1. [26:116] | ḳâlû leil lem tentehi yâ nûḥu letekûnenne mine-lmercûmîn. | قالوا لئن لم تنته يا نوح لتكونن من المرجومين قَالُوا لَئِن لَّمْ تَنتَهِ يَا نُوحُ لَتَكُونَنَّ مِنَ الْمَرْجُومِينَ |
---|
Elmalılı | Dediler ki: "Ey Nuh! Eğer vazgeçmezsen, iyi bil ki, taşa tutulanlardan olacaksın!" |
Y. Ali | They said: "If thou desist not, O Noah! thou shalt be stoned (to death)."
|
Words | | |
2. [26:121] | inne fî ẕâlike leâyeh. vemâ kâne ekŝeruhüm mü'minîn. | إن في ذلك لآية وما كان أكثرهم مؤمنين إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ |
---|
Elmalılı | Şüphesiz bunda mutlak bir âyet (alınacak ders) vardır; ama çokları iman etmiş değillerdir. |
Y. Ali | Verily in this is a Sign: but most of them do not believe.
|
Words | | |
3. [26:136] | ḳâlû sevâün `aleynâ eve`ażte em lem teküm mine-lvâ`iżîn. | قالوا سواء علينا أوعظت أم لم تكن من الواعظين قَالُوا سَوَاءٌ عَلَيْنَا أَوَعَظْتَ أَمْ لَمْ تَكُن مِّنَ الْوَاعِظِينَ |
---|
Elmalılı | "Dediler ki: "Sen ha vaaz etmişsin, ha vaaz edenlerden olmamışsın, bizce birdir." |
Y. Ali | They said: "It is the same to us whether thou admonish us or be not among (our) admonishers!
|
Words | | |
4. [26:139] | fekeẕẕebûhü feehleknâhüm. inne fî ẕâlike leâyeh. vemâ kâne ekŝeruhüm mü'minîn. | فكذبوه فأهلكناهم إن في ذلك لآية وما كان أكثرهم مؤمنين فَكَذَّبُوهُ فَأَهْلَكْنَاهُمْ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ |
---|
Elmalılı | Böylece onu yalancı saydılar; biz de kendilerini helak ettik. Şüphesiz bunda mutlak bir âyet (alınacak bir ders) vardır, ama çokları iman etmiş değillerdir. |
Y. Ali | So they rejected him, and We destroyed them. Verily in this is a Sign: but most of them do not believe.
|
Words | | |
5. [26:154] | mâ ente illâ beşerum miŝlünâ. fe'ti biâyetin in künte mine-ṣṣâdiḳîn. | ما أنت إلا بشر مثلنا فأت بآية إن كنت من الصادقين مَا أَنتَ إِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُنَا فَأْتِ بِآيَةٍ إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ |
---|
Elmalılı | "Sen de ancak bizim gibi bir beşersin. Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bize bir âyet (mucize) getir." |
Y. Ali | "Thou art no more than a mortal like us: then bring us a Sign, if thou tellest the truth!"
|
Words | | |
6. [26:158] | feeḫaẕehümü-l`aẕâb. inne fî ẕâlike leâyeh. vemâ kâne ekŝeruhüm mü'minîn. | فأخذهم العذاب إن في ذلك لآية وما كان أكثرهم مؤمنين فَأَخَذَهُمُ الْعَذَابُ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ |
---|
Elmalılı | Çünkü kendilerini azap yakalayıverdi. Şüphesiz bunda bir âyet (alınacak bir ders) vardır, ama çokları iman etmiş değillerdir. |
Y. Ali | But the Penalty seized them. Verily in this is a Sign: but most of them do not believe.
|
Words | | |
7. [26:167] | ḳâlû leil lem tentehi yâ lûṭu letekûnenne mine-lmuḫracîn. | قالوا لئن لم تنته يا لوط لتكونن من المخرجين قَالُوا لَئِن لَّمْ تَنتَهِ يَا لُوطُ لَتَكُونَنَّ مِنَ الْمُخْرَجِينَ |
---|
Elmalılı | Onlar şöyle dediler: "Ey Lût! (Bu davadan) vazgeçmezsen, iyi bilki, sürülenlerden olacaksın." |
Y. Ali | They said: "If thou desist not, O Lut! thou wilt assuredly be cast out!"
|
Words | | |
8. [26:174] | inne fî ẕâlike leâyeh. vemâ kâne ekŝeruhüm mü'minîn. | إن في ذلك لآية وما كان أكثرهم مؤمنين إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ |
---|
Elmalılı | Şüphesiz bunda bir âyet (alınacak bir ders) vardır. Ama çokları iman etmiş değillerdir. |
