1. [41:38] | feini-stekberû felleẕîne `inde rabbike yüsebbiḥûne lehû billeyli vennehâri vehüm lâ yes'emûn. | فإن استكبروا فالذين عند ربك يسبحون له بالليل والنهار وهم لا يسأمون فَإِنِ اسْتَكْبَرُوا فَالَّذِينَ عِندَ رَبِّكَ يُسَبِّحُونَ لَهُ بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَهُمْ لَا يَسْأَمُونَ |
---|
Elmalılı | Eğer onlar büyüklük taslarlarsa bilsinler ki, Rabbinin yanındaki melekler gece gündüz O'nu tesbih ederler ve hiç usanmazlar. |
Y. Ali | But is the (Unbelievers) are arrogant, (no matter): for in the presence of thy Lord are those who celebrate His praises by night and by day. And they never flag (nor feel themselves above it).
|
Words | | |
2. [43:66] | hel yenżurûne ille-ssâ`ate en te'tiyehüm bagtetev vehüm lâ yeş`urûn. | هل ينظرون إلا الساعة أن تأتيهم بغتة وهم لا يشعرون هَلْ يَنظُرُونَ إِلَّا السَّاعَةَ أَن تَأْتِيَهُم بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ |
---|
Elmalılı | Onlar kendileri farkına varmadan ansızın kıyâmetin başlarına gelmesini mi bekliyorlar? |
Y. Ali | Do they only wait for the Hour - that it should come on them all of a sudden, while they perceive not?
|
Words | | |
3. [43:75] | lâ yüfetteru `anhüm vehüm fîhi müblisûn. | لا يفتر عنهم وهم فيه مبلسون لَا يُفَتَّرُ عَنْهُمْ وَهُمْ فِيهِ مُبْلِسُونَ |
---|
Elmalılı | Onların azâbı hafifletilmez ve onlar azab içersinde ümitsizdirler. |
Y. Ali | Nowise will the (Punishment) be lightened for them, and in despair will they be there overwhelmed.
|
Words | | |
4. [43:86] | velâ yemlikü-lleẕîne yed`ûne min dûnihi-şşefâ`ate illâ men şehide bilḥaḳḳi vehüm ya`lemûn. | ولا يملك الذين يدعون من دونه الشفاعة إلا من شهد بالحق وهم يعلمون وَلَا يَمْلِكُ الَّذِينَ يَدْعُونَ مِن دُونِهِ الشَّفَاعَةَ إِلَّا مَن شَهِدَ بِالْحَقِّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ |
---|
Elmalılı | Onların Allah'ı bırakıp da tapdıkları putlar şefaat hakkına sahip değillerdir. Ancak bilerek hakka şahitlik edenler şefâat edebilir. |
Y. Ali | And those whom they invoke besides Allah have no power of intercession;- only he who bears witness to the Truth, and they know (him).
|
Words | | |
5. [45:22] | veḫaleḳa-llâhü-ssemâvâti vel'arḍa bilḥaḳḳi velitüczâ küllü nefsim bimâ kesebet vehüm lâ yużlemûn. | وخلق الله السماوات والأرض بالحق ولتجزى كل نفس بما كسبت وهم لا يظلمون وَخَلَقَ اللَّهُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ وَلِتُجْزَى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ |
---|
Elmalılı | Halbuki Allah, gökleri ve yeri hak ile yarattı. Hem de herkese yaptığının karşılığı verilmek üzere, onlara asla haksızlık edilmez. |
Y. Ali | Allah created the heavens and the earth for just ends, and in order that each soul may find the recompense of what it has earned, and none of them be wronged.
|
Words | | |
6. [46:5] | vemen eḍallü mimmey yed`û min dûni-llâhi mel lâ yestecîbü lehû ilâ yevmi-lḳiyâmeti vehüm `an dü`âihim gâfilûn. | ومن أضل ممن يدعو من دون الله من لا يستجيب له إلى يوم القيامة وهم عن دعائهم غافلون وَمَنْ أَضَلُّ مِمَّن يَدْعُواْ مِن دُونِ اللَّهِ مَن لَّا يَسْتَجِيبُ لَهُ إِلَى يَومِ الْقِيَامَةِ وَهُمْ عَن دُعَائِهِمْ غَافِلُونَ |
---|
Elmalılı | Allah'ı bırakıp da kıyamet gününe kadar kendisine hiç bir cevap veremeyecek olan putlara dua eden kimseden daha sapık kim olabilir? Oysa taptıkları şeylerin, onların yalvarışlarından haberleri bile yoktur. |
Y. Ali | And who is more astray than one who invokes besides Allah, such as will not answer him to the Day of Judgment, and who (in fact) are unconscious of their call (to them)?
|
Words | | |
7. [46:19] | veliküllin deracâtüm mimmâ `amilû. veliyüveffiyehüm a`mâlehüm vehüm lâ yużlemûn. | ولكل درجات مما عملوا وليوفيهم أعمالهم وهم لا يظلمون وَلِكُلٍّ دَرَجَاتٌ مِّمَّا عَمِلُوا وَلِيُوَفِّيَهُمْ أَعْمَالَهُمْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ |
---|
Elmalılı | Herkesin yaptıklarına göre dereceleri vardır. Allah onlara yaptıklarının karşılığını tam olarak verir. Onlara haksızlık edilmez. |
Y. Ali | And to all are (assigned) degrees according to the deeds which they (have done), and in order that (Allah) may recompense their deeds, and no injustice be done to them.
