1. [18:80] | veemme-lgulâmü fekâne ebevâhü mü'mineyni feḫaşînâ ey yürhiḳahümâ ṭugyânev veküfrâ. | وأما الغلام فكان أبواه مؤمنين فخشينا أن يرهقهما طغيانا وكفرا وَأَمَّا الْغُلاَمُ فَكَانَ أَبَوَاهُ مُؤْمِنَيْنِ فَخَشِينَا أَن يُرْهِقَهُمَا طُغْيَانًا وَكُفْرًا |
---|
Elmalılı | "Oğlana gelince, onun anababası mümin kimselerdi. Çocuğun onları azgınlık ve inkâra sürüklemesinden korktuk." |
Y. Ali | "As for the youth, his parents were people of Faith, and we feared that he would grieve them by obstinate rebellion and ingratitude (to Allah and man).
|
Words | | |
2. [18:82] | veemme-lcidâru fekâne ligulâmeyni yetîmeyni fi-lmedîneti vekâne taḥtehû kenzül lehümâ vekâne ebûhümâ ṣâliḥâ. feerâde rabbüke ey yeblügâ eşüddehümâ veyestaḫricâ kenzehümâ. raḥmetem mir rabbik. vemâ fe`altühû `an emrî. ẕâlike te'vîlü mâ lem tesṭi` `aleyhi ṣabrâ. | وأما الجدار فكان لغلامين يتيمين في المدينة وكان تحته كنز لهما وكان أبوهما صالحا فأراد ربك أن يبلغا أشدهما ويستخرجا كنزهما رحمة من ربك وما فعلته عن أمري ذلك تأويل ما لم تسطع عليه صبرا وَأَمَّا الْجِدَارُ فَكَانَ لِغُلاَمَيْنِ يَتِيمَيْنِ فِي الْمَدِينَةِ وَكَانَ تَحْتَهُ كَنْزٌ لَّهُمَا وَكَانَ أَبُوهُمَا صَالِحًا فَأَرَادَ رَبُّكَ أَنْ يَبْلُغَا أَشُدَّهُمَا وَيَسْتَخْرِجَا كَنْزَهُمَا رَحْمَةً مِّن رَّبِّكَ وَمَا فَعَلْتُهُ عَنْ أَمْرِي ذَلِكَ تَأْوِيلُ مَا لَمْ تَسْطِع عَّلَيْهِ صَبْرًا |
---|
Elmalılı | "Duvar ise, o şehirde iki yetim oğlana ait idi. Duvarın altında onların bir hazinesi vardı. Babaları da iyi bir kimse idi. Onun için Rabbin istedi ki o iki çocuk erginlik çağlarına ersinler ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar. Ve ben bunların hiçbirini kendiliğimden yapmadım. İşte senin sabredemediğin şeylerin içyüzleri budur." |
Y. Ali | "As for the wall, it belonged to two youths, orphans, in the Town; there was, beneath it, a buried treasure, to which they were entitled: their father had been a righteous man: So thy Lord desired that they should attain their age of full strength and get out their treasure - a mercy (and favour) from thy Lord. I did it not of my own accord. Such is the interpretation of (those things) over which thou wast unable to hold patience."
|
Words | | |
3. [18:98] | ḳâle hâẕâ raḥmetüm mir rabbî. feiẕâ câe va`dü rabbî ce`alehû dekkâ'. vekâne va`dü rabbî ḥaḳḳâ. | قال هذا رحمة من ربي فإذا جاء وعد ربي جعله دكاء وكان وعد ربي حقا قَالَ هَذَا رَحْمَةٌ مِّن رَّبِّي فَإِذَا جَاءَ وَعْدُ رَبِّي جَعَلَهُ دَكَّاءَ وَكَانَ وَعْدُ رَبِّي حَقًّا |
---|
Elmalılı | Zülkarneyn dedi ki: "Bu Rabbimin bir lütfudur. Rabbimin vaadi geldiği vakit de onu dümdüz yapacaktır. Rabbimin vaadi de haktır. |
Y. Ali | He said: "This is a mercy from my Lord: But when the promise of my Lord comes to pass, He will make it into dust; and the promise of my Lord is true."
