1. [41:19] | veyevme yuḥşeru a`dâü-llâhi ile-nnâri fehüm yûza`ûn. | ويوم يحشر أعداء الله إلى النار فهم يوزعون وَيَوْمَ يُحْشَرُ أَعْدَاءُ اللَّهِ إِلَى النَّارِ فَهُمْ يُوزَعُونَ |
---|
Elmalılı | O gün Allah'ın düşmanları cehennem ateşine sürülmek üzere hep bir araya toplanırlar. |
Y. Ali | On the Day that the enemies of Allah will be gathered together to the Fire, they will be marched in ranks.
|
Words | | |
2. [41:33] | vemen aḥsenü ḳavlem mimmen de`â ile-llâhi ve`amile ṣâliḥav veḳâle innenî mine-lmüslimîn. | ومن أحسن قولا ممن دعا إلى الله وعمل صالحا وقال إنني من المسلمين وَمَنْ أَحْسَنُ قَوْلًا مِّمَّن دَعَا إِلَى اللَّهِ وَعَمِلَ صَالِحًا وَقَالَ إِنَّنِي مِنَ الْمُسْلِمِينَ |
---|
Elmalılı | Allah'a davet eden, salih amel işleyen ve: "Ben gerçekten müslümanlardanım" diyen kimseden daha güzel sözlü kim olabilir? |
Y. Ali | Who is better in speech than one who calls (men) to Allah, works righteousness, and says, "I am of those who bow in Islam"?
|
Words | | |
3. [41:50] | velein eẕaḳnâhü raḥmetem minnâ mim ba`di ḍarrâe messethü leyeḳûlenne hâẕâ lî vemâ eżunnü-ssâ`ate ḳâimetev veleir ruci`tü ilâ rabbî inne lî `indehû lelḥusnâ. felenünebbienne-lleẕîne keferû bimâ `amilû. velenüẕîḳannehüm min `aẕâbin galîż. | ولئن أذقناه رحمة منا من بعد ضراء مسته ليقولن هذا لي وما أظن الساعة قائمة ولئن رجعت إلى ربي إن لي عنده للحسنى فلننبئن الذين كفروا بما عملوا ولنذيقنهم من عذاب غليظ وَلَئِنْ أَذَقْنَاهُ رَحْمَةً مِّنَّا مِن بَعْدِ ضَرَّاءَ مَسَّتْهُ لَيَقُولَنَّ هَذَا لِي وَمَا أَظُنُّ السَّاعَةَ قَائِمَةً وَلَئِن رُّجِعْتُ إِلَى رَبِّي إِنَّ لِي عِندَهُ لَلْحُسْنَى فَلَنُنَبِّئَنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا بِمَا عَمِلُوا وَلَنُذِيقَنَّهُم مِّنْ عَذَابٍ غَلِيظٍ |
---|
Elmalılı | Andolsun ki kendisine dokunan bir zarardan sonra, biz ona tarafımızdan bir rahmet tattırsak, O: "Bu benim hakkımdır, kıyametin kopacağını da sanmıyorum, Rabbime döndürülmüş olsam bile mutlaka O'nun yanında benim için daha güzel şeyler vardır" der. Biz o inkâr edenlere yaptıkları şeyleri mutlaka haber vereceğiz ve onlara ağır bir azap tattıracağız. |
Y. Ali | When we give him a taste of some Mercy from Ourselves, after some adversity has touched him, he is sure to say, "This is due to my (merit): I think not that the Hour (of Judgment) will (ever) be established; but if I am brought back to my Lord, I have (much) good (stored) in His sight!" But We will show the Unbelievers the truth of all that they did, and We shall give them the taste of a severe Penalty.
