1. [48:2] | liyagfira leke-llâhü mâ teḳaddeme min ẕembike vemâ teeḫḫara veyütimme ni`metehû `aleyke veyehdiyeke ṣirâṭam müsteḳîmâ. | ليغفر لك الله ما تقدم من ذنبك وما تأخر ويتم نعمته عليك ويهديك صراطا مستقيما لِّيَغْفِرَ لَكَ اللَّهُ مَا تَقَدَّمَ مِن ذَنبِكَ وَمَا تَأَخَّرَ وَيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَيَهْدِيَكَ صِرَاطًا مُّسْتَقِيمًا |
---|
Elmalılı | Böylece Allah senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlar. Sana olan nimetini tamamlar ve seni doğru yola iletir. |
Y. Ali | That Allah may forgive thee thy faults of the past and those to follow; fulfil His favour to thee; and guide thee on the Straight Way;
|
Words | | |
2. [48:11] | seyeḳûlü leke-lmüḫallefûne mine-l'a`râbi şegaletnâ emvâlünâ veehlûnâ festagfir lenâ. yeḳûlûne bielsinetihim mâ leyse fî ḳulûbihim. ḳul femey yemlikü leküm mine-llâhi şey'en in erâde biküm ḍarran ev erâde biküm nef`â. bel kâne-llâhü bimâ ta`melûne ḫabîrâ. | سيقول لك المخلفون من الأعراب شغلتنا أموالنا وأهلونا فاستغفر لنا يقولون بألسنتهم ما ليس في قلوبهم قل فمن يملك لكم من الله شيئا إن أراد بكم ضرا أو أراد بكم نفعا بل كان الله بما تعملون خبيرا سَيَقُولُ لَكَ الْمُخَلَّفُونَ مِنَ الْأَعْرَابِ شَغَلَتْنَا أَمْوَالُنَا وَأَهْلُونَا فَاسْتَغْفِرْ لَنَا يَقُولُونَ بِأَلْسِنَتِهِم مَّا لَيْسَ فِي قُلُوبِهِمْ قُلْ فَمَن يَمْلِكُ لَكُم مِّنَ اللَّهِ شَيْئًا إِنْ أَرَادَ بِكُمْ ضَرًّا أَوْ أَرَادَ بِكُمْ نَفْعًا بَلْ كَانَ اللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا |
---|
Elmalılı | yakında a'râbilerden geri kalmış olanlar sana diyecekler ki, "Mallarımız ve ailelerimiz bizi alıkoydu. Allah'tan bizim bağışlanmamızı dile." Onlar kalplerinde olmayanı dilleriyle söylerler. De ki: Allah size bir zarar gelmesini dilerse veya bir fayda elde etmenizi isterse O'na karşı kimin bir şeye gücü yetebilir? Hayır! Allah yaptıklarınızdan haberdardır. |
Y. Ali | The desert Arabs who lagged behind will say to thee: "We were engaged in (looking after) our flocks and herds, and our families: do thou then ask forgiveness for us." They say with their tongues what is not in their hearts. Say: "Who then has any power at all (to intervene) on your behalf with Allah, if His Will is to give you some loss or to give you some profit? But Allah is well acquainted with all that ye do.
