1. [23:104] | telfeḥu vucûhehümü-nnâru vehüm fîhâ kâliḥûn. | تلفح وجوههم النار وهم فيها كالحون تَلْفَحُ وُجُوهَهُمُ النَّارُ وَهُمْ فِيهَا كَالِحُونَ |
---|
Elmalılı | Orada dişleri sırıtır halde iken ateş yüzlerini yalar. |
Y. Ali | The Fire will burn their faces, and they will therein grin, with their lips displaced.
|
Words | | |
2. [25:3] | vetteḫaẕû min dûnihî âlihetel lâ yaḫlüḳûne şey'ev vehüm yuḫleḳûne velâ yemlikûne lienfüsihim ḍarrav velâ nef`av velâ yemlikûne mevtev velâ ḥayâtev velâ nüşûrâ. | واتخذوا من دونه آلهة لا يخلقون شيئا وهم يخلقون ولا يملكون لأنفسهم ضرا ولا نفعا ولا يملكون موتا ولا حياة ولا نشورا وَاتَّخَذُوا مِن دُونِهِ آلِهَةً لَّا يَخْلُقُونَ شَيْئًا وَهُمْ يُخْلَقُونَ وَلَا يَمْلِكُونَ لِأَنفُسِهِمْ ضَرًّا وَلَا نَفْعًا وَلَا يَمْلِكُونَ مَوْتًا وَلَا حَيَاةً وَلَا نُشُورًا |
---|
Elmalılı | Kâfirler, O'nu bırakıp bir şey yaratamayan, bilakis kendileri yaratılmış olan, kendilerine ne zarar ve ne de fayda verebilen; öldürmeye, diriltmeye ve ölümden sonra tekrar canlandırmaya güçleri yetmeyen tanrılar edindiler. |
Y. Ali | Yet have they taken, besides him, gods that can create nothing but are themselves created; that have no control of hurt or good to themselves; nor can they control death nor life nor resurrection.
|
Words | | |
3. [26:96] | ḳâlû vehüm fîhâ yaḫteṣimûn. | قالوا وهم فيها يختصمون قَالُوا وَهُمْ فِيهَا يَخْتَصِمُونَ |
---|
Elmalılı | Ve bütün o İblis orduları onun içinde birbirleriyle çekişirlerken dediler ki: |
Y. Ali | "They will say there in their mutual bickerings:
|
Words | | |
4. [26:202] | feye'tiyehüm bagtetev vehüm lâ yeş`urûn. | فيأتيهم بغتة وهم لا يشعرون فَيَأْتِيَهُم بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ |
---|
Elmalılı | İşte bu (azab) onlara, kendileri farkında olmadan, ansızın geliverecektir. |
Y. Ali | But the (Penalty) will come to them of a sudden, while they perceive it not;
|
Words | | |
5. [27:3] | elleẕîne yüḳîmûne-ṣṣalâte veyü'tûne-zzekâte vehüm bil'âḫirati hüm yûḳinûn. | الذين يقيمون الصلاة ويؤتون الزكاة وهم بالآخرة هم يوقنون الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُم بِالْآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ |
---|
Elmalılı | Ki o (müminler) namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve ahirete de kesin olarak iman ederler. |
Y. Ali | Those who establish regular prayers and give in regular charity, and also have (full) assurance of the hereafter.
|
Words | | |
6. [27:5] | ülâike-lleẕîne lehüm sûü-l`aẕâbi vehüm fi-l'âḫirati hümü-l'aḫserûn. | أولئك الذين لهم سوء العذاب وهم في الآخرة هم الأخسرون أُوْلَئِكَ الَّذِينَ لَهُمْ سُوءُ الْعَذَابِ وَهُمْ فِي الْآخِرَةِ هُمُ الْأَخْسَرُونَ |
---|
Elmalılı | İşte bunlar, kendileri için oldukça ağır bir azab bulunan kimselerdir, ahirette en çok ziyana uğrayacaklar da onlardır. |
