1. [15:48] | lâ yemessühüm fîhâ neṣabüv vemâ hüm minhâ bimuḫracîn. | لا يمسهم فيها نصب وما هم منها بمخرجين لاَ يَمَسُّهُمْ فِيهَا نَصَبٌ وَمَا هُم مِّنْهَا بِمُخْرَجِينَ |
---|
Elmalılı | Orada kendilerine hiçbir yorgunluk gelmeyecek. Oradan çıkarılacak da değillerdir. |
Y. Ali | There no sense of fatigue shall touch them, nor shall they (ever) be asked to leave.
|
Words | | |
2. [15:63] | ḳâlû bel ci'nâke bimâ kânû fîhi yemterûn. | قالوا بل جئناك بما كانوا فيه يمترون قَالُواْ بَلْ جِئْنَاكَ بِمَا كَانُواْ فِيهِ يَمْتَرُونَ |
---|
Elmalılı | Elçiler dediler ki: "Bilakis biz sana onların şüphe ettiği azabı getirdik." |
Y. Ali | They said: "Yea, we have come to thee to accomplish that of which they doubt.
|
Words | | |
3. [15:72] | le`amruke innehüm lefî sekratihim ya`mehûn. | لعمرك إنهم لفي سكرتهم يعمهون لَعَمْرُكَ إِنَّهُمْ لَفِي سَكْرَتِهِمْ يَعْمَهُونَ |
---|
Elmalılı | Resulüm! Ömrüne yemin olsun ki gerçekten onlar, sarhoşlukları içinde bocalayıp duruyorlardı. |
Y. Ali | Verily, by thy life (O Prophet), in their wild intoxication, they wander in distraction, to and fro.
|
Words | | |
4. [15:75] | inne fî ẕâlike leâyâtil lilmütevessimîn. | إن في ذلك لآيات للمتوسمين إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّلْمُتَوَسِّمِينَ |
---|
Elmalılı | Gerçekten bunda, düşünen keskin anlayışlılar için ibretler vardır. |
Y. Ali | Behold! in this are Signs for those who by tokens do understand.
|
Words | | |
5. [15:77] | inne fî ẕâlike leâyetel lilmü'minîn. | إن في ذلك لآية للمؤمنين إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِّلْمُؤمِنِينَ |
---|
Elmalılı | Şüphesiz ki, bunda iman edenler için bir ibret vardır. |
Y. Ali | Behold! in this is a sign for those who believed.
|
Words | | |
6. [16:5] | vel'en`âme ḫaleḳahâ. leküm fîhâ dif'üv vemenâfi`u veminhâ te'külûn. | والأنعام خلقها لكم فيها دفء ومنافع ومنها تأكلون وَالْأَنْعَامَ خَلَقَهَا لَكُمْ فِيهَا دِفْءٌ وَمَنَافِعُ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَ |
---|
Elmalılı | Hayvanları da O yarattı. Onlarda sizi ısıtacak şeyler ve birçok faydalar vardır. Ve siz onlardan bir kısmını da yersiniz. |
Y. Ali | And cattle He has created for you (men): from them ye derive warmth, and numerous benefits, and of their (meat) ye eat.
|
Words | | |
7. [16:6] | veleküm fîhâ cemâlün ḥîne türîḥûne veḥîne tesraḥûn. | ولكم فيها جمال حين تريحون وحين تسرحون وَلَكُمْ فِيهَا جَمَالٌ حِينَ تُرِيحُونَ وَحِينَ تَسْرَحُونَ |
---|
Elmalılı | O hayvanları, akşam vakti getirirken ve sabahleyin salarken, onlarda sizin için bir güzellik ve zevk vardır. |
Y. Ali | And ye have a sense of pride and beauty in them as ye drive them home in the evening, and as ye lead them forth to pasture in the morning.