|
Words | | |
3. [48:18] | leḳad raḍiye-llâhü `ani-lmü'minîne iẕ yübâyi`ûneke taḥte-şşecerati fe`alime mâ fî ḳulûbihim feenzele-ssekînete `aleyhim veeŝâbehüm fetḥan ḳarîbâ. | لقد رضي الله عن المؤمنين إذ يبايعونك تحت الشجرة فعلم ما في قلوبهم فأنزل السكينة عليهم وأثابهم فتحا قريبا لَقَدْ رَضِيَ اللَّهُ عَنِ الْمُؤْمِنِينَ إِذْ يُبَايِعُونَكَ تَحْتَ الشَّجَرَةِ فَعَلِمَ مَا فِي قُلُوبِهِمْ فَأَنزَلَ السَّكِينَةَ عَلَيْهِمْ وَأَثَابَهُمْ فَتْحًا قَرِيبًا |
---|
Elmalılı | Andolsun o ağacın altında (Hudeybiye'de) sana bey'at ederlerken Allah, müminlerden razı olmuştur. Kalplerinde olanı bilmiş onlara güven indirmiş ve onları pek yakın bir fetih ile mükâfatlandırmıştır. |
Y. Ali | Allah's Good Pleasure was on the Believers when they swore Fealty to thee under the Tree: He knew what was in their hearts, and He sent down Tranquillity to them; and He rewarded them with a speedy Victory;
|
Words | | |
4. [48:27] | leḳad ṣadeḳa-llâhü rasûlehü-rru'yâ bilḥaḳḳ. letedḫulünne-lmescide-lḥarâme in şâe-llâhü âminîne müḥalliḳîne ruûseküm vemüḳaṣṣirîne lâ teḫâfûn. fe`alime mâ lem ta`lemû fece`ale min dûni ẕâlike fetḥan ḳarîbâ. | لقد صدق الله رسوله الرؤيا بالحق لتدخلن المسجد الحرام إن شاء الله آمنين محلقين رءوسكم ومقصرين لا تخافون فعلم ما لم تعلموا فجعل من دون ذلك فتحا قريبا لَقَدْ صَدَقَ اللَّهُ رَسُولَهُ الرُّؤْيَا بِالْحَقِّ لَتَدْخُلُنَّ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ إِن شَاءَ اللَّهُ آمِنِينَ مُحَلِّقِينَ رُؤُوسَكُمْ وَمُقَصِّرِينَ لَا تَخَافُونَ فَعَلِمَ مَا لَمْ تَعْلَمُوا فَجَعَلَ مِن دُونِ ذَلِكَ فَتْحًا قَرِيبًا |
---|
Elmalılı | Andolsun ki Allah, elçisinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse siz güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescidi Haram'a gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinzi bilir. İşte bundan önce size yakın bir fetih verdi. |
Y. Ali | Truly did Allah fulfil the vision for His Messenger: ye shall enter the Sacred Mosque, if Allah wills, with minds secure, heads shaved, hair cut short, and without fear. For He knew what ye knew not, and He granted, besides this, a speedy victory.
|
Words | | |
5. [49:6] | yâ eyyühe-lleẕîne âmenû in câeküm fâsiḳum binebein fetebeyyenû en tüṣîbû ḳavmem bicehâletin fetuṣbiḥû `alâ mâ fe`altüm nâdimîn. | يا أيها الذين آمنوا إن جاءكم فاسق بنبإ فتبينوا أن تصيبوا قوما بجهالة فتصبحوا على ما فعلتم نادمين يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن جَاءَكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَإٍ فَتَبَيَّنُوا أَن تُصِيبُوا قَوْمًا بِجَهَالَةٍ فَتُصْبِحُوا عَلَى مَا فَعَلْتُمْ نَادِمِينَ |
---|
Elmalılı | Ey iman edenler! Eğer fasıkın biri size bir haber getirirsen onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa sataşırsınız da sonra yaptığınızdan pişman olursunuz. |
Y. Ali | O ye who believe! If a wicked person comes to you with any news, ascertain the truth, lest ye harm people unwittingly, and afterwards become full of repentance for what ye have done.
|
Words | | |
6. [49:16] | ḳul etü`allimûne-llâhe bidîniküm vellâhü ya`lemü mâ fi-ssemâvâti vemâ fi-l'arḍ. vellâhü bikülli şey'in `alîm. | قل أتعلمون الله بدينكم والله يعلم ما في السماوات وما في الأرض والله بكل شيء عليم قُلْ أَتُعَلِّمُونَ اللَّهَ بِدِينِكُمْ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ |
---|
Elmalılı | De ki: Siz dininizi Allah'a mı öğretiyorsunuz? Oysa Allah göklerde olanları da bilir, yerde olanları da. Allah herşeyi hakkıyla bilendir. |
Y. Ali | Say: "What! Will ye instruct Allah about your religion? But Allah knows all that is in the heavens and on earth: He has full knowledge of all things.