Y. Ali | Verily in this is a Sign: but most of them do not believe.
|
Words | | |
9. [26:181] | evfü-lkeyle velâ tekûnû mine-lmuḫsirîn. | أوفوا الكيل ولا تكونوا من المخسرين أَوْفُوا الْكَيْلَ وَلَا تَكُونُوا مِنَ الْمُخْسِرِينَ |
---|
Elmalılı | "Ölçeği tam ölçün de hak yiyenlerden olmayın." |
Y. Ali | "Give just measure, and cause no loss (to others by fraud).
|
Words | | |
10. [26:187] | feesḳiṭ `aleynâ kisefem mine-ssemâi in künte mine-ṣṣâdiḳîn. | فأسقط علينا كسفا من السماء إن كنت من الصادقين فَأَسْقِطْ عَلَيْنَا كِسَفًا مِّنَ السَّمَاءِ إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ |
---|
Elmalılı | "Şayet doğru sözlülerden isen, üstümüze gökten bir parça düşürüver." |
Y. Ali | "Now cause a piece of the sky to fall on us, if thou art truthful!"
|
Words | | |
11. [26:189] | fekeẕẕebûhü feeḫaẕehüm `aẕâbü yevmi-żżulleh. innehû kâne `aẕâbe yevmin `ażîm. | فكذبوه فأخذهم عذاب يوم الظلة إنه كان عذاب يوم عظيم فَكَذَّبُوهُ فَأَخَذَهُمْ عَذَابُ يَوْمِ الظُّلَّةِ إِنَّهُ كَانَ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ |
---|
Elmalılı | Hülasa, onu yalancı saydılar da kendilerini o gölge gününün azabı yakalayıverdi. O cidden büyük bir günün azabı idi! |
Y. Ali | But they rejected him. Then the punishment of a day of overshadowing gloom seized them, and that was the Penalty of a Great Day.
|
Words | | |
12. [26:190] | inne fî ẕâlike leâyeh. vemâ kâne ekŝeruhüm mü'minîn. | إن في ذلك لآية وما كان أكثرهم مؤمنين إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ |
---|
Elmalılı | Şüphesiz bunda bir âyet (alınacak bir ders) vardır. Ama çokları iman etmiş değillerdir. |
Y. Ali | Verily in that is a Sign: but most of them do not believe.
|
Words | | |
13. [26:194] | `alâ ḳalbike litekûne mine-lmünẕirîn. | على قلبك لتكون من المنذرين عَلَى قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ الْمُنذِرِينَ |
---|
Elmalılı | Uyarıcılardan olasın diye senin kalbin üzerine; |
Y. Ali | To thy heart and mind, that thou mayest admonish.
|
Words | | |
14. [26:197] | evelem yekül lehüm âyeten ey ya`lemehû `ulemâü benî isrâîl. | أولم يكن لهم آية أن يعلمه علماء بني إسرائيل أَوَلَمْ يَكُن لَّهُمْ آيَةً أَن يَعْلَمَهُ عُلَمَاءُ بَنِي إِسْرَائِيلَ |
---|
Elmalılı | İsrailoğulları bilginlerinin onu bilmesi, onlar için bir âyet (delil) değil midir? |
Y. Ali | Is it not a Sign to them that the Learned of the Children of Israel knew it (as true)?
|
Words | | |
15. [26:199] | feḳara'ehû `aleyhim mâ kânû bihî mü'minîn. | فقرأه عليهم ما كانوا به مؤمنين فَقَرَأَهُ عَلَيْهِم مَّا كَانُوا بِهِ مُؤْمِنِينَ |
---|
Elmalılı | Biz onu Arapça bilmeyenlerden birine indirseydik de, bunu o okusaydı, yine de ona iman etmezlerdi. |
Y. Ali | And had he recited it to them, they would not have believed in it.
|
Words | | |
16. [26:206] | ŝümme câehüm mâ kânû yû`adûn. | ثم جاءهم ما كانوا يوعدون ثُمَّ جَاءَهُم مَّا كَانُوا يُوعَدُونَ |
---|
Elmalılı | Sonra kendilerine vaad edilen (azab) gelip çatarsa, |
Y. Ali | Yet there comes to them at length the (Punishment) which they were promised!
|
Words | | |
17. [26:207] | mâ agnâ `anhüm mâ kânû yümette`ûn. | ما أغنى عنهم ما كانوا يمتعون مَا أَغْنَى عَنْهُم مَّا كَانُوا يُمَتَّعُونَ |
