1. [12:31] | felemmâ semi`at bimekrihinne erselet ileyhinne vea`tedet lehünne müttekeev veâtet külle vâḥidetim minhünne sikkînev veḳâleti-ḫruc `aleyhinn. felemmâ raeynâhü ekbernehû veḳaṭṭa`ne eydiyehünne veḳulne ḥâşe lillâhi mâ hâẕâ beşerâ. in hâẕâ illâ melekün kerîm. | فلما سمعت بمكرهن أرسلت إليهن وأعتدت لهن متكأ وآتت كل واحدة منهن سكينا وقالت اخرج عليهن فلما رأينه أكبرنه وقطعن أيديهن وقلن حاش لله ما هذا بشرا إن هذا إلا ملك كريم فَلَمَّا سَمِعَتْ بِمَكْرِهِنَّ أَرْسَلَتْ إِلَيْهِنَّ وَأَعْتَدَتْ لَهُنَّ مُتَّكَأً وَآتَتْ كُلَّ وَاحِدَةٍ مِّنْهُنَّ سِكِّينًا وَقَالَتِ اخْرُجْ عَلَيْهِنَّ فَلَمَّا رَأَيْنَهُ أَكْبَرْنَهُ وَقَطَّعْنَ أَيْدِيَهُنَّ وَقُلْنَ حَاشَ لِلّهِ مَا هَـذَا بَشَرًا إِنْ هَـذَا إِلاَّ مَلَكٌ كَرِيمٌ |
---|
Elmalılı | Azizin karısı, onların gizliden gizliye dedikodu yaydıklarını işitince, onlara davetçi gönderdi ve onlara mükellef bir sofra hazırladı. Her birine bir bıçak verdi, beri taraftan da Yusuf'a "çık karşılarına" dedi. Görür görmez hepsi onu gözlerinde çok büyüttüler ve (şaşkınlıkla) ellerini kestiler. Dediler ki: "Hâşâ! Allah için, bu bir insan değil, olsa olsa yüce bir melektir." |
Y. Ali | When she heard of their malicious talk, she sent for them and prepared a banquet for them: she gave each of them a knife: and she said (to Joseph), "Come out before them." When they saw him, they did extol him, and (in their amazement) cut their hands: they said, "Allah preserve us! no mortal is this! this is none other than a noble angel!"
|
Words | | |
2. [18:31] | ülâike lehüm cennâtü `adnin tecrî min taḥtihimü-l'enhâru yüḥallevne fîhâ min esâvira min ẕehebiv veyelbesûne ŝiyâben ḫuḍram min sündüsiv veistebraḳim müttekiîne fîhâ `ale-l'erâik. ni`me-ŝŝevâb. veḥasünet mürtefeḳâ. | أولئك لهم جنات عدن تجري من تحتهم الأنهار يحلون فيها من أساور من ذهب ويلبسون ثيابا خضرا من سندس وإستبرق متكئين فيها على الأرائك نعم الثواب وحسنت مرتفقا أُوْلَئِكَ لَهُمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهِمُ الْأَنْهَارُ يُحَلَّوْنَ فِيهَا مِنْ أَسَاوِرَ مِن ذَهَبٍ وَيَلْبَسُونَ ثِيَابًا خُضْرًا مِّن سُندُسٍ وَإِسْتَبْرَقٍ مُّتَّكِئِينَ فِيهَا عَلَى الْأَرَائِكِ نِعْمَ الثَّوَابُ وَحَسُنَتْ مُرْتَفَقًا |
---|
Elmalılı | İşte onlara Adn cennetleri vardır; altlarından ırmaklar akar, orada altın bileziklerle süslenecekler, ince ve kalın ipekliden yeşil elbiseler giyerek koltuklar üzerine dayanıp kurulacaklar. O ne güzel karşılık ve ne güzel kalma yeri! |
Y. Ali | For them will be Gardens of Eternity; beneath them rivers will flow; they will be adorned therein with bracelets of gold, and they will wear green garments of fine silk and heavy brocade: They will recline therein on raised thrones. How good the recompense! How beautiful a couch to recline on!
|
Words | | |
3. [20:18] | ḳâle hiye `aṣây. etevekkeü `aleyhâ veehüşşü bihâ `alâ ganemî veliye fîhâ meâribü uḫrâ. | قال هي عصاي أتوكأ عليها وأهش بها على غنمي ولي فيها مآرب أخرى قَالَ هِيَ عَصَايَ أَتَوَكَّأُ عَلَيْهَا وَأَهُشُّ بِهَا عَلَى غَنَمِي وَلِيَ فِيهَا مَآرِبُ أُخْرَى |
---|
Elmalılı | Musa dedi: "O benim asâm (değneğim) dır, ona dayanırım, onunla davarlarıma yaprak silkerim ve onda başka hacetlerim (faydalanacağım şeyler) de var" |
