1. [25:4] | veḳâle-lleẕîne keferû in hâẕâ illâ ifkün-fterâhü vee`ânehû `aleyhi ḳavmün âḫarûn. feḳad câû żulmev vezûrâ. | وقال الذين كفروا إن هذا إلا إفك افتراه وأعانه عليه قوم آخرون فقد جاءوا ظلما وزورا وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا إِنْ هَذَا إِلَّا إِفْكٌ افْتَرَاهُ وَأَعَانَهُ عَلَيْهِ قَوْمٌ آخَرُونَ فَقَدْ جَاؤُوا ظُلْمًا وَزُورًا |
---|
Elmalılı | İnkâr edenler: "Bu Kur'ân Muhammed'in uydurmasıdır, ona başka bir topluluk yardım etmiştir" diyerek haksız ve asılsız bir söz uydurdular. |
Y. Ali | But the misbelievers say: "Naught is this but a lie which he has forged, and others have helped him at it." In truth it is they who have put forward an iniquity and a falsehood.
|
Words | | |
2. [25:8] | ev yülḳâ ileyhi kenzün ev tekûnü lehû cennetüy ye'külü minhâ. veḳâle-żżâlimûne in tettebi`ûne illâ racülem mesḥûrâ. | أو يلقى إليه كنز أو تكون له جنة يأكل منها وقال الظالمون إن تتبعون إلا رجلا مسحورا أَوْ يُلْقَى إِلَيْهِ كَنْزٌ أَوْ تَكُونُ لَهُ جَنَّةٌ يَأْكُلُ مِنْهَا وَقَالَ الظَّالِمُونَ إِن تَتَّبِعُونَ إِلَّا رَجُلًا مَّسْحُورًا |
---|
Elmalılı | "Yahut kendisine bir hazine verilseydi veya besleneceği bir bahçe olsaydı ya!" Bu zalimler, inananlara "Siz sadece büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz" dediler. |
Y. Ali | "Or (Why) has not a treasure been bestowed on him, or why has he (not) a garden for enjoyment?" The wicked say: "Ye follow none other than a man bewitched."
|
Words | | |
3. [25:10] | tebârake-lleẕî in şâe ce`ale leke ḫayram min ẕâlike cennâtin tecrî min taḥtihe-l'enhâru veyec`al leke ḳuṣûrâ. | تبارك الذي إن شاء جعل لك خيرا من ذلك جنات تجري من تحتها الأنهار ويجعل لك قصورا تَبَارَكَ الَّذِي إِن شَاءَ جَعَلَ لَكَ خَيْرًا مِّن ذَلِكَ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ وَيَجْعَل لَّكَ قُصُورًا |
---|
Elmalılı | Öyle yücedir O ki, dilerse sana ondan daha iyisini, altından ırmaklar akan cennetler verir, sana köşkler de yapar. |
Y. Ali | Blessed is He who, if that were His will, could give thee better (things) than those,- Gardens beneath which rivers flow; and He could give thee palaces (secure to dwell in).
|
Words | | |
4. [25:30] | veḳâle-rrasûlü yâ rabbi inne ḳavmi-tteḫaẕû hâẕe-lḳur'âne mehcûrâ. | وقال الرسول يا رب إن قومي اتخذوا هذا القرآن مهجورا وَقَالَ الرَّسُولُ يَا رَبِّ إِنَّ قَوْمِي اتَّخَذُوا هَذَا الْقُرْآنَ مَهْجُورًا |
---|
Elmalılı | Peygamber dedi ki: "Ey Rabbim! Kavmim bu Kur'ân'ı terkedilmiş (bir şey yerinde) tuttular." |
Y. Ali | Then the Messenger will say: "O my Lord! Truly my people took this Qur'an for just foolish nonsense."
|
Words | | |
5. [25:41] | veiẕâ raevke iy yetteḫiẕûneke illâ hüzüvâ. ehâẕe-lleẕî be`aŝe-llâhü rasûâ. | وإذا رأوك إن يتخذونك إلا هزوا أهذا الذي بعث الله رسولا وَإِذَا رَأَوْكَ إِن يَتَّخِذُونَكَ إِلَّا هُزُوًا أَهَذَا الَّذِي بَعَثَ اللَّهُ رَسُولًا |
---|
Elmalılı | Seni gördükleri zaman "Bu mu Allah'ın Peygamber olarak gönderdiği?" diye hep seni alaya alıyorlar. |
Y. Ali | When they see thee, they treat thee no otherwise than in mockery: "Is this the one whom Allah has sent as a messenger?"
