1. [27:66] | beli-ddârake `ilmühüm fi-l'âḫirah. bel hüm fî şekkim minhâ. bel hüm minhâ `amûn. | بل ادارك علمهم في الآخرة بل هم في شك منها بل هم منها عمون بَلِ ادَّارَكَ عِلْمُهُمْ فِي الْآخِرَةِ بَلْ هُمْ فِي شَكٍّ مِّنْهَا بَلْ هُم مِّنْهَا عَمُونَ |
---|
Elmalılı | Fakat ahiret hakkında bilgiler onlara ardarda gelmektedir. Ama onlar bundan bir şüphe içindedirler. Çünkü onlar bundan yana kördürler. |
Y. Ali | Still less can their knowledge comprehend the Hereafter: Nay, they are in doubt and uncertainty thereanent; nay, they are blind thereunto!
|
Words | | |
2. [27:76] | inne hâẕe-lḳur'âne yeḳuṣṣu `alâ benî isrâîle ekŝera-lleẕî hüm fîhi yaḫtelifûn. | إن هذا القرآن يقص على بني إسرائيل أكثر الذي هم فيه يختلفون إِنَّ هَذَا الْقُرْآنَ يَقُصُّ عَلَى بَنِي إِسْرَائِيلَ أَكْثَرَ الَّذِي هُمْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ |
---|
Elmalılı | Haberiniz olsun ki bu Kur'ân, İsrail oğullarına, hakkında ihtilaf edegeldikleri şeylerin pek çoğunu anlatmaktadır. |
Y. Ali | Verily this Qur'an doth explain to the Children of Israel most of the matters in which they disagree.
|
Words | | |
3. [28:42] | veetba`nâhüm fî hâẕihi-ddünyâ la`neten. veyevme-lḳiyâmeti hüm mine-lmaḳbûḥîn. | وأتبعناهم في هذه الدنيا لعنة ويوم القيامة هم من المقبوحين وَأَتْبَعْنَاهُمْ فِي هَذِهِ الدُّنْيَا لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ هُم مِّنَ الْمَقْبُوحِينَ |
---|
Elmalılı | Bu dünyada arkalarına lanet taktık. Onlar, kıyamet gününde de kötülenmişler arasındadır. |
Y. Ali | in this world We made a curse to follow them and on the Day of Judgment they will be among the loathed (and despised).
|
Words | | |
4. [28:52] | elleẕîne âteynâhümü-lkitâbe min ḳablihî hüm bihî yü'minûn. | الذين آتيناهم الكتاب من قبله هم به يؤمنون الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ مِن قَبْلِهِ هُم بِهِ يُؤْمِنُونَ |
---|
Elmalılı | Ondan (Kur'ân'dan) önce kendilerine kitap verdiklerimiz, ona da iman ederler. |
Y. Ali | Those to whom We sent the Book before this,- they do believe in this (revelation):
|
Words | | |
5. [29:12] | veḳâle-lleẕîne keferû lilleẕîne âmenü-ttebi`û sebîlenâ velnaḥmil ḫaṭâyâküm. vemâ hüm biḥâmilîne min ḫaṭâyâhüm min şey'. innehüm lekâẕibûn. | وقال الذين كفروا للذين آمنوا اتبعوا سبيلنا ولنحمل خطاياكم وما هم بحاملين من خطاياهم من شيء إنهم لكاذبون وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِلَّذِينَ آمَنُوا اتَّبِعُوا سَبِيلَنَا وَلْنَحْمِلْ خَطَايَاكُمْ وَمَا هُم بِحَامِلِينَ مِنْ خَطَايَاهُم مِّن شَيْءٍ إِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ |
---|
Elmalılı | Kâfirler, iman edenlere, "Bizim yolumuza uyun, sizin günahlarınızı biz yüklenelim" derler. Halbuki onların hiçbir günahını yüklenecek değillerdir. Gerçekte onlar, kesinlikle yalan söylemektedirler. |
Y. Ali | And the Unbelievers say to those who believe: "Follow our path, and we will bear (the consequences) of your faults." Never in the least will they bear their faults: in fact they are liars!