---|
Elmalılı | O yaşadıkları zevkin kendilerine hiçbir faydası olmayacaktır. |
Y. Ali | It will profit them not that they enjoyed (this life)!
|
Words | | |
18. [26:209] | ẕikrâ. vemâ künnâ żâlimîn. | ذكرى وما كنا ظالمين ذِكْرَى وَمَا كُنَّا ظَالِمِينَ |
---|
Elmalılı | (Onlar) ihtar edilmiştir ve biz zulmetmiş değiliz. |
Y. Ali | By way of reminder; and We never are unjust.
|
Words | | |
19. [26:213] | felâ ted`u me`a-llâhi ilâhen âḫara fetekûne mine-lmü`aẕẕebîn. | فلا تدع مع الله إلها آخر فتكون من المعذبين فَلَا تَدْعُ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ فَتَكُونَ مِنَ الْمُعَذَّبِينَ |
---|
Elmalılı | O halde sakın Allah ile beraber başka tanrıya kulluk edip yalvarma, yoksa azaba uğratılanlardan olursun. |
Y. Ali | So call not on any other god with Allah, or thou wilt be among those under the Penalty.
|
Words | | |
20. [27:12] | veedḫil yedeke fî ceybike taḫruc beyḍâe min gayri sûin fî tis`i âyâtin ilâ fir`avne veḳavmih. innehüm kânû ḳavmen fâsiḳîn. | وأدخل يدك في جيبك تخرج بيضاء من غير سوء في تسع آيات إلى فرعون وقومه إنهم كانوا قوما فاسقين وَأَدْخِلْ يَدَكَ فِي جَيْبِكَ تَخْرُجْ بَيْضَاءَ مِنْ غَيْرِ سُوءٍ فِي تِسْعِ آيَاتٍ إِلَى فِرْعَوْنَ وَقَوْمِهِ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِقِينَ |
---|
Elmalılı | "Elini koynuna sok; kusursuz bembeyaz çıkacaktır. Dokuz mucize ile Firavun ve kavmine (git), çünkü onlar yoldan çıkmış bir kavim olmuşlardır." |
Y. Ali | "Now put thy hand into thy bosom, and it will come forth white without stain (or harm): (these are) among the nine Signs (thou wilt take) to Pharaoh and his people: for they are a people rebellious in transgression."
|
Words | | |
21. [27:14] | veceḥadû bihâ vesteyḳanethâ enfüsühüm żulmev ve`ulüvvâ. fenżur keyfe kâne `âḳibetü-lmüfsidîn. | وجحدوا بها واستيقنتها أنفسهم ظلما وعلوا فانظر كيف كان عاقبة المفسدين وَجَحَدُوا بِهَا وَاسْتَيْقَنَتْهَا أَنفُسُهُمْ ظُلْمًا وَعُلُوًّا فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِدِينَ |
---|
Elmalılı | Ve vicdanları bunlar(ın doğruluğun)a tam bir kanaat getirdiği halde, zulüm ve kibirlerinden ötürü onları bile bile inkâr ettiler. Bozguncuların sonunun nice olduğuna bir bak! |
Y. Ali | And they rejected those Signs in iniquity and arrogance, though their souls were convinced thereof: so see what was the end of those who acted corruptly!
|
Words | | |
22. [27:20] | vetefeḳḳade-ṭṭayra feḳâle mâ liye lâ era-lhüdhüd. em kâne mine-lgâibîn. | وتفقد الطير فقال ما لي لا أرى الهدهد أم كان من الغائبين وَتَفَقَّدَ الطَّيْرَ فَقَالَ مَا لِيَ لَا أَرَى الْهُدْهُدَ أَمْ كَانَ مِنَ الْغَائِبِينَ |
---|
Elmalılı | (Süleyman) Kuşları gözden geçirdikten sonra şöyle dedi: "Hüdhüd'ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı?" |
Y. Ali | And he took a muster of the Birds; and he said: "Why is it I see not the Hoopoe? Or is he among the absentees?
|
Words | | |
23. [27:27] | ḳâle senenżuru eṣadaḳte em künte mine-lkâẕibîn. | قال سننظر أصدقت أم كنت من الكاذبين قَالَ سَنَنظُرُ أَصَدَقْتَ أَمْ كُنتَ مِنَ الْكَاذِبِينَ |
---|
Elmalılı | (Süleyman Hüdhüd'e) dedi ki: "Doğru mu söyledin, yoksa yalancılardan mısın, bakacağız." |
Y. Ali | (Solomon) said: "Soon shall we see whether thou hast told the truth or lied!
|
Words | | |
24. [27:32] | ḳâlet yâ eyyühe-lmeleü eftûnî fî emrî. mâ küntü ḳâṭi`aten emran ḥattâ teşhedûn. | قالت يا أيها الملأ أفتوني في أمري ما كنت قاطعة أمرا حتى تشهدون قَالَتْ يَا أَيُّهَا الْمَلَأُ أَفْتُونِي فِي أَمْرِي مَا كُنتُ قَاطِعَةً أَمْرًا حَتَّى تَشْهَدُونِ |
---|
Elmalılı | (Sonra Melike) dedi ki: "Beyler, ulular! Bu işimde bana bir fikir verin. (Bilirsiniz) siz yanımda olmadan hiçbir işi kestirip atmam." |
