1. [36:71] | evelem yerav ennâ ḫalaḳnâ lehüm mimmâ `amilet eydînâ en`âmen fehüm lehâ mâlikûn. | أولم يروا أنا خلقنا لهم مما عملت أيدينا أنعاما فهم لها مالكون أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّا خَلَقْنَا لَهُمْ مِّمَّا عَمِلَتْ أَيْدِينَا أَنْعَامًا فَهُمْ لَهَا مَالِكُونَ |
---|
Elmalılı | Şunu da görmediler mi: Biz onlar için kudretimizin meydana getirdiklerinden birtakım hayvanlar yaratmışız da onlara sahip bulunuyorlar. |
Y. Ali | See they not that it is We Who have created for them - among the things which Our hands have fashioned - cattle, which are under their dominion?-
|
Words | | |
2. [37:70] | fehüm `alâ âŝârihim yühra`ûn. | فهم على آثارهم يهرعون فَهُمْ عَلَى آثَارِهِمْ يُهْرَعُونَ |
---|
Elmalılı | Şimdi de kendileri onların izlerinde koşturuyorlar. |
Y. Ali | So they (too) were rushed down on their footsteps!
|
Words | | |
3. [41:4] | beşîrav veneẕîrâ. fea`raḍa ekŝeruhüm fehüm lâ yesme`ûn. | بشيرا ونذيرا فأعرض أكثرهم فهم لا يسمعون بَشِيرًا وَنَذِيرًا فَأَعْرَضَ أَكْثَرُهُمْ فَهُمْ لَا يَسْمَعُونَ |
---|
Elmalılı | O, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderilmiştir. Fakat insanların çoğu yüz çevirmişlerdir. Artık onlar gerçeği işitmezler. |
Y. Ali | Giving good news and admonition: yet most of them turn away, and so they hear not.
|
Words | | |
4. [41:19] | veyevme yuḥşeru a`dâü-llâhi ile-nnâri fehüm yûza`ûn. | ويوم يحشر أعداء الله إلى النار فهم يوزعون وَيَوْمَ يُحْشَرُ أَعْدَاءُ اللَّهِ إِلَى النَّارِ فَهُمْ يُوزَعُونَ |
---|
Elmalılı | O gün Allah'ın düşmanları cehennem ateşine sürülmek üzere hep bir araya toplanırlar. |
Y. Ali | On the Day that the enemies of Allah will be gathered together to the Fire, they will be marched in ranks.
|
Words | | |
5. [43:21] | em âteynâhüm kitâbem min ḳablihî fehüm bihî müstemsikûn. | أم آتيناهم كتابا من قبله فهم به مستمسكون أَمْ آتَيْنَاهُمْ كِتَابًا مِّن قَبْلِهِ فَهُم بِهِ مُسْتَمْسِكُونَ |
---|
Elmalılı | Yoksa biz kendilerine bundan önce bir kitap verdik de onlar, ona mı sarılıyorlar? |
Y. Ali | What! have We given them a Book before this, to which they are holding fast?
|
Words | | |
6. [50:5] | bel keẕẕebû bilḥaḳḳi lemmâ câehüm fehüm fî emrim merîc. | بل كذبوا بالحق لما جاءهم فهم في أمر مريج بَلْ كَذَّبُوا بِالْحَقِّ لَمَّا جَاءَهُمْ فَهُمْ فِي أَمْرٍ مَّرِيجٍ |
---|
Elmalılı | Doğrusu hak kendilerine geldiği zaman yalanladılar da şimdi karmakarışık bir ıztırap içindeler. |
Y. Ali | But they deny the Truth when it comes to them: so they are in a confused state.
|
Words | | |
7. [52:40] | em tes'elühüm ecran fehüm mim magramim müŝḳalûn. | أم تسألهم أجرا فهم من مغرم مثقلون أَمْ تَسْأَلُهُمْ أَجْرًا فَهُم مِّن مَّغْرَمٍ مُّثْقَلُونَ |
---|
Elmalılı | Yoksa sen kendilerinden bir ücret istiyorsun da, bu yüzden onlar ağır bir borç altında mı kalıyorlar? |
Y. Ali | Or is it that thou dost ask for a reward, so that they are burdened with a load of debt?-
|
Words | | |
8. [52:41] | em `indehümü-lgaybü fehüm yektübûn. | أم عندهم الغيب فهم يكتبون أَمْ عِندَهُمُ الْغَيْبُ فَهُمْ يَكْتُبُونَ |
---|
Elmalılı | Yoksa gayb kendilerinin yanında da onlar mı yazıyorlar? |
Y. Ali | Or that the Unseen in it their hands, and they write it down?
|
Words | | |
9. [63:3] | ẕâlike biennehüm âmenû ŝümme keferû feṭubi`a `alâ ḳulûbihim fehüm lâ yefḳahûn. | ذلك بأنهم آمنوا ثم كفروا فطبع على قلوبهم فهم لا يفقهون ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ آمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا فَطُبِعَ عَلَى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَفْقَهُونَ |
---|
Elmalılı | Bunun sebebi şudur: Onlar inandılar, sonra inkar ettiler, bu yüzden kalblerinin üzeri mühürlendi. Artık onlar anlamazlar. |
Y. Ali | That is because they believed, then they rejected Faith: So a seal was set on their hearts: therefore they understand not.
|
Words | | |
10. [68:46] | em tes'elühüm ecran fehüm mim magramim müŝḳalûn. | أم تسألهم أجرا فهم من مغرم مثقلون أَمْ تَسْأَلُهُمْ أَجْرًا فَهُم مِّن مَّغْرَمٍ مُّثْقَلُونَ |
---|
Elmalılı | Yoksa onlardan bir ücret istiyorsun da bu yüzden onlar ağır bir borç altında mı kalıyorlar? |
Y. Ali | Or is it that thou dost ask them for a reward, so that they are burdened with a load of debt?-
|
Words | | |
11. [68:47] | em `indehümü-lgaybü fehüm yektübûn. | أم عندهم الغيب فهم يكتبون أَمْ عِندَهُمُ الْغَيْبُ فَهُمْ يَكْتُبُونَ |
---|
Elmalılı | Yoksa gayb onların yanlarında da onlar mı yazıyorlar? |
Y. Ali | Or that the Unseen is in their hands, so that they can write it down?
|
Words | | |