1. [42:23] | ẕâlike-lleẕî yübeşşiru-llâhü `ibâdehü-lleẕîne âmenû ve`amilu-ṣṣâliḥâti. ḳul lâ es'elüküm `aleyhi ecran ille-lmeveddete fi-lḳurbâ. vemey yaḳterif ḥaseneten nezid lehû fîhâ ḥusnâ. inne-llâhe gafûrun şekûr. | ذلك الذي يبشر الله عباده الذين آمنوا وعملوا الصالحات قل لا أسألكم عليه أجرا إلا المودة في القربى ومن يقترف حسنة نزد له فيها حسنا إن الله غفور شكور ذَلِكَ الَّذِي يُبَشِّرُ اللَّهُ عِبَادَهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ قُل لَّا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْرًا إِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبَى وَمَن يَقْتَرِفْ حَسَنَةً نَّزِدْ لَهُ فِيهَا حُسْنًا إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ شَكُورٌ |
---|
Elmalılı | İşte Allah iman edip salih amel işleyen kullarını bununla müjdeler. Ey Muhammed! De ki: "Ben bu tebliğime karşı sizden akrabalıkta sevgiden başka hiçbir ücret istemiyorum." Her kim bir iyilik yaparsa biz onun iyiliğini artırırız. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır, şükrün karşılığını verir. |
Y. Ali | That is (the Bounty) whereof Allah gives Glad Tidings to His Servants who believe and do righteous deeds. Say: "No reward do I ask of you for this except the love of those near of kin." And if any one earns any good, We shall give him an increase of good in respect thereof: for Allah is Oft-Forgiving, Most Ready to appreciate (service).
|
Words | | |
2. [43:9] | velein seeltehüm men ḫaleḳa-ssemâvâti vel'arḍa leyeḳûlünne ḫaleḳahünne-l`azîzü-l`alîm. | ولئن سألتهم من خلق السماوات والأرض ليقولن خلقهن العزيز العليم وَلَئِن سَأَلْتَهُم مَّنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ لَيَقُولُنَّ خَلَقَهُنَّ الْعَزِيزُ الْعَلِيمُ |
---|
Elmalılı | Eğer sen onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan elbette: "Onları çok güçlü ve herşeyi bilen Allah yarattı." derler. |
Y. Ali | If thou wert to question them, 'Who created the heavens and the earth?' They would be sure to reply, 'they were created by (Him), the Exalted in Power, Full of Knowledge';-
|
Words | | |
3. [43:19] | vece`alü-lmelâikete-lleẕîne hüm `ibâdü-rraḥmâni inâŝâ. eşehidû ḫalḳahüm. setüktebü şehâdetühüm veyüs'elûn. | وجعلوا الملائكة الذين هم عباد الرحمن إناثا أشهدوا خلقهم ستكتب شهادتهم ويسألون وَجَعَلُوا الْمَلَائِكَةَ الَّذِينَ هُمْ عِبَادُ الرَّحْمَنِ إِنَاثًا أَشَهِدُوا خَلْقَهُمْ سَتُكْتَبُ شَهَادَتُهُمْ وَيُسْأَلُونَ |
---|
Elmalılı | Onlar Rahman olan Allah'ın kulları olan melekleri de dişi saydılar. Onlar meleklerin yaratılışını gördüler mi? Onların şahitlikleri yazılacak ve onlar sorguya çekileceklerdir. |
Y. Ali | And they make into females angels who themselves serve Allah. Did they witness their creation? Their evidence will be recorded, and they will be called to account!