|
Words | | |
4. [18:101] | elleẕîne kânet a`yünühüm fî giṭâin `an ẕikrî vekânû lâ yesteṭî`ûne sem`â. | الذين كانت أعينهم في غطاء عن ذكري وكانوا لا يستطيعون سمعا الَّذِينَ كَانَتْ أَعْيُنُهُمْ فِي غِطَاءِ عَن ذِكْرِي وَكَانُوا لاَ يَسْتَطِيعُونَ سَمْعًا |
---|
Elmalılı | Onlar ki, beni hatırlatan âyetlerimden gözleri bir örtü içindeydi. İşitmeye de tahammül edemiyorlardı. |
Y. Ali | (Unbelievers) whose eyes had been under a veil from remembrance of Me, and who had been unable even to hear.
|
Words | | |
5. [18:107] | inne-lleẕîne âmenû ve`amilu-ṣṣâliḥâti kânet lehüm cennâtü-lfirdevsi nüzülâ. | إن الذين آمنوا وعملوا الصالحات كانت لهم جنات الفردوس نزلا إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ كَانَتْ لَهُمْ جَنَّاتُ الْفِرْدَوْسِ نُزُلاً |
---|
Elmalılı | İman edip salih ameller işleyenlere gelince, onlar için Firdevs cennetleri konak olmuştur. |
Y. Ali | As to those who believe and work righteous deeds, they have, for their entertainment, the Gardens of Paradise,
|
Words | | |
6. [18:109] | ḳul lev kâne-lbaḥru midâdel likelimâti rabbî lenefide-lbaḥru ḳable en tenfede kelimâtü rabbî velev ci'nâ bimiŝlihî mededâ. | قل لو كان البحر مدادا لكلمات ربي لنفد البحر قبل أن تنفد كلمات ربي ولو جئنا بمثله مددا قُل لَّوْ كَانَ الْبَحْرُ مِدَادًا لِّكَلِمَاتِ رَبِّي لَنَفِدَ الْبَحْرُ قَبْلَ أَن تَنفَدَ كَلِمَاتُ رَبِّي وَلَوْ جِئْنَا بِمِثْلِهِ مَدَدًا |
---|
Elmalılı | Deki: "Eğer Rabbimin sözlerini yazmak için deniz mürekkep olsa, Rabbimin sözleri tükenmeden önce, deniz muhakkak tükenecekti, bir mislini daha yardımcı getirsek bile." |
Y. Ali | Say: "If the ocean were ink (wherewith to write out) the words of my Lord, sooner would the ocean be exhausted than would the words of my Lord, even if we added another ocean like it, for its aid."
|
Words | | |
7. [18:110] | ḳul innemâ ene beşerum miŝlüküm yûḥâ ileyye ennemâ ilâhüküm ilâhüv vâḥid. femen kâne yercû liḳâe rabbihî felya`mel `amelen ṣâliḥav velâ yüşrik bi`ibâdeti rabbihî eḥadâ. | قل إنما أنا بشر مثلكم يوحى إلي أنما إلهكم إله واحد فمن كان يرجو لقاء ربه فليعمل عملا صالحا ولا يشرك بعبادة ربه أحدا قُلْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ يُوحَى إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَمَن كَانَ يَرْجُو لِقَاءَ رَبِّهِ فَلْيَعْمَلْ عَمَلاً صَالِحًا وَلاَ يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ أَحَدًا |
---|
Elmalılı | De ki: "Ben de sizin gibi ancak bir beşerim. Ne var ki, bana ilâhınızın ancak bir ilâh olduğu vahyolunuyor. Onun için her kim Rabbine kavuşmayı arzu ederse iyi amel işlesin ve Rabbine yaptığı ibadete hiç kimseyi ortak etmesin." |
Y. Ali | Say: "I am but a man like yourselves, (but) the inspiration has come to me, that your Allah is one Allah: whoever expects to meet his Lord, let him work righteousness, and, in the worship of his Lord, admit no one as partner.
|
Words | | |
8. [19:4] | ḳâle rabbi innî vehene-l`ażmü minnî veşte`ale-rra'sü şeybev velem eküm bidü`âike rabbi şeḳiyyâ. | قال رب إني وهن العظم مني واشتعل الرأس شيبا ولم أكن بدعائك رب شقيا قَالَ رَبِّ إِنِّي وَهَنَ الْعَظْمُ مِنِّي وَاشْتَعَلَ الرَّأْسُ شَيْبًا وَلَمْ أَكُن بِدُعَائِكَ رَبِّ شَقِيًّا |
---|
Elmalılı | Şöyle demişti: "Ey Rabbim! Şüphesiz (artık öyle bir durumdayım ki) benim kemiğim zayıflayıp gevşedi ve başım(ın saçı) bembeyaz alev gibi tutuştu. Sana dua etmekle de ey Rabbim, hiçbir zaman bedbaht olmadım." |
Y. Ali | Praying: "O my Lord! infirm indeed are my bones, and the hair of my head doth glisten with grey: but never am I unblest, O my Lord, in my prayer to Thee!