|
Words | | |
4. [42:10] | veme-ḫteleftüm fîhi min şey'in feḥukmühû ile-llâh. ẕâlikümü-llâhü rabbî `aleyhi tevekkelt. veileyhi ünîb. | وما اختلفتم فيه من شيء فحكمه إلى الله ذلكم الله ربي عليه توكلت وإليه أنيب وَمَا اخْتَلَفْتُمْ فِيهِ مِن شَيْءٍ فَحُكْمُهُ إِلَى اللَّهِ ذَلِكُمُ اللَّهُ رَبِّي عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَإِلَيْهِ أُنِيبُ |
---|
Elmalılı | Hakkında ihtilafa düştüğünüz herhangi bir şeyin hükmü Allah'a aittir. İşte benim Rabbim olan Allah budur. Ben yalnız O'na güvendim ve yalnız O'na yöneliyorum. |
Y. Ali | Whatever it be wherein ye differ, the decision thereof is with Allah: such is Allah my Lord: In Him I trust, and to Him I turn.
|
Words | | |
5. [42:14] | vemâ teferraḳû illâ mim ba`di mâ câehümü-l`ilmü bagyem beynehüm. velevlâ kelimetün sebeḳat mir rabbike ilâ ecelim müsemmel leḳuḍiye beynehüm. veinne-lleẕîne ûriŝü-lkitâbe mim ba`dihim lefî şekkim minhü mürîbün. | وما تفرقوا إلا من بعد ما جاءهم العلم بغيا بينهم ولولا كلمة سبقت من ربك إلى أجل مسمى لقضي بينهم وإن الذين أورثوا الكتاب من بعدهم لفي شك منه مريب وَمَا تَفَرَّقُوا إِلَّا مِن بَعْدِ مَا جَاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِن رَّبِّكَ إِلَى أَجَلٍ مُّسَمًّى لَّقُضِيَ بَيْنَهُمْ وَإِنَّ الَّذِينَ أُورِثُوا الْكِتَابَ مِن بَعْدِهِمْ لَفِي شَكٍّ مِّنْهُ مُرِيبٍ |
---|
Elmalılı | Onlar kendilerine bilgi geldikten sonra, ancak aralarındaki, çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Eğer Rabbin tarafından azabın ertelendiğine dair bir söz geçmemiş olsaydı aralarında mutlaka hüküm verilirdi. Kendilerinden sonra Kitab'a vâris kılınan kitap ehli de Kur'ân hakkında bir şüphe ve tereddüt içindedirler. |
Y. Ali | And they became divided only after Knowledge reached them,- through selfish envy as between themselves. Had it not been for a Word that went forth before from thy Lord, (tending) to a Term appointed, the matter would have been settled between them: But truly those who have inherited the Book after them are in suspicious (disquieting) doubt concerning it.
|
Words | | |
6. [42:44] | vemey yuḍlili-llâhü femâ lehû miv veliyyim mim ba`dih. vetera-żżâlimîne lemmâ raevu-l`aẕâbe yeḳûlûne hel ilâ meraddim min sebîl. | ومن يضلل الله فما له من ولي من بعده وترى الظالمين لما رأوا العذاب يقولون هل إلى مرد من سبيل وَمَن يُضْلِلِ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِن وَلِيٍّ مِّن بَعْدِهِ وَتَرَى الظَّالِمِينَ لَمَّا رَأَوُا الْعَذَابَ يَقُولُونَ هَلْ إِلَى مَرَدٍّ مِّن سَبِيلٍ |
---|
Elmalılı | Allah kimi saptırırsa artık bundan sonra onun için hiçbir dost yoktur. Sen, azabı gördüklerinde zalimlerin: "Acaba dönecek bir yol var mıdır?" dediklerini görürsün. |
Y. Ali | For any whom Allah leaves astray, there is no protector thereafter. And thou wilt see the Wrong-doers, when in sight of the Penalty, Say: "Is there any way (to effect) a return?"