|
Words | | |
4. [43:44] | veinnehû leẕikrul leke veliḳavmik. vesevfe tüs'elûn. | وإنه لذكر لك ولقومك وسوف تسألون وَإِنَّهُ لَذِكْرٌ لَّكَ وَلِقَوْمِكَ وَسَوْفَ تُسْأَلُونَ |
---|
Elmalılı | Doğrusu o Kur'an, senin için de, kavmin için de bir öğüttür ve siz ondan sorguya çekileceksiniz. |
Y. Ali | The (Qur'an) is indeed the message, for thee and for thy people; and soon shall ye (all) be brought to account.
|
Words | | |
5. [43:45] | ves'el men erselnâ min ḳablike mir rusülinâ. ece`alnâ min dûni-rraḥmâni âlihetey yü`bedûn. | واسأل من أرسلنا من قبلك من رسلنا أجعلنا من دون الرحمن آلهة يعبدون وَاسْأَلْ مَنْ أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ مِن رُّسُلِنَا أَجَعَلْنَا مِن دُونِ الرَّحْمَنِ آلِهَةً يُعْبَدُونَ |
---|
Elmalılı | Ey Muhammed! Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimize de sor, biz Rahman olan Allah'tan başka kendisine ibadet edilecek ilâhlar yapmış mıyız? |
Y. Ali | And question thou our messengers whom We sent before thee; did We appoint any deities other than (Allah) Most Gracious, to be worshipped?
|
Words | | |
6. [43:87] | velein seeltehüm men ḫaleḳahüm leyeḳûlünne-llâhü feennâ yü'fekûn. | ولئن سألتهم من خلقهم ليقولن الله فأنى يؤفكون وَلَئِن سَأَلْتَهُم مَّنْ خَلَقَهُمْ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ فَأَنَّى يُؤْفَكُونَ |
---|
Elmalılı | Eğer sen onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan elbette: "Allah" derler. O halde nasıl haktan çevriliyorlar? |
Y. Ali | If thou ask them, who created them, they will certainly say, Allah: How then are they deluded away (from the Truth)?
|
Words | | |
7. [47:36] | inneme-lḥayâtü-ddünyâ le`ibüv velehv. vein tü'minû vetetteḳû yü'tiküm ücûraküm velâ yes'elküm emvâleküm. | إنما الحياة الدنيا لعب ولهو وإن تؤمنوا وتتقوا يؤتكم أجوركم ولا يسألكم أموالكم إِنَّمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَإِن تُؤْمِنُوا وَتَتَّقُوا يُؤْتِكُمْ أُجُورَكُمْ وَلَا يَسْأَلْكُمْ أَمْوَالَكُمْ |
---|
Elmalılı | Dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Eğer iman eder kötülükten sakınırsanız, Allah size mükâfatınızı verir. Ve sizden bütün mallarınızı harcamanızı da istemez. |
Y. Ali | The life of this world is but play and amusement: and if ye believe and guard against Evil, He will grant you your recompense, and will not ask you (to give up) your possessions.
|
Words | | |
8. [47:37] | iy yes'elkümûhâ feyuḥfiküm tebḫalû veyuḫric aḍgâneküm. | إن يسألكموها فيحفكم تبخلوا ويخرج أضغانكم إِن يَسْأَلْكُمُوهَا فَيُحْفِكُمْ تَبْخَلُوا وَيُخْرِجْ أَضْغَانَكُمْ |
---|
Elmalılı | Eğer sizden onların tamamını isteyip de sizi zorlasaydı cimrilik ederdiniz. Bu da sizin bütün kinlerinizi ortaya çıkarırdı. |
Y. Ali | If He were to ask you for all of them, and press you, ye would covetously withhold, and He would bring out all your ill-feeling.
|
Words | | |
9. [51:12] | yes'elûne eyyâne yevmü-ddîn. | يسألون أيان يوم الدين يَسْأَلُونَ أَيَّانَ يَوْمُ الدِّينِ |
---|
Elmalılı | Onlar: "Hesap ve ceza günü ne zaman?" diye soruyorlar. |
Y. Ali | They ask, "When will be the Day of Judgment and Justice?"
|
Words | | |
10. [51:19] | vefî emvâlihim ḥaḳḳul lissâili velmaḥrûm. | وفي أموالهم حق للسائل والمحروم وَفِي أَمْوَالِهِمْ حَقٌّ لِّلسَّائِلِ وَالْمَحْرُومِ |
---|
Elmalılı | Onların mallarında isteyen ve istemeyen yoksullar için bir hak vardı. |
Y. Ali | And in their wealth and possessions (was remembered) the right of the (needy,) him who asked, and him who (for some reason) was prevented (from asking).
