1. [23:3] | velleẕîne hüm `ani-llagvi mü`riḍûn. | والذين هم عن اللغو معرضون وَالَّذِينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَ |
---|
Elmalılı | Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler, |
Y. Ali | Who avoid vain talk;
|
Words | | |
2. [23:4] | velleẕîne hüm lilzekâti fâ`ilûn. | والذين هم للزكاة فاعلون وَالَّذِينَ هُمْ لِلزَّكَاةِ فَاعِلُونَ |
---|
Elmalılı | Onlar ki, zekat (vazifelerini) yerine getirirler, |
Y. Ali | Who are active in deeds of charity;
|
Words | | |
3. [23:5] | velleẕîne hüm lifürûcihim ḥâfiżûn. | والذين هم لفروجهم حافظون وَالَّذِينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَ |
---|
Elmalılı | Ve onlar ki, iffetlerini korurlar, |
Y. Ali | Who abstain from sex,
|
Words | | |
4. [23:7] | femeni-btegâ verâe ẕâlike feülâike hümü-l`âdûn. | فمن ابتغى وراء ذلك فأولئك هم العادون فَمَنِ ابْتَغَى وَرَاءَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْعَادُونَ |
---|
Elmalılı | Şu halde, kim bunun ötesine gitmeyi isterse, işte bunlar, haddi aşan kimselerdir. |
Y. Ali | But those whose desires exceed those limits are transgressors;-
|
Words | | |
5. [23:8] | velleẕîne hüm liemânâtihim ve`ahdihim râ`ûn. | والذين هم لأماناتهم وعهدهم راعون وَالَّذِينَ هُمْ لِأَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَ |
---|
Elmalılı | Yine onlar ki, emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler, |
Y. Ali | Those who faithfully observe their trusts and their covenants;
|
Words | | |
6. [23:9] | velleẕîne hüm `alâ ṣalevâtihim yüḥâfiżûn. | والذين هم على صلواتهم يحافظون وَالَّذِينَ هُمْ عَلَى صَلَوَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ |
---|
Elmalılı | Ve onlar ki, namazlarını muhafaza ederler, |
Y. Ali | And who (strictly) guard their prayers;-
|
Words | | |
7. [23:10] | ülâike hümü-lvâriŝûn. | أولئك هم الوارثون أُوْلَئِكَ هُمُ الْوَارِثُونَ |
---|
Elmalılı | İşte asıl onlar varislerdir. |
Y. Ali | These will be the heirs,
|
Words | | |
8. [23:11] | elleẕîne yeriŝûne-lfirdevs. hüm fîhâ ḫâlidûn. | الذين يرثون الفردوس هم فيها خالدون الَّذِينَ يَرِثُونَ الْفِرْدَوْسَ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ |
---|
Elmalılı | Ki, Firdevs'e varis olan bu kimseler orada ebedî kalırlar. |
Y. Ali | Who will inherit Paradise: they will dwell therein (for ever).
|
Words | | |
9. [23:57] | inne-lleẕîne hüm min ḫaşyeti rabbihim müşfiḳûn. | إن الذين هم من خشية ربهم مشفقون إِنَّ الَّذِينَ هُم مِّنْ خَشْيَةِ رَبِّهِم مُّشْفِقُونَ |
---|
Elmalılı | Rablerine olan saygıdan dolayı titreyenler, |
Y. Ali | Verily those who live in awe for fear of their Lord;
|
Words | | |
10. [23:58] | velleẕîne hüm biâyâti rabbihim yü'minûn. | والذين هم بآيات ربهم يؤمنون وَالَّذِينَ هُم بِآيَاتِ رَبِّهِمْ يُؤْمِنُونَ |
---|
Elmalılı | Rablerinin âyetlerine inananlar, |
