1. [43:58] | veḳâlû eâlihetünâ ḫayrun em hû. mâ ḍarabûhü leke illâ cedelâ. bel hüm ḳavmün ḫasimûn. | وقالوا أآلهتنا خير أم هو ما ضربوه لك إلا جدلا بل هم قوم خصمون وَقَالُوا أَآلِهَتُنَا خَيْرٌ أَمْ هُوَ مَا ضَرَبُوهُ لَكَ إِلَّا جَدَلًا بَلْ هُمْ قَوْمٌ خَصِمُونَ |
---|
Elmalılı | Onlar dediler ki: "Bizim ilâhlarımız mı daha hayırlıdır, yoksa İsâ mı?" Bu misâli sırf seninle tartışmak için ortaya attılar. Doğrusu onlar çok kavgacı bir topluluktur. |
Y. Ali | And they say, "Are our gods best, or he?" This they set forth to thee, only by way of disputation: yea, they are a contentious people.
|
Words | | |
2. [44:9] | bel hüm fî şekkiy yel`abûn. | بل هم في شك يلعبون بَلْ هُمْ فِي شَكٍّ يَلْعَبُونَ |
---|
Elmalılı | Fakat kâfirler bir şüphe içinde oynayıp eğleniyorlar. |
Y. Ali | Yet they play about in doubt.
|
Words | | |
3. [46:24] | felemmâ raevhü `âriḍam müstaḳbile evdiyetihim ḳâlû hâẕâ `âriḍum mümṭirunâ. bel hüve me-sta`celtüm bih. rîḥun fîhâ `aẕâbün elîm. | فلما رأوه عارضا مستقبل أوديتهم قالوا هذا عارض ممطرنا بل هو ما استعجلتم به ريح فيها عذاب أليم فَلَمَّا رَأَوْهُ عَارِضًا مُّسْتَقْبِلَ أَوْدِيَتِهِمْ قَالُوا هَذَا عَارِضٌ مُّمْطِرُنَا بَلْ هُوَ مَا اسْتَعْجَلْتُم بِهِ رِيحٌ فِيهَا عَذَابٌ أَلِيمٌ |
---|
Elmalılı | O azabı, vadilerine doğru yayılan bir bulut halinde gördükleri zaman: "Bu bize yağmur yağdıracak yaygın bir buluttur." dediler. Hud ise: "O sizin acele gelmesini istediğiniz şeydir. O bir rüzgârdır ki, içerisinde acı bir azab vardır. |
Y. Ali | Then, when they saw the (Penalty in the shape of) a cloud traversing the sky, coming to meet their valleys, they said, "This cloud will give us rain!" "Nay, it is the (Calamity) ye were asking to be hastened!- A wind wherein is a Grievous Penalty!
|
Words | | |
4. [46:28] | felevlâ neṣarahümü-lleẕîne-tteḫaẕû min dûni-llâhi ḳurbânen âliheh. bel ḍallû `anhüm. veẕâlike ifkühüm vemâ kânû yefterûn. | فلولا نصرهم الذين اتخذوا من دون الله قربانا آلهة بل ضلوا عنهم وذلك إفكهم وما كانوا يفترون فَلَوْلَا نَصَرَهُمُ الَّذِينَ اتَّخَذُوا مِن دُونِ اللَّهِ قُرْبَانًا آلِهَةً بَلْ ضَلُّوا عَنْهُمْ وَذَلِكَ إِفْكُهُمْ وَمَا كَانُوا يَفْتَرُونَ |
---|
Elmalılı | Allah'ı bırakıp da kendilerine yakınlık sağlamak için edindikleri ilâhları onlara yardım etselerdi ya! Ama hayır, aksine onlardan kaybolup gittiler. İşte bu onların yalanları ve uydurup durdukları iftiralarıdır. |
Y. Ali | Why then was no help forthcoming to them from those whom they worshipped as gods, besides Allah, as a means of access (to Allah)? Nay, they left them in the lurch: but that was their falsehood and their invention.
