1. [43:17] | veiẕâ büşşira eḥadühüm bimâ ḍarabe lirraḥmâni meŝelen żalle vechühû müsveddev vehüve keżîm. | وإذا بشر أحدهم بما ضرب للرحمن مثلا ظل وجهه مسودا وهو كظيم وَإِذَا بُشِّرَ أَحَدُهُم بِمَا ضَرَبَ لِلرَّحْمَنِ مَثَلًا ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَدًّا وَهُوَ كَظِيمٌ |
---|
Elmalılı | Onlardan biri Rahman olan Allah'a isnad ettiği kız çocuğu ile müjdelendiği zaman yüzü simsiyah kesilir de öfkesinden yutkunur durur. |
Y. Ali | When news is brought to one of them of (the birth of) what he sets up as a likeness to (Allah) Most Gracious, his face darkens, and he is filled with inward grief!
|
Words | | |
2. [45:9] | veiẕâ `alime min âyâtinâ şey'en-tteḫaẕehâ hüzüvâ. ülâike lehüm `aẕâbüm mühîn. | وإذا علم من آياتنا شيئا اتخذها هزوا أولئك لهم عذاب مهين وَإِذَا عَلِمَ مِنْ آيَاتِنَا شَيْئًا اتَّخَذَهَا هُزُوًا أُوْلَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُّهِينٌ |
---|
Elmalılı | Âyetlerimizden birşey öğrendiği zaman, onu alaya alıyor. İşte onlar için rezil ve rüsvay edici bir azap vardır. |
Y. Ali | And when he learns something of Our Signs, he takes them in jest: for such there will be a humiliating Penalty.
|
Words | | |
3. [45:25] | veiẕâ tütlâ `aleyhim âyâtünâ beyyinâtim mâ kâne ḥuccetehüm illâ en ḳâlü-'tû biâbâinâ in küntüm ṣâdiḳîn. | وإذا تتلى عليهم آياتنا بينات ما كان حجتهم إلا أن قالوا ائتوا بآبائنا إن كنتم صادقين وَإِذَا تُتْلَى عَلَيْهِمْ آيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ مَّا كَانَ حُجَّتَهُمْ إِلَّا أَن قَالُوا ائْتُوا بِآبَائِنَا إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ |
---|
Elmalılı | Kendilerine âyetlerimiz açıkça okunduğu zaman; "Eğer sözünüzde doğru iseniz atalarımızı diriltip getirin." demekten başka söylenecek hiçbir delil yoktur. |
Y. Ali | And when Our Clear Signs are rehearsed to them their argument is nothing but this: They say, "Bring (back) our forefathers, if what ye say is true!"
|
Words | | |
4. [45:32] | veiẕâ ḳîle inne va`de-llâhi ḥaḳḳuv vessâ`atü lâ raybe fîhâ ḳultüm mâ nedrî me-ssâ`atü in neżunnü illâ żannâ vemâ naḥnü bimüsteyḳinîn. | وإذا قيل إن وعد الله حق والساعة لا ريب فيها قلتم ما ندري ما الساعة إن نظن إلا ظنا وما نحن بمستيقنين وَإِذَا قِيلَ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ وَالسَّاعَةُ لَا رَيْبَ فِيهَا قُلْتُم مَّا نَدْرِي مَا السَّاعَةُ إِن نَّظُنُّ إِلَّا ظَنًّا وَمَا نَحْنُ بِمُسْتَيْقِنِينَ |
---|
Elmalılı | Allah'ın vaadi gerçektir. "O kıyâmetin geleceğinde şüphe yoktur." denildiğinde "Kıyamet nedir bilmiyoruz." Yalnız bir zandan ibârettir sanıyoruz. Fakat bu hususta kesin bir bilgimiz yok." derdiniz. |
Y. Ali | "And when it was said that the promise of Allah was true, and that the Hour- there was no doubt about its (coming), ye used to say, 'We know not what is the hour: we only think it is an idea, and we have no firm assurance.'"