|
Words | | |
6. [29:52] | ḳul kefâ billâhi beynî vebeyneküm şehîdâ. ya`lemü mâ fi-ssemâvâti vel'arḍ. velleẕîne âmenû bilbâṭili vekeferû billâhi ülâike hümü-lḫâsirûn. | قل كفى بالله بيني وبينكم شهيدا يعلم ما في السماوات والأرض والذين آمنوا بالباطل وكفروا بالله أولئك هم الخاسرون قُلْ كَفَى بِاللَّهِ بَيْنِي وَبَيْنَكُمْ شَهِيدًا يَعْلَمُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالَّذِينَ آمَنُوا بِالْبَاطِلِ وَكَفَرُوا بِاللَّهِ أُوْلَئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ |
---|
Elmalılı | De ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. O, göklerde ve yerde ne varsa bilir. Batıla inanıp inkâr edenler var ya, işte ziyana uğrayacaklar onlardır. |
Y. Ali | Say: "Enough is Allah for a witness between me and you: He knows what is in the heavens and on earth. And it is those who believe in vanities and reject Allah, that will perish (in the end).
|
Words | | |
7. [29:65] | feiẕâ rakibû fi-lfülki de`avu-llâhe muḫliṣîne lehü-ddîn. felemmâ neccâhüm ile-lberri iẕâ hüm yüşrikûn. | فإذا ركبوا في الفلك دعوا الله مخلصين له الدين فلما نجاهم إلى البر إذا هم يشركون فَإِذَا رَكِبُوا فِي الْفُلْكِ دَعَوُا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ فَلَمَّا نَجَّاهُمْ إِلَى الْبَرِّ إِذَا هُمْ يُشْرِكُونَ |
---|
Elmalılı | Baksana, gemiye bindikleri zaman, dini yalnız O'na has kılarak (ihlasla) Allah'a yalvarırlar. Fakat onları salimen karaya çıkarınca, bir bakarsın ki, (Allah'a) ortak koşmaktadırlar. |
Y. Ali | Now, if they embark on a boat, they call on Allah, making their devotion sincerely (and exclusively) to Him; but when He has delivered them safely to (dry) land, behold, they give a share (of their worship to others)!-
|
Words | | |
8. [30:7] | ya`lemûne żâhiram mine-lḥayâti-ddünyâ. vehüm `ani-l'âḫirati hüm gâfilûn. | يعلمون ظاهرا من الحياة الدنيا وهم عن الآخرة هم غافلون يَعْلَمُونَ ظَاهِرًا مِّنَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَهُمْ عَنِ الْآخِرَةِ هُمْ غَافِلُونَ |
---|
Elmalılı | Onlar, sadece bu dünya hayatının dış yüzünü bilirler. Ahiretten ise onlar hep gafildirler. |
Y. Ali | They know but the outer (things) in the life of this world: but of the End of things they are heedless.
|
Words | | |
9. [30:36] | veiẕâ eẕaḳne-nnâse raḥmeten feriḥû bihâ. vein tüṣibhüm seyyietüm bimâ ḳaddemet eydîhim iẕâ hüm yaḳneṭûn. | وإذا أذقنا الناس رحمة فرحوا بها وإن تصبهم سيئة بما قدمت أيديهم إذا هم يقنطون وَإِذَا أَذَقْنَا النَّاسَ رَحْمَةً فَرِحُوا بِهَا وَإِن تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ إِذَا هُمْ يَقْنَطُونَ |
---|
Elmalılı | Bir de biz insanlara bir rahmet tattırdığımız zaman ona güveniyorlar da; ellerinin önceden yaptığı şeyler sebebiyle başlarına bir fenalık gelirse, hemen her ümidi kesiveriyorlar. |
Y. Ali | When We give men a taste of Mercy, they exult thereat: and when some evil afflicts them because of what their (own) hands have sent forth, behold, they are in despair!