Y. Ali | Such are they for whom a grievous Penalty is (waiting); and in the Hereafter theirs will be the greatest loss.
|
Words | | |
7. [27:18] | ḥattâ iẕâ etev `alâ vâdi-nnemli ḳâlet nemletüy yâ eyyühe-nnemlü-dḫulû mesâkineküm. lâ yaḥṭimenneküm süleymânü vecünûdühû vehüm lâ yeş`urûn. | حتى إذا أتوا على واد النمل قالت نملة يا أيها النمل ادخلوا مساكنكم لا يحطمنكم سليمان وجنوده وهم لا يشعرون حَتَّى إِذَا أَتَوْا عَلَى وَادِي النَّمْلِ قَالَتْ نَمْلَةٌ يَا أَيُّهَا النَّمْلُ ادْخُلُوا مَسَاكِنَكُمْ لَا يَحْطِمَنَّكُمْ سُلَيْمَانُ وَجُنُودُهُ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ |
---|
Elmalılı | Nihayet karınca vâdisine geldikleri zaman, bir karınca: "Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin!" dedi. |
Y. Ali | At length, when they came to a (lowly) valley of ants, one of the ants said: "O ye ants, get into your habitations, lest Solomon and his hosts crush you (under foot) without knowing it."
|
Words | | |
8. [27:37] | irci` ileyhim felene'tiyennehüm bicünûdil lâ ḳibele lehüm bihâ velenuḫricennehüm minhâ eẕilletev vehüm ṣâgirûn. | ارجع إليهم فلنأتينهم بجنود لا قبل لهم بها ولنخرجنهم منها أذلة وهم صاغرون ارْجِعْ إِلَيْهِمْ فَلَنَأْتِيَنَّهُمْ بِجُنُودٍ لَّا قِبَلَ لَهُم بِهَا وَلَنُخْرِجَنَّهُم مِّنْهَا أَذِلَّةً وَهُمْ صَاغِرُونَ |
---|
Elmalılı | "(Ey elçi) Onlara var (söyle); iyi bilsinler ki, kendilerine asla karşı koyamayacakları ordularla gelir, onları, muhakkak surette hor ve hakir halde oradan çıkarırız!" |
Y. Ali | "Go back to them, and be sure we shall come to them with such hosts as they will never be able to meet: We shall expel them from there in disgrace, and they will feel humbled (indeed)."
|
Words | | |
9. [27:50] | vemekerû mekrav vemekernâ mekrav vehüm lâ yeş`urûn. | ومكروا مكرا ومكرنا مكرا وهم لا يشعرون وَمَكَرُوا مَكْرًا وَمَكَرْنَا مَكْرًا وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ |
---|
Elmalılı | Onlar böyle bir tuzak kurdular, biz de kendileri farkında olmadan onların planlarını altüst ettik. |
Y. Ali | They plotted and planned, but We too planned, even while they perceived it not.
|
Words | | |
10. [27:89] | men câe bilḥaseneti felehû ḫayrum minhâ. vehüm min feza`iy yevmeiẕin âminûn. | من جاء بالحسنة فله خير منها وهم من فزع يومئذ آمنون مَن جَاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِّنْهَا وَهُم مِّن فَزَعٍ يَوْمَئِذٍ آمِنُونَ |
---|
Elmalılı | Kim iyilikle gelirse, ona daha iyisi verilir ve onlar o gün korkudan da emin kalırlar. |
Y. Ali | If any do good, good will (accrue) to them therefrom; and they will be secure from terror that Day.
|
Words | | |
11. [28:9] | veḳâleti-mraetü fir`avne ḳurratü `aynil lî velek. lâ taḳtülûh. `asâ ey yenfe`anâ ev netteḫiẕehû veledev vehüm lâ yeş`urûn. | وقالت امرأت فرعون قرت عين لي ولك لا تقتلوه عسى أن ينفعنا أو نتخذه ولدا وهم لا يشعرون وَقَالَتِ امْرَأَتُ فِرْعَوْنَ قُرَّتُ عَيْنٍ لِّي وَلَكَ لَا تَقْتُلُوهُ عَسَى أَن يَنفَعَنَا أَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَدًا وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ |
---|
Elmalılı | Firavun'un karısı (sepetin içinden çocuk çıkınca kocasına), "İkimizin de gözü aydın! Onu öldürmeyin, belki bize faydası dokunur, ya da onu evlad ediniriz" dedi. Halbuki onlar işin sonunu sezemiyorlardı. |
Y. Ali | The wife of Pharaoh said: "(Here is) joy of the eye, for me and for thee: slay him not. It may be that he will be use to us, or we may adopt him as a son." And they perceived not (what they were doing)!