|
Words | | |
5. [46:6] | veiẕâ ḥuşira-nnâsü kânû lehüm a`dâev vekânû bi`ibâdetihim kâfirîn. | وإذا حشر الناس كانوا لهم أعداء وكانوا بعبادتهم كافرين وَإِذَا حُشِرَ النَّاسُ كَانُوا لَهُمْ أَعْدَاءً وَكَانُوا بِعِبَادَتِهِمْ كَافِرِينَ |
---|
Elmalılı | Kıyamet günü insanlar biraraya toplandığı zaman taptıkları şeyler kendilerine düşman kesilirler. Ve onların kendilerine tapmalarını inkâr ederler. |
Y. Ali | And when mankind are gathered together (at the Resurrection), they will be hostile to them and reject their worship (altogether)!
|
Words | | |
6. [46:7] | veiẕâ tütlâ `aleyhim âyâtünâ beyyinâtin ḳâle-lleẕîne keferû lilḥaḳḳi lemmâ câehüm hâẕâ siḥrum mübîn. | وإذا تتلى عليهم آياتنا بينات قال الذين كفروا للحق لما جاءهم هذا سحر مبين وَإِذَا تُتْلَى عَلَيْهِمْ آيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِلْحَقِّ لَمَّا جَاءَهُمْ هَذَا سِحْرٌ مُّبِينٌ |
---|
Elmalılı | Bizim âyetlerimiz kendilerine apaçık okunduğu zaman inkâr edenler kendilerine gelen hak kitap için: "Bu apaçık bir büyüdür." dediler. |
Y. Ali | When Our Clear Signs are rehearsed to them, the Unbelievers say, of the Truth when it comes to them: "This is evident sorcery!"
|
Words | | |
7. [58:8] | elem tera ile-lleẕîne nühû `ani-nnecvâ ŝümme ye`ûdûne limâ nühû `anhü veyetenâcevne bil'iŝmi vel`udvâv vema`ṣiyeti-rrasûl. veiẕâ câûke ḥayyevke bimâ lem yüḥayyike bihi-llâhü veyeḳûlûne fî enfüsihim levlâ yü`aẕẕibüne-llâhü bimâ neḳûl. ḥasbühüm cehennem. yaṣlevnehâ. febi'se-lmeṣîr. | ألم تر إلى الذين نهوا عن النجوى ثم يعودون لما نهوا عنه ويتناجون بالإثم والعدوان ومعصيت الرسول وإذا جاءوك حيوك بما لم يحيك به الله ويقولون في أنفسهم لولا يعذبنا الله بما نقول حسبهم جهنم يصلونها فبئس المصير أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ نُهُوا عَنِ النَّجْوَى ثُمَّ يَعُودُونَ لِمَا نُهُوا عَنْهُ وَيَتَنَاجَوْنَ بِالْإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَمَعْصِيَتِ الرَّسُولِ وَإِذَا جَاؤُوكَ حَيَّوْكَ بِمَا لَمْ يُحَيِّكَ بِهِ اللَّهُ وَيَقُولُونَ فِي أَنفُسِهِمْ لَوْلَا يُعَذِّبُنَا اللَّهُ بِمَا نَقُولُ حَسْبُهُمْ جَهَنَّمُ يَصْلَوْنَهَا فَبِئْسَ الْمَصِيرُ |
---|
Elmalılı | Gizli konuşmaktan menedildikten sonra yine o menedildikleri şeyi yapmaya kalkışarak günah, düşmanlık ve Peygamber'e karşı gelmek hususunda gizlice konuşanları görmedin mi? Onlar sana geldikleri zaman seni, Allah'ın selamlamadığı bir tarzda selamlıyorlar. Kendi içlerinden de "bu söylediklerimiz yüzünden Allah'ın bize azap etmesi gerekmez miydi?" derler. Cehennem onlara yeter. Oraya gireceklerdir, ne kötü dönüş yeridir orası! |
Y. Ali | Turnest thou not thy sight towards those who were forbidden secret counsels yet revert to that which they were forbidden (to do)? And they hold secret counsels among themselves for iniquity and hostility, and disobedience to the Messenger. And when they come to thee, they salute thee, not as Allah salutes thee, (but in crooked ways): And they say to themselves, "Why does not Allah punish us for our words?" Enough for them is Hell: In it will they burn, and evil is that destination!