|
Words | | |
7. [42:52] | vekeẕâlike evḥaynâ ileyke rûḥam min emrinâ. mâ künte tedrî me-lkitâbü vele-l'îmânü velâkin ce`alnâhü nûran nehdî bihî men neşâü min `ibâdinâ. veinneke letehdî ilâ ṣirâṭim müsteḳîm. | وكذلك أوحينا إليك روحا من أمرنا ما كنت تدري ما الكتاب ولا الإيمان ولكن جعلناه نورا نهدي به من نشاء من عبادنا وإنك لتهدي إلى صراط مستقيم وَكَذَلِكَ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ رُوحًا مِّنْ أَمْرِنَا مَا كُنتَ تَدْرِي مَا الْكِتَابُ وَلَا الْإِيْمَانُ وَلَكِن جَعَلْنَاهُ نُورًا نَّهْدِي بِهِ مَنْ نَّشَاءُ مِنْ عِبَادِنَا وَإِنَّكَ لَتَهْدِي إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ |
---|
Elmalılı | İşte biz böylece sana da emrimizden Kur'ân'ı vahyettik. Yoksa sen kitap nedir? İman nedir? bilmiyordun. Fakat biz onu bir nur kıldık. Onunla kullarımızdan dilediğimizi doğru yola iletiyoruz. Şüphesiz ki sen de insanları doğru bir yola götürüyorsun. |
Y. Ali | And thus have We, by Our Command, sent inspiration to thee: thou knewest not (before) what was Revelation, and what was Faith; but We have made the (Qur'an) a Light, wherewith We guide such of Our servants as We will; and verily thou dost guide (men) to the Straight Way,-
|
Words | | |
8. [42:53] | ṣirâṭi-llâhi-lleẕî lehû mâ fi-ssemâvâti vemâ fi-l'arḍ. elâ ile-llâhi teṣîru-l'ümûr. | صراط الله الذي له ما في السماوات وما في الأرض ألا إلى الله تصير الأمور صِرَاطِ اللَّهِ الَّذِي لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ أَلَا إِلَى اللَّهِ تَصِيرُ الْأُمُورُ |
---|
Elmalılı | Göklerde ve yerde bulunanların sahibi olan Allah'ın yoluna götürüyorsun. İyi bilin ki bütün işler sonunda yalnız Allah'a dönecektir. |
Y. Ali | The Way of Allah, to Whom belongs whatever is in the heavens and whatever is on earth. Behold (how) all affairs tend towards Allah!
|
Words | | |
9. [43:14] | veinnâ ilâ rabbinâ lemünḳalibûn. | وإنا إلى ربنا لمنقلبون وَإِنَّا إِلَى رَبِّنَا لَمُنقَلِبُونَ |
---|
Elmalılı | "Gerçekten biz Rabbimize döneceğiz." |
Y. Ali | "And to our Lord, surely, must we turn back!"
|
Words | | |
10. [43:46] | veleḳad erselnâ mûsâ biâyâtinâ ilâ fir`avne vemeleihî feḳâle innî rasûlü rabbi-l`âlemîn. | ولقد أرسلنا موسى بآياتنا إلى فرعون وملئه فقال إني رسول رب العالمين وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مُوسَى بِآيَاتِنَا إِلَى فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ فَقَالَ إِنِّي رَسُولُ رَبِّ الْعَالَمِينَ |
---|
Elmalılı | Andolsun ki, biz Musa'yı mucizelerimizle Firavun'a ve ileri gelen adamlarına gönderdik. Musa: "Ben gerçekten âlemlerin Rabbi olan Allah'ın peygamberiyim." dedi. |
Y. Ali | We did send Moses aforetime, with Our Signs, to Pharaoh and his Chiefs: He said, "I am a messenger of the Lord of the Worlds."