|
Words | | |
6. [25:42] | in kâde leyüḍillünâ `an âlihetinâ levlâ en ṣabernâ `aleyhâ. vesevfe ya`lemûne ḥîne yeravne-l`aẕâbe men eḍallü sebîlâ. | إن كاد ليضلنا عن آلهتنا لولا أن صبرنا عليها وسوف يعلمون حين يرون العذاب من أضل سبيلا إِن كَادَ لَيُضِلُّنَا عَنْ آلِهَتِنَا لَوْلَا أَن صَبَرْنَا عَلَيْهَا وَسَوْفَ يَعْلَمُونَ حِينَ يَرَوْنَ الْعَذَابَ مَنْ أَضَلُّ سَبِيلًا |
---|
Elmalılı | "Şayet tanrılarımıza inanmakta sebat göstermeseydik, gerçekten de bizi neredeyse tanrılarımızdan saptıracaktı" diyorlar. Azabı gördükleri zaman, kimin yolunun sapık olduğunu bilecekler! |
Y. Ali | "He indeed would well-nigh have misled us from our gods, had it not been that we were constant to them!" - Soon will they know, when they see the Penalty, who it is that is most misled in Path!
|
Words | | |
7. [25:44] | em taḥsebü enne ekŝerahüm yesme`ûne ev ya`ḳilûn. in hüm illâ kel'en`âmi bel hüm eḍallü sebîlâ. | أم تحسب أن أكثرهم يسمعون أو يعقلون إن هم إلا كالأنعام بل هم أضل سبيلا أَمْ تَحْسَبُ أَنَّ أَكْثَرَهُمْ يَسْمَعُونَ أَوْ يَعْقِلُونَ إِنْ هُمْ إِلَّا كَالْأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ سَبِيلًا |
---|
Elmalılı | Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten söz dinleyeceğini yahut akıllanacağını mı sanıyorsun? Gerçekte onlar hayvanlar gibidir, hatta gidişçe daha sapıktırlar. |
Y. Ali | Or thinkest thou that most of them listen or understand? They are only like cattle;- nay, they are worse astray in Path.
|
Words | | |
8. [25:65] | velleẕîne yeḳûlûne rabbene-ṣrif `annâ `aẕâbe cehennem. inne `aẕâbehâ kâne garâmâ. | والذين يقولون ربنا اصرف عنا عذاب جهنم إن عذابها كان غراما وَالَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا اصْرِفْ عَنَّا عَذَابَ جَهَنَّمَ إِنَّ عَذَابَهَا كَانَ غَرَامًا |
---|
Elmalılı | Onlar ki, şöyle derler: Cehennem azabını üzerimizden sav! Doğrusu onun azabı geçici bir şey değildir. |
Y. Ali | Those who say, "Our Lord! avert from us the Wrath of Hell, for its Wrath is indeed an affliction grievous,-
|
Words | | |
9. [26:4] | in neşe' nünezzil `aleyhim mine-ssemâi âyeten feżallet a`nâḳuhüm lehâ ḫâḍi`în. | إن نشأ ننزل عليهم من السماء آية فظلت أعناقهم لها خاضعين إِن نَّشَأْ نُنَزِّلْ عَلَيْهِم مِّن السَّمَاءِ آيَةً فَظَلَّتْ أَعْنَاقُهُمْ لَهَا خَاضِعِينَ |
---|
Elmalılı | Biz dilersek onların üzerlerine gökten bir âyet (mucize) indiririz de, ona boyunları eğilekalır. |
Y. Ali | If (such) were Our Will, We could send down to them from the sky a Sign, to which they would bend their necks in humility.
|
Words | | |
10. [26:8] | inne fî ẕâlike leâyeh. vemâ kâne ekŝeruhüm mü'minîn. | إن في ذلك لآية وما كان أكثرهم مؤمنين إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ |
---|
Elmalılı | Şüphesiz ki bunda mutlak bir âyet (nişane) vardır; ama onların çoğu iman etmezler. |
Y. Ali | Verily, in this is a Sign: but most of them do not believe.
|
Words | | |
11. [26:24] | ḳâle rabbü-ssemâvâti vel'arḍi vemâ beynehümâ. in küntüm mûḳinîn. | قال رب السماوات والأرض وما بينهما إن كنتم موقنين قَالَ رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا إن كُنتُم مُّوقِنِينَ |
---|
Elmalılı | Musa cevap olarak: "Eğer işin gerçeğini düşünüp anlayan kişiler olsanız (itiraf edersiniz ki) O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbi'dir." |
Y. Ali | (Moses) said: "The Lord and Cherisher of the heavens and the earth, and all between,- if ye want to be quite sure."