|
Words | | |
8. [47:34] | inne-lleẕîne keferû veṣaddû `an sebîli-llâhi ŝümme mâtû vehüm küffârun feley yagfira-llâhü lehüm. | إن الذين كفروا وصدوا عن سبيل الله ثم ماتوا وهم كفار فلن يغفر الله لهم إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَن سَبِيلِ اللَّهِ ثُمَّ مَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ فَلَن يَغْفِرَ اللَّهُ لَهُمْ |
---|
Elmalılı | Şüphesiz ki, inkâr edip, Allah yolundan saptıran, sonra da kâfir olarak ölenlere gelince Allah onları asla bağışlamayacaktır. |
Y. Ali | Those who reject Allah, and hinder (men) from the Path of Allah, then die rejecting Allah,- Allah will not forgive them.
|
Words | | |
9. [51:44] | fe`atev `an emri rabbihim feeḫaẕethümu-ṣṣâ`iḳatü vehüm yenżurûn. | فعتوا عن أمر ربهم فأخذتهم الصاعقة وهم ينظرون فَعَتَوْا عَنْ أَمْرِ رَبِّهِمْ فَأَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ وَهُمْ يَنظُرُونَ |
---|
Elmalılı | Onlarsa Rablerinin emrine karşı büyüklük tasladılar. Bunun üzerine kendilerini, bakıp dururlarken yıldırım yakalayıp, çarptı. |
Y. Ali | But they insolently defied the Command of their Lord: So the stunning noise (of an earthquake) seized them, even while they were looking on.
|
Words | | |
10. [58:14] | elem tera ile-lleẕîne tevellev ḳavmen gaḍibe-llâhü `aleyhim. mâ hüm minküm velâ minhüm veyaḥlifûne `ale-lkeẕibi vehüm ya`lemûn. | ألم تر إلى الذين تولوا قوما غضب الله عليهم ما هم منكم ولا منهم ويحلفون على الكذب وهم يعلمون أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ تَوَلَّوْا قَوْمًا غَضِبَ اللَّهُ عَلَيْهِم مَّا هُم مِّنكُمْ وَلَا مِنْهُمْ وَيَحْلِفُونَ عَلَى الْكَذِبِ وَهُمْ يَعْلَمُونَ |
---|
Elmalılı | Allah'ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu dost edinenleri görmedin mi? Onlar ne sizdendirler, ne de onlardan. Bilerek yalan yere yemin ediyorlar. |
Y. Ali | Turnest thou not thy attention to those who turn (in friendship) to such as have the Wrath of Allah upon them? They are neither of you nor of them, and they swear to falsehood knowingly.
|
Words | | |
11. [63:5] | veiẕâ ḳîle lehüm te`âlev yestagfir leküm rasûlü-llâhi levvev ruûsehüm veraeytehüm yeṣuddûne vehüm müstekbirûn. | وإذا قيل لهم تعالوا يستغفر لكم رسول الله لووا رءوسهم ورأيتهم يصدون وهم مستكبرون وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ تَعَالَوْا يَسْتَغْفِرْ لَكُمْ رَسُولُ اللَّهِ لَوَّوْا رُؤُوسَهُمْ وَرَأَيْتَهُمْ يَصُدُّونَ وَهُم مُّسْتَكْبِرُونَ |
---|
Elmalılı | Onlara: "Gelin, Allah'ın Resulü sizin için mağfiret dilesin." denildiği zaman başlarını çevirirler ve onların, büyüklük taslayarak yüz çevirdiklerini görürsün. |
Y. Ali | And when it is said to them, "Come, the Messenger of Allah will pray for your forgiveness", they turn aside their heads, and thou wouldst see them turning away their faces in arrogance.
|
Words | | |
12. [68:19] | feṭâfe `aleyhâ ṭâifüm mir rabbike vehüm nâimûn. | فطاف عليها طائف من ربك وهم نائمون فَطَافَ عَلَيْهَا طَائِفٌ مِّن رَّبِّكَ وَهُمْ نَائِمُونَ |
---|
Elmalılı | Fakat onlar uyurken dolaşıcı bir belâ onu sardı da, |
Y. Ali | Then there came on the (garden) a visitation from thy Lord, (which swept away) all around, while they were asleep.
|
Words | | |
13. [68:23] | fenṭaleḳû vehüm yeteḫâfetûn. | فانطلقوا وهم يتخافتون فَانطَلَقُوا وَهُمْ يَتَخَافَتُونَ |
---|
Elmalılı | Derken fırladılar, aralarında fısıldaşıyorlardı. |
Y. Ali | So they departed, conversing in secret low tones, (saying)-
|
Words | | |
14. [68:43] | ḫâşi`aten ebṣâruhüm terheḳuhüm ẕilleh. veḳad kânû yüd`avne ile-ssücûdi vehüm sâlimûn. | خاشعة أبصارهم ترهقهم ذلة وقد كانوا يدعون إلى السجود وهم سالمون خَاشِعَةً أَبْصَارُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ وَقَدْ كَانُوا يُدْعَوْنَ إِلَى السُّجُودِ وَهُمْ سَالِمُونَ |
---|
Elmalılı | Gözleri düşük bir halde kendilerini bir zillet kaplar. Oysa onlar sapasağlam iken de secdeye davet ediliyorlardı. |
Y. Ali | Their eyes will be cast down,- ignominy will cover them; seeing that they had been summoned aforetime to bow in adoration, while they were whole, (and had refused).
|
Words | | |
15. [85:7] | vehüm `alâ mâ yef`alûne bilmü'minîne şühûd. | وهم على ما يفعلون بالمؤمنين شهود وَهُمْ عَلَى مَا يَفْعَلُونَ بِالْمُؤْمِنِينَ شُهُودٌ |
---|
Elmalılı | Müminlere yaptıklarını seyrediyorlardı. |
Y. Ali | And they witnessed (all) that they were doing against the Believers.
|
Words | | |