|
Words | | |
9. [19:5] | veinnî ḫiftü-lmevâliye miv verâî vekâneti-mraetî `âḳiran feheb lî mil ledünke veliyyâ. | وإني خفت الموالي من ورائي وكانت امرأتي عاقرا فهب لي من لدنك وليا وَإِنِّي خِفْتُ الْمَوَالِيَ مِن وَرَائِي وَكَانَتِ امْرَأَتِي عَاقِرًا فَهَبْ لِي مِن لَّدُنكَ وَلِيًّا |
---|
Elmalılı | "Gerçekten ben, arkamdan yerime geçecek varislerden endişedeyim. Karım da kısır bulunuyor. Onun için katından bana bir çocuk ihsan et." |
Y. Ali | "Now I fear (what) my relatives (and colleagues) (will do) after me: but my wife is barren: so give me an heir as from Thyself,-
|
Words | | |
10. [19:8] | ḳâle rabbi ennâ yekûnü lî gulâmüv vekâneti-mraetî `âḳirav veḳad belagtü mine-lkiberi `itiyyâ. | قال رب أنى يكون لي غلام وكانت امرأتي عاقرا وقد بلغت من الكبر عتيا قَالَ رَبِّ أَنَّى يَكُونُ لِي غُلاَمٌ وَكَانَتِ امْرَأَتِي عَاقِرًا وَقَدْ بَلَغْتُ مِنَ الْكِبَرِ عِتِيًّا |
---|
Elmalılı | Zekeriyya: "Rabbim! Karım kısır, ben de son derece kocamışken nasıl oğlum olabilir?" dedi. |
Y. Ali | He said: "O my Lord! How shall I have a son, when my wife is barren and I have grown quite decrepit from old age?"
|
Words | | |
11. [19:9] | ḳâle keẕâlik. ḳâle rabbüke hüve `aleyye heyyinüv veḳad ḫalaḳtüke min ḳablü velem tekü şey'â. | قال كذلك قال ربك هو علي هين وقد خلقتك من قبل ولم تك شيئا قَالَ كَذَلِكَ قَالَ رَبُّكَ هُوَ عَلَيَّ هَيِّنٌ وَقَدْ خَلَقْتُكَ مِن قَبْلُ وَلَمْ تَكُ شَيْئًا |
---|
Elmalılı | (Allah yahut Cebrail ona şöyle) dedi: "Dediğin gibidir, (fakat) Rabbin buyurdu ki, bu işi yapmak bana kolaydır. Nitekim bundan önce seni yarattım. Halbuki sen hiçbir şey değildin." |
Y. Ali | He said: "So (it will be) thy Lord saith, 'that is easy for Me: I did indeed create thee before, when thou hadst been nothing!'"
|
Words | | |
12. [19:13] | veḥanânem mil ledünnâ vezekâh. vekâne teḳiyyâ. | وحنانا من لدنا وزكاة وكان تقيا وَحَنَانًا مِّن لَّدُنَّا وَزَكَاةً وَكَانَ تَقِيًّا |
---|
Elmalılı | Hem de katımızdan bir merhamet ve (günahlardan) paklık verdik, o çok takva sahibi idi. |
Y. Ali | And piety (for all creatures) as from Us, and purity: He was devout,
|
Words | | |
13. [19:14] | veberram bivâlideyhi velem yekün cebbâran `aṣiyyâ. | وبرا بوالديه ولم يكن جبارا عصيا وَبَرًّا بِوَالِدَيْهِ وَلَمْ يَكُن جَبَّارًا عَصِيًّا |
---|
Elmalılı | Anne ve babasına karşı iyi davranan bir kimse idi, zorba ve isyankâr değildi. |