|
Words | | |
12. [26:27] | ḳâle inne rasûlekümü-lleẕî ürsile ileyküm lemecnûn. | قال إن رسولكم الذي أرسل إليكم لمجنون قَالَ إِنَّ رَسُولَكُمُ الَّذِي أُرْسِلَ إِلَيْكُمْ لَمَجْنُونٌ |
---|
Elmalılı | (Firavun): "Size gönderilen bu elçiniz mutlaka delidir" dedi. |
Y. Ali | (Pharaoh) said: "Truly your messenger who has been sent to you is a veritable madman!"
|
Words | | |
13. [26:28] | ḳâle rabbü-lmeşriḳi velmagribi vemâ beynehümâ. in küntüm ta`ḳilûn. | قال رب المشرق والمغرب وما بينهما إن كنتم تعقلون قَالَ رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَمَا بَيْنَهُمَا إِن كُنتُمْ تَعْقِلُونَ |
---|
Elmalılı | Musa devamla şöyle söyledi: "Şayet aklınızı kullansanız (anlarsınız ki), O, doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir." |
Y. Ali | (Moses) said: "Lord of the East and the West, and all between! if ye only had sense!"
|
Words | | |
14. [26:31] | ḳâle fe'ti bihî in künte mine-ṣṣâdiḳîn. | قال فأت به إن كنت من الصادقين قَالَ فَأْتِ بِهِ إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ |
---|
Elmalılı | Firavun: "Haydi getir onu bakayım, doğrulardan isen" dedi. |
Y. Ali | (Pharaoh) said: "Show it then, if thou tellest the truth!"
|
Words | | |
15. [26:34] | ḳâle lilmelei ḥavlehû inne hâẕâ lesâḥirun `alîm. | قال للملإ حوله إن هذا لساحر عليم قَالَ لِلْمَلَإِ حَوْلَهُ إِنَّ هَذَا لَسَاحِرٌ عَلِيمٌ |
---|
Elmalılı | Firavun çevresinde bulunan ileri gelenlere: "Bu dedi, herhalde çok bilgili bir sihirbaz!" |
Y. Ali | (Pharaoh) said to the Chiefs around him: "This is indeed a sorcerer well-versed:
|
Words | | |
16. [26:40] | le`allenâ nettebi`u-sseḥarate in kânû hümü-lgâlibîn. | لعلنا نتبع السحرة إن كانوا هم الغالبين لَعَلَّنَا نَتَّبِعُ السَّحَرَةَ إِن كَانُوا هُمُ الْغَالِبِينَ |
---|
Elmalılı | "Üstün gelirlerse herhalde sihirbazlara uyarız" dediler. |
Y. Ali | "That we may follow the sorcerers (in religion) if they win?"
|
Words | | |
17. [26:41] | felemmâ câe-sseḥaratü ḳâlû lifir`avne einne lenâ leecran in künnâ naḥnü-lgâlibîn. | فلما جاء السحرة قالوا لفرعون أئن لنا لأجرا إن كنا نحن الغالبين فَلَمَّا جَاءَ السَّحَرَةُ قَالُوا لِفِرْعَوْنَ أَئِنَّ لَنَا لَأَجْرًا إِن كُنَّا نَحْنُ الْغَالِبِينَ |
---|
Elmalılı | Sihirbazlar geldiklerinde Firavun'a "Şayet biz üstün gelirsek, muhakkak bize bir ücret vardır, değil mi?" dediler. |
Y. Ali | So when the sorcerers arrived, they said to Pharaoh: "Of course - shall we have a (suitable) reward if we win?
|
Words | | |
18. [26:54] | inne hâülâi leşirẕimetün ḳalîlûn. | إن هؤلاء لشرذمة قليلون إِنَّ هَؤُلَاءِ لَشِرْذِمَةٌ قَلِيلُونَ |
---|
Elmalılı | "Esasen bunlar, sayıları azar azar, bölük pörçük bir cemaattır." |
Y. Ali | (Saying): "These (Israelites) are but a small band,
|
Words | | |
19. [26:62] | ḳâle kellâ. inne me`iye rabbî seyehdîn. | قال كلا إن معي ربي سيهدين قَالَ كَلَّا إِنَّ مَعِيَ رَبِّي سَيَهْدِينِ |
---|
Elmalılı | Musa: "Hayır, aslâ! dedi, Rabbim şüphesiz benimledir, bana yolunu gösterecektir." |
Y. Ali | (Moses) said: "By no means! my Lord is with me! Soon will He guide me!"
|
Words | | |
20. [26:67] | inne fî ẕâlike leâyeh. vemâ kâne ekŝeruhüm mü'minîn. | إن في ذلك لآية وما كان أكثرهم مؤمنين إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ |
---|
Elmalılı | Şüphesiz bunda bir âyet (ibret) vardır; ama çokları iman etmiş değillerdir. |