|
Words | | |
8. [16:10] | hüve-lleẕî enzele mine-ssemâi mâel leküm minhü şerâbüv veminhü şecerun fîhi tüsîmûn. | هو الذي أنزل من السماء ماء لكم منه شراب ومنه شجر فيه تسيمون هُوَ الَّذِي أَنزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً لَّكُم مِّنْهُ شَرَابٌ وَمِنْهُ شَجَرٌ فِيهِ تُسِيمُونَ |
---|
Elmalılı | Sizin için gökten su indiren O'dur. İçecek su ondandır; hayvanlarınızı otlattığınız bitkiler de o su ile yetişir. |
Y. Ali | It is He who sends down rain from the sky: from it ye drink, and out of it (grows) the vegetation on which ye feed your cattle.
|
Words | | |
9. [16:11] | yümbitü leküm bihi-zzer`a vezzeytûne venneḫîle vel'a`nâbe vemin külli-ŝŝemerât. inne fî ẕâlike leâyetel liḳavmiy yetefekkerûn. | ينبت لكم به الزرع والزيتون والنخيل والأعناب ومن كل الثمرات إن في ذلك لآية لقوم يتفكرون يُنبِتُ لَكُم بِهِ الزَّرْعَ وَالزَّيْتُونَ وَالنَّخِيلَ وَالْأَعْنَابَ وَمِن كُلِّ الثَّمَرَاتِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ |
---|
Elmalılı | Allah, sizin için, o su ile ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve her çeşit meyveleri bitirir. Şüphesiz ki bunda düşünecek bir topluluk için büyük bir ibret vardır. () |
Y. Ali | With it He produces for you corn, olives, date-palms, grapes and every kind of fruit: verily in this is a sign for those who give thought.
|
Words | | |
10. [16:12] | veseḫḫara lekümü-lleyle vennehâra veşşemse velḳamer. vennücûmü müseḫḫarâtüm biemrih. inne fî ẕâlike leâyâtil liḳavmiy ya`ḳilûn. | وسخر لكم الليل والنهار والشمس والقمر والنجوم مسخرات بأمره إن في ذلك لآيات لقوم يعقلون وَسَخَّرَ لَكُمُ اللَّيْلَ وَالْنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالْنُّجُومُ مُسَخَّرَاتٌ بِأَمْرِهِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَعْقِلُونَ |
---|
Elmalılı | Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize O verdi. Bütün yıldızlar da O'nun emrine boyun eğmişlerdir. Şüphesiz ki bunda aklını kullanan bir toplum için ibretler vardır. |
Y. Ali | He has made subject to you the Night and the Day; the sun and the moon; and the stars are in subjection by His Command: verily in this are Signs for men who are wise.
|
Words | | |
11. [16:13] | vemâ ẕerae leküm fi-l'arḍi muḫtelifen elvânüh. inne fî ẕâlike leâyetel liḳavmiy yeẕẕekkerûn. | وما ذرأ لكم في الأرض مختلفا ألوانه إن في ذلك لآية لقوم يذكرون وَمَا ذَرَأَ لَكُمْ فِي الْأَرْضِ مُخْتَلِفًا أَلْوَانُهُ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِّقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ |
---|
Elmalılı | Yeryüzünde sizin için yarattığı değişik renklerdeki şeyleri de sizin hizmetinize sunmuştur. Elbette bunda öğüt alan kimseler için bir ibret vardır. |
Y. Ali | And the things on this earth which He has multiplied in varying colours (and qualities): verily in this is a sign for men who celebrate the praises of Allah (in gratitude).
|
Words | | |
12. [16:14] | vehüve-lleẕî seḫḫara-lbaḥra lite'külû minhü laḥmen ṭariyyev vetestaḫricû minhü ḥilyeten telbesûnehâ. vetera-lfülke mevâḫira fîhi velitebtegû min faḍlihî vele`alleküm teşkürûn. | وهو الذي سخر البحر لتأكلوا منه لحما طريا وتستخرجوا منه حلية تلبسونها وترى الفلك مواخر فيه ولتبتغوا من فضله ولعلكم تشكرون وَهُوَ الَّذِي سَخَّرَ الْبَحْرَ لِتَأْكُلُواْ مِنْهُ لَحْمًا طَرِيًّا وَتَسْتَخْرِجُواْ مِنْهُ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَا وَتَرَى الْفُلْكَ مَوَاخِرَ فِيهِ وَلِتَبْتَغُواْ مِن فَضْلِهِ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ |
---|
Elmalılı | Yine denizden taze et (balık) yiyesiniz ve ondan takındığınız süs eşyasını çıkarasınız diye, denizi emrinize veren Allah'tır. Gemilerin denizde suyu yararak gittiklerini görüyorsun. Lütfundan rızık aramanız ve şükretmeniz için Allah böyle yapmıştır. |
Y. Ali | It is He Who has made the sea subject, that ye may eat thereof flesh that is fresh and tender, and that ye may extract therefrom ornaments to wear; and thou seest the ships therein that plough the waves, that ye may seek (thus) of the bounty of Allah and that ye may be grateful.