Y. Ali | And kind to his parents, and he was not overbearing or rebellious.
|
Words | | |
14. [19:16] | veẕkür fi-lkitâbi meryem. iẕi-ntebeẕet min ehlihâ mekânen şerḳiyyâ. | واذكر في الكتاب مريم إذ انتبذت من أهلها مكانا شرقيا وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ مَرْيَمَ إِذِ انتَبَذَتْ مِنْ أَهْلِهَا مَكَانًا شَرْقِيًّا |
---|
Elmalılı | (Ey Muhammed!) Kur'ân'daki Meryem kıssasını da an (insanlara anlat). Hani o, ailesinden ayrılarak (evinin veya mescidin) doğu tarafında bir yere çekilmişti. |
Y. Ali | Relate in the Book (the story of) Mary, when she withdrew from her family to a place in the East.
|
Words | | |
15. [19:18] | ḳâlet innî e`ûẕü birraḥmâni minke in künte teḳiyyâ. | قالت إني أعوذ بالرحمن منك إن كنت تقيا قَالَتْ إِنِّي أَعُوذُ بِالرَّحْمَنِ مِنكَ إِن كُنتَ تَقِيًّا |
---|
Elmalılı | Meryem: "Ben senden Rahmân (olan Allah) a sığınırım. Eğer Allah'dan korkuyorsan (dokunma bana)" dedi. |
Y. Ali | She said: "I seek refuge from thee to (Allah) Most Gracious: (come not near) if thou dost fear Allah."
|
Words | | |
16. [19:20] | ḳâlet ennâ yekûnü lî gulâmüv velem yemsesnî beşeruv velem ekü begiyyâ. | قالت أنى يكون لي غلام ولم يمسسني بشر ولم أك بغيا قَالَتْ أَنَّى يَكُونُ لِي غُلاَمٌ وَلَمْ يَمْسَسْنِي بَشَرٌ وَلَمْ أَكُ بَغِيًّا |
---|
Elmalılı | Meryem: "Benim nasıl çocuğum olabilir? Bana hiçbir insan dokunmamıştır. Ben iffetsiz de değilim" dedi. |
Y. Ali | She said: "How shall I have a son, seeing that no man has touched me, and I am not unchaste?"
|
Words | | |
17. [19:21] | ḳâle keẕâlik. ḳâle rabbüki hüve `aleyye heyyin. velinec`alehû âyetel linnâsi veraḥmetem minnâ. vekâne emram maḳḍiyyâ. | قال كذلك قال ربك هو علي هين ولنجعله آية للناس ورحمة منا وكان أمرا مقضيا قَالَ كَذَلِكِ قَالَ رَبُّكِ هُوَ عَلَيَّ هَيِّنٌ وَلِنَجْعَلَهُ آيَةً لِّلنَّاسِ وَرَحْمَةً مِّنَّا وَكَانَ أَمْرًا مَّقْضِيًّا |
---|
Elmalılı | Melek: "Bu, dediğin gibidir. Ancak Rabbin buyurdu ki: Bu (babasız çocuk vermek), bana pek kolaydır. Hem biz onu nezdimizden insanlara bir mucize ve rahmet kılacağız. Hem, bu önceden (ezelde) kararlaştırılmış bir iştir." dedi. |
Y. Ali | He said: "So (it will be): Thy Lord saith, 'that is easy for Me: and (We wish) to appoint him as a Sign unto men and a Mercy from Us':It is a matter (so) decreed."
|
Words | | |
18. [19:22] | feḥamelethü fentebeẕet bihî mekânen ḳaṣiyyâ. | فحملته فانتبذت به مكانا قصيا فَحَمَلَتْهُ فَانتَبَذَتْ بِهِ مَكَانًا قَصِيًّا |
---|
Elmalılı | Nihayet (Allah'ın emri gerçekleşti) Meryem İsa'ya gebe kaldı ve o haliyle uzak bir yere çekildi. |
Y. Ali | So she conceived him, and she retired with him to a remote place.
|
Words | | |
19. [19:23] | feecâehe-lmeḫâḍu ilâ ciẕ`i-nnaḫleh. ḳâlet yâ leytenî mittü ḳable hâẕâ veküntü nesyem mensiyyâ. | فأجاءها المخاض إلى جذع النخلة قالت يا ليتني مت قبل هذا وكنت نسيا منسيا فَأَجَاءَهَا الْمَخَاضُ إِلَى جِذْعِ النَّخْلَةِ قَالَتْ يَا لَيْتَنِي مِتُّ قَبْلَ هَذَا وَكُنتُ نَسْيًا مَّنسِيًّا |
---|
Elmalılı | Sonra doğum sancısı onu bir hurma dalına tutunup dayanmaya zorladı. "Keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim" dedi. |
Y. Ali | And the pains of childbirth drove her to the trunk of a palm-tree: She cried (in her anguish): "Ah! would that I had died before this! would that I had been a thing forgotten and out of sight!"