Y. Ali | She said: "Ye chiefs! advise me in (this) my affair: no affair have I decided except in your presence."
|
Words | | |
25. [27:41] | ḳâle nekkirû lehâ `arşehâ nenżur etehtedî em tekûnü mine-lleẕîne lâ yehtedûn. | قال نكروا لها عرشها ننظر أتهتدي أم تكون من الذين لا يهتدون قَالَ نَكِّرُوا لَهَا عَرْشَهَا نَنظُرْ أَتَهْتَدِي أَمْ تَكُونُ مِنَ الَّذِينَ لَا يَهْتَدُونَ |
---|
Elmalılı | (Süleyman devamla) dedi ki: "Onun tahtını bilemeyeceği bir vaziyete sokun; getirin bakalım tanıyabilecek mi, yoksa tanıyamayanlardan mı olacak?" |
Y. Ali | He said: "Transform her throne out of all recognition by her: let us see whether she is guided (to the truth) or is one of those who receive no guidance."
|
Words | | |
26. [27:42] | felemmâ câet ḳîle ehâkeẕâ `arşük. ḳâlet keennehû hû. veûtîne-l`ilme min ḳablihâ vekünnâ müslimîn. | فلما جاءت قيل أهكذا عرشك قالت كأنه هو وأوتينا العلم من قبلها وكنا مسلمين فَلَمَّا جَاءَتْ قِيلَ أَهَكَذَا عَرْشُكِ قَالَتْ كَأَنَّهُ هُوَ وَأُوتِينَا الْعِلْمَ مِن قَبْلِهَا وَكُنَّا مُسْلِمِينَ |
---|
Elmalılı | Melike gelince, "Senin tahtın da böyle mi?" dendi. O şöyle cevap verdi: "Tıpkı o! Zaten bize daha önce bilgi verilmiş ve biz teslimiyet göstermiştik." |
Y. Ali | So when she arrived, she was asked, "Is this thy throne?" She said, "It was just like this; and knowledge was bestowed on us in advance of this, and we have submitted to Allah (in Islam)."
|
Words | | |
27. [27:43] | veṣaddehâ mâ kânet ta`büdü min dûni-llâh. innehâ kânet min ḳavmin kâfirîn. | وصدها ما كانت تعبد من دون الله إنها كانت من قوم كافرين وَصَدَّهَا مَا كَانَت تَّعْبُدُ مِن دُونِ اللَّهِ إِنَّهَا كَانَتْ مِن قَوْمٍ كَافِرِينَ |
---|
Elmalılı | O'nu, Allah'tan başka taptığı şeyler alıkoymuştu. Çünkü kendisi inkârcı bir kavimdendi. |
Y. Ali | And he diverted her from the worship of others besides Allah: for she was (sprung) of a people that had no faith.
|
Words | | |
28. [27:48] | vekâne fi-lmedîneti tis`atü rahṭiy yüfsidûne fi-l'arḍi velâ yuṣliḥûn. | وكان في المدينة تسعة رهط يفسدون في الأرض ولا يصلحون وَكَانَ فِي الْمَدِينَةِ تِسْعَةُ رَهْطٍ يُفْسِدُونَ فِي الْأَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ |
---|
Elmalılı | O şehirde dokuz çete vardı ki, bunlar yeryüzünde bozgunculuk yapıyorlar, iyilik tarafına hiç yanaşmıyorlardı. |
Y. Ali | There were in the city nine men of a family, who made mischief in the land, and would not reform.
|
Words | | |
29. [27:51] | fenżur keyfe kâne `âḳibetü mekrihim ennâ demmernâhüm veḳavmehüm ecme`în. | فانظر كيف كان عاقبة مكرهم أنا دمرناهم وقومهم أجمعين فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ مَكْرِهِمْ أَنَّا دَمَّرْنَاهُمْ وَقَوْمَهُمْ أَجْمَعِينَ |
---|
Elmalılı | İşte bak! Tuzaklarının akibeti nice oldu: Onları da, kavimlerini de toptan helak ettik. |
Y. Ali | Then see what was the end of their plot!- this, that We destroyed them and their people, all (of them).
|
Words | | |
30. [27:53] | veenceyne-lleẕîne âmenû vekânû yetteḳûn. | وأنجينا الذين آمنوا وكانوا يتقون وَأَنْجَيْنَا الَّذِينَ آمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ |
---|
Elmalılı | İman edip Allah'a karşı gelmekten sakınanları da kurtardık. |
Y. Ali | And We saved those who believed and practised righteousness.
|
Words | | |