|
Words | | |
5. [48:11] | seyeḳûlü leke-lmüḫallefûne mine-l'a`râbi şegaletnâ emvâlünâ veehlûnâ festagfir lenâ. yeḳûlûne bielsinetihim mâ leyse fî ḳulûbihim. ḳul femey yemlikü leküm mine-llâhi şey'en in erâde biküm ḍarran ev erâde biküm nef`â. bel kâne-llâhü bimâ ta`melûne ḫabîrâ. | سيقول لك المخلفون من الأعراب شغلتنا أموالنا وأهلونا فاستغفر لنا يقولون بألسنتهم ما ليس في قلوبهم قل فمن يملك لكم من الله شيئا إن أراد بكم ضرا أو أراد بكم نفعا بل كان الله بما تعملون خبيرا سَيَقُولُ لَكَ الْمُخَلَّفُونَ مِنَ الْأَعْرَابِ شَغَلَتْنَا أَمْوَالُنَا وَأَهْلُونَا فَاسْتَغْفِرْ لَنَا يَقُولُونَ بِأَلْسِنَتِهِم مَّا لَيْسَ فِي قُلُوبِهِمْ قُلْ فَمَن يَمْلِكُ لَكُم مِّنَ اللَّهِ شَيْئًا إِنْ أَرَادَ بِكُمْ ضَرًّا أَوْ أَرَادَ بِكُمْ نَفْعًا بَلْ كَانَ اللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا |
---|
Elmalılı | yakında a'râbilerden geri kalmış olanlar sana diyecekler ki, "Mallarımız ve ailelerimiz bizi alıkoydu. Allah'tan bizim bağışlanmamızı dile." Onlar kalplerinde olmayanı dilleriyle söylerler. De ki: Allah size bir zarar gelmesini dilerse veya bir fayda elde etmenizi isterse O'na karşı kimin bir şeye gücü yetebilir? Hayır! Allah yaptıklarınızdan haberdardır. |
Y. Ali | The desert Arabs who lagged behind will say to thee: "We were engaged in (looking after) our flocks and herds, and our families: do thou then ask forgiveness for us." They say with their tongues what is not in their hearts. Say: "Who then has any power at all (to intervene) on your behalf with Allah, if His Will is to give you some loss or to give you some profit? But Allah is well acquainted with all that ye do.
|
Words | | |
6. [48:12] | bel żanentüm el ley yenḳalibe-rrasûlü velmü'minûne ilâ ehlîhim ebedev vezüyyine ẕâlike fî ḳulûbiküm veżanentüm żanne-ssev'. veküntüm ḳavmem bûrâ. | بل ظننتم أن لن ينقلب الرسول والمؤمنون إلى أهليهم أبدا وزين ذلك في قلوبكم وظننتم ظن السوء وكنتم قوما بورا بَلْ ظَنَنتُمْ أَن لَّن يَنقَلِبَ الرَّسُولُ وَالْمُؤْمِنُونَ إِلَى أَهْلِيهِمْ أَبَدًا وَزُيِّنَ ذَلِكَ فِي قُلُوبِكُمْ وَظَنَنتُمْ ظَنَّ السَّوْءِ وَكُنتُمْ قَوْمًا بُورًا |
---|
Elmalılı | Aslında siz Peygamber ve müminlerin, ailelerine geri dönmeyeceklerini sanmıştınız. Bu sizin gönüllerinize güzel göründü de kötü zanda bulundunuz ve helâki hak etmiş bir topluluk oldunuz. |
Y. Ali | "Nay, ye thought that the Messenger and the Believers would never return to their families; this seemed pleasing in your hearts, and ye conceived an evil thought, for ye are a people lost (in wickedness)."
|
Words | | |
7. [48:15] | seyeḳûlü-lmüḫallefûne iẕe-nṭalaḳtüm ilâ megânime lite'ḫuẕûhâ ẕerûnâ nettebi`küm. yürîdûne ey yübeddilû kelâme-llâh. ḳul len tettebi`ûnâ keẕâliküm ḳâle-llâhü min ḳabl. feseyeḳûlûne bel taḥsüdûnenâ. bel kânû lâ yefḳahûne illâ ḳalîlâ. | سيقول المخلفون إذا انطلقتم إلى مغانم لتأخذوها ذرونا نتبعكم يريدون أن يبدلوا كلام الله قل لن تتبعونا كذلكم قال الله من قبل فسيقولون بل تحسدوننا بل كانوا لا يفقهون إلا قليلا سَيَقُولُ الْمُخَلَّفُونَ إِذَا انطَلَقْتُمْ إِلَى مَغَانِمَ لِتَأْخُذُوهَا ذَرُونَا نَتَّبِعْكُمْ يُرِيدُونَ أَن يُبَدِّلُوا كَلَامَ اللَّهِ قُل لَّن تَتَّبِعُونَا كَذَلِكُمْ قَالَ اللَّهُ مِن قَبْلُ فَسَيَقُولُونَ بَلْ تَحْسُدُونَنَا بَلْ كَانُوا لَا يَفْقَهُونَ إِلَّا قَلِيلًا |
---|
Elmalılı | Siz ganimetleri almak için gittiğinizde geri kalanlar: "Bırakın biz de arkanıza düşelim." diyeceklerdir. Onlar, Allah'ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: Siz bizimle gelemeyeceksiniz. Allah daha önce böyle buyurmuştur. Onlar size: "Bizi kıskanıyorsunuz." diyeceklerdir. Bilakis onlar, pek az anlayan kimselerdir. |
Y. Ali | Those who lagged behind (will say), when ye (are free to) march and take booty (in war): "Permit us to follow you." They wish to change Allah's decree: Say: "Not thus will ye follow us: Allah has already declared (this) beforehand": then they will say, "But ye are jealous of us." Nay, but little do they understand (such things).