Y. Ali | Those who believe in the Signs of their Lord;
|
Words | | |
11. [23:59] | velleẕîne hüm birabbihim lâ yüşrikûn. | والذين هم بربهم لا يشركون وَالَّذِينَ هُم بِرَبِّهِمْ لَا يُشْرِكُونَ |
---|
Elmalılı | Rablerine ortak tanımayanlar, |
Y. Ali | Those who join not (in worship) partners with their Lord;
|
Words | | |
12. [23:63] | bel ḳulûbühüm fî gamratim min hâẕâ velehüm a`mâlüm min dûni ẕâlike hüm lehâ `âmilûn. | بل قلوبهم في غمرة من هذا ولهم أعمال من دون ذلك هم لها عاملون بَلْ قُلُوبُهُمْ فِي غَمْرَةٍ مِّنْ هَذَا وَلَهُمْ أَعْمَالٌ مِن دُونِ ذَلِكَ هُمْ لَهَا عَامِلُونَ |
---|
Elmalılı | Hayır, onların kalpleri bu hususta cehalet içindedir. Ayrıca onların bundan öte birtakım kötü işleri vardır ki, onlar bu işleri yapar dururlar. |
Y. Ali | But their hearts are in confused ignorance of this; and there are, besides that, deeds of theirs, which they will (continue) to do,-
|
Words | | |
13. [23:64] | ḥattâ iẕâ eḫaẕnâ mütrafîhim bil`aẕâbi iẕâ hüm yec'erûn. | حتى إذا أخذنا مترفيهم بالعذاب إذا هم يجأرون حَتَّى إِذَا أَخَذْنَا مُتْرَفِيهِم بِالْعَذَابِ إِذَا هُمْ يَجْأَرُونَ |
---|
Elmalılı | Nihayet, refah ve bolluk içinde olanlarını sıkıntıya uğrattığımızda, bakarsın ki onlar feryadı basarlar. |
Y. Ali | Until, when We seize in Punishment those of them who received the good things of this world, behold, they will groan in supplication!
|
Words | | |
14. [23:77] | ḥattâ iẕâ fetaḥnâ `aleyhim bâben ẕâ `aẕâbin şedîdin iẕâ hüm fîhi müblisûn. | حتى إذا فتحنا عليهم بابا ذا عذاب شديد إذا هم فيه مبلسون حَتَّى إِذَا فَتَحْنَا عَلَيْهِم بَابًا ذَا عَذَابٍ شَدِيدٍ إِذَا هُمْ فِيهِ مُبْلِسُونَ |
---|
Elmalılı | Nihayet üzerlerine, azabı çok şiddetli bir kapı açtığımız zaman, bir de bakarsın ki onlar orada şaşkın ve ümitsiz kalmışlardır! |
Y. Ali | Until We open on them a gate leading to a severe Punishment: then Lo! they will be plunged in despair therein!
|
Words | | |
15. [23:102] | femen ŝeḳulet mevâzînühû feülâike hümü-lmüfliḥûn. | فمن ثقلت موازينه فأولئك هم المفلحون فَمَن ثَقُلَتْ مَوَازِينُهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ |
---|
Elmalılı | Böylece kimlerin tartıları ağır basarsa, işte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir. |
Y. Ali | Then those whose balance (of good deeds) is heavy,- they will attain salvation:
|
Words | | |
16. [23:111] | innî cezeytühümü-lyevme bimâ ṣaberû ennehüm hümü-lfâizûn. | إني جزيتهم اليوم بما صبروا أنهم هم الفائزون إِنِّي جَزَيْتُهُمُ الْيَوْمَ بِمَا صَبَرُوا أَنَّهُمْ هُمُ الْفَائِزُونَ |
---|
Elmalılı | Bugün ben onlara, sabrettiklerinin karşılığını verdim; onlar, hakikaten muradlarına erenlerdir. |
Y. Ali | "I have rewarded them this Day for their patience and constancy: they are indeed the ones that have achieved Bliss..."