|
Words | | |
10. [30:38] | feâti ẕe-lḳurbâ ḥaḳḳahû velmiskîne vebne-ssebîl. ẕâlike ḫayrul lilleẕîne yürîdûne veche-llâh. veülâike hümü-lmüfliḥûn. | فآت ذا القربى حقه والمسكين وابن السبيل ذلك خير للذين يريدون وجه الله وأولئك هم المفلحون فَآتِ ذَا الْقُرْبَى حَقَّهُ وَالْمِسْكِينَ وَابْنَ السَّبِيلِ ذَلِكَ خَيْرٌ لِّلَّذِينَ يُرِيدُونَ وَجْهَ اللَّهِ وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ |
---|
Elmalılı | O halde akrabaya da hakkını ver, yoksula da, yolcuya da... Bu, Allah'ın rızasını dileyenler için daha hayırlıdır. Kurtuluşa erecek olanlar da işte onlardır. |
Y. Ali | So give what is due to kindred, the needy, and the wayfarer. That is best for those who seek the Countenance, of Allah, and it is they who will prosper.
|
Words | | |
11. [30:39] | vemâ âteytüm mir ribel liyerbüve fî emvâli-nnâsi felâ yerbû `inde-llâh. vemâ âteytüm min zekâtin türîdûne veche-llâhi feülâike hümü-lmuḍ`ifûn. | وما آتيتم من ربا ليربو في أموال الناس فلا يربو عند الله وما آتيتم من زكاة تريدون وجه الله فأولئك هم المضعفون وَمَا آتَيْتُم مِّن رِّبًا لِّيَرْبُوَاْ فِي أَمْوَالِ النَّاسِ فَلَا يَرْبُوا عِندَ اللَّهِ وَمَا آتَيْتُم مِّن زَكَاةٍ تُرِيدُونَ وَجْهَ اللَّهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُضْعِفُونَ |
---|
Elmalılı | İnsanların malları içinde artsın diye verdiğiniz faiz, Allah yanında artmaz. Allah'ın rızasını dileyerek verdiğiniz zekata gelince, işte onlar, malları kat kat artmış olanlardır. |
Y. Ali | That which ye lay out for increase through the property of (other) people, will have no increase with Allah: but that which ye lay out for charity, seeking the Countenance of Allah, (will increase): it is these who will get a recompense multiplied.
|
Words | | |
12. [30:48] | allâhü-lleẕî yürsilü-rriyâḥa fetüŝîru seḥâben feyebsüṭuhû fi-ssemâi keyfe yeşâü veyec`alühû kisefen fetere-lvedḳa yaḫrucü min ḫilâlih. feiẕâ eṣâbe bihî mey yeşâü min `ibâdihî iẕâ hüm yestebşirûn. | الله الذي يرسل الرياح فتثير سحابا فيبسطه في السماء كيف يشاء ويجعله كسفا فترى الودق يخرج من خلاله فإذا أصاب به من يشاء من عباده إذا هم يستبشرون اللَّهُ الَّذِي يُرْسِلُ الرِّيَاحَ فَتُثِيرُ سَحَابًا فَيَبْسُطُهُ فِي السَّمَاءِ كَيْفَ يَشَاءُ وَيَجْعَلُهُ كِسَفًا فَتَرَى الْوَدْقَ يَخْرُجُ مِنْ خِلَالِهِ فَإِذَا أَصَابَ بِهِ مَن يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ إِذَا هُمْ يَسْتَبْشِرُونَ |
---|
Elmalılı | Allah O'dur ki, rüzgarları gönderir de bir bulut savururlar. Derken onu gökyüzünde nasıl dilerse öyle serer, parça parça da eder. Derken yağmuru görürsün, aralarından çıkar. Derken onu kullarından kimlere diliyorsa döküverdi mi derhal yüzleri güler. |
Y. Ali | It is Allah Who sends the Winds, and they raise the Clouds: then does He spread them in the sky as He wills, and break them into fragments, until thou seest rain-drops issue from the midst thereof: then when He has made them reach such of his servants as He wills behold, they do rejoice!-
|
Words | | |
13. [30:57] | feyevmeiẕil lâ yenfe`u-lleẕîne żalemû ma`ẕiratühüm velâ hüm yüsta`tebûn. | فيومئذ لا ينفع الذين ظلموا معذرتهم ولا هم يستعتبون فَيَوْمَئِذٍ لَّا يَنفَعُ الَّذِينَ ظَلَمُوا مَعْذِرَتُهُمْ وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ |
---|
Elmalılı | Artık o gün zulmedenlere mazeretleri fayda vermeyecektir. Onların dertlerinin çaresine de bakılmayacaktır. |
Y. Ali | So on that Day no excuse of theirs will avail the transgressors, nor will they be invited (then) to seek grace (by repentance).