|
Words | | |
7. [50:4] | ḳad `alimnâ mâ tenḳuṣu-l'arḍu minhüm. ve`indenâ kitâbün ḥafîż. | قد علمنا ما تنقص الأرض منهم وعندنا كتاب حفيظ قَدْ عَلِمْنَا مَا تَنقُصُ الْأَرْضُ مِنْهُمْ وَعِندَنَا كِتَابٌ حَفِيظٌ |
---|
Elmalılı | Fakat biz toprağın onlardan neyi eksilttiğini elbette biliyoruz. Yanımızda herşeyi kaydedip muhafaza eden bir kitap vardır. |
Y. Ali | We already know how much of them the earth takes away: With Us is a record guarding (the full account).
|
Words | | |
8. [50:16] | veleḳad ḫalaḳne-l'insâne vena`lemü mâ tüvesvisü bihî nefsüh. venaḥnü aḳrabü ileyhi min ḥabli-lverîd. | ولقد خلقنا الإنسان ونعلم ما توسوس به نفسه ونحن أقرب إليه من حبل الوريد وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ |
---|
Elmalılı | Andolsun insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Ve biz ona şah damarından daha yakınız. |
Y. Ali | It was We Who created man, and We know what dark suggestions his soul makes to him: for We are nearer to him than (his) jugular vein.
|
Words | | |
9. [50:18] | mâ yelfiżu min ḳavlin illâ ledeyhi raḳîbün `atîd. | ما يلفظ من قول إلا لديه رقيب عتيد مَا يَلْفِظُ مِن قَوْلٍ إِلَّا لَدَيْهِ رَقِيبٌ عَتِيدٌ |
---|
Elmalılı | İnsan hiçbir söz söylemez ki yanında (onu) gözetleyen, dediklerini zapteden bir melek hazır bulunmasın. |
Y. Ali | Not a word does he utter but there is a sentinel by him, ready (to note it).
|
Words | | |
10. [50:19] | vecâet sekratü-lmevt bilḥaḳḳ. ẕâlike mâ künte minhü teḥîd. | وجاءت سكرة الموت بالحق ذلك ما كنت منه تحيد وَجَاءَتْ سَكْرَةُ الْمَوْتِ بِالْحَقِّ ذَلِكَ مَا كُنتَ مِنْهُ تَحِيدُ |
---|
Elmalılı | Ölüm sarhoşluğu gerçekten geldiğinde, "Ey insan! İşte bu senin öteden beri kaçtığın şeydir." denir. |
Y. Ali | And the stupor of death will bring Truth (before his eyes): "This was the thing which thou wast trying to escape!"
|
Words | | |
11. [50:23] | veḳâle ḳarînühû hâẕâ mâ ledeyye `atîd. | وقال قرينه هذا ما لدي عتيد وَقَالَ قَرِينُهُ هَذَا مَا لَدَيَّ عَتِيدٌ |
---|
Elmalılı | Beraberindeki melek "işte yanımdaki hazır" der. |
Y. Ali | And his Companion will say: "Here is (his Record) ready with me!"
|
Words | | |
12. [50:27] | ḳâle ḳarînühû rabbenâ mâ aṭgaytühû velâkin kâne fî ḍalâlim be`îd. | قال قرينه ربنا ما أطغيته ولكن كان في ضلال بعيد قَالَ قَرِينُهُ رَبَّنَا مَا أَطْغَيْتُهُ وَلَكِن كَانَ فِي ضَلَالٍ بَعِيدٍ |
---|
Elmalılı | Yanındaki arkadaşı (şeytan) der ki: "Rabbimiz! Ben onu azdırmadım. Fakat kendisi derin bir sapıklık içindeydi". |
Y. Ali | His Companion will say: "Our Lord! I did not make him transgress, but he was (himself) far astray."
|
Words | | |
13. [50:29] | mâ yübeddelü-lḳavlü ledeyye vemâ ene biżallâmil lil`abîd. | ما يبدل القول لدي وما أنا بظلام للعبيد مَا يُبَدَّلُ الْقَوْلُ لَدَيَّ وَمَا أَنَا بِظَلَّامٍ لِّلْعَبِيدِ |
---|
Elmalılı | Benim huzurumda söz değiştirilmez. Ve ben kullara asla zulmedici değilim. |
Y. Ali | "The Word changes not before Me, and I do not the least injustice to My Servants."
|
Words | | |
14. [50:32] | hâẕâ mâ tû`adûne likülli evvâbin ḥafîż. | هذا ما توعدون لكل أواب حفيظ هَذَا مَا تُوعَدُونَ لِكُلِّ أَوَّابٍ حَفِيظٍ |
---|
Elmalılı | Onlara denir ki: "İşte size vaad edilen bu cennet, Allah'a yönelen, O'nun emirlerine riayet eden, görmediği halde Rahman olan Allah'tan korkan ve O'na yönelen bir kalple gelenlere mahsustur. |
Y. Ali | (A voice will say:) "This is what was promised for you,- for every one who turned (to Allah) in sincere repentance, who kept (His Law),
|
Words | | |
15. [50:35] | lehüm mâ yeşâûne fîhâ veledeynâ mezîd. | لهم ما يشاءون فيها ولدينا مزيد لَهُم مَّا يَشَاؤُونَ فِيهَا وَلَدَيْنَا مَزِيدٌ |
---|
Elmalılı | Orada onlara ne isterlerse vardır. Katımızda daha fazlası da vardır. |