|
Words | | |
20. [19:28] | yâ uḫte hârûne mâ kâne ebûki-mrae sev'iv vemâ kânet ümmüki begiyyâ. | يا أخت هارون ما كان أبوك امرأ سوء وما كانت أمك بغيا يَا أُخْتَ هَارُونَ مَا كَانَ أَبُوكِ امْرَأَ سَوْءٍ وَمَا كَانَتْ أُمُّكِ بَغِيًّا |
---|
Elmalılı | "Ey Harun'un kızkardeşi! Senin baban kötü bir adam değildi, annen de iffetsiz bir kadın değildi." |
Y. Ali | "O sister of Aaron! Thy father was not a man of evil, nor thy mother a woman unchaste!"
|
Words | | |
21. [19:29] | feeşârat ileyh. ḳâlû keyfe nükellimü men kâne fi-lmehdi ṣabiyyâ. | فأشارت إليه قالوا كيف نكلم من كان في المهد صبيا فَأَشَارَتْ إِلَيْهِ قَالُوا كَيْفَ نُكَلِّمُ مَن كَانَ فِي الْمَهْدِ صَبِيًّا |
---|
Elmalılı | Bunun üzerine Meryem çocuğu gösterdi. Onlar; "Biz beşikteki bir çocukla nasıl konuşuruz?" dediler. |
Y. Ali | But she pointed to the babe. They said: "How can we talk to one who is a child in the cradle?"
|
Words | | |
22. [19:31] | vece`alenî mübâraken eyne mâ künt. veevṣânî biṣṣalâti vezzekâti mâ dümtü ḥayyâ. | وجعلني مباركا أين ما كنت وأوصاني بالصلاة والزكاة ما دمت حيا وَجَعَلَنِي مُبَارَكًا أَيْنَ مَا كُنتُ وَأَوْصَانِي بِالصَّلاَةِ وَالزَّكَاةِ مَا دُمْتُ حَيًّا |
---|
Elmalılı | "Beni, nerede olursam olayım mübarek kıldı. Hayatta bulunduğum müddetçe namaz kılmamı ve zekat vermemi emretti." |
Y. Ali | "And He hath made me blessed wheresoever I be, and hath enjoined on me Prayer and Charity as long as I live;
|
Words | | |
23. [19:35] | mâ kâne lillâhi ey yetteḫiẕe miv veledin sübḥâneh. iẕâ ḳaḍâ emran feinnemâ yeḳûlü lehû kün feyekûn. | ما كان لله أن يتخذ من ولد سبحانه إذا قضى أمرا فإنما يقول له كن فيكون مَا كَانَ لِلَّهِ أَن يَتَّخِذَ مِن وَلَدٍ سُبْحَانَهُ إِذَا قَضَى أَمْرًا فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُن فَيَكُونُ |
---|
Elmalılı | Çocuk edinmek asla Allah'ın şanına yakışmaz. O bundan münezzehtir. O, bir şeyin olmasını dilerse, ona sadece "ol" der, o da oluverir. |
Y. Ali | It is not befitting to (the majesty of) Allah that He should beget a son. Glory be to Him! when He determines a matter, He only says to it, "Be", and it is.
|
Words | | |
24. [19:41] | veẕkür fi-lkitâbi ibrâhîm. innehû kâne ṣiddîḳan nebiyyâ. | واذكر في الكتاب إبراهيم إنه كان صديقا نبيا وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ إِبْرَاهِيمَ إِنَّهُ كَانَ صِدِّيقًا نَّبِيًّا |
---|
Elmalılı | Kur'ân'da İbrahim'i(n kıssasını da) an. Şüphesiz ki o, sıddık (özü, sözü doğru) bir peygamberdi. |
