1. [9:82] | felyaḍḥakû ḳalîlev velyebkû keŝîrâ. cezâem bimâ kânû yeksibûn. | فليضحكوا قليلا وليبكوا كثيرا جزاء بما كانوا يكسبون فَلْيَضْحَكُواْ قَلِيلاً وَلْيَبْكُواْ كَثِيرًا جَزَاءً بِمَا كَانُواْ يَكْسِبُونَ |
---|
Elmalılı | Kazandıkları günahın cezası olarak, artık az gülsünler, çok ağlasınlar. |
Y. Ali | Let them laugh a little: much will they weep: a recompense for the (evil) that they do.
|
Words | | |
2. [12:16] | vecâû ebâhüm `işâey yebkûn. | وجاءوا أباهم عشاء يبكون وَجَاؤُواْ أَبَاهُمْ عِشَاءً يَبْكُونَ |
---|
Elmalılı | Ve yatsı vakti, ağlayarak babalarına geldiler. |
Y. Ali | Then they came to their father in the early part of the night, weeping.
|
Words | | |
3. [17:109] | veyeḫirrûne lil'eẕḳâni yebkûne veyezîdühüm ḫuşû`â. | ويخرون للأذقان يبكون ويزيدهم خشوعا وَيَخِرُّونَ لِلْأَذْقَانِ يَبْكُونَ وَيَزِيدُهُمْ خُشُوعًا |
---|
Elmalılı | Ve ağlayarak yüzleri üstü secdeye kapanırlar. Hem de bu Kur'ân'ı işitmek onların Allah'a teslimiyetlerini daha da artırır. |
Y. Ali | They fall down on their faces in tears, and it increases their (earnest) humility.
|
Words | | |
4. [19:58] | ülâike-lleẕîne en`ame-llâhü `aleyhim mine-nnebiyyîne min ẕürriyyeti âdeme vemimmen ḥamelnâ me`a nûḥ. vemin ẕürriyyeti ibrâhîme veisrâîle vemimmen hedeynâ vectebeynâ. iẕâ tütlâ `aleyhim âyâtü-rraḥmâni ḫarrû süccedev vebükiyyâ. | أولئك الذين أنعم الله عليهم من النبيين من ذرية آدم وممن حملنا مع نوح ومن ذرية إبراهيم وإسرائيل وممن هدينا واجتبينا إذا تتلى عليهم آيات الرحمن خروا سجدا وبكيا أُوْلَئِكَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللَّهُ عَلَيْهِم مِّنَ النَّبِيِّينَ مِن ذُرِّيَّةِ آدَمَ وَمِمَّنْ حَمَلْنَا مَعَ نُوحٍ وَمِن ذُرِّيَّةِ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْرَائِيلَ وَمِمَّنْ هَدَيْنَا وَاجْتَبَيْنَا إِذَا تُتْلَى عَلَيْهِمْ آيَاتُ الرَّحْمَن خَرُّوا سُجَّدًا وَبُكِيًّا |
---|
Elmalılı | İşte bunlar, Allah'ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerden, Âdem'in soyundan ve gemide Nuh ile beraber taşıdıklarımızın neslinden, İbrahim ve İsrail'in soyundan, hidayete erdirdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerdir. Kendilerine Rahmân (olan Allah)ın âyetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı. |
Y. Ali | Those were some of the prophets on whom Allah did bestow His Grace,- of the posterity of Adam, and of those who We carried (in the Ark) with Noah, and of the posterity of Abraham and Israel of those whom We guided and chose. Whenever the Signs of (Allah) Most Gracious were rehearsed to them, they would fall down in prostrate adoration and in tears.
|
Words | | |
5. [44:29] | femâ beket `aleyhimü-ssemâü vel'arḍu vemâ kânû münżarîn. | فما بكت عليهم السماء والأرض وما كانوا منظرين فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَاءُ وَالْأَرْضُ وَمَا كَانُوا مُنظَرِينَ |
---|
Elmalılı | Gök ve yer onların üzerine ağlamadı. Onlara mühlet de verilmedi. |
Y. Ali | And neither heaven nor earth shed a tear over them: nor were they given a respite (again).
|
Words | | |
6. [53:43] | veennehû hüve aḍḥake veebkâ. | وأنه هو أضحك وأبكى وَأَنَّهُ هُوَ أَضْحَكَ وَأَبْكَى |
---|
Elmalılı | Doğrusu güldüren de ağlatan da O'dur. |
Y. Ali | That it is He Who granteth Laughter and Tears;
|
Words | | |
7. [53:60] | vetaḍḥakûne velâ tebkûn. | وتضحكون ولا تبكون وَتَضْحَكُونَ وَلَا تَبْكُونَ |
---|
Elmalılı | Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz? |
Y. Ali | And will ye laugh and not weep,-
|
Words | | |