|
Words | | |
17. [24:4] | velleẕîne yermûne-lmuḥsenâti ŝümme lem ye'tû bierbe`ati şühedâe feclidûhüm ŝemânîne celdetev velâ taḳbelû lehüm şehâdeten ebedâ. veülâike hümü-lfâsiḳûn. | والذين يرمون المحصنات ثم لم يأتوا بأربعة شهداء فاجلدوهم ثمانين جلدة ولا تقبلوا لهم شهادة أبدا وأولئك هم الفاسقون وَالَّذِينَ يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ ثُمَّ لَمْ يَأْتُوا بِأَرْبَعَةِ شُهَدَاءَ فَاجْلِدُوهُمْ ثَمَانِينَ جَلْدَةً وَلَا تَقْبَلُوا لَهُمْ شَهَادَةً أَبَدًا وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ |
---|
Elmalılı | Namuslu kadınlara zina isnadında bulunup, sonra (bunu ispat için) dört şahit getiremeyenlere seksener sopa vurun ve artık onların şahitliğini hiçbir zaman kabul etmeyin. Onlar tamamen günahkardırlar. |
Y. Ali | And those who launch a charge against chaste women, and produce not four witnesses (to support their allegations),- flog them with eighty stripes; and reject their evidence ever after: for such men are wicked transgressors;-
|
Words | | |
18. [24:13] | levlâ câû `aleyhi bierbe`ati şühedâ'. feiẕ lem ye'tû bişşühedâi feülâike `inde-llâhi hümü-lkâẕibûn. | لولا جاءوا عليه بأربعة شهداء فإذ لم يأتوا بالشهداء فأولئك عند الله هم الكاذبون لَوْلَا جَاؤُوا عَلَيْهِ بِأَرْبَعَةِ شُهَدَاءَ فَإِذْ لَمْ يَأْتُوا بِالشُّهَدَاءِ فَأُوْلَئِكَ عِندَ اللَّهِ هُمُ الْكَاذِبُونَ |
---|
Elmalılı | (Bu iddiayı ortaya atanların) da bu konuda dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? Madem ki şahitler getirip ispat edemediler, öyle ise onlar Allah nezdinde yalancıların ta kendisidirler. |
Y. Ali | Why did they not bring four witnesses to prove it? When they have not brought the witnesses, such men, in the sight of Allah, (stand forth) themselves as liars!
|
Words | | |
19. [24:50] | efî ḳulûbihim meraḍun emi-rtâbû em yeḫâfûne ey yeḥîfe-llâhü `aleyhim verasûlüh. bel ülâike hümu-żżâlimûn. | أفي قلوبهم مرض أم ارتابوا أم يخافون أن يحيف الله عليهم ورسوله بل أولئك هم الظالمون أَفِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ أَمِ ارْتَابُوا أَمْ يَخَافُونَ أَن يَحِيفَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ وَرَسُولُهُ بَلْ أُوْلَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ |
---|
Elmalılı | Kalplerinde bir hastalık mı var? Yoksa şüphe ve tereddüd içinde midirler? Yoksa Allah ve Resulünün kendilerine zulüm ve haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır, asıl zalimler kendileridir! |
Y. Ali | Is it that there is a disease in their hearts? or do they doubt, or are they in fear, that Allah and His Messenger will deal unjustly with them? Nay, it is they themselves who do wrong.
|
Words | | |
20. [24:51] | innemâ kâne ḳavle-lmü'minîne iẕâ dü`û ile-llâhi verasûlihî liyaḥküme beynehüm ey yeḳûlû semi`nâ veeṭa`nâ. veülâike hümü-lmüfliḥûn. | إنما كان قول المؤمنين إذا دعوا إلى الله ورسوله ليحكم بينهم أن يقولوا سمعنا وأطعنا وأولئك هم المفلحون إِنَّمَا كَانَ قَوْلَ الْمُؤْمِنِينَ إِذَا دُعُوا إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ أَن يَقُولُوا سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ |
---|
Elmalılı | Aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Resulüne davet edildiklerinde müminlerin sözü ancak "işittik ve itaat ettik" demeleridir. İşte bunlar asıl kurtuluşa erenlerdir. |
Y. Ali | The answer of the Believers, when summoned to Allah and His Messenger, in order that He may judge between them, is no other than this: they say, "We hear and we obey": it is such as these that will attain felicity.