|
Words | | |
12. [28:11] | veḳâlet liuḫtihî ḳuṣṣîh. febeṣurat bihî `an cünübiv vehüm lâ yeş`urûn. | وقالت لأخته قصيه فبصرت به عن جنب وهم لا يشعرون وَقَالَتْ لِأُخْتِهِ قُصِّيهِ فَبَصُرَتْ بِهِ عَن جُنُبٍ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ |
---|
Elmalılı | Annesi Musa'nın ablasına, "Onun izini takip et" dedi. O da, onlar farkına varmadan uzaktan kardeşini gözetledi. |
Y. Ali | And she said to the sister of (Moses), "Follow him" so she (the sister) watched him in the character of a stranger. And they knew not.
|
Words | | |
13. [28:12] | veḥarramnâ `aleyhi-lmerâḍi`a min ḳablü feḳâlet hel edüllüküm `alâ ehli beytiy yekfülûnehû leküm vehüm lehû nâṣiḥûn. | وحرمنا عليه المراضع من قبل فقالت هل أدلكم على أهل بيت يكفلونه لكم وهم له ناصحون وَحَرَّمْنَا عَلَيْهِ الْمَرَاضِعَ مِن قَبْلُ فَقَالَتْ هَلْ أَدُلُّكُمْ عَلَى أَهْلِ بَيْتٍ يَكْفُلُونَهُ لَكُمْ وَهُمْ لَهُ نَاصِحُونَ |
---|
Elmalılı | Biz (annesine geri vermezden) daha önce, onun süt analarının sütünü kabulüne müsade etmedik. Bunun üzerine ablası, "Size, onun bakımını sizin namınıza üstlenecek, hem de ona iyi davranacak bir aile göstereyim mi?" dedi. |
Y. Ali | And we ordained that he refused suck at first, until (His sister came up and) said: "Shall I point out to you the people of a house that will nourish and bring him up for you and be sincerely attached to him?"...
|
Words | | |
14. [29:2] | eḥasibe-nnâsü ey yütrakû ey yeḳûlû âmennâ vehüm lâ yüftenûn. | أحسب الناس أن يتركوا أن يقولوا آمنا وهم لا يفتنون أَحَسِبَ النَّاسُ أَن يُتْرَكُوا أَن يَقُولُوا آمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ |
---|
Elmalılı | İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece "İman ettik" demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar? |
Y. Ali | Do men think that they will be left alone on saying, "We believe", and that they will not be tested?
|
Words | | |
15. [29:14] | veleḳad erselnâ nûḥan ilâ ḳavmihî felebiŝe fîhim elfe senetin illâ ḫamsîne `âmâ. feeḫaẕehümu-ṭṭûfânü vehüm żâlimûn. | ولقد أرسلنا نوحا إلى قومه فلبث فيهم ألف سنة إلا خمسين عاما فأخذهم الطوفان وهم ظالمون وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَى قَوْمِهِ فَلَبِثَ فِيهِمْ أَلْفَ سَنَةٍ إِلَّا خَمْسِينَ عَامًا فَأَخَذَهُمُ الطُّوفَانُ وَهُمْ ظَالِمُونَ |
---|
Elmalılı | Andolsun ki Nuh'u kendi kavmine gönderdik de, o dokuz yüz elli yıl onların arasında kaldı. Sonunda, onlar zulümlerini sürdürürken tufan kendilerini yakalayıverdi. |
Y. Ali | We (once) sent Noah to his people, and he tarried among them a thousand years less fifty: but the Deluge overwhelmed them while they (persisted in) sin.