|
Words | | |
11. [52:25] | veaḳbele ba`ḍuhüm `alâ ba`ḍiy yetesâelûn. | وأقبل بعضهم على بعض يتساءلون وَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَى بَعْضٍ يَتَسَاءَلُونَ |
---|
Elmalılı | Birbirlerine yönelip soruyorlar. |
Y. Ali | They will advance to each other, engaging in mutual enquiry.
|
Words | | |
12. [52:40] | em tes'elühüm ecran fehüm mim magramim müŝḳalûn. | أم تسألهم أجرا فهم من مغرم مثقلون أَمْ تَسْأَلُهُمْ أَجْرًا فَهُم مِّن مَّغْرَمٍ مُّثْقَلُونَ |
---|
Elmalılı | Yoksa sen kendilerinden bir ücret istiyorsun da, bu yüzden onlar ağır bir borç altında mı kalıyorlar? |
Y. Ali | Or is it that thou dost ask for a reward, so that they are burdened with a load of debt?-
|
Words | | |
13. [55:29] | yes'elühû men fi-ssemâvâti vel'arḍ. külle yevmin hüve fî şe'n. | يسأله من في السماوات والأرض كل يوم هو في شأن يَسْأَلُهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ |
---|
Elmalılı | Göklerde ve yerde bulunanlar, O'ndan isterler. O, her gün yeni bir iştedir. |
Y. Ali | Of Him seeks (its need) every creature in the heavens and on earth: every day in (new) Splendour doth He (shine)!
|
Words | | |
14. [55:39] | feyevmeiẕil lâ yüs'elü `an ẕembihî insüv velâ cânn. | فيومئذ لا يسأل عن ذنبه إنس ولا جان فَيَوْمَئِذٍ لَّا يُسْأَلُ عَن ذَنبِهِ إِنسٌ وَلَا جَانٌّ |
---|
Elmalılı | İşte o gün, ne insana ne de cinne günahından sorulmaz. |
Y. Ali | On that Day no question will be asked of man or Jinn as to his sin.
|
Words | | |
15. [60:10] | yâ eyyühe-lleẕîne âmenû iẕâ câekümü-lmü'minâtü mühâcirâtin femteḥinûhünn. allâhü a`lemü biîmânihinn. fein `alimtümûhünne mü'minâtin felâ terci`ûhünne ile-lküffâr. lâ hünne ḥillül lehüm velâ hüm yeḥillûne lehünn. veâtûhüm mâ enfeḳû. velâ cünâḥa `aleyküm en tenkiḥûhünne iẕâ âteytümûhünne ücûrahünn. velâ tümsikû bi`iṣami-lkevâfiri ves'elû mâ enfaḳtüm velyes'elû mâ enfeḳû. ẕâliküm ḥukmü-llâh. yaḥkümü beyneküm. vellâhü `alîmün ḥakîm. | يا أيها الذين آمنوا إذا جاءكم المؤمنات مهاجرات فامتحنوهن الله أعلم بإيمانهن فإن علمتموهن مؤمنات فلا ترجعوهن إلى الكفار لا هن حل لهم ولا هم يحلون لهن وآتوهم ما أنفقوا ولا جناح عليكم أن تنكحوهن إذا آتيتموهن أجورهن ولا تمسكوا بعصم الكوافر واسألوا ما أنفقتم وليسألوا ما أنفقوا ذلكم حكم الله يحكم بينكم والله عليم حكيم يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا جَاءَكُمُ الْمُؤْمِنَاتُ مُهَاجِرَاتٍ فَامْتَحِنُوهُنَّ اللَّهُ أَعْلَمُ بِإِيْمَانِهِنَّ فَإِنْ عَلِمْتُمُوهُنَّ مُؤْمِنَاتٍ فَلَا تَرْجِعُوهُنَّ إِلَى الْكُفَّارِ لَا هُنَّ حِلٌّ لَّهُمْ وَلَا هُمْ يَحِلُّونَ لَهُنَّ وَآتُوهُم مَّا أَنفَقُوا وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ أَن تَنكِحُوهُنَّ إِذَا آتَيْتُمُوهُنَّ أُجُورَهُنَّ وَلَا تُمْسِكُوا بِعِصَمِ الْكَوَافِرِ وَاسْأَلُوا مَا أَنفَقْتُمْ وَلْيَسْأَلُوا مَا أَنفَقُوا ذَلِكُمْ حُكْمُ اللَّهِ يَحْكُمُ بَيْنَكُمْ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ |
---|
Elmalılı | Ey iman edenler! Mümin kadınlar hicret ederek size geldiği zaman, onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer siz de onların inanmış kadınlar olduğunu öğrenirseniz onları kâfirlere geri döndürmeyin. Bunlar onlara helal değildir. Onlar da bunlara helal olmazlar. Onların (kocalarının) sarfettiklerini (mehirleri) geri verin. Mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur. Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın, sarfettiğinizi isteyin. Onlarda sarfettiklerini istesinler. Allah'ın hükmü budur. Aranızda O, hükmeder, Allah bilendir, hikmet sahibidir. |
Y. Ali | O ye who believe! When there come to you believing women refugees, examine (and test) them: Allah knows best as to their Faith: if ye ascertain that they are Believers, then send them not back to the Unbelievers. They are not lawful (wives) for the Unbelievers, nor are the (Unbelievers) lawful (husbands) for them. But pay the Unbelievers what they have spent (on their dower), and there will be no blame on you if ye marry them on payment of their dower to them. But hold not to the guardianship of unbelieving women: ask for what ye have spent on their dowers, and let the (Unbelievers) ask for what they have spent (on the dowers of women who come over to you). Such is the command of Allah: He judges (with justice) between you. And Allah is Full of Knowledge and Wisdom.
|
Words | | |
16. [67:8] | tekâdü temeyyezü mine-lgayż. küllemâ ülḳiye fîhâ fevcün seelehüm ḫazenetühâ elem ye'tiküm neẕîr. | تكاد تميز من الغيظ كلما ألقي فيها فوج سألهم خزنتها ألم يأتكم نذير تَكَادُ تَمَيَّزُ مِنَ الْغَيْظِ كُلَّمَا أُلْقِيَ فِيهَا فَوْجٌ سَأَلَهُمْ خَزَنَتُهَا أَلَمْ يَأْتِكُمْ نَذِيرٌ |
---|
Elmalılı | Az daha öfkeden çatlayacak. Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa, onun bekçileri onlara: "Size korkutucu bir peygamber gelmemiş miydi?" diye sorarlar. |
Y. Ali | Almost bursting with fury: Every time a Group is cast therein, its Keepers will ask, "Did no Warner come to you?"
|
Words | | |
17. [68:40] | selhüm eyyühüm biẕâlike za`îm. | سلهم أيهم بذلك زعيم سَلْهُم أَيُّهُم بِذَلِكَ زَعِيمٌ |