|
Words | | |
14. [31:4] | elleẕîne yüḳîmûne-ṣṣalâte veyü'tûne-zzekâte vehüm bil'âḫirati hüm yûḳinûn. | الذين يقيمون الصلاة ويؤتون الزكاة وهم بالآخرة هم يوقنون الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُم بِالْآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ |
---|
Elmalılı | Onlar, namazı kılarlar, zekatı verirler, âhirete de kesin olarak inanırlar. |
Y. Ali | Those who establish regular Prayer, and give regular Charity, and have (in their hearts) the assurance of the Hereafter.
|
Words | | |
15. [31:5] | ülâike `alâ hüdem mir rabbihim veülâike hümü-lmüfliḥûn. | أولئك على هدى من ربهم وأولئك هم المفلحون أُوْلَئِكَ عَلَى هُدًى مِّن رَّبِّهِمْ وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ |
---|
Elmalılı | İşte bunlar, Rableri tarafından bir hidayet üzeredirler. Kurtuluşa erecek olanlar da işte onlardır. |
Y. Ali | These are on (true) guidance from their Lord: and these are the ones who will prosper.
|
Words | | |
16. [32:10] | veḳâlû eiẕâ ḍalelnâ fi-l'arḍi einnâ lefî ḫalḳin cedîd. bel hüm biliḳâi rabbihim kâfirûn. | وقالوا أإذا ضللنا في الأرض أإنا لفي خلق جديد بل هم بلقاء ربهم كافرون وَقَالُوا أَئِذَا ضَلَلْنَا فِي الْأَرْضِ أَئِنَّا لَفِي خَلْقٍ جَدِيدٍ بَلْ هُم بِلِقَاءِ رَبِّهِمْ كَافِرُونَ |
---|
Elmalılı | Onlar: "Biz yerde kaybolup gittikten sonra, gerçekten biz mi yeni bir yaratılışta bulunacağız?" dediler. Fakat onlar Rablerine kavuşmayı (O'nun huzuruna varacaklarını) inkâr eden kâfirlerdir. |
Y. Ali | And they say: "What! when we lie, hidden and lost, in the earth, shall we indeed be in a Creation renewed? Nay, they deny the Meeting with their Lord.
|
Words | | |
17. [32:29] | ḳul yevme-lfetḥi lâ yenfe`u-lleẕîne keferû îmânühüm velâ hüm yünżarûn. | قل يوم الفتح لا ينفع الذين كفروا إيمانهم ولا هم ينظرون قُلْ يَوْمَ الْفَتْحِ لَا يَنفَعُ الَّذِينَ كَفَرُوا إِيْمَانُهُمْ وَلَا هُمْ يُنظَرُونَ |
---|
Elmalılı | De ki: "İnkâr edenlere o fetih günü iman etmeleri fayda vermez ve onlara göz açtırılmaz." |
Y. Ali | Say: "On the Day of Decision, no profit will it be to Unbelievers if they (then) believe! nor will they be granted a respite."
|
Words | | |
18. [36:29] | in kânet illâ ṣayḥatev vâḥideten feiẕâ hüm ḫâmidûn. | إن كانت إلا صيحة واحدة فإذا هم خامدون إِن كَانَتْ إِلاَّ صَيْحَةً وَاحِدَةً فَإِذَا هُمْ خَامِدُونَ |
