1. [1:6] | ihdine-ṣṣirâṭa-lmüsteḳîm. | اهدنا الصراط المستقيم اهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ |
---|
Elmalılı | Hidayet eyle bizi doğru yola, |
Y. Ali | Show us the straight way,
|
Words | | |
2. [20:135] | ḳul küllüm müterabbiṣun feterabbeṣû. feseta`lemûne men aṣḥâbu-ṣṣirâṭi-sseviyyi vemeni-htedâ. | قل كل متربص فتربصوا فستعلمون من أصحاب الصراط السوي ومن اهتدى قُلْ كُلٌّ مُّتَرَبِّصٌ فَتَرَبَّصُوا فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ أَصْحَابُ الصِّرَاطِ السَّوِيِّ وَمَنِ اهْتَدَى |
---|
Elmalılı | De ki: "Hepimiz beklemekteyiz, siz de bekleyedurun. Şüphesiz düz yolun sahiplerinin kimler olduğunu ve kimlerin doğru yolda bulunduğunu yakında bileceksiniz. |
Y. Ali | Say: "Each one (of us) is waiting: wait ye, therefore, and soon shall ye know who it is that is on the straight and even way, and who it is that has received Guidance."
|
Words | | |
3. [23:74] | veinne-lleẕîne lâ yü'minûne bil'âḫirati `ani-ṣṣirâṭi lenâkibûn. | وإن الذين لا يؤمنون بالآخرة عن الصراط لناكبون وَإِنَّ الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ عَنِ الصِّرَاطِ لَنَاكِبُونَ |
---|
Elmalılı | Fakat ahirete inanmayanlar ise, ısrarla yoldan çıkmaktadırlar. |
Y. Ali | And verily those who believe not in the Hereafter are deviating from that Way.
|
Words | | |
4. [36:66] | velev neşâü leṭamesnâ `alâ a`yünihim festebeḳu-ṣṣirâṭa feennâ yübṣirûn. | ولو نشاء لطمسنا على أعينهم فاستبقوا الصراط فأنى يبصرون وَلَوْ نَشَاءُ لَطَمَسْنَا عَلَى أَعْيُنِهِمْ فَاسْتَبَقُوا الصِّرَاطَ فَأَنَّى يُبْصِرُونَ |
---|
Elmalılı | Hem dileseydik gözlerini üzerinden silme kör ediverirdik de yola dökülürlerdi. Fakat nereden görecekler? |
Y. Ali | If it had been our Will, We could surely have blotted out their eyes; then should they have run about groping for the Path, but how could they have seen?
|
Words | | |
5. [37:118] | vehedeynâhüme-ṣṣirâṭa-lmüsteḳîm. | وهديناهما الصراط المستقيم وَهَدَيْنَاهُمَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ |
---|
Elmalılı | Kendilerini doğru yola çıkardık. |
Y. Ali | And We guided them to the Straight Way.
|
Words | | |
6. [38:22] | iẕ deḫalû `alâ dâvûde fefezi`a minhüm ḳâlû lâ teḫaf. ḫaṣmâni begâ ba`ḍunâ `alâ ba`ḍin faḥküm beynenâ bilḥaḳḳi velâ tüşṭiṭ vehdinâ ilâ sevâi-ṣṣirâṭ. | إذ دخلوا على داوود ففزع منهم قالوا لا تخف خصمان بغى بعضنا على بعض فاحكم بيننا بالحق ولا تشطط واهدنا إلى سواء الصراط إِذْ دَخَلُوا عَلَى دَاوُودَ فَفَزِعَ مِنْهُمْ قَالُوا لَا تَخَفْ خَصْمَانِ بَغَى بَعْضُنَا عَلَى بَعْضٍ فَاحْكُم بَيْنَنَا بِالْحَقِّ وَلَا تُشْطِطْ وَاهْدِنَا إِلَى سَوَاءِ الصِّرَاطِ |
---|
Elmalılı | Davud'un yanına giriverdiler de onlardan telaşe düştü. Ona "Korkma!" dediler, biz iki davacıyız. Birimiz, birimize haksızlık etti. Şimdi sen aramızda hak ile hüküm ver ve aşırı gitme de bizi doğru yolun ortasına çıkar. |
Y. Ali | When they entered the presence of David, and he was terrified of them, they said: "Fear not: we are two disputants, one of whom has wronged the other: Decide now between us with truth, and treat us not with injustice, but guide us to the even Path..
|
Words | | |