|
Words | | |
8. [58:11] | yâ eyyühe-lleẕîne âmenû iẕâ ḳîle leküm tefesseḥû fi-lmecâlisi fefseḥû yefseḥi-llâhü leküm. veiẕâ ḳîle-nşüzû fenşüzû yerfe`i-llâhü-lleẕîne âmenû minküm velleẕîne ûtü-l`ilme deracât. vellâhü bimâ ta`melûne ḫabîr. | يا أيها الذين آمنوا إذا قيل لكم تفسحوا في المجالس فافسحوا يفسح الله لكم وإذا قيل انشزوا فانشزوا يرفع الله الذين آمنوا منكم والذين أوتوا العلم درجات والله بما تعملون خبير يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا قِيلَ لَكُمْ تَفَسَّحُوا فِي الْمَجَالِسِ فَافْسَحُوا يَفْسَحِ اللَّهُ لَكُمْ وَإِذَا قِيلَ انشُزُوا فَانشُزُوا يَرْفَعِ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَالَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ دَرَجَاتٍ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ |
---|
Elmalılı | Ey iman edenler! Size: "Meclislerde yer açın." denilince yer açın ki Allah da size genişlik versin. Size "Kalkın." denilince de kalkın ki Allah sizden inananları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. Allah yaptıklarınızdan haberi olandır. |
Y. Ali | O ye who believe! When ye are told to make room in the assemblies, (spread out and) make room: (ample) room will Allah provide for you. And when ye are told to rise up, rise up Allah will rise up, to (suitable) ranks (and degrees), those of you who believe and who have been granted (mystic) Knowledge. And Allah is well-acquainted with all ye do.
|
Words | | |
9. [62:11] | veiẕâ raev ticâraten ev lehven-nfeḍḍû ileyhâ veterakûke ḳâimâ. ḳul mâ `inde-llâhi ḫayrum mine-llehvi vemine-tticârah. vellâhü ḫayru-rrâziḳîn. | وإذا رأوا تجارة أو لهوا انفضوا إليها وتركوك قائما قل ما عند الله خير من اللهو ومن التجارة والله خير الرازقين وَإِذَا رَأَوْا تِجَارَةً أَوْ لَهْوًا انفَضُّوا إِلَيْهَا وَتَرَكُوكَ قَائِمًا قُلْ مَا عِندَ اللَّهِ خَيْرٌ مِّنَ اللَّهْوِ وَمِنَ التِّجَارَةِ وَاللَّهُ خَيْرُ الرَّازِقِينَ |
---|
Elmalılı | Bir ticaret ve eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp ona gittiler ve seni ayakta bıraktılar. De ki: "Allah'ın yanında bulunan, eğlenceden ve ticaretten de hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır." |
Y. Ali | But when they see some bargain or some amusement, they disperse headlong to it, and leave thee standing. Say: "The (blessing) from the Presence of Allah is better than any amusement or bargain! and Allah is the Best to provide (for all needs)."
|
Words | | |
10. [63:4] | veiẕâ raeytehüm tü`cibüke ecsâmühüm. veiy yeḳûlû tesma` liḳavlihim. keennehüm ḫuşübüm müsennedeh. yaḥsebûne külle ṣayḥatin `aleyhim. hümü-l`adüvvu faḥẕerhüm. ḳâtelehümü-llâh. ennâ yü'fekûn. | وإذا رأيتهم تعجبك أجسامهم وإن يقولوا تسمع لقولهم كأنهم خشب مسندة يحسبون كل صيحة عليهم هم العدو فاحذرهم قاتلهم الله أنى يؤفكون وَإِذَا رَأَيْتَهُمْ تُعْجِبُكَ أَجْسَامُهُمْ وَإِن يَقُولُوا تَسْمَعْ لِقَوْلِهِمْ كَأَنَّهُمْ خُشُبٌ مُّسَنَّدَةٌ يَحْسَبُونَ كُلَّ صَيْحَةٍ عَلَيْهِمْ هُمُ الْعَدُوُّ فَاحْذَرْهُمْ قَاتَلَهُمُ اللَّهُ أَنَّى يُؤْفَكُونَ |
---|
Elmalılı | Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider, konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar sanki dayanmış keresteler gibidirler. Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar. Onlar düşmandır, onlardan sakın. Allah onları kahretsin! Nasıl olup da döndürülüyorlar? |
Y. Ali | When thou lookest at them, their exteriors please thee; and when they speak, thou listenest to their words. They are as (worthless as hollow) pieces of timber propped up, (unable to stand on their own). They think that every cry is against them. They are the enemies; so beware of them. The curse of Allah be on them! How are they deluded (away from the Truth)!