|
Words | | |
11. [44:47] | ḫuẕûhü fa`tilûhü ilâ sevâi-lceḥîm. | خذوه فاعتلوه إلى سواء الجحيم خُذُوهُ فَاعْتِلُوهُ إِلَى سَوَاءِ الْجَحِيمِ |
---|
Elmalılı | Allah meleklere şöyle emreder. "Şunu tutun da Cehennem'in ortasına sürükleyin." |
Y. Ali | (A voice will cry: "Seize ye him and drag him into the midst of the Blazing Fire!
|
Words | | |
12. [45:15] | men `amile ṣâliḥan felinefsih. vemen esâe fe`aleyhâ. ŝümme ilâ rabbiküm türce`ûn. | من عمل صالحا فلنفسه ومن أساء فعليها ثم إلى ربكم ترجعون مَنْ عَمِلَ صَالِحًا فَلِنَفْسِهِ وَمَنْ أَسَاءَ فَعَلَيْهَا ثُمَّ إِلَى رَبِّكُمْ تُرْجَعُونَ |
---|
Elmalılı | Her kim iyi bir iş yaparsa onun faydası kendisinedir. Kim de kötülük yaparsa zararı yine kendinedir. Sonra hep Rabbinize döndürüleceksiniz. |
Y. Ali | If any one does a righteous deed, it ensures to the benefit of his own soul; if he does evil, it works against (his own soul). In the end will ye (all) be brought back to your Lord.
|
Words | | |
13. [45:26] | ḳuli-llâhü yuḥyîküm ŝümme yümîtüküm ŝümme yecme`uküm ilâ yevmi-lḳiyâmeti lâ raybe fîhi velâkinne ekŝera-nnâsi lâ ya`lemûn. | قل الله يحييكم ثم يميتكم ثم يجمعكم إلى يوم القيامة لا ريب فيه ولكن أكثر الناس لا يعلمون قُلِ اللَّهُ يُحْيِيكُمْ ثُمَّ يُمِيتُكُمْ ثُمَّ يَجْمَعُكُمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ لَا رَيبَ فِيهِ وَلَكِنَّ أَكَثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ |
---|
Elmalılı | (Ey Muhammed!) De ki: "Allah sizi diriltir. Sonra sizi o öldürür, sonra da geleceğinde şüphe olmayan kıyamet gününde (diriltip) bir araya toplar. Fakat insanların çoğu bilmezler. |
Y. Ali | Say: "It is Allah Who gives you life, then gives you death; then He will gather you together for the Day of Judgment about which there is no doubt": But most men do not understand.
|
Words | | |
14. [45:28] | veterâ külle ümmetin câŝiyeh. küllü ümmetin tüd`â ilâ kitâbihâ. elyevme tüczevne mâ küntüm ta`melûn. | وترى كل أمة جاثية كل أمة تدعى إلى كتابها اليوم تجزون ما كنتم تعملون وَتَرَى كُلَّ أُمَّةٍ جَاثِيَةً كُلُّ أُمَّةٍ تُدْعَى إِلَى كِتَابِهَا الْيَوْمَ تُجْزَوْنَ مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ |
---|
Elmalılı | O gün her ümmeti, diz çökmüş görürsün. Her ümmet, kendi kitabına çağırılır, onlara: "Bugün yaptığınız amellerin cezası verilecektir. |
Y. Ali | And thou wilt see every sect bowing the knee: Every sect will be called to its Record: "This Day shall ye be recompensed for all that ye did!
|
Words | | |
15. [46:5] | vemen eḍallü mimmey yed`û min dûni-llâhi mel lâ yestecîbü lehû ilâ yevmi-lḳiyâmeti vehüm `an dü`âihim gâfilûn. | ومن أضل ممن يدعو من دون الله من لا يستجيب له إلى يوم القيامة وهم عن دعائهم غافلون وَمَنْ أَضَلُّ مِمَّن يَدْعُواْ مِن دُونِ اللَّهِ مَن لَّا يَسْتَجِيبُ لَهُ إِلَى يَومِ الْقِيَامَةِ وَهُمْ عَن دُعَائِهِمْ غَافِلُونَ |
---|
Elmalılı | Allah'ı bırakıp da kıyamet gününe kadar kendisine hiç bir cevap veremeyecek olan putlara dua eden kimseden daha sapık kim olabilir? Oysa taptıkları şeylerin, onların yalvarışlarından haberleri bile yoktur. |
Y. Ali | And who is more astray than one who invokes besides Allah, such as will not answer him to the Day of Judgment, and who (in fact) are unconscious of their call (to them)?