Y. Ali | Verily in this is a Sign: but most of them do not believe.
|
Words | | |
21. [26:97] | tellâhi in künnâ lefî ḍalâlim mübîn. | تالله إن كنا لفي ضلال مبين تَاللَّهِ إِن كُنَّا لَفِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ |
---|
Elmalılı | "Vallahi biz, gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz." |
Y. Ali | "'By Allah, we were truly in an error manifest,
|
Words | | |
22. [26:103] | inne fî ẕâlike leâyeh. vemâ kâne ekŝeruhüm mü'minîn. | إن في ذلك لآية وما كان أكثرهم مؤمنين إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ |
---|
Elmalılı | Şüphesiz bunda bir âyet (alınacak bir ders) vardır; oysa çokları iman etmiş değillerdir. |
Y. Ali | Verily in this is a Sign but most of them do not believe.
|
Words | | |
23. [26:109] | vemâ es'elüküm `aleyhi min ecr. in ecriye illâ `alâ rabbi-l`âlemîn. | وما أسألكم عليه من أجر إن أجري إلا على رب العالمين وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ |
---|
Elmalılı | "Buna karşılık ben sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükafaatımı verecek olan ancak, âlemlerin Rabbidir." |
Y. Ali | "No reward do I ask of you for it: my reward is only from the Lord of the Worlds:
|
Words | | |
24. [26:113] | in ḥisâbühüm illâ `alâ rabbî lev teş`urûn. | إن حسابهم إلا على ربي لو تشعرون إِنْ حِسَابُهُمْ إِلَّا عَلَى رَبِّي لَوْ تَشْعُرُونَ |
---|
Elmalılı | "Onların hesabı ancak Rabbime aittir. Düşünsenize!" |
Y. Ali | "Their account is only with my Lord, if ye could (but) understand.
|
Words | | |
25. [26:115] | in ene illâ neẕîrum mübîn. | إن أنا إلا نذير مبين إِنْ أَنَا إِلَّا نَذِيرٌ مُّبِينٌ |
---|
Elmalılı | "Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım." |
Y. Ali | "I am sent only to warn plainly in public."
|
Words | | |
26. [26:117] | ḳâle rabbi inne ḳavmî keẕẕebûn. | قال رب إن قومي كذبون قَالَ رَبِّ إِنَّ قَوْمِي كَذَّبُونِ |
---|
Elmalılı | Nuh: "Rabbim! dedi, kavmim beni yalancılıkla itham etti." |
Y. Ali | He said: "O my Lord! truly my people have rejected me.
|
Words | | |
27. [26:121] | inne fî ẕâlike leâyeh. vemâ kâne ekŝeruhüm mü'minîn. | إن في ذلك لآية وما كان أكثرهم مؤمنين إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ |
---|
Elmalılı | Şüphesiz bunda mutlak bir âyet (alınacak ders) vardır; ama çokları iman etmiş değillerdir. |
Y. Ali | Verily in this is a Sign: but most of them do not believe.
|
Words | | |
28. [26:127] | vemâ es'elüküm `aleyhi min ecr. in ecriye illâ `alâ rabbi-l`âlemîn. | وما أسألكم عليه من أجر إن أجري إلا على رب العالمين وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ |
---|
Elmalılı | "Buna karşılık ben sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükafatımı verecek olan ancak âlemlerin Rabbidir. " |
Y. Ali | "No reward do I ask of you for it: my reward is only from the Lord of the Worlds.
|
Words | | |
29. [26:137] | in hâẕâ illâ ḫulüḳu-l'evvelîn. | إن هذا إلا خلق الأولين إِنْ هَذَا إِلَّا خُلُقُ الْأَوَّلِينَ |
---|
Elmalılı | "Bu sırf eskilerin âdetidir." |
Y. Ali | "This is no other than a customary device of the ancients,
|
Words | | |
30. [26:139] | fekeẕẕebûhü feehleknâhüm. inne fî ẕâlike leâyeh. vemâ kâne ekŝeruhüm mü'minîn. | فكذبوه فأهلكناهم إن في ذلك لآية وما كان أكثرهم مؤمنين فَكَذَّبُوهُ فَأَهْلَكْنَاهُمْ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ |
---|
Elmalılı | Böylece onu yalancı saydılar; biz de kendilerini helak ettik. Şüphesiz bunda mutlak bir âyet (alınacak bir ders) vardır, ama çokları iman etmiş değillerdir. |
Y. Ali | So they rejected him, and We destroyed them. Verily in this is a Sign: but most of them do not believe.
|
Words | | |