|
Words | | |
8. [49:17] | yemünnûne `aleyke en eslemû. ḳul lâ temünnû `aleyye islâmeküm. beli-llâhü yemünnü `aleyküm en hedâküm lil'îmâni in küntüm ṣâdiḳîn. | يمنون عليك أن أسلموا قل لا تمنوا علي إسلامكم بل الله يمن عليكم أن هداكم للإيمان إن كنتم صادقين يَمُنُّونَ عَلَيْكَ أَنْ أَسْلَمُوا قُل لَّا تَمُنُّوا عَلَيَّ إِسْلَامَكُم بَلِ اللَّهُ يَمُنُّ عَلَيْكُمْ أَنْ هَدَاكُمْ لِلْإِيْمَانِ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ |
---|
Elmalılı | Onlar İslâm'a girdikleri için sana minnet ediyorlar. De ki: Müslümanlığınızı benim başıma kakmayın. Bilakis sizi imana erdirdiği için Allah sizin başınıza kakar. Eğer doğrulardan iseniz (Allah'a minnettar olmanız gerekir.) |
Y. Ali | They impress on thee as a favour that they have embraced Islam. Say, "Count not your Islam as a favour upon me: Nay, Allah has conferred a favour upon you that He has guided you to the faith, if ye be true and sincere.
|
Words | | |
9. [50:2] | bel `acibû en câehüm münẕirum minhüm feḳâle-lkâfirûne hâẕâ şey'ün `acîb. | بل عجبوا أن جاءهم منذر منهم فقال الكافرون هذا شيء عجيب بَلْ عَجِبُوا أَن جَاءَهُمْ مُنذِرٌ مِّنْهُمْ فَقَالَ الْكَافِرُونَ هَذَا شَيْءٌ عَجِيبٌ |
---|
Elmalılı | Doğrusu kâfirler kendi içlerinden uyarıcı bir peygamber geldiğine şaşırdılar da dediler ki: "Bu şaşılacak bir şeydir! |
Y. Ali | But they wonder that there has come to them a Warner from among themselves. So the Unbelievers say: "This is a wonderful thing!
|
Words | | |
10. [50:5] | bel keẕẕebû bilḥaḳḳi lemmâ câehüm fehüm fî emrim merîc. | بل كذبوا بالحق لما جاءهم فهم في أمر مريج بَلْ كَذَّبُوا بِالْحَقِّ لَمَّا جَاءَهُمْ فَهُمْ فِي أَمْرٍ مَّرِيجٍ |
---|
Elmalılı | Doğrusu hak kendilerine geldiği zaman yalanladılar da şimdi karmakarışık bir ıztırap içindeler. |
Y. Ali | But they deny the Truth when it comes to them: so they are in a confused state.
|
Words | | |
11. [50:15] | efe`ayînâ bilḫalḳi-l'evvel. bel hüm fî lebsim min ḫalḳin cedîd. | أفعيينا بالخلق الأول بل هم في لبس من خلق جديد أَفَعَيِينَا بِالْخَلْقِ الْأَوَّلِ بَلْ هُمْ فِي لَبْسٍ مِّنْ خَلْقٍ جَدِيدٍ |
---|
Elmalılı | Biz ilk yaratmada acizlik mi gösterdik? Doğrusu, onlar yeni bir yaratılıştan şüphe içindedirler. |
Y. Ali | Were We then weary with the first Creation, that they should be in confused doubt about a new Creation?
|
Words | | |
12. [51:53] | etevâṣav bih. bel hüm ḳavmün ṭâgûn. | أتواصوا به بل هم قوم طاغون أَتَوَاصَوْا بِهِ بَلْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَ |
---|
Elmalılı | Onlar birbirlerine bunu mu tavsiye ettiler? Hayır onlar azgın bir kavimdir. |
Y. Ali | Is this the legacy they have transmitted, one to another? Nay, they are themselves a people transgressing beyond bounds!
