. | إن ذلك لحق تخاصم أهل النار إِنَّ ذَلِكَ لَحَقٌّ تَخَاصُمُ أَهْلِ النَّارِ |
---|
Elmalılı | Şüphesiz ki bu haktır. Ateş ehlinin birbiriyle tartışması muhakkak olacaktır. |
Y. Ali | Truly that is just and fitting,- the mutual recriminations of the People of the Fire!
|
Words | | |
25. [38:70] | iy yûḥâ ileyye illâ ennemâ ene neẕîrum mübîn. | إن يوحى إلي إلا أنما أنا نذير مبين إِن يُوحَى إِلَيَّ إِلَّا أَنَّمَا أَنَا نَذِيرٌ مُّبِينٌ |
---|
Elmalılı | "Ancak ben açıktan açığa korkutmakla görevli olduğum için o bilgi bana vahyediliyor." |
Y. Ali | 'Only this has been revealed to me: that I am to give warning plainly and publicly."
|
Words | | |
26. [38:87] | in hüve illâ ẕikrul lil`âlemîn. | إن هو إلا ذكر للعالمين إِنْ هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ لِّلْعَالَمِينَ |
---|
Elmalılı | "O Kur'ân, bütün âlemler için bir zikir, bir öğüttür. " |
Y. Ali | "This is no less than a Message to (all) the Worlds.
|
Words | | |
27. [39:3] | elâ lillâhi-ddînü-lḫâliṣ. velleẕîne-tteḫaẕû min dûnihî evliyâ'. mâ na`büdühüm illâ liyüḳarribûnâ ile-llâhi zülfâ. inne-llâhe yaḥkümü beynehüm fî mâ hüm fîhi yaḫtelifûn. inne-llâhe lâ yehdî men hüve kâẕibün keffâr. | ألا لله الدين الخالص والذين اتخذوا من دونه أولياء ما نعبدهم إلا ليقربونا إلى الله زلفى إن الله يحكم بينهم في ما هم فيه يختلفون إن الله لا يهدي من هو كاذب كفار أَلَا لِلَّهِ الدِّينُ الْخَالِصُ وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ أَوْلِيَاءَ مَا نَعْبُدُهُمْ إِلَّا لِيُقَرِّبُونَا إِلَى اللَّهِ زُلْفَى إِنَّ اللَّهَ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ فِي مَا هُمْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي مَنْ هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ |
---|
Elmalılı | İyi bil ki, halis din ancak Allah'ındır. O'ndan başka birtakım dostlar tutanlar da şöyle demektedirler: "Biz onlara sadece bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz." Şüphe yok ki Allah, onların aralarında ihtilaf edip durdukları şeyde hükmünü verecektir. Herhalde yalancı ve nankör olan kimseyi Allah doğru yola çıkarmaz. |
Y. Ali | Is it not to Allah that sincere devotion is due? But those who take for protectors other than Allah (say): "We only serve them in order that they may bring us nearer to Allah." Truly Allah will judge between them in that wherein they differ. But Allah guides not such as are false and ungrateful.
|
Words | | |
28. [39:7] | in tekfürû feinne-llâhe ganiyyün `anküm velâ yerḍâ li`ibâdihi-lküfr. vein teşkürû yerḍahü leküm. velâ teziru vâziratüv vizra uḫrâ. ŝümme ilâ rabbiküm merci`uküm feyünebbiüküm bimâ küntüm ta`melûn. innehû `alîmüm biẕâti-ṣṣudûr. | إن تكفروا فإن الله غني عنكم ولا يرضى لعباده الكفر وإن تشكروا يرضه لكم ولا تزر وازرة وزر أخرى ثم إلى ربكم مرجعكم فينبئكم بما كنتم تعملون إنه عليم بذات الصدور إِن تَكْفُرُوا فَإِنَّ اللَّهَ غَنِيٌّ عَنكُمْ وَلَا يَرْضَى لِعِبَادِهِ الْكُفْرَ وَإِن تَشْكُرُوا يَرْضَهُ لَكُمْ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى ثُمَّ إِلَى رَبِّكُم مَّرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ إِنَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ |
---|
Elmalılı | Eğer inkâr ederseniz, şüphe yok ki Allah'ın size ihtiyacı yoktur. Bununla beraber kulları hesabına küfre razı olmaz. Eğer şükrederseniz sizin hesabınıza ona razı olur. Hiçbir günahkar da diğerinin günahını çekecek değildir. Sonra dönüşünüz, Rabbinizedir. O vakit, O size bütün yaptıklarınızı haber verecektir. Çünkü O, bütün kalplerin özünü bilir. |
Y. Ali | If ye reject (Allah), Truly Allah hath no need of you; but He liketh not ingratitude from His servants: if ye are grateful, He is pleased with you. No bearer of burdens can bear the burden of another. In the end, to your Lord is your Return, when He will tell you the truth of all that ye did (in this life). for He knoweth well all that is in (men's) hearts.
|
Words | | |
29. [39:13] | ḳul innî eḫâfü in `aṣaytü rabbî `aẕâbe yevmin `ażîm. | قل إني أخاف إن عصيت ربي عذاب يوم عظيم قُلْ إِنِّي أَخَافُ إِنْ عَصَيْتُ رَبِّي عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ |
---|
Elmalılı | De ki: "Eğer Rabbime isyan edersem, büyük bir günün azabından korkarım." |
Y. Ali | Say: "I would, if I disobeyed my Lord, indeed have fear of the Penalty of a Mighty Day."
|
Words | | |
30. [39:15] | fa`büdû mâ şi'tüm min dûnih. ḳul inne-lḫâsirîne-lleẕîne ḫasirû enfüsehüm veehlîhim yevme-lḳiyâmeh. elâ ẕâlike hüve-lḫusrânü-lmübîn. | فاعبدوا ما شئتم من دونه قل إن الخاسرين الذين خسروا أنفسهم وأهليهم يوم القيامة ألا ذلك هو الخسران المبين فَاعْبُدُوا مَا شِئْتُم مِّن دُونِهِ قُلْ إِنَّ الْخَاسِرِينَ الَّذِينَ خَسِرُوا أَنفُسَهُمْ وَأَهْلِيهِمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَلَا ذَلِكَ هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُبِينُ |
---|
Elmalılı | "Siz de O'ndan başka dilediğinize kul olun." De ki: "Asıl hüsrana düşenler, kıyamet günü kendilerine ve mensuplarına ziyan edenlerdir. Evet, işte asıl açık hüsran budur." |
Y. Ali | "Serve ye what ye will besides him." Say: "Truly, those in loss are those who lose their own souls and their People on the Day of Judgment: Ah! that is indeed the (real and) evident Loss!
|
Words | | |