---|
Elmalılı | Sadece bir gürültü oldu, onlar da hemen sönüverdiler. |
Y. Ali | It was no more than a single mighty Blast, and behold! they were (like ashes) quenched and silent.
|
Words | | |
19. [36:37] | veâyetül lehümü-lleyl. nesleḫu minhü-nnehâra feiẕâ hüm mużlimûn. | وآية لهم الليل نسلخ منه النهار فإذا هم مظلمون وَآيَةٌ لَّهُمُ اللَّيْلُ نَسْلَخُ مِنْهُ النَّهَارَ فَإِذَا هُم مُّظْلِمُونَ |
---|
Elmalılı | Gece de onlara bir delildir. Biz ondan gündüzü soyar çıkarırız, bir de bakarlar ki karanlığa dalmışlar. |
Y. Ali | And a Sign for them is the Night: We withdraw therefrom the Day, and behold they are plunged in darkness;
|
Words | | |
20. [36:43] | vein neşe' nugriḳhüm felâ ṣarîḫa lehüm velâ hüm yünḳaẕûn. | وإن نشأ نغرقهم فلا صريخ لهم ولا هم ينقذون وَإِن نَّشَأْ نُغْرِقْهُمْ فَلَا صَرِيخَ لَهُمْ وَلَا هُمْ يُنقَذُونَ |
---|
Elmalılı | Eğer dilesek onları boğarız da o zaman ne onların feryadına yetişen bulunur, ne de onlar kurtarılır. |
Y. Ali | If it were Our Will, We could drown them: then would there be no helper (to hear their cry), nor could they be delivered,
|
Words | | |
21. [36:51] | venüfiḫa fi-ṣṣûri feiẕâ hüm mine-l'ecdâŝi ilâ rabbihim yensilûn. | ونفخ في الصور فإذا هم من الأجداث إلى ربهم ينسلون وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَإِذَا هُم مِّنَ الْأَجْدَاثِ إِلَى رَبِّهِمْ يَنسِلُونَ |
---|
Elmalılı | Sûr'a üfürülmüştür, bir de ne baksınlar kabirlerinden Rablerine doğru akın ediyorlar. |
Y. Ali | The trumpet shall be sounded, when behold! from the sepulchres (men) will rush forth to their Lord!
|
Words | | |
22. [36:53] | in kânet illâ ṣayḥatev vâḥideten feiẕâ hüm cemî`ul ledeynâ muḥḍarûn. | إن كانت إلا صيحة واحدة فإذا هم جميع لدينا محضرون إِن كَانَتْ إِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً فَإِذَا هُمْ جَمِيعٌ لَّدَيْنَا مُحْضَرُونَ |
---|
Elmalılı | Başka değil, sadece bir tek çığlık olmuş, derhal hepsi toplanmış huzurumuza getirilmişlerdir. |
Y. Ali | It will be no more than a single Blast, when lo! they will all be brought up before Us!
|
Words | | |
23. [36:56] | hüm veezvâcühüm fî żilâlin `ale-l'erâiki müttekiûn. | هم وأزواجهم في ظلال على الأرائك متكئون هُمْ وَأَزْوَاجُهُمْ فِي ظِلَالٍ عَلَى الْأَرَائِكِ مُتَّكِؤُونَ |
---|
Elmalılı | Kendileri ve eşleri gölgelerde koltuklar üzerine kurulmuşlardır. |
Y. Ali | They and their associates will be in groves of (cool) shade, reclining on Thrones (of dignity);
|
Words | | |
24. [37:19] | feinnemâ hiye zecratüv vâḥidetün feiẕâ hüm yenżurûn. | فإنما هي زجرة واحدة فإذا هم ينظرون فَإِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ فَإِذَا هُمْ يَنظُرُونَ |
---|
Elmalılı | Çünkü O (sura üfürmek) zorlu bir kumandadan ibarettir ki, derhal onların gözleri açılıverir. |
Y. Ali | Then it will be a single (compelling) cry; and behold, they will begin to see!
|
Words | | |
25. [37:26] | bel hümü-lyevme müsteslimûn. | بل هم اليوم مستسلمون بَلْ هُمُ الْيَوْمَ مُسْتَسْلِمُونَ |
---|
Elmalılı | Hayır, bugün onlar teslim olmuşlardır. |
Y. Ali | Nay, but that day they shall submit (to Judgment);
|
Words | | |
26. [37:47] | lâ fîhâ gavlüv velâ hüm `anhâ yünzefûn. | لا فيها غول ولا هم عنها ينزفون لَا فِيهَا غَوْلٌ وَلَا هُمْ عَنْهَا يُنْزَفُونَ |