|
Words | | |
16. [29:53] | veyesta`cilûneke bil`aẕâb. velevlâ ecelüm müsemmel lecâehüm-l`aẕâb. veleye'tiyennehüm bagtetev vehüm lâ yeş`urûn. | ويستعجلونك بالعذاب ولولا أجل مسمى لجاءهم العذاب وليأتينهم بغتة وهم لا يشعرون وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِ وَلَوْلَا أَجَلٌ مُّسَمًّى لَّجَاءَهُمُ الْعَذَابُ وَلَيَأْتِيَنَّهُم بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ |
---|
Elmalılı | Senden azabı çarçabuk (getirmeni) istiyorlar. Eğer önceden tayin edilmiş bir vade olmasaydı, azab elbette onlara gelip çatmıştı. Fakat yine de, hiç farkına varmadıkları bir sırada o kendilerine mutlaka gelecektir. |
Y. Ali | They ask thee to hasten on the Punishment (for them): had it not been for a term (of respite) appointed, the Punishment would certainly have come to them: and it will certainly reach them,- of a sudden, while they perceive not!
|
Words | | |
17. [30:3] | fî edne-l'arḍi vehüm mim ba`di galebihim seyaglibûn. | في أدنى الأرض وهم من بعد غلبهم سيغلبون فِي أَدْنَى الْأَرْضِ وَهُم مِّن بَعْدِ غَلَبِهِمْ سَيَغْلِبُونَ |
---|
Elmalılı | (Arapların bulunduğu bölgeye) en yakın bir yerde onlar, bu yenilgilerinin ardından mutlaka galib geleceklerdir. |
Y. Ali | In a land close by; but they, (even) after (this) defeat of theirs, will soon be victorious-
|
Words | | |
18. [30:7] | ya`lemûne żâhiram mine-lḥayâti-ddünyâ. vehüm `ani-l'âḫirati hüm gâfilûn. | يعلمون ظاهرا من الحياة الدنيا وهم عن الآخرة هم غافلون يَعْلَمُونَ ظَاهِرًا مِّنَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَهُمْ عَنِ الْآخِرَةِ هُمْ غَافِلُونَ |
---|
Elmalılı | Onlar, sadece bu dünya hayatının dış yüzünü bilirler. Ahiretten ise onlar hep gafildirler. |
Y. Ali | They know but the outer (things) in the life of this world: but of the End of things they are heedless.
|
Words | | |
19. [31:4] | elleẕîne yüḳîmûne-ṣṣalâte veyü'tûne-zzekâte vehüm bil'âḫirati hüm yûḳinûn. | الذين يقيمون الصلاة ويؤتون الزكاة وهم بالآخرة هم يوقنون الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُم بِالْآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ |
---|
Elmalılı | Onlar, namazı kılarlar, zekatı verirler, âhirete de kesin olarak inanırlar. |
Y. Ali | Those who establish regular Prayer, and give regular Charity, and have (in their hearts) the assurance of the Hereafter.
|
Words | | |
20. [32:15] | innemâ yü'minü biâyâtine-lleẕîne iẕâ ẕükkirû bihâ ḫarrû süccedev vesebbeḥû biḥamdi rabbihim vehüm lâ yestekbirûn. | إنما يؤمن بآياتنا الذين إذا ذكروا بها خروا سجدا وسبحوا بحمد ربهم وهم لا يستكبرون إِنَّمَا يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا الَّذِينَ إِذَا ذُكِّرُوا بِهَا خَرُّوا سُجَّدًا وَسَبَّحُوا بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ |
---|
Elmalılı | Bizim âyetlerimize öyle kimseler iman eder ki, onlarla kendilerine öğüt verildiği zaman secdelere kapanırlar ve Rablerine hamd ile tesbih ederler de büyüklük taslamazlar. |
Y. Ali | Only those believe in Our Signs, who, when they are recited to them, fall down in prostration, and celebrate the praises of their Lord, nor are they (ever) puffed up with pride.