|
Words | | |
16. [46:29] | veiẕ ṣarafnâ ileyke neferam mine-lcinni yestemi`ûne-lḳur'ân. felemmâ ḥaḍarûhü ḳâlû enṣitû. felemmâ ḳuḍiye vellev ilâ ḳavmihim münẕirîn. | وإذ صرفنا إليك نفرا من الجن يستمعون القرآن فلما حضروه قالوا أنصتوا فلما قضي ولوا إلى قومهم منذرين وَإِذْ صَرَفْنَا إِلَيْكَ نَفَرًا مِّنَ الْجِنِّ يَسْتَمِعُونَ الْقُرْآنَ فَلَمَّا حَضَرُوهُ قَالُوا أَنصِتُوا فَلَمَّا قُضِيَ وَلَّوْا إِلَى قَوْمِهِم مُّنذِرِينَ |
---|
Elmalılı | Ey Muhammed! Hani biz cinlerden bir grubu Kur'ân'ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik. Onlar Kur'ân'ı dinlemek için hazır bulundukları zaman birbirlerine "susun" dediler. Kur'ân'ın okunması bitince de birer uyarıcı olarak kavimlerine döndüler. |
Y. Ali | Behold, We turned towards thee a company of Jinns (quietly) listening to the Qur'an: when they stood in the presence thereof, they said, "Listen in silence!" When the (reading) was finished, they returned to their people, to warn (them of their sins).
|
Words | | |
17. [46:30] | ḳâlû yâ ḳavmenâ innâ semi`nâ kitâben ünzile mim ba`di mûsâ müṣaddiḳal limâ beyne yedeyhi yehdî ile-lḥaḳḳi veilâ ṭarîḳim müsteḳîm. | قالوا يا قومنا إنا سمعنا كتابا أنزل من بعد موسى مصدقا لما بين يديه يهدي إلى الحق وإلى طريق مستقيم قَالُوا يَا قَوْمَنَا إِنَّا سَمِعْنَا كِتَابًا أُنزِلَ مِن بَعْدِ مُوسَى مُصَدِّقًا لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ يَهْدِي إِلَى الْحَقِّ وَإِلَى طَرِيقٍ مُّسْتَقِيمٍ |
---|
Elmalılı | Onlar kavimlerine şöyle dediler: "Ey kavmimiz! Gerçekten biz Musa'dan sonra indirilen ve kendisinden öncekileri tasdik eden bir kitap dinledik. O kitap gerçeği ve doğru yolu gösteriyor. |
Y. Ali | They said, "O our people! We have heard a Book revealed after Moses, confirming what came before it: it guides (men) to the Truth and to a Straight Path.
|
Words | | |
18. [47:35] | felâ tehinû veted`û ile-sselm. veentümü-l'a`levn. vellâhü me`aküm veley yetiraküm a`mâleküm. | فلا تهنوا وتدعوا إلى السلم وأنتم الأعلون والله معكم ولن يتركم أعمالكم فَلَا تَهِنُوا وَتَدْعُوا إِلَى السَّلْمِ وَأَنتُمُ الْأَعْلَوْنَ وَاللَّهُ مَعَكُمْ وَلَن يَتِرَكُمْ أَعْمَالَكُمْ |
---|
Elmalılı | Sakın gevşemeyin ve üstün olduğunuz halde barışa çağırmayın. Allah sizinle beraberdir. O sizin amellerinizi eksiltmeyecektir. |
Y. Ali | Be not weary and faint-hearted, crying for peace, when ye should be uppermost: for Allah is with you, and will never put you in loss for your (good) deeds.