|
Words | | |
13. [52:33] | em yeḳûlûne teḳavveleh. bel lâ yü'minûn. | أم يقولون تقوله بل لا يؤمنون أَمْ يَقُولُونَ تَقَوَّلَهُ بَل لَّا يُؤْمِنُونَ |
---|
Elmalılı | Yoksa "Onu uydurdu" mu diyorlar? Hayır onlar inanmıyorlar. |
Y. Ali | Or do they say, "He fabricated the (Message)"? Nay, they have no faith!
|
Words | | |
14. [52:36] | em ḫaleḳu-ssemâvâti vel'arḍ. bel lâ yûḳinûn. | أم خلقوا السماوات والأرض بل لا يوقنون أَمْ خَلَقُوا السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بَل لَّا يُوقِنُونَ |
---|
Elmalılı | Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattılar? Hayır, onlar düşünüp hakikati anlamazlar. |
Y. Ali | Or did they create the heavens and the earth? Nay, they have no firm belief.
|
Words | | |
15. [54:25] | eülḳiye-ẕẕikru `aleyhi mim beyninâ bel hüve keẕẕâbün eşir. | أألقي الذكر عليه من بيننا بل هو كذاب أشر أَؤُلْقِيَ الذِّكْرُ عَلَيْهِ مِن بَيْنِنَا بَلْ هُوَ كَذَّابٌ أَشِرٌ |
---|
Elmalılı | "Zikir, aramızdan ona mı bırakıldı? Hayır o, yalancı, küstahın biridir" (dediler). |
Y. Ali | "Is it that the Message is sent to him, of all people amongst us? Nay, he is a liar, an insolent one!"
|
Words | | |
16. [54:46] | beli-ssâ`atü mev`idühüm vessâ`atü edhâ veemerr. | بل الساعة موعدهم والساعة أدهى وأمر بَلِ السَّاعَةُ مَوْعِدُهُمْ وَالسَّاعَةُ أَدْهَى وَأَمَرُّ |
---|
Elmalılı | Bilakis kıyamet onlara vaad edilen asıl saattir. Saat cidden çok feci ve acıdır. |
Y. Ali | Nay, the Hour (of Judgment) is the time promised them (for their full recompense): And that Hour will be most grievous and most bitter.
|
Words | | |
17. [56:67] | bel naḥnü maḥrûmûn. | بل نحن محرومون بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ |
---|
Elmalılı | "Doğrusu, biz yoksul bırakıldık" (derdiniz). |
Y. Ali | "Indeed are we shut out (of the fruits of our labour)"
|
Words | | |
18. [67:21] | emmen hâẕe-lleẕî yerzüḳuküm in emseke rizḳah. bel leccû fî `utüvviv venüfûr. | أمن هذا الذي يرزقكم إن أمسك رزقه بل لجوا في عتو ونفور أَمَّنْ هَذَا الَّذِي يَرْزُقُكُمْ إِنْ أَمْسَكَ رِزْقَهُ بَل لَّجُّوا فِي عُتُوٍّ وَنُفُورٍ |
---|
Elmalılı | Allah size verdiği rızkı kesiverse, size rızık verecek olabilen kimdir? Hayır, onlar azgınlık ve nefrette direnip durmaktadırlar. |
Y. Ali | Or who is there that can provide you with Sustenance if He were to withhold His provision? Nay, they obstinately persist in insolent impiety and flight (from the Truth).