|
Words | | |
11. [63:5] | veiẕâ ḳîle lehüm te`âlev yestagfir leküm rasûlü-llâhi levvev ruûsehüm veraeytehüm yeṣuddûne vehüm müstekbirûn. | وإذا قيل لهم تعالوا يستغفر لكم رسول الله لووا رءوسهم ورأيتهم يصدون وهم مستكبرون وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ تَعَالَوْا يَسْتَغْفِرْ لَكُمْ رَسُولُ اللَّهِ لَوَّوْا رُؤُوسَهُمْ وَرَأَيْتَهُمْ يَصُدُّونَ وَهُم مُّسْتَكْبِرُونَ |
---|
Elmalılı | Onlara: "Gelin, Allah'ın Resulü sizin için mağfiret dilesin." denildiği zaman başlarını çevirirler ve onların, büyüklük taslayarak yüz çevirdiklerini görürsün. |
Y. Ali | And when it is said to them, "Come, the Messenger of Allah will pray for your forgiveness", they turn aside their heads, and thou wouldst see them turning away their faces in arrogance.
|
Words | | |
12. [70:21] | veiẕâ messehü-lḫayru menû`â. | وإذا مسه الخير منوعا وَإِذَا مَسَّهُ الْخَيْرُ مَنُوعًا |
---|
Elmalılı | Kendisine hayır dokundu mu cimrilik eder. |
Y. Ali | And niggardly when good reaches him;-
|
Words | | |
13. [76:20] | veiẕâ raeyte ŝemme raeyte ne`îmev vemülken kebîrâ. | وإذا رأيت ثم رأيت نعيما وملكا كبيرا وَإِذَا رَأَيْتَ ثَمَّ رَأَيْتَ نَعِيمًا وَمُلْكًا كَبِيرًا |
---|
Elmalılı | Orada nereye baksan bir nimet ve pek büyük bir mülk görürsün. |
Y. Ali | And when thou lookest, it is there thou wilt see a Bliss and a Realm Magnificent.
|
Words | | |
14. [76:28] | naḥnü ḫalaḳnâhüm veşedednâ esrahüm. veiẕâ şi'nâ beddelnâ emŝâlehüm tebdîlâ. | نحن خلقناهم وشددنا أسرهم وإذا شئنا بدلنا أمثالهم تبديلا نَحْنُ خَلَقْنَاهُمْ وَشَدَدْنَا أَسْرَهُمْ وَإِذَا شِئْنَا بَدَّلْنَا أَمْثَالَهُمْ تَبْدِيلًا |
---|
Elmalılı | Onları biz yarattık ve mafsallarını sımsıkı bağladık. Dilediğimiz vakit de kılıklarını değiştiririz. |
Y. Ali | It is We Who created them, and We have made their joints strong; but, when We will, We can substitute the like of them by a complete change.
|
Words | | |
15. [77:9] | veiẕe-ssemâü füricet. | وإذا السماء فرجت وَإِذَا السَّمَاءُ فُرِجَتْ |
---|
Elmalılı | Gök yarıldığı zaman, |
Y. Ali | When the heaven is cleft asunder;
|
Words | | |
16. [77:10] | veiẕe-lcibâlü nüsifet. | وإذا الجبال نسفت وَإِذَا الْجِبَالُ نُسِفَتْ |
---|
Elmalılı | Dağlar savrulduğu zaman, |
Y. Ali | When the mountains are scattered (to the winds) as dust;
|
Words | | |
17. [77:11] | veiẕe-rrusülü üḳḳitet. | وإذا الرسل أقتت وَإِذَا الرُّسُلُ أُقِّتَتْ |
---|
Elmalılı | Elçiler, tayin edilen vakitlerine erdirildikleri zaman, |
Y. Ali | And when the messengers are (all) appointed a time (to collect);-
|
Words | | |
18. [77:48] | veiẕâ ḳîle lehümü-rke`û lâ yerke`ûn. | وإذا قيل لهم اركعوا لا يركعون وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ ارْكَعُوا لَا يَرْكَعُونَ |