---|
Elmalılı | Onda ne bir zararlı sonuç vardır, ne de sarhoşluk verir. |
Y. Ali | Free from headiness; nor will they suffer intoxication therefrom.
|
Words | | |
27. [37:77] | vece`alnâ ẕürriyyetehû hümü-lbâḳîn. | وجعلنا ذريته هم الباقين وَجَعَلْنَا ذُرِّيَّتَهُ هُمْ الْبَاقِينَ |
---|
Elmalılı | Hem onun neslini bâki kalanlar kıldık. |
Y. Ali | And made his progeny to endure (on this earth);
|
Words | | |
28. [37:116] | veneṣarnâhüm fekânû hümü-lgâlibîn. | ونصرناهم فكانوا هم الغالبين وَنَصَرْنَاهُمْ فَكَانُوا هُمُ الْغَالِبِينَ |
---|
Elmalılı | Hem yardım ettik onlara da, galip gelenler onlar oldular. |
Y. Ali | And We helped them, so they overcame (their troubles);
|
Words | | |
29. [38:8] | eünzile `aleyhi-ẕẕikru mim beyninâ. bel hüm fî şekkim min ẕikrî. bel lemmâ yeẕûḳû `aẕâb. | أأنزل عليه الذكر من بيننا بل هم في شك من ذكري بل لما يذوقوا عذاب أَأُنزِلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ مِن بَيْنِنَا بَلْ هُمْ فِي شَكٍّ مِّن ذِكْرِي بَلْ لَمَّا يَذُوقُوا عَذَابِ |
---|
Elmalılı | "Kur'ân aramızdan ona mı indirilmiş?" dediler. Doğrusu onlar benim Kur'ân'ımdan bir kuşku içindeler. Ve doğrusu onlar henüz azabımı tatmadılar. |
Y. Ali | "What! has the Message been sent to him - (Of all persons) among us?"...but they are in doubt concerning My (Own) Message! Nay, they have not yet tasted My Punishment!
|
Words | | |
30. [38:24] | ḳâle leḳad żalemeke bisüâli na`cetike ilâ ni`âcih. veinne keŝîram mine-lḫuleṭâi leyebgî ba`ḍuhüm `alâ ba`ḍin ille-lleẕîne âmenû ve`amilu-ṣṣâliḥâti veḳalîlüm mâ hüm. veżanne dâvûdü ennemâ fetennâhü festagfera rabbehû veḫarra râki`av veenâb. | قال لقد ظلمك بسؤال نعجتك إلى نعاجه وإن كثيرا من الخلطاء ليبغي بعضهم على بعض إلا الذين آمنوا وعملوا الصالحات وقليل ما هم وظن داوود أنما فتناه فاستغفر ربه وخر راكعا وأناب قَالَ لَقَدْ ظَلَمَكَ بِسُؤَالِ نَعْجَتِكَ إِلَى نِعَاجِهِ وَإِنَّ كَثِيرًا مِّنَ الْخُلَطَاءِ لَيَبْغِي بَعْضُهُمْ عَلَى بَعْضٍ إِلَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَقَلِيلٌ مَّا هُمْ وَظَنَّ دَاوُودُ أَنَّمَا فَتَنَّاهُ فَاسْتَغْفَرَ رَبَّهُ وَخَرَّ رَاكِعًا وَأَنَابَ |
---|
Elmalılı | Davud dedi ki: "Doğrusu senin bir koyununu kendi koyunlarına katmak istemesiyle sana zulmetmiştir. Gerçekten bir cemiyette yaşayanların çoğu mutlaka birbirlerine haksızlık ediyorlar. Ancak iman edip de salih amel işleyenler başka. Ama onlar da pek az." Davud, bizim kendisini imtihan ettiğimizi sanmıştı. Hemen Rabbinden mağfiret diledi, rüku ederek yere kapandı, tevbe ile Allah'a yöneldi. |
Y. Ali | (David) said: "He has undoubtedly wronged thee in demanding thy (single) ewe to be added to his (flock of) ewes: truly many are the partners (in business) who wrong each other: Not so do those who believe and work deeds of righteousness, and how few are they?"...and David gathered that We had tried him: he asked forgiveness of his Lord, fell down, bowing (in prostration), and turned (to Allah in repentance).
|
Words | | |