Y. Ali | There will be for them therein all that they wish,- and more besides in Our Presence.
|
Words | | |
16. [50:39] | faṣbir `alâ mâ yeḳûlûne vesebbiḥ biḥamdi rabbike ḳable ṭulû`i-şşemsi veḳable-lgurûb. | فاصبر على ما يقولون وسبح بحمد ربك قبل طلوع الشمس وقبل الغروب فَاصْبِرْ عَلَى مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ الْغُرُوبِ |
---|
Elmalılı | Ey Muhammed! Onların söylediklerine karşı sabret. Güneşin doğuşundan önce (sabah namazını) ve batışından önce de (öğle ve ikindi namazalarını kılarak) Rabbini Hamd ile tesbih et. |
Y. Ali | Bear, then, with patience, all that they say, and celebrate the praises of thy Lord, before the rising of the sun and before (its) setting.
|
Words | | |
17. [51:16] | âḫiẕîne mâ âtâhüm rabbühüm. innehüm kânû ḳable ẕâlike muḥsinîn. | آخذين ما آتاهم ربهم إنهم كانوا قبل ذلك محسنين آخِذِينَ مَا آتَاهُمْ رَبُّهُمْ إِنَّهُمْ كَانُوا قَبْلَ ذَلِكَ مُحْسِنِينَ |
---|
Elmalılı | Şüphesiz ki takva sahipleri Rablerinin kendilerine verdiği sevabı almış olarak cennet bahçelerinde ve pınar başlarında bulunacaklardır. Çünkü onlar bundan önce iyilik yapıyorlardı. |
Y. Ali | Taking joy in the things which their Lord gives them, because, before then, they lived a good life.
|
Words | | |
18. [51:17] | kânû ḳalîlem mine-lleyli mâ yehce`ûn. | كانوا قليلا من الليل ما يهجعون كَانُوا قَلِيلًا مِّنَ اللَّيْلِ مَا يَهْجَعُونَ |
---|
Elmalılı | Onlar geceleyin pek az uyurlardı. |
Y. Ali | They were in the habit of sleeping but little by night,
|
Words | | |
19. [51:23] | feverabbi-ssemâi vel'arḍi innehû leḥaḳḳum miŝle mâ enneküm tenṭiḳûn. | فورب السماء والأرض إنه لحق مثل ما أنكم تنطقون فَوَرَبِّ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ إِنَّهُ لَحَقٌّ مِّثْلَ مَا أَنَّكُمْ تَنطِقُونَ |
---|
Elmalılı | Gök ve yerin Rabbine andolsun ki size edilen o vaad, herhalde haktır. O tıpkı sizin konuşmanız gibi gerçektir. |
Y. Ali | Then, by the Lord of heaven and earth, this is the very Truth, as much as the fact that ye can speak intelligently to each other.
|
Words | | |
20. [51:42] | mâ teẕeru min şey'in etet `aleyhi illâ ce`alethü kelramîm. | ما تذر من شيء أتت عليه إلا جعلته كالرميم مَا تَذَرُ مِن شَيْءٍ أَتَتْ عَلَيْهِ إِلَّا جَعَلَتْهُ كَالرَّمِيمِ |
---|
Elmalılı | O rüzgar üzerine uğradığı hiçbir şeyi bırakmıyor, mutlaka onu kül gibi dağıtıyordu. |
Y. Ali | It left nothing whatever that it came up against, but reduced it to ruin and rottenness.
|
Words | | |
21. [51:52] | keẕâlike mâ ete-lleẕîne min ḳablihim mir rasûlin illâ ḳâlû sâḥirun ev mecnûn. | كذلك ما أتى الذين من قبلهم من رسول إلا قالوا ساحر أو مجنون كَذَلِكَ مَا أَتَى الَّذِينَ مِن قَبْلِهِم مِّن رَّسُولٍ إِلَّا قَالُوا سَاحِرٌ أَوْ مَجْنُونٌ |
---|
Elmalılı | Böylece onlardan öncekilere de herhangi bir peygamber gelince, onun hakkında da mutlaka: "Bir sihirbazdır veya bir delidir." dediler. |
Y. Ali | Similarly, no messenger came to the Peoples before them, but they said (of him) in like manner, "A sorcerer, or one possessed"!