|
Words | | |
21. [24:52] | vemey yüṭi`i-llâhe verasûlehû veyaḫşe-llâhe veyettaḳhi feülâike hümü-lfâizûn. | ومن يطع الله ورسوله ويخش الله ويتقه فأولئك هم الفائزون وَمَن يُطِعِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَيَخْشَ اللَّهَ وَيَتَّقْهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَائِزُونَ |
---|
Elmalılı | Her kim Allah'a ve Resulüne itaat eder, Allah'a saygı duyar ve O'ndan sakınırsa, işte asıl bunlar bedbahtlıktan kurtulanlardır. |
Y. Ali | It is such as obey Allah and His Messenger, and fear Allah and do right, that will win (in the end),
|
Words | | |
22. [24:55] | ve`ade-llâhü-lleẕîne âmenû minküm ve`amilu-ṣṣâliḥâti leyestaḫlifennehüm fi-l'arḍi keme-staḫlefe-lleẕîne min ḳablihim. veleyümekkinenne lehüm dînehümü-lleẕi-rteḍâ lehüm veleyübeddilennehüm mim ba`di ḫavfihim emnâ. ya`büdûnenî lâ yüşrikûne bî şey'â. vemen kefera ba`de ẕâlike feülâike hümü-lfâsiḳûn. | وعد الله الذين آمنوا منكم وعملوا الصالحات ليستخلفنهم في الأرض كما استخلف الذين من قبلهم وليمكنن لهم دينهم الذي ارتضى لهم وليبدلنهم من بعد خوفهم أمنا يعبدونني لا يشركون بي شيئا ومن كفر بعد ذلك فأولئك هم الفاسقون وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ |
---|
Elmalılı | Allah, sizlerden iman edip iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden öncekileri sahip ve hakim kıldığı gibi, kendilerini de yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini (İslâm'ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve geçirdikleri korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağnı vaad etti. Çünkü onlar bana kulluk ederler. Hiçbir şeyi bana eş tutmazlar. Artık bundan sonra kim inkâr ederse, işte bunlar asıl büyük günahkarlardır. |
Y. Ali | Allah has promised, to those among you who believe and work righteous deeds, that He will, of a surety, grant them in the land, inheritance (of power), as He granted it to those before them; that He will establish in authority their religion - the one which He has chosen for them; and that He will change (their state), after the fear in which they (lived), to one of security and peace: 'They will worship Me (alone) and not associate aught with Me. 'If any do reject Faith after this, they are rebellious and wicked.
|
Words | | |
23. [25:17] | veyevme yaḥşüruhüm vemâ ya`büdûne min dûni-llâhi feyeḳûlü eentüm aḍleltüm `ibâdî hâülâi em hüm ḍallü-ssebîl. | ويوم يحشرهم وما يعبدون من دون الله فيقول أأنتم أضللتم عبادي هؤلاء أم هم ضلوا السبيل وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ فَيَقُولُ أَأَنتُمْ أَضْلَلْتُمْ عِبَادِي هَؤُلَاءِ أَمْ هُمْ ضَلُّوا السَّبِيلَ |
---|
Elmalılı | Hele o gün Rabbin onları Allah'tan başka taptıkları şeylerle toplar da, der ki: "Siz mi saptırdınız şu kullarımı, yoksa kendileri mi yolu kaybettiler?" |
Y. Ali | The day He will gather them together as well as those whom they worship besides Allah, He will ask: "Was it ye who let these My servants astray, or did they stray from the Path themselves?"
|
Words | | |
24. [25:44] | em taḥsebü enne ekŝerahüm yesme`ûne ev ya`ḳilûn. in hüm illâ kel'en`âmi bel hüm eḍallü sebîlâ. | أم تحسب أن أكثرهم يسمعون أو يعقلون إن هم إلا كالأنعام بل هم أضل سبيلا أَمْ تَحْسَبُ أَنَّ أَكْثَرَهُمْ يَسْمَعُونَ أَوْ يَعْقِلُونَ إِنْ هُمْ إِلَّا كَالْأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ سَبِيلًا |
---|
Elmalılı | Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten söz dinleyeceğini yahut akıllanacağını mı sanıyorsun? Gerçekte onlar hayvanlar gibidir, hatta gidişçe daha sapıktırlar. |
Y. Ali | Or thinkest thou that most of them listen or understand? They are only like cattle;- nay, they are worse astray in Path.
|
Words | | |
25. [26:40] | le`allenâ nettebi`u-sseḥarate in kânû hümü-lgâlibîn. | لعلنا نتبع السحرة إن كانوا هم الغالبين لَعَلَّنَا نَتَّبِعُ السَّحَرَةَ إِن كَانُوا هُمُ الْغَالِبِينَ |
