1. [36:38] | veşşemsü tecrî limüsteḳarril lehâ. ẕâlike taḳdîru-l`azîzi-l`alîm. | والشمس تجري لمستقر لها ذلك تقدير العزيز العليم وَالشَّمْسُ تَجْرِي لِمُسْتَقَرٍّ لَّهَا ذَلِكَ تَقْدِيرُ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ |
---|
Elmalılı | Güneş de bir delildir ki kendi yolunda akıp gidiyor. İşte bu çok güçlü ve her şeyi bilen Allah'ın takdiridir. |
Y. Ali | And the sun runs his course for a period determined for him: that is the decree of (Him), the Exalted in Might, the All-Knowing.
|
Words | | |
2. [36:40] | le-şşemsü yembegî lehâ en tüdrike-lḳamera vele-lleylü sâbiḳu-nnehâr. veküllün fî felekiy yesbeḥûn. | لا الشمس ينبغي لها أن تدرك القمر ولا الليل سابق النهار وكل في فلك يسبحون لَا الشَّمْسُ يَنبَغِي لَهَا أَن تُدْرِكَ الْقَمَرَ وَلَا اللَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِ وَكُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ |
---|
Elmalılı | Ne güneşin aya çatması yaraşır, ne de gece gündüzü geçebilir; onların her biri kendi yörüngesinde yüzerler. |
Y. Ali | It is not permitted to the Sun to catch up the Moon, nor can the Night outstrip the Day: Each (just) swims along in (its own) orbit (according to Law).
|
Words | | |
3. [36:71] | evelem yerav ennâ ḫalaḳnâ lehüm mimmâ `amilet eydînâ en`âmen fehüm lehâ mâlikûn. | أولم يروا أنا خلقنا لهم مما عملت أيدينا أنعاما فهم لها مالكون أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّا خَلَقْنَا لَهُمْ مِّمَّا عَمِلَتْ أَيْدِينَا أَنْعَامًا فَهُمْ لَهَا مَالِكُونَ |
---|
Elmalılı | Şunu da görmediler mi: Biz onlar için kudretimizin meydana getirdiklerinden birtakım hayvanlar yaratmışız da onlara sahip bulunuyorlar. |
Y. Ali | See they not that it is We Who have created for them - among the things which Our hands have fashioned - cattle, which are under their dominion?-
|
Words | | |
4. [38:15] | vemâ yenżuru hâülâi illâ ṣayḥatev vâḥidetem mâ lehâ min fevâḳ. | وما ينظر هؤلاء إلا صيحة واحدة ما لها من فواق وَمَا يَنظُرُ هَؤُلَاءِ إِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً مَّا لَهَا مِن فَوَاقٍ |
---|
Elmalılı | Onlar da bir tek haykırışa bakıyorlar. Öyle ki onun gecikmesi de yoktur. |
Y. Ali | These (today) only wait for a single mighty Blast, which (when it comes) will brook no delay.
|
Words | | |
5. [41:11] | ŝümme-stevâ ile-ssemâi vehiye düḫânün feḳâle lehâ velil'arḍi-'tiyâ ṭav`an ev kerhâ. ḳâletâ eteynâ ṭâi`în. | ثم استوى إلى السماء وهي دخان فقال لها وللأرض ائتيا طوعا أو كرها قالتا أتينا طائعين ثُمَّ اسْتَوَى إِلَى السَّمَاءِ وَهِيَ دُخَانٌ فَقَالَ لَهَا وَلِلْأَرْضِ اِئْتِيَا طَوْعًا أَوْ كَرْهًا قَالَتَا أَتَيْنَا طَائِعِينَ |
---|
Elmalılı | Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi. Ona ve yerküreye: "İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin." dedi. Her ikisi de: "İsteyerek geldik" dediler. |
Y. Ali | Moreover He comprehended in His design the sky, and it had been (as) smoke: He said to it and to the earth: "Come ye together, willingly or unwillingly." They said: "We do come (together), in willing obedience."
|
Words | | |
6. [50:6] | efelem yenżurû ile-ssemâi fevḳahüm keyfe beneynâhâ vezeyyennâhâ vemâ lehâ min fürûc. | أفلم ينظروا إلى السماء فوقهم كيف بنيناها وزيناها وما لها من فروج أَفَلَمْ يَنظُرُوا إِلَى السَّمَاءِ فَوْقَهُمْ كَيْفَ بَنَيْنَاهَا وَزَيَّنَّاهَا وَمَا لَهَا مِن فُرُوجٍ |
---|
Elmalılı | Artık üstlerindeki göğe bakmazlar mı ki, onu nasıl bina etmiş ve süslemişiz, onun hiç bir çatlağı yoktur. |
Y. Ali | Do they not look at the sky above them?- How We have made it and adorned it, and there are no flaws in it?
|
Words | | |
7. [50:10] | vennaḫle bâsiḳâtil lehâ ṭal`un neḍîd. | والنخل باسقات لها طلع نضيد وَالنَّخْلَ بَاسِقَاتٍ لَّهَا طَلْعٌ نَّضِيدٌ |
---|
Elmalılı | Tomurcukları birbiri üzerine dizilmiş uzun boylu hurma ağaçları yetiştirdik. |
Y. Ali | And tall (and stately) palm-trees, with shoots of fruit-stalks, piled one over another;-
|
Words | | |
8. [53:58] | leyse lehâ min dûni-llâhi kâşifeh. | ليس لها من دون الله كاشفة لَيْسَ لَهَا مِن دُونِ اللَّهِ كَاشِفَةٌ |
---|
Elmalılı | Onu Allah'tan başka açığa çıkaracak yoktur. |
Y. Ali | No (soul) but Allah can lay it bare.
|
Words | | |
9. [67:7] | iẕâ ülḳû fîhâ semi`û lehâ şehîḳav vehiye tefûr. | إذا ألقوا فيها سمعوا لها شهيقا وهي تفور إِذَا أُلْقُوا فِيهَا سَمِعُوا لَهَا شَهِيقًا وَهِيَ تَفُورُ |
---|
Elmalılı | Oraya atıldıklarında, onun kaynarken çıkardığı uğultuyu işitirler. |
Y. Ali | When they are cast therein, they will hear the (terrible) drawing in of its breath even as it blazes forth,
|
Words | | |
10. [99:3] | veḳâle-l'insânü mâ lehâ. | وقال الإنسان ما لها وَقَالَ الْإِنسَانُ مَا لَهَا |
---|
Elmalılı | Ve insan: "Ona ne oluyor?" dediği zaman. |
Y. Ali | And man cries (distressed): 'What is the matter with her?'-
|
Words | | |
11. [99:5] | bienne rabbeke evḥâ lehâ. | بأن ربك أوحى لها بِأَنَّ رَبَّكَ أَوْحَى لَهَا |
---|
Elmalılı | O gün yer, Rabbinin ona vahyetmesiyle haberlerini anlatacaktır. |
Y. Ali | For that thy Lord will have given her inspiration.
|
Words | | |