|
Words | | |
19. [48:12] | bel żanentüm el ley yenḳalibe-rrasûlü velmü'minûne ilâ ehlîhim ebedev vezüyyine ẕâlike fî ḳulûbiküm veżanentüm żanne-ssev'. veküntüm ḳavmem bûrâ. | بل ظننتم أن لن ينقلب الرسول والمؤمنون إلى أهليهم أبدا وزين ذلك في قلوبكم وظننتم ظن السوء وكنتم قوما بورا بَلْ ظَنَنتُمْ أَن لَّن يَنقَلِبَ الرَّسُولُ وَالْمُؤْمِنُونَ إِلَى أَهْلِيهِمْ أَبَدًا وَزُيِّنَ ذَلِكَ فِي قُلُوبِكُمْ وَظَنَنتُمْ ظَنَّ السَّوْءِ وَكُنتُمْ قَوْمًا بُورًا |
---|
Elmalılı | Aslında siz Peygamber ve müminlerin, ailelerine geri dönmeyeceklerini sanmıştınız. Bu sizin gönüllerinize güzel göründü de kötü zanda bulundunuz ve helâki hak etmiş bir topluluk oldunuz. |
Y. Ali | "Nay, ye thought that the Messenger and the Believers would never return to their families; this seemed pleasing in your hearts, and ye conceived an evil thought, for ye are a people lost (in wickedness)."
|
Words | | |
20. [48:15] | seyeḳûlü-lmüḫallefûne iẕe-nṭalaḳtüm ilâ megânime lite'ḫuẕûhâ ẕerûnâ nettebi`küm. yürîdûne ey yübeddilû kelâme-llâh. ḳul len tettebi`ûnâ keẕâliküm ḳâle-llâhü min ḳabl. feseyeḳûlûne bel taḥsüdûnenâ. bel kânû lâ yefḳahûne illâ ḳalîlâ. | سيقول المخلفون إذا انطلقتم إلى مغانم لتأخذوها ذرونا نتبعكم يريدون أن يبدلوا كلام الله قل لن تتبعونا كذلكم قال الله من قبل فسيقولون بل تحسدوننا بل كانوا لا يفقهون إلا قليلا سَيَقُولُ الْمُخَلَّفُونَ إِذَا انطَلَقْتُمْ إِلَى مَغَانِمَ لِتَأْخُذُوهَا ذَرُونَا نَتَّبِعْكُمْ يُرِيدُونَ أَن يُبَدِّلُوا كَلَامَ اللَّهِ قُل لَّن تَتَّبِعُونَا كَذَلِكُمْ قَالَ اللَّهُ مِن قَبْلُ فَسَيَقُولُونَ بَلْ تَحْسُدُونَنَا بَلْ كَانُوا لَا يَفْقَهُونَ إِلَّا قَلِيلًا |
---|
Elmalılı | Siz ganimetleri almak için gittiğinizde geri kalanlar: "Bırakın biz de arkanıza düşelim." diyeceklerdir. Onlar, Allah'ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: Siz bizimle gelemeyeceksiniz. Allah daha önce böyle buyurmuştur. Onlar size: "Bizi kıskanıyorsunuz." diyeceklerdir. Bilakis onlar, pek az anlayan kimselerdir. |
Y. Ali | Those who lagged behind (will say), when ye (are free to) march and take booty (in war): "Permit us to follow you." They wish to change Allah's decree: Say: "Not thus will ye follow us: Allah has already declared (this) beforehand": then they will say, "But ye are jealous of us." Nay, but little do they understand (such things).