---|
Elmalılı | "Üstün gelirlerse herhalde sihirbazlara uyarız" dediler. |
Y. Ali | "That we may follow the sorcerers (in religion) if they win?"
|
Words | | |
26. [26:94] | fekübkibû fîhâ hüm velgâvûn. | فكبكبوا فيها هم والغاوون فَكُبْكِبُوا فِيهَا هُمْ وَالْغَاوُونَ |
---|
Elmalılı | Ve arkasından hep onlar (putlar ve azgınlar) o cehennemin içine fırlatılmaktadırlar. |
Y. Ali | "Then they will be thrown headlong into the (Fire),- they and those straying in Evil,
|
Words | | |
27. [27:3] | elleẕîne yüḳîmûne-ṣṣalâte veyü'tûne-zzekâte vehüm bil'âḫirati hüm yûḳinûn. | الذين يقيمون الصلاة ويؤتون الزكاة وهم بالآخرة هم يوقنون الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُم بِالْآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ |
---|
Elmalılı | Ki o (müminler) namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve ahirete de kesin olarak iman ederler. |
Y. Ali | Those who establish regular prayers and give in regular charity, and also have (full) assurance of the hereafter.
|
Words | | |
28. [27:5] | ülâike-lleẕîne lehüm sûü-l`aẕâbi vehüm fi-l'âḫirati hümü-l'aḫserûn. | أولئك الذين لهم سوء العذاب وهم في الآخرة هم الأخسرون أُوْلَئِكَ الَّذِينَ لَهُمْ سُوءُ الْعَذَابِ وَهُمْ فِي الْآخِرَةِ هُمُ الْأَخْسَرُونَ |
---|
Elmalılı | İşte bunlar, kendileri için oldukça ağır bir azab bulunan kimselerdir, ahirette en çok ziyana uğrayacaklar da onlardır. |
Y. Ali | Such are they for whom a grievous Penalty is (waiting); and in the Hereafter theirs will be the greatest loss.
|
Words | | |
29. [27:45] | veleḳad erselnâ ilâ ŝemûde eḫâhüm ṣâliḥan eni-`büdü-llâhe feiẕâ hüm ferîḳâni yaḫteṣimûn. | ولقد أرسلنا إلى ثمود أخاهم صالحا أن اعبدوا الله فإذا هم فريقان يختصمون وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا إِلَى ثَمُودَ أَخَاهُمْ صَالِحًا أَنِ اعْبُدُوا اللَّهَ فَإِذَا هُمْ فَرِيقَانِ يَخْتَصِمُونَ |
---|
Elmalılı | Andolsun ki, Allah'a ibadet edin diye Semud'a da kardeşleri Salih'i gönderdik. Hemen birbirleriyle çekişen iki zümre oluverdiler. |
Y. Ali | We sent (aforetime), to the Thamud, their brother Salih, saying, "Serve Allah": But behold, they became two factions quarrelling with each other.
|
Words | | |
30. [27:60] | emmen ḫaleḳa-ssemâvâti vel'arḍa veenzele leküm mine-ssemâi mââ. feembetnâ bihî ḥadâiḳa ẕâte behceh. mâ kâne leküm en tümbitû şecerahâ. eilâhüm me`a-llâh. bel hüm ḳavmüy ya`dilûn. | أمن خلق السماوات والأرض وأنزل لكم من السماء ماء فأنبتنا به حدائق ذات بهجة ما كان لكم أن تنبتوا شجرها أإله مع الله بل هم قوم يعدلون أَمَّنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَأَنزَلَ لَكُم مِّنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَنبَتْنَا بِهِ حَدَائِقَ ذَاتَ بَهْجَةٍ مَّا كَانَ لَكُمْ أَن تُنبِتُوا شَجَرَهَا أَإِلَهٌ مَّعَ اللَّهِ بَلْ هُمْ قَوْمٌ يَعْدِلُونَ |
---|
Elmalılı | (Onlar mı hayırlı) yoksa, gökleri ve yeri yaratan, gökten size su indiren mi? Çünkü biz onunla, bir ağacını bile bitirmeye gücünüzün yetmediği güzel güzel bahçeler bitirmişizdir. Allah'la beraber başka bir ilâh mı var! Doğrusu onlar sapıklıkta devameden bir güruhtur. |
Y. Ali | Or, Who has created the heavens and the earth, and Who sends you down rain from the sky? Yea, with it We cause to grow well-planted orchards full of beauty of delight: it is not in your power to cause the growth of the trees in them. (Can there be another) god besides Allah? Nay, they are a people who swerve from justice.
|
Words | | |