|
Words | | |
21. [34:37] | vemâ emvâlüküm velâ evlâdüküm billetî tüḳarribüküm `indenâ zülfâ illâ men âmene ve`amile ṣâliḥâ. feülâike lehüm cezâu-ḍḍi`fi bimâ `amilû vehüm fi-lgurufâti âminûn. | وما أموالكم ولا أولادكم بالتي تقربكم عندنا زلفى إلا من آمن وعمل صالحا فأولئك لهم جزاء الضعف بما عملوا وهم في الغرفات آمنون وَمَا أَمْوَالُكُمْ وَلَا أَوْلَادُكُم بِالَّتِي تُقَرِّبُكُمْ عِندَنَا زُلْفَى إِلَّا مَنْ آمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَأُوْلَئِكَ لَهُمْ جَزَاءُ الضِّعْفِ بِمَا عَمِلُوا وَهُمْ فِي الْغُرُفَاتِ آمِنُونَ |
---|
Elmalılı | Halbuki sizi huzurumuza yaklaştıracak olan, mallarınız ve evlatlarınız değildir. Ancak iman edip de salih amel işleyenlere gelince, işte onların amellerine karşı kendilerine kat kat mükafat vardır. Onlar cennet köşklerinde emniyet içindedirler. |
Y. Ali | It is not your wealth nor your sons, that will bring you nearer to Us in degree: but only those who believe and work righteousness - these are the ones for whom there is a multiplied Reward for their deeds, while secure they (reside) in the dwellings on high!
|
Words | | |
22. [35:37] | vehüm yaṣṭariḫûne fîhâ. rabbenâ aḫricnâ na`mel ṣâliḥan gayra-lleẕî künnâ na`mel. evelem nü`ammirküm mâ yeteẕekkeru fîhi men teẕekkera vecâekümü-nneẕîr. feẕûḳû femâ liżżâlimîne min neṣîr. | وهم يصطرخون فيها ربنا أخرجنا نعمل صالحا غير الذي كنا نعمل أولم نعمركم ما يتذكر فيه من تذكر وجاءكم النذير فذوقوا فما للظالمين من نصير وَهُمْ يَصْطَرِخُونَ فِيهَا رَبَّنَا أَخْرِجْنَا نَعْمَلْ صَالِحًا غَيْرَ الَّذِي كُنَّا نَعْمَلُ أَوَلَمْ نُعَمِّرْكُم مَّا يَتَذَكَّرُ فِيهِ مَن تَذَكَّرَ وَجَاءَكُمُ النَّذِيرُ فَذُوقُوا فَمَا لِلظَّالِمِينَ مِن نَّصِيرٍ |
---|
Elmalılı | Onlar, orada şöyle feryad ederler: "Ey Rabbimiz! Bizleri çıkar, yapageldiklerimizden başka salih bir amel yapalım." (Onlara): "Size düşünecek olanın düşüneceği kadar bir ömür vermedik mi? Hem size uyarıcı da gelmişti. O halde azabı tadın. Çünkü zalimleri kurtaracak yoktur." (denir). |
Y. Ali | Therein will they cry aloud (for assistance): "Our Lord! Bring us out: we shall work righteousness, not the (deeds) we used to do!" - "Did We not give you long enough life so that he that would should receive admonition? and (moreover) the warner came to you. So taste ye (the fruits of your deeds): for the wrong-doers there is no helper."
|
Words | | |
23. [36:21] | ittebi`û mel lâ yes'elüküm ecrav vehüm mühtedûn. | اتبعوا من لا يسألكم أجرا وهم مهتدون اتَّبِعُوا مَن لاَّ يَسْأَلُكُمْ أَجْرًا وَهُم مُّهْتَدُونَ |
---|
Elmalılı | "Uyun sizden hiçbir ücret istemeyen o zatlara ki, onlar hidayete ermişlerdir." |
Y. Ali | "Obey those who ask no reward of you (for themselves), and who have themselves received Guidance.
|
Words | | |
24. [36:49] | mâ yenżurûne illâ ṣayḥatev vâḥideten te'ḫuẕühüm vehüm yeḫiṣṣimûn. | ما ينظرون إلا صيحة واحدة تأخذهم وهم يخصمون مَا يَنظُرُونَ إِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً تَأْخُذُهُمْ وَهُمْ يَخِصِّمُونَ |
---|
Elmalılı | Onlar sadece bir tek çığlığa bakıyorlar, bir çığlık ki, onlar çekişip dururken kendilerini yakalayıverir. |
Y. Ali | They will not (have to) wait for aught but a single Blast: it will seize them while they are yet disputing among themselves!
|
Words | | |
25. [36:75] | lâ yesteṭî`ûne naṣrahüm vehüm lehüm cündüm muḥḍarûn. | لا يستطيعون نصرهم وهم لهم جند محضرون لَا يَسْتَطِيعُونَ نَصْرَهُمْ وَهُمْ لَهُمْ جُندٌ مُّحْضَرُونَ |
---|
Elmalılı | Onların, onlara yardıma güçleri yetmez. Kendileri ise onlar için bazı askerlerdir. |
Y. Ali | They have not the power to help them: but they will be brought up (before Our Judgment-seat) as a troop (to be condemned).