---|
Elmalılı | Onlara: "Rüku edin" denildiği zaman etmezler. |
Y. Ali | And when it is said to them, "Prostrate yourselves!" they do not so.
|
Words | | |
19. [81:2] | veiẕe-nnücûmü-nkederat. | وإذا النجوم انكدرت وَإِذَا النُّجُومُ انكَدَرَتْ |
---|
Elmalılı | Yıldızlar bulandığında, |
Y. Ali | When the stars fall, losing their lustre;
|
Words | | |
20. [81:3] | veiẕe-lcibâlü süyyirat. | وإذا الجبال سيرت وَإِذَا الْجِبَالُ سُيِّرَتْ |
---|
Elmalılı | Dağlar yürütüldüğünde, |
Y. Ali | When the mountains vanish (like a mirage);
|
Words | | |
21. [81:4] | veiẕe-l`işâru `uṭṭilet. | وإذا العشار عطلت وَإِذَا الْعِشَارُ عُطِّلَتْ |
---|
Elmalılı | Kıyılmaz mallar bırakıldığında, |
Y. Ali | When the she-camels, ten months with young, are left untended;
|
Words | | |
22. [81:5] | veiẕe-lvuḥûşü ḥuşirat. | وإذا الوحوش حشرت وَإِذَا الْوُحُوشُ حُشِرَتْ |
---|
Elmalılı | Vahşi hayvanlar bir araya toplandığında, |
Y. Ali | When the wild beasts are herded together (in the human habitations);
|
Words | | |
23. [81:6] | veiẕe-lbiḥâru süccirat. | وإذا البحار سجرت وَإِذَا الْبِحَارُ سُجِّرَتْ |
---|
Elmalılı | Denizler ateşlendiğinde (suları çekilip, volkanlar halinde ateş püskürdüğünde), |
Y. Ali | When the oceans boil over with a swell;
|
Words | | |
24. [81:7] | veiẕe-nnüfûsü züvvicet. | وإذا النفوس زوجت وَإِذَا النُّفُوسُ زُوِّجَتْ |
---|
Elmalılı | Nefisler eşleştirildiğinde (iyiler iyilerle, kötüler kötülerle bir araya toplandığında), |
Y. Ali | When the souls are sorted out, (being joined, like with like);
|
Words | | |
25. [81:8] | veiẕe-lmev'ûdetü süilet. | وإذا الموءودة سئلت وَإِذَا الْمَوْؤُودَةُ سُئِلَتْ |
---|
Elmalılı | Diri diri toprağa gömülen kıza sorulduğunda, |
Y. Ali | When the female (infant), buried alive, is questioned -
|
Words | | |
26. [81:10] | veiẕe-ṣṣuḥufü nüşirat. | وإذا الصحف نشرت وَإِذَا الصُّحُفُ نُشِرَتْ |
---|
Elmalılı | Amel defterleri açıldığında, |
Y. Ali | When the scrolls are laid open;
|
Words | | |
27. [81:11] | veiẕe-ssemâü küşiṭat. | وإذا السماء كشطت وَإِذَا السَّمَاءُ كُشِطَتْ |
---|
Elmalılı | Gök sıyrılıp açıldığında, |
Y. Ali | When the world on High is unveiled;
|
Words | | |
28. [81:12] | veiẕe-lceḥîmü sü``irat. | وإذا الجحيم سعرت وَإِذَا الْجَحِيمُ سُعِّرَتْ |
---|
Elmalılı | Cehennem kızıştırıldığında, |
Y. Ali | When the Blazing Fire is kindled to fierce heat;
|
Words | | |
29. [81:13] | veiẕe-lcennetü üzlifet. | وإذا الجنة أزلفت وَإِذَا الْجَنَّةُ أُزْلِفَتْ |
---|
Elmalılı | Ve cennet yaklaştırıldığında, |
Y. Ali | And when the Garden is brought near;-
|
Words | | |
30. [82:2] | veiẕe-lkevâkibü-nteŝerat. | وإذا الكواكب انتثرت وَإِذَا الْكَوَاكِبُ انتَثَرَتْ |
---|
Elmalılı | Yıldızlar döküldüğü vakit, |
Y. Ali | When the Stars are scattered;
|
Words | | |