|
Words | | |
21. [48:16] | ḳul lilmüḫallefîne mine-l'a`râbi setüd`avne ilâ ḳavmin ülî be'sin şedîdin tüḳâtilûnehüm ev yüslimûn. fein tüṭî`û yü'tikümü-llâhü ecran ḥasenâ. vein tetevellev kemâ tevelleytüm min ḳablü yü`aẕẕibküm `aẕâben elîmâ. | قل للمخلفين من الأعراب ستدعون إلى قوم أولي بأس شديد تقاتلونهم أو يسلمون فإن تطيعوا يؤتكم الله أجرا حسنا وإن تتولوا كما توليتم من قبل يعذبكم عذابا أليما قُل لِّلْمُخَلَّفِينَ مِنَ الْأَعْرَابِ سَتُدْعَوْنَ إِلَى قَوْمٍ أُوْلِي بَأْسٍ شَدِيدٍ تُقَاتِلُونَهُمْ أَوْ يُسْلِمُونَ فَإِن تُطِيعُوا يُؤْتِكُمُ اللَّهُ أَجْرًا حَسَنًا وَإِن تَتَوَلَّوْا كَمَا تَوَلَّيْتُم مِّن قَبْلُ يُعَذِّبْكُمْ عَذَابًا أَلِيمًا |
---|
Elmalılı | A'rabilerin geri bırakılmış olanlarına de ki: Siz yakında çok kuvvetli bir kavme karşı savaşmaya çağırılacaksınız. Onlarla savaşırsınız veya müslüman olurlar. Eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükâfat verir. Ama önceden döndüğünüz gibi yine dönecek olursanız sizi acıklı bir azaba uğratır. |
Y. Ali | Say to the desert Arabs who lagged behind: "Ye shall be summoned (to fight) against a people given to vehement war: then shall ye fight, or they shall submit. Then if ye show obedience, Allah will grant you a goodly reward, but if ye turn back as ye did before, He will punish you with a grievous Penalty."
|
Words | | |
22. [49:9] | vein ṭâifetâni mine-lmü'minîne-ḳtetelû feaṣliḥû beynehümâ. feim begat iḥdâhümâ `ale-l'uḫrâ feḳâtilü-lletî tebgî ḥattâ tefîe ilâ emri-llâh. fein fâet feaṣliḥû beynehümâ bil`adli veaḳsiṭû. inne-llâhe yüḥibbü-lmuḳsiṭîn. | وإن طائفتان من المؤمنين اقتتلوا فأصلحوا بينهما فإن بغت إحداهما على الأخرى فقاتلوا التي تبغي حتى تفيء إلى أمر الله فإن فاءت فأصلحوا بينهما بالعدل وأقسطوا إن الله يحب المقسطين وَإِن طَائِفَتَانِ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ اقْتَتَلُوا فَأَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا فَإِن بَغَتْ إِحْدَاهُمَا عَلَى الْأُخْرَى فَقَاتِلُوا الَّتِي تَبْغِي حَتَّى تَفِيءَ إِلَى أَمْرِ اللَّهِ فَإِن فَاءَتْ فَأَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا بِالْعَدْلِ وَأَقْسِطُوا إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ |
---|
Elmalılı | Eğer müminlerden iki grup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin. Şayet biri ötekine saldırırsa, Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Eğer dönerse aralarını adaletle düzeltin ve (her işte) adaletli davranın. Şüphesiz ki Allah, adil davrananları sever. |
Y. Ali | If two parties among the Believers fall into a quarrel, make ye peace between them: but if one of them transgresses beyond bounds against the other, then fight ye (all) against the one that transgresses until it complies with the command of Allah; but if it complies, then make peace between them with justice, and be fair: for Allah loves those who are fair (and just).