|
Words | | |
26. [37:42] | fevâkih. vehüm mükramûn. | فواكه وهم مكرمون فَوَاكِهُ وَهُم مُّكْرَمُونَ |
---|
Elmalılı | Meyveler (vardır), Naîm cennetlerinde onlara hep ikram edilir. |
Y. Ali | Fruits (Delights); and they (shall enjoy) honour and dignity,
|
Words | | |
27. [37:150] | em ḫalaḳne-lmelâikete inâŝev vehüm şâhidûn. | أم خلقنا الملائكة إناثا وهم شاهدون أَمْ خَلَقْنَا الْمَلَائِكَةَ إِنَاثًا وَهُمْ شَاهِدُونَ |
---|
Elmalılı | Yoksa biz melekleri dişi yaratmışız da onlar şahit mi bulunuyorlarmış? |
Y. Ali | Or that We created the angels female, and they are witnesses (thereto)?
|
Words | | |
28. [39:69] | veeşraḳati-l'arḍu binûri rabbihâ vevuḍi`a-lkitâbü vecîe binnebiyyîne veşşühedâi veḳuḍiye beynehüm bilḥaḳḳi vehüm lâ yużlemûn. | وأشرقت الأرض بنور ربها ووضع الكتاب وجيء بالنبيين والشهداء وقضي بينهم بالحق وهم لا يظلمون وَأَشْرَقَتِ الْأَرْضُ بِنُورِ رَبِّهَا وَوُضِعَ الْكِتَابُ وَجِيءَ بِالنَّبِيِّينَ وَالشُّهَدَاءِ وَقُضِيَ بَيْنَهُم بِالْحَقِّ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ |
---|
Elmalılı | Yer, Rabbinin nuru ile parlamıştır. Kitap konmuş, peygamberler ve şahitler getirilmiş ve aralarında hak ile hüküm verilmektedir. Hem onlara hiç haksızlık yapılmaz. |
Y. Ali | And the Earth will shine with the Glory of its Lord: the Record (of Deeds) will be placed (open); the prophets and the witnesses will be brought forward and a just decision pronounced between them; and they will not be wronged (in the least).
|
Words | | |
29. [41:7] | elleẕîne lâ yü'tûne-zzekâte vehüm bil'âḫirati hüm kâfirûn. | الذين لا يؤتون الزكاة وهم بالآخرة هم كافرون الَّذِينَ لَا يُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُم بِالْآخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ |
---|
Elmalılı | Onlar, zekatı vermezler, ahireti de inkâr ederler. |
Y. Ali | Those who practise not regular Charity, and who even deny the Hereafter.
|
Words | | |
30. [41:16] | feerselnâ `aleyhim rîḥan ṣarṣaran fî eyyâmin neḥisâtil linüẕîḳahüm `aẕâbe-lḫizyi fi-lḥayâti-ddünyâ. vele`aẕâbü-l'âḫirati aḫzâ vehüm lâ yünṣarûn. | فأرسلنا عليهم ريحا صرصرا في أيام نحسات لنذيقهم عذاب الخزي في الحياة الدنيا ولعذاب الآخرة أخزى وهم لا ينصرون فَأَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِيْحًا صَرْصَرًا فِي أَيَّامٍ نَّحِسَاتٍ لِّنُذِيقَهُمْ عَذَابَ الْخِزْيِ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَلَعَذَابُ الْآخِرَةِ أَخْزَى وَهُمْ لَا يُنصَرُونَ |
---|
Elmalılı | Bu yüzden biz de onlara dünya hayatında rezillik azabını tattırmak için o uğursuz günlerde dondurucu bir kasırga gönderdik. Ahiret azabı ise elbette daha çok rezil edicidir. Onlara yardım da edilmeyecektir. |
Y. Ali | So We sent against them a furious Wind through days of disaster, that We might give them a taste of a Penalty of humiliation in this life; but the Penalty of a Hereafter will be more humiliating still: and they will find no help.
|
Words | | |