---|
Elmalılı | Sor bakalım onlara, içlerinden ona kefil hangisi? |
Y. Ali | Ask thou of them, which of them will stand surety for that!
|
Words | | |
18. [68:46] | em tes'elühüm ecran fehüm mim magramim müŝḳalûn. | أم تسألهم أجرا فهم من مغرم مثقلون أَمْ تَسْأَلُهُمْ أَجْرًا فَهُم مِّن مَّغْرَمٍ مُّثْقَلُونَ |
---|
Elmalılı | Yoksa onlardan bir ücret istiyorsun da bu yüzden onlar ağır bir borç altında mı kalıyorlar? |
Y. Ali | Or is it that thou dost ask them for a reward, so that they are burdened with a load of debt?-
|
Words | | |
19. [70:1] | seele sâilüm bi`aẕâbiv vâḳi`. | سأل سائل بعذاب واقع سَأَلَ سَائِلٌ بِعَذَابٍ وَاقِعٍ |
---|
Elmalılı | Bir isteyen, olacak azabı istedi. |
Y. Ali | A questioner asked about a Penalty to befall-
|
Words | | |
20. [70:10] | velâ yes'elü ḥamîmün ḥamîmâ. | ولا يسأل حميم حميما وَلَا يَسْأَلُ حَمِيمٌ حَمِيمًا |
---|
Elmalılı | Dost dostun halini soramaz. |
Y. Ali | And no friend will ask after a friend,
|
Words | | |
21. [70:25] | lissâili velmaḥrûm. | للسائل والمحروم لِّلسَّائِلِ وَالْمَحْرُومِ |
---|
Elmalılı | Hem isteyen için, hem de istemekten utanan yoksul için. |
Y. Ali | For the (needy) who asks and him who is prevented (for some reason from asking);
|
Words | | |
22. [74:40] | fî cennâtin. yetesâelûn. | في جنات يتساءلون فِي جَنَّاتٍ يَتَسَاءَلُونَ |
---|
Elmalılı | Onlar cennettedirler, sorup dururlar. |
Y. Ali | (They will be) in Gardens (of Delight): they will question each other,
|
Words | | |
23. [75:6] | yes'elü eyyâne yevmü-lḳiyâmeh. | يسأل أيان يوم القيامة يَسْـئَلُ أَيَّانَ يَوْمُ الْقِيَامَةِ |
---|
Elmalılı | O kıyamet günü ne zaman? diye sorar. |
Y. Ali | He questions: "When is the Day of Resurrection?"
|
Words | | |
24. [78:1] | `amme yetesâelûn. | عم يتساءلون عَمَّ يَتَسَاءَلُونَ |
---|
Elmalılı | Birbirlerine neyi soruyorlar? |
Y. Ali | Concerning what are they disputing?
|
Words | | |
25. [79:42] | yes'elûneke `ani-ssâ`ati eyyâne mürsâhâ. | يسألونك عن الساعة أيان مرساها يَسْأَلُونَكَ عَنِ السَّاعَةِ أَيَّانَ مُرْسَاهَا |
---|
Elmalılı | Sana o kıyameti soruyorlar, ne zaman kopacak diye. |
Y. Ali | They ask thee about the Hour,-'When will be its appointed time?
|
Words | | |
26. [81:8] | veiẕe-lmev'ûdetü süilet. | وإذا الموءودة سئلت وَإِذَا الْمَوْؤُودَةُ سُئِلَتْ |
---|
Elmalılı | Diri diri toprağa gömülen kıza sorulduğunda, |
Y. Ali | When the female (infant), buried alive, is questioned -
|
Words | | |
27. [93:10] | veemme-ssâile felâ tenher. | وأما السائل فلا تنهر وَأَمَّا السَّائِلَ فَلَا تَنْهَرْ |
---|
Elmalılı | Dilenciyi de azarlama. |
Y. Ali | Nor repulse the petitioner (unheard);
|
Words | | |
28. [102:8] | ŝümme letüs'elünne yevmeiẕin `ani-nne`îm. | ثم لتسألن يومئذ عن النعيم ثُمَّ لَتُسْأَلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعِيمِ |
---|
Elmalılı | Sonra, yemin olsun ki, o gün (size verilen) her nimetten sorulacaksınız |
Y. Ali | Then, shall ye be questioned that Day about the joy (ye indulged in!).
|
Words | | |