|
Words | | |
23. [50:6] | efelem yenżurû ile-ssemâi fevḳahüm keyfe beneynâhâ vezeyyennâhâ vemâ lehâ min fürûc. | أفلم ينظروا إلى السماء فوقهم كيف بنيناها وزيناها وما لها من فروج أَفَلَمْ يَنظُرُوا إِلَى السَّمَاءِ فَوْقَهُمْ كَيْفَ بَنَيْنَاهَا وَزَيَّنَّاهَا وَمَا لَهَا مِن فُرُوجٍ |
---|
Elmalılı | Artık üstlerindeki göğe bakmazlar mı ki, onu nasıl bina etmiş ve süslemişiz, onun hiç bir çatlağı yoktur. |
Y. Ali | Do they not look at the sky above them?- How We have made it and adorned it, and there are no flaws in it?
|
Words | | |
24. [51:26] | ferâga ilâ ehlihî fecâe bi`iclin semîn. | فراغ إلى أهله فجاء بعجل سمين فَرَاغَ إِلَى أَهْلِهِ فَجَاءَ بِعِجْلٍ سَمِينٍ |
---|
Elmalılı | İbrahim, sonra ailesine giderek semiz bir buzağı (eti) getirdi. |
Y. Ali | Then he turned quickly to his household, brought out a fatted calf,
|
Words | | |
25. [51:32] | ḳâlû innâ ürsilnâ ilâ ḳavmim mücrimîn. | قالوا إنا أرسلنا إلى قوم مجرمين قَالُوا إِنَّا أُرْسِلْنَا إِلَى قَوْمٍ مُّجْرِمِينَ |
---|
Elmalılı | Onlar: "Gerçekten biz günahkâr bir kavim (olan Lût kavmine) gönderildik. |
Y. Ali | They said, "We have been sent to a people (deep) in sin;-
|
Words | | |
26. [51:38] | vefî mûsâ iẕ erselnâhü ilâ fir`avne bisülṭânim mübîn. | وفي موسى إذ أرسلناه إلى فرعون بسلطان مبين وَفِي مُوسَى إِذْ أَرْسَلْنَاهُ إِلَى فِرْعَوْنَ بِسُلْطَانٍ مُّبِينٍ |
---|
Elmalılı | Musa'nın kıssasında da ibret vardır. Hani biz onu apaçık bir delille Firavun'a göndermiştik. |
Y. Ali | And in Moses (was another Sign): Behold, We sent him to Pharaoh, with authority manifest.
|
Words | | |
27. [51:50] | fefirrû ile-llâh. innî leküm minhü neẕîrum mübîn. | ففروا إلى الله إني لكم منه نذير مبين فَفِرُّوا إِلَى اللَّهِ إِنِّي لَكُم مِّنْهُ نَذِيرٌ مُّبِينٌ |
---|
Elmalılı | Ey Muhammed! de ki: "Öyleyse Allah'a koşun, gerçekten ben size O'nun tarafından gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım. |
Y. Ali | Hasten ye then (at once) to Allah: I am from Him a Warner to you, clear and open!
|
Words | | |
28. [52:13] | yevme yüde``ûne ilâ nâri cehenneme da``â. | يوم يدعون إلى نار جهنم دعا يَوْمَ يُدَعُّونَ إِلَى نَارِ جَهَنَّمَ دَعًّا |
---|
Elmalılı | O gün onlar cehennem ateşine itilip kakılacaklar. |
Y. Ali | That Day shall they be thrust down to the Fire of Hell, irresistibly.
|
Words | | |
29. [53:10] | feevḥâ ilâ `abdihî mâ evḥâ. | فأوحى إلى عبده ما أوحى فَأَوْحَى إِلَى عَبْدِهِ مَا أَوْحَى |
---|
Elmalılı | (Allah), kuluna verdiği vahyi verdi. |
Y. Ali | So did (Allah) convey the inspiration to His Servant- (conveyed) what He (meant) to convey.
|
Words | | |
30. [53:42] | veenne ilâ rabbike-lmüntehâ. | وأن إلى ربك المنتهى وَأَنَّ إِلَى رَبِّكَ الْمُنتَهَى |
---|
Elmalılı | Ve şüphesiz en son varış, Rabbinedir. |
Y. Ali | That to thy Lord is the final Goal;
|
Words | | |