Y. Ali | (Also mention in the Book (the story of) Abraham: He was a man of Truth, a prophet.
|
Words | | |
25. [19:44] | yâ ebeti lâ ta`büdi-şşeyṭân. inne-şşeyṭâne kâne lirraḥmâni `aṣiyyâ. | يا أبت لا تعبد الشيطان إن الشيطان كان للرحمن عصيا يَا أَبَتِ لاَ تَعْبُدِ الشَّيْطَانَ إِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِلرَّحْمَنِ عَصِيًّا |
---|
Elmalılı | "Babacığım! Şeytana tapma, çünkü şeytan Rahmân (olan Allah)a âsî oldu." |
Y. Ali | "O my father! serve not Satan: for Satan is a rebel against (Allah) Most Gracious.
|
Words | | |
26. [19:45] | yâ ebeti innî eḫâfü ey yemesseke `aẕâbüm mine-rraḥmâni fetekûne lişşeyṭâni veliyyâ. | يا أبت إني أخاف أن يمسك عذاب من الرحمن فتكون للشيطان وليا يَا أَبَتِ إِنِّي أَخَافُ أَن يَمَسَّكَ عَذَابٌ مِّنَ الرَّحْمَن فَتَكُونَ لِلشَّيْطَانِ وَلِيًّا |
---|
Elmalılı | "Babacığım! Doğrusu ben korkarım ki, sana Rahmân'dan bir azab dokunur da şeytana (cehennemde arkadaş) olursun." |
Y. Ali | "O my father! I fear lest a Penalty afflict thee from (Allah) Most Gracious, so that thou become to Satan a friend."
|
Words | | |
27. [19:47] | ḳâle selâmün `aleyk. seestagfiru leke rabbî. innehû kâne bî ḥafiyyâ. | قال سلام عليك سأستغفر لك ربي إنه كان بي حفيا قَالَ سَلاَمٌ عَلَيْكَ سَأَسْتَغْفِرُ لَكَ رَبِّي إِنَّهُ كَانَ بِي حَفِيًّا |
---|
Elmalılı | İbrahim şöyle dedi: "Selâm sana olsun, senin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim. Çünkü o, bana çok lütufkârdır." |
Y. Ali | Abraham said: "Peace be on thee: I will pray to my Lord for thy forgiveness: for He is to me Most Gracious.
|
Words | | |
28. [19:48] | vea`tezilüküm vemâ ted`ûne min dûni-llâhi veed`û rabbî. `asâ ellâ ekûne bidü`âi rabbî şeḳiyyâ. | وأعتزلكم وما تدعون من دون الله وأدعو ربي عسى ألا أكون بدعاء ربي شقيا وَأَعْتَزِلُكُمْ وَمَا تَدْعُونَ مِن دُونِ اللَّهِ وَأَدْعُواْ رَبِّي عَسَى أَلاَّ أَكُونَ بِدُعَاءِ رَبِّي شَقِيًّا |
---|
Elmalılı | "Ben, sizden ve Allah'tan başka taptığınız şeylerden çekilip ayrılırım da Rabbime dua (ibadet) ederim. Rabbime yalvarışımda mahrum kalmayacağımı umarım." |
Y. Ali | "And I will turn away from you (all) and from those whom ye invoke besides Allah: I will call on my Lord: perhaps, by my prayer to my Lord, I shall be not unblest."
|
Words | | |
29. [19:51] | veẕkür fi-lkitâbi mûsâ. innehû kâne muḫleṣav vekâne rasûlen nebiyyâ. | واذكر في الكتاب موسى إنه كان مخلصا وكان رسولا نبيا وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ مُوسَى إِنَّهُ كَانَ مُخْلَصًا وَكَانَ رَسُولاً نَّبِيًّا |
---|
Elmalılı | Kur'ân'da Musa'yı da an; Şüphesiz ki o, ihlaslı bir kuldu ve gönderilmiş bir peygamberdi. |
Y. Ali | Also mention in the Book (the story of) Moses: for he was specially chosen, and he was a messenger (and) a prophet.
|
Words | | |
30. [19:54] | veẕkür fi-lkitâbi ismâ`îl. innehû kâne ṣâdiḳa-lva`di vekâne rasûlen nebiyyâ. | واذكر في الكتاب إسماعيل إنه كان صادق الوعد وكان رسولا نبيا وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ إِسْمَاعِيلَ إِنَّهُ كَانَ صَادِقَ الْوَعْدِ وَكَانَ رَسُولاً نَّبِيًّا |
---|
Elmalılı | Kur'ân'da İsmail'i de an; çünkü o, vaadine sadık bir kuldu ve gönderilmiş bir peygamberdi. |
Y. Ali | Also mention in the Book (the story of) Isma'il: He was (strictly) true to what he promised, and he was a messenger (and) a prophet.
|
Words | | |