Y. Ali | He said, "It is my rod: on it I lean; with it I beat down fodder for my flocks; and in it I find other uses."
|
Words | | |
4. [36:56] | hüm veezvâcühüm fî żilâlin `ale-l'erâiki müttekiûn. | هم وأزواجهم في ظلال على الأرائك متكئون هُمْ وَأَزْوَاجُهُمْ فِي ظِلَالٍ عَلَى الْأَرَائِكِ مُتَّكِؤُونَ |
---|
Elmalılı | Kendileri ve eşleri gölgelerde koltuklar üzerine kurulmuşlardır. |
Y. Ali | They and their associates will be in groves of (cool) shade, reclining on Thrones (of dignity);
|
Words | | |
5. [38:51] | müttekiîne fîhâ yed`ûne fîhâ bifâkihetin keŝîrativ veşerâb. | متكئين فيها يدعون فيها بفاكهة كثيرة وشراب مُتَّكِئِينَ فِيهَا يَدْعُونَ فِيهَا بِفَاكِهَةٍ كَثِيرَةٍ وَشَرَابٍ |
---|
Elmalılı | İçlerine kurularak orada birçok yemişle, bambaşka bir içki isteyeceklerdir. |
Y. Ali | Therein will they recline (at ease): Therein can they call (at pleasure) for fruit in abundance, and (delicious) drink;
|
Words | | |
6. [43:34] | velibüyûtihim ebvâbev vesüruran `aleyhâ yettekiûn. | ولبيوتهم أبوابا وسررا عليها يتكئون وَلِبُيُوتِهِمْ أَبْوَابًا وَسُرُرًا عَلَيْهَا يَتَّكِؤُونَ |
---|
Elmalılı | Onların evleri için gümüşten kapılar, üzerine yaslanacakları koltuklar yapardık. |
Y. Ali | And (silver) doors to their houses, and thrones (of silver) on which they could recline,
|
Words | | |
7. [52:20] | müttekiîne `alâ sürurim maṣfûfeh. vezevvecnâhüm biḥûrin `în. | متكئين على سرر مصفوفة وزوجناهم بحور عين مُتَّكِئِينَ عَلَى سُرُرٍ مَّصْفُوفَةٍ وَزَوَّجْنَاهُم بِحُورٍ عِينٍ |
---|
Elmalılı | Sıra sıra dizilmiş koltuklara yaslanırlar. Ayrıca biz onları ceylan gözlü hûrilerle evlendirdik. |
Y. Ali | They will recline (with ease) on Thrones (of dignity) arranged in ranks; and We shall join them to Companions, with beautiful big and lustrous eyes.
|
Words | | |
8. [55:54] | müttekiîne `alâ füruşim beṭâinühâ min istebraḳ. vecene-lcenneteyni dân. | متكئين على فرش بطائنها من إستبرق وجنى الجنتين دان مُتَّكِئِينَ عَلَى فُرُشٍ بَطَائِنُهَا مِنْ إِسْتَبْرَقٍ وَجَنَى الْجَنَّتَيْنِ دَانٍ |
---|
Elmalılı | Astarları atlastan yataklara yaslanırlar. İki cennetin de devşirmesi yakındır. |
Y. Ali | They will recline on Carpets, whose inner linings will be of rich brocade: the Fruit of the Gardens will be near (and easy of reach).
|
Words | | |
9. [55:76] | müttekiîne `alâ rafrafin ḫuḍriv ve`abḳariyyin ḥisân. | متكئين على رفرف خضر وعبقري حسان مُتَّكِئِينَ عَلَى رَفْرَفٍ خُضْرٍ وَعَبْقَرِيٍّ حِسَانٍ |
---|
Elmalılı | Yeşil yastıklara ve hârikulâde güzel işlemeli döşeklere yaslanırlar. |
Y. Ali | Reclining on green Cushions and rich Carpets of beauty.
|
Words | | |
10. [56:16] | müttekiîne `aleyhâ müteḳâbilîn. | متكئين عليها متقابلين مُتَّكِئِينَ عَلَيْهَا مُتَقَابِلِينَ |
---|
Elmalılı | Karşılıklı olarak onların üzerinde yaslanırlar. |
Y. Ali | Reclining on them, facing each other.
|
Words | | |
11. [76:13] | müttekiîne fîhâ `ale-l'erâik. lâ yeravne fîhâ şemsev velâ zemherîrâ. | متكئين فيها على الأرائك لا يرون فيها شمسا ولا زمهريرا مُّتَّكِئِينَ فِيهَا عَلَى الْأَرَائِكِ لَا يَرَوْنَ فِيهَا شَمْسًا وَلَا زَمْهَرِيرًا |
---|
Elmalılı | Orada donatılmış koltuklar üzerine dayanmışlardır: Orada ne yakıcı güneş görürler, ne de şiddetli soğuk. |
Y. Ali | Reclining in the (Garden) on raised thrones, they will see there neither the sun's (excessive heat) nor (the moon's) excessive cold.
|
Words | | |