1. [51:35] | feaḫracnâ men kâne fîhâ mine-lmü'minîn. | فأخرجنا من كان فيها من المؤمنين فَأَخْرَجْنَا مَن كَانَ فِيهَا مِنَ الْمُؤْمِنِينَ |
---|
Elmalılı | Nihayet biz müminlerden orada bulunan kimseleri çıkardık. |
Y. Ali | Then We evacuated those of the Believers who were there,
|
Words | | |
2. [51:45] | feme-steṭâ`û min ḳiyâmiv vemâ kânû münteṣirîn. | فما استطاعوا من قيام وما كانوا منتصرين فَمَا اسْتَطَاعُوا مِن قِيَامٍ وَمَا كَانُوا مُنتَصِرِينَ |
---|
Elmalılı | Artık onlar, ne kendi kendilerine ayağa kalkabildiler, ne de yardım gördüler. |
Y. Ali | Then they could not even stand (on their feet), nor could they help themselves.
|
Words | | |
3. [51:46] | veḳavme nûḥim min ḳabl. innehüm kânû ḳavmen fâsiḳîn. | وقوم نوح من قبل إنهم كانوا قوما فاسقين وَقَوْمَ نُوحٍ مِّن قَبْلُ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِقِينَ |
---|
Elmalılı | Daha önce de Nuh kavmini helâk etmiştik. Çünkü onlar yoldan çıkmış fâsık bir kavimdiler. |
Y. Ali | So were the People of Noah before them for they wickedly transgressed.
|
Words | | |
4. [52:14] | hâẕihi-nnâru-lletî küntüm bihâ tükeẕẕibûn. | هذه النار التي كنتم بها تكذبون هَذِهِ النَّارُ الَّتِي كُنتُم بِهَا تُكَذِّبُونَ |
---|
Elmalılı | (Onlara): "İşte yalanlayıp durduğunuz ateş budur" (denilecek). |
Y. Ali | "This:, it will be said, "Is the Fire,- which ye were wont to deny!
|
Words | | |
5. [52:16] | iṣlevhâ faṣbirû ev lâ taṣbirû. sevâün `aleyküm. innemâ tüczevne mâ küntüm ta`melûn. | اصلوها فاصبروا أو لا تصبروا سواء عليكم إنما تجزون ما كنتم تعملون اصْلَوْهَا فَاصْبِرُوا أَوْ لَا تَصْبِرُوا سَوَاءٌ عَلَيْكُمْ إِنَّمَا تُجْزَوْنَ مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ |
---|
Elmalılı | Girin oraya, ister sabredin ister etmeyin artık sizin için birdir. Siz hep yaptıklarınıza göre cezalandırılacaksınız" (denilecek). |
Y. Ali | "Burn ye therein: the same is it to you whether ye bear it with patience, or not: Ye but receive the recompense of your (own) deeds."
|
Words | | |
6. [52:19] | külû veşrabû henîem bimâ küntüm ta`melûn. | كلوا واشربوا هنيئا بما كنتم تعملون كُلُوا وَاشْرَبُوا هَنِيئًا بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ |
---|
Elmalılı | (Onlara): "Yaptıklarınıza karşılık afiyetle yeyin, için" (denilir.) |
Y. Ali | (To them will be said:) "Eat and drink ye, with profit and health, because of your (good) deeds."
|
Words | | |
7. [52:26] | ḳâlû innâ künnâ ḳablü fî ehlinâ müşfiḳîn. | قالوا إنا كنا قبل في أهلنا مشفقين قَالُوا إِنَّا كُنَّا قَبْلُ فِي أَهْلِنَا مُشْفِقِينَ |
---|
Elmalılı | Ve diyorlar ki: "Gerçekte biz daha önce (dünya hayatında) âilemiz içinde (âkibetimizden) korkardık". |
Y. Ali | They will say: "Aforetime, we were not without fear for the sake of our people.
|
Words | | |
8. [52:28] | innâ künnâ min ḳablü ned`ûh. innehû hüve-lberru-rraḥîm. | إنا كنا من قبل ندعوه إنه هو البر الرحيم إِنَّا كُنَّا مِن قَبْلُ نَدْعُوهُ إِنَّهُ هُوَ الْبَرُّ الرَّحِيمُ |
---|
Elmalılı | "Gerçekten biz bundan önce O'na yalvarıyorduk. Çünkü iyilik eden, esirgeyen ancak O'dur." |
Y. Ali | "Truly, we did call unto Him from of old: truly it is He, the Beneficent, the Merciful!"
|
Words | | |
9. [52:34] | felye'tû biḥadîŝim miŝlihî in kânû ṣâdiḳîn. | فليأتوا بحديث مثله إن كانوا صادقين فَلْيَأْتُوا بِحَدِيثٍ مِّثْلِهِ إِن كَانُوا صَادِقِينَ |