|
Words | | |
22. [51:57] | mâ ürîdü minhüm mir rizḳiv vemâ ürîdü ey yuṭ`imûn. | ما أريد منهم من رزق وما أريد أن يطعمون مَا أُرِيدُ مِنْهُم مِّن رِّزْقٍ وَمَا أُرِيدُ أَن يُطْعِمُونِ |
---|
Elmalılı | Ben onlardan herhangi bir rızık istemiyorum. Beni yedirmelerini de istemiyorum. |
Y. Ali | No Sustenance do I require of them, nor do I require that they should feed Me.
|
Words | | |
23. [52:8] | mâ lehû min dâfi`. | ما له من دافع مَّا لَهُ مِن دَافِعٍ |
---|
Elmalılı | Ona engel olacak (hiçbir şey de) yoktur. |
Y. Ali | There is none can avert it;-
|
Words | | |
24. [52:16] | iṣlevhâ faṣbirû ev lâ taṣbirû. sevâün `aleyküm. innemâ tüczevne mâ küntüm ta`melûn. | اصلوها فاصبروا أو لا تصبروا سواء عليكم إنما تجزون ما كنتم تعملون اصْلَوْهَا فَاصْبِرُوا أَوْ لَا تَصْبِرُوا سَوَاءٌ عَلَيْكُمْ إِنَّمَا تُجْزَوْنَ مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ |
---|
Elmalılı | Girin oraya, ister sabredin ister etmeyin artık sizin için birdir. Siz hep yaptıklarınıza göre cezalandırılacaksınız" (denilecek). |
Y. Ali | "Burn ye therein: the same is it to you whether ye bear it with patience, or not: Ye but receive the recompense of your (own) deeds."
|
Words | | |
25. [53:2] | mâ ḍalle ṣâḥibüküm vemâ gavâ. | ما ضل صاحبكم وما غوى مَا ضَلَّ صَاحِبُكُمْ وَمَا غَوَى |
---|
Elmalılı | Arkadaşınız (Muhammed) sapmadı, azmadı. |
Y. Ali | Your Companion is neither astray nor being misled.
|
Words | | |
26. [53:10] | feevḥâ ilâ `abdihî mâ evḥâ. | فأوحى إلى عبده ما أوحى فَأَوْحَى إِلَى عَبْدِهِ مَا أَوْحَى |
---|
Elmalılı | (Allah), kuluna verdiği vahyi verdi. |
Y. Ali | So did (Allah) convey the inspiration to His Servant- (conveyed) what He (meant) to convey.
|
Words | | |
27. [53:11] | mâ keẕebe-lfüâdü mâ raâ. | ما كذب الفؤاد ما رأى مَا كَذَبَ الْفُؤَادُ مَا رَأَى |
---|
Elmalılı | Onun gördüğünü kalb(i) yalanlamadı. |
Y. Ali | The (Prophet's) (mind and) heart in no way falsified that which he saw.
|
Words | | |
28. [53:12] | efetümârûnehû `alâ mâ yerâ. | أفتمارونه على ما يرى أَفَتُمَارُونَهُ عَلَى مَا يَرَى |
---|
Elmalılı | Onun gördükleri hakkında şimdi kendisi ile tartışacak mısınız. |
Y. Ali | Will ye then dispute with him concerning what he saw?
|
Words | | |
29. [53:16] | iẕ yagşe-ssidrate mâ yagşâ. | إذ يغشى السدرة ما يغشى إِذْ يَغْشَى السِّدْرَةَ مَا يَغْشَى |
---|
Elmalılı | Sidre'yi kaplayan kaplıyordu. |
Y. Ali | Behold, the Lote-tree was shrouded (in mystery unspeakable!)
|
Words | | |
30. [53:17] | mâ zâga-lbeṣaru vemâ ṭagâ. | ما زاغ البصر وما طغى مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغَى |
---|
Elmalılı | (Peygamberin) gözü şaşmadı ve sınırı aşmadı. |
Y. Ali | (His) sight never swerved, nor did it go wrong!
|
Words | | |