|
Words | | |
19. [68:27] | bel naḥnü maḥrûmûn. | بل نحن محرومون بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ |
---|
Elmalılı | "Yok, biz mahrum edilmişiz." (dediler). |
Y. Ali | "Indeed we are shut out (of the fruits of our labour)!"
|
Words | | |
20. [74:52] | bel yürîdü küllü-mriim minhüm ey yü'tâ ṣuḥufem müneşşerah. | بل يريد كل امرئ منهم أن يؤتى صحفا منشرة بَلْ يُرِيدُ كُلُّ امْرِئٍ مِّنْهُمْ أَن يُؤْتَى صُحُفًا مُّنَشَّرَةً |
---|
Elmalılı | Hayır, onlardan her kişi kendisine açılmış sayfalar verilmesini istiyor. |
Y. Ali | Forsooth, each one of them wants to be given scrolls (of revelation) spread out!
|
Words | | |
21. [74:53] | kellâ. bel lâ yeḫâfûne-l'âḫirah. | كلا بل لا يخافون الآخرة كَلَّا بَل لاَّ يَخَافُونَ الْآخِرَةَ |
---|
Elmalılı | Yok, yok onlar ahiretten korkmuyorlar. |
Y. Ali | By no means! But they fear not the Hereafter,
|
Words | | |
22. [75:5] | bel yürîdü-l'insânü liyefcüra emâmeh. | بل يريد الإنسان ليفجر أمامه بَلْ يُرِيدُ الْإِنسَانُ لِيَفْجُرَ أَمَامَهُ |
---|
Elmalılı | Fakat insan günahı devam ettirmek ister. |
Y. Ali | But man wishes to do wrong (even) in the time in front of him.
|
Words | | |
23. [75:14] | beli-l'insânü `alâ nefsihî beṣîrah. | بل الإنسان على نفسه بصيرة بَلِ الْإِنسَانُ عَلَى نَفْسِهِ بَصِيرَةٌ |
---|
Elmalılı | Doğrusu insan kendi nefsini görür, |
Y. Ali | Nay, man will be evidence against himself,
|
Words | | |
24. [75:20] | kellâ bel tüḥibbûne-l`âcileh. | كلا بل تحبون العاجلة كَلَّا بَلْ تُحِبُّونَ الْعَاجِلَةَ |
---|
Elmalılı | Hayır, siz peşin olanı (dünyayı) seviyorsunuz da |
Y. Ali | Nay, (ye men!) but ye love the fleeting life,
|
Words | | |
25. [82:9] | kellâ bel tükeẕẕibûne biddîn. | كلا بل تكذبون بالدين كَلَّا بَلْ تُكَذِّبُونَ بِالدِّينِ |
---|
Elmalılı | Hayır hayır, siz cezayı yalanlıyorsunuz. |
Y. Ali | Day! nit ye do reject Right and Judgment!
|
Words | | |
26. [83:14] | kellâ bel râne `alâ ḳulûbihim mâ kânû yeksibûn. | كلا بل ران على قلوبهم ما كانوا يكسبون كَلَّا بَلْ رَانَ عَلَى قُلُوبِهِم مَّا كَانُوا يَكْسِبُونَ |
---|
Elmalılı | Hayır hayır, öyle değil. Aksine onların kazandığı günahlar kalplerinin üzerine pas olmuştur. |
Y. Ali | By no means! but on their hearts is the stain of the (ill) which they do!
|
Words | | |
27. [84:22] | beli-lleẕîne keferû yükeẕẕibûn. | بل الذين كفروا يكذبون بَلِ الَّذِينَ كَفَرُواْ يُكَذِّبُونَ |
---|
Elmalılı | Aksine o nankörler yalanlıyorlar. |
Y. Ali | But on the contrary the Unbelievers reject (it).
|
Words | | |
28. [85:19] | beli-lleẕîne keferû fî tekẕîb. | بل الذين كفروا في تكذيب بَلِ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي تَكْذِيبٍ |
---|
Elmalılı | Fakat o inkarcılar hâlâ bir yalanlama içinde. |
Y. Ali | And yet the Unbelievers (persist) in rejecting (the Truth)!
|
Words | | |
29. [85:21] | bel hüve ḳur'ânüm mecîd. | بل هو قرآن مجيد بَلْ هُوَ قُرْآنٌ مَّجِيدٌ |
---|
Elmalılı | Hayır o şerefli bir Kur'ân'dır. |
Y. Ali | Day, this is a Glorious Qur'an,
|
Words | | |
30. [87:16] | bel tü'ŝirûne-lḥayâte-ddünyâ. | بل تؤثرون الحياة الدنيا بَلْ تُؤْثِرُونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا |
---|
Elmalılı | Fakat siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz. |
Y. Ali | Day (behold), ye prefer the life of this world;
|
Words | | |