---|
Elmalılı | Eğer doğru iseler onun benzeri bir söz meydana getirsinler. |
Y. Ali | Let them then produce a recital like unto it,- If (it be) they speak the truth!
|
Words | | |
10. [53:9] | fekâne ḳâbe ḳavseyni ev ednâ. | فكان قاب قوسين أو أدنى فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ أَوْ أَدْنَى |
---|
Elmalılı | Onunla arasındaki mesafe, iki yay kadar, yahut daha az kaldı. |
Y. Ali | And was at a distance of but two bow-lengths or (even) nearer;
|
Words | | |
11. [53:52] | veḳavme nûḥim min ḳabl. innehüm kânû hüm ażleme veaṭgâ. | وقوم نوح من قبل إنهم كانوا هم أظلم وأطغى وَقَوْمَ نُوحٍ مِّن قَبْلُ إِنَّهُمْ كَانُوا هُمْ أَظْلَمَ وَأَطْغَى |
---|
Elmalılı | Önceden de Nuh kavmini (helak etmişti), çünkü onlar zulmetmiş ve azmıştı. |
Y. Ali | And before them, the people of Noah, for that they were (all) most unjust and most insolent transgressors,
|
Words | | |
12. [54:14] | tecrî bia`yüninâ. cezâel limen kâne küfira. | تجري بأعيننا جزاء لمن كان كفر تَجْرِي بِأَعْيُنِنَا جَزَاءً لِّمَن كَانَ كُفِرَ |
---|
Elmalılı | Nankörlük edilen (kulumuz)e bir mükafat olmak üzere (gemi), gözlerimizin önünde akıp gidiyordu. |
Y. Ali | She floats under our eyes (and care): a recompense to one who had been rejected (with scorn)!
|
Words | | |
13. [54:16] | fekeyfe kâne `aẕâbî venüẕür. | فكيف كان عذابي ونذر فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ |
---|
Elmalılı | Benim azabım ve uyarılarım nasılmış (görsünler) |
Y. Ali | But how (terrible) was My Penalty and My Warning?
|
Words | | |
14. [54:18] | keẕẕebet `âdün fekeyfe kâne `aẕâbî venüẕür. | كذبت عاد فكيف كان عذابي ونذر كَذَّبَتْ عَادٌ فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ |
---|
Elmalılı | Âd (kavmi) da yalanladı, azabım ve uyarılarım nasıl oldu? |
Y. Ali | The 'Ad (people) (too) rejected (Truth): then how terrible was My Penalty and My Warning?
|
Words | | |
15. [54:21] | fekeyfe kâne `aẕâbî venüẕür. | فكيف كان عذابي ونذر فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ |
---|
Elmalılı | Nasılmış benim azabım ve uyarım? |
Y. Ali | Yea, how (terrible) was My Penalty and My Warning!
|
Words | | |
16. [54:30] | fekeyfe kâne `aẕâbî venüẕür. | فكيف كان عذابي ونذر فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ |
---|
Elmalılı | Ama azabım ve uyarılarım nasıl oldu. |
Y. Ali | Ah! how (terrible) was My Penalty and My Warning!
|
Words | | |
17. [54:31] | innâ erselnâ `aleyhim ṣayḥatev vâḥideten fekânû keheşîmi-lmuḥteżir. | إنا أرسلنا عليهم صيحة واحدة فكانوا كهشيم المحتظر إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ صَيْحَةً وَاحِدَةً فَكَانُوا كَهَشِيمِ الْمُحْتَظِرِ |
---|
Elmalılı | Biz onların üzerine tek sayha (korkunç bir ses) gönderdik; ağılcının topladığı çalı çırpı kırıntıları gibi kırılıp dökülüverdiler. |
Y. Ali | For We sent against them a single Mighty Blast, and they became like the dry stubble used by one who pens cattle.
|
Words | | |
18. [55:37] | feiẕe-nşeḳḳati-ssemâü fekânet verdeten keldihân. | فإذا انشقت السماء فكانت وردة كالدهان فَإِذَا انشَقَّتِ السَّمَاءُ فَكَانَتْ وَرْدَةً كَالدِّهَانِ |
---|
Elmalılı | Gök yarılıp da, erimiş yağ gibi kıpkırmızı bir gül olduğu zaman... |
Y. Ali | When the sky is rent asunder, and it becomes red like ointment:
|
Words | | |
19. [56:6] | fekânet hebâem mümbeŝŝâ. | فكانت هباء منبثا فَكَانَتْ هَبًَاء مُّنبَثًّا |
---|
Elmalılı | Dağılıp toz duman haline geldiği |
Y. Ali | Becoming dust scattered abroad,
|
Words | | |
20. [56:7] | veküntüm ezvâcen ŝelâŝeh. | وكنتم أزواجا ثلاثة وَكُنتُمْ أَزْوَاجًا ثَلَاثَةً |
---|
Elmalılı | Ve sizler üç sınıf olduğunuz zaman |
Y. Ali | And ye shall be sorted out into three classes.
|
Words | | |
21. [56:24] | cezâem bimâ kânû ya`melûn. | جزاء بما كانوا يعملون جَزَاءً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ |
---|
Elmalılı | Yaptıklarına karşılık olarak verilir. |
Y. Ali | A Reward for the deeds of their past (life).
|
Words | | |
22. [56:45] | innehüm kânû ḳable ẕâlike mütrafîn. | إنهم كانوا قبل ذلك مترفين إِنَّهُمْ كَانُوا قَبْلَ ذَلِكَ مُتْرَفِينَ |
---|
Elmalılı | Çünkü onlar bundan önce varlık içinde sefâhete dalmışlardı. |
Y. Ali | For that they were wont to be indulged, before that, in wealth (and luxury),
|
Words | | |
23. [56:46] | vekânû yüṣirrûne `ale-lḥinŝi-l`ażîm. | وكانوا يصرون على الحنث العظيم وَكَانُوا يُصِرُّونَ عَلَى الْحِنثِ الْعَظِيمِ |
---|
Elmalılı | Büyük günahı işlemekte ısrar ediyorlardı. |
Y. Ali | And persisted obstinately in wickedness supreme!
|
Words | | |
24. [56:47] | vekânû yeḳûlûne eiẕâ mitnâ vekünnâ türâbev ve`iżâmen einnâ lemeb`ûŝûn. | وكانوا يقولون أئذا متنا وكنا ترابا وعظاما أإنا لمبعوثون وَكَانُوا يَقُولُونَ أَئِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَئِنَّا لَمَبْعُوثُونَ |
---|
Elmalılı | Ve diyorlardı ki: "Biz ölüp, toprak ve kemik yığını olduktan sonra, biz mi bir daha diriltileceğiz?" |
Y. Ali | And they used to say, "What! when we die and become dust and bones, shall we then indeed be raised up again?-
|
Words | | |
25. [56:86] | felevlâ in küntüm gayra medînîn. | فلولا إن كنتم غير مدينين فَلَوْلَا إِن كُنتُمْ غَيْرَ مَدِينِينَ |
---|
Elmalılı | Eğer cezalandırılmayacak iseniz, |
Y. Ali | Then why do ye not,- If you are exempt from (future) account,-
|
Words | | |
26. [56:87] | terci`ûnehâ in küntüm ṣâdiḳîn. | ترجعونها إن كنتم صادقين تَرْجِعُونَهَا إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ |
---|
Elmalılı | Onu geri çevirsenize; şayet iddianızda doğru iseniz. |
Y. Ali | Call back the soul, if ye are true (in the claim of independence)?
|
Words | | |
27. [56:88] | feemmâ in kâne mine-lmüḳarrabîn. | فأما إن كان من المقربين فَأَمَّا إِن كَانَ مِنَ الْمُقَرَّبِينَ |
---|
Elmalılı | Fakat ölen kişiye gelince, eğer o rahmete yaklaştırılanlardan ise, |
Y. Ali | Thus, then, if he be of those Nearest to Allah,
|
Words | | |
28. [56:90] | veemmâ in kâne min aṣḥâbi-lyemîn. | وأما إن كان من أصحاب اليمين وَأَمَّا إِن كَانَ مِنَ أَصْحَابِ الْيَمِينِ |
---|
Elmalılı | Eğer O, sağın adamlarından ise, |
Y. Ali | And if he be of the Companions of the Right Hand,
|
Words | | |
29. [56:92] | veemmâ in kâne mine-lmükeẕẕibîne-ḍḍâllîn. | وأما إن كان من المكذبين الضالين وَأَمَّا إِن كَانَ مِنَ الْمُكَذِّبِينَ الضَّالِّينَ |
---|
Elmalılı | Ama yalanlayıcı sapıklardan ise; |
Y. Ali | And if he be of those who treat (Truth) as Falsehood, who go wrong,
|
Words | | |
30. [57:4] | hüve-lleẕî ḫaleḳa-ssemâvâti vel'arḍa fî sitteti eyyâmin ŝümme-stevâ `ale-l`arş. ya`lemü mâ yelicü fi-l'arḍi vemâ yaḫrucü minhâ vemâ yenzilü mine-ssemâi vemâ ya`rucü fîhâ. vehüve me`aküm eyne mâ küntüm. vellâhü bimâ ta`melûne beṣîr. | هو الذي خلق السماوات والأرض في ستة أيام ثم استوى على العرش يعلم ما يلج في الأرض وما يخرج منها وما ينزل من السماء وما يعرج فيها وهو معكم أين ما كنتم والله بما تعملون بصير هُوَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ يَعْلَمُ مَا يَلِجُ فِي الْأَرْضِ وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا وَمَا يَنْزِلُ مِنَ السَّمَاءِ وَمَا يَعْرُجُ فِيهَا وَهُوَ مَعَكُمْ أَيْنَ مَا كُنتُمْ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ |
---|
Elmalılı | O'dur ki gökleri ve yeri altı günde yarattı. Sonra arş üzerine istivâ etti (hükümran oldu). Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni, ona çıkanı bilir. Nerede olsanız O sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görmektedir. |
Y. Ali | He it is Who created the heavens and the earth in Six Days, and is moreover firmly established on the Throne (of Authority). He knows what enters within the earth and what comes forth out of it, what comes down from heaven and what mounts up to it. And He is with you wheresoever ye may be. And Allah sees well all that ye do.
|
Words | | |