|
Words | | |
13. [16:15] | veelḳâ fi-l'arḍi ravâsiye en temîde biküm veenhârav vesübülel le`alleküm tehtedûn. | وألقى في الأرض رواسي أن تميد بكم وأنهارا وسبلا لعلكم تهتدون وَأَلْقَى فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَن تَمِيدَ بِكُمْ وَأَنْهَارًا وَسُبُلاً لَّعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ |
---|
Elmalılı | Allah, yeryüzü sizi sarsmasın diye oraya sabit dağlar yerleştirdi. Yolunuzu bulmanız için de nehirler ve yollar yarattı. |
Y. Ali | And He has set up on the earth mountains standing firm, lest it should shake with you; and rivers and roads; that ye may guide yourselves;
|
Words | | |
14. [16:29] | fedḫulû ebvâbe cehenneme ḫâlidîne fîhâ. felebi'se meŝve-lmütekebbirîn. | فادخلوا أبواب جهنم خالدين فيها فلبئس مثوى المتكبرين فَادْخُلُواْ أَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا فَلَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّرِينَ |
---|
Elmalılı | "O halde içinde ebedî kalacağınız cehennemin kapılarından girin" denir. Kibirlenenlerin yeri ne kötüdür! |
Y. Ali | "So enter the gates of Hell, to dwell therein. Thus evil indeed is the abode of the arrogant."
|
Words | | |
15. [16:30] | veḳîle lilleẕîne-tteḳav mâẕâ enzele rabbüküm. ḳâlû ḫayrâ. lilleẕîne aḥsenû fî hâẕihi-ddünyâ ḥaseneh. veledâru-l'âḫirati ḫayr. veleni`me dâru-lmütteḳîn. | وقيل للذين اتقوا ماذا أنزل ربكم قالوا خيرا للذين أحسنوا في هذه الدنيا حسنة ولدار الآخرة خير ولنعم دار المتقين وَقِيلَ لِلَّذِينَ اتَّقَوْاْ مَاذَا أَنزَلَ رَبُّكُمْ قَالُواْ خَيْرًا لِّلَّذِينَ أَحْسَنُواْ فِي هَذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌ وَلَدَارُ الْآخِرَةِ خَيْرٌ وَلَنِعْمَ دَارُ الْمُتَّقِينَ |
---|
Elmalılı | Kötülüklerden sakınanlara: "Rabbiniz ne indirdi?" denilince: "Hayır indirdi" derler. Bu dünyada güzel amel işleyenlere güzel bir mükafat var. Elbette ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Allah'tan korkanların yurdu ne güzeldir! |
Y. Ali | To the righteous (when) it is said, "What is it that your Lord has revealed?" they say, "All that is good." To those who do good, there is good in this world, and the Home of the Hereafter is even better and excellent indeed is the Home of the righteous,-
|
Words | | |
16. [16:31] | cennâtü `adniy yedḫulûnehâ tecrî min taḥtihe-l'enhâru lehüm fîhâ mâ yeşâûn. keẕâlike yeczi-llâhü-lmütteḳîn. | جنات عدن يدخلونها تجري من تحتها الأنهار لهم فيها ما يشاءون كذلك يجزي الله المتقين جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ لَهُمْ فِيهَا مَا يَشَآؤُونَ كَذَلِكَ يَجْزِي اللّهُ الْمُتَّقِينَ |
---|
Elmalılı | O girecekleri yer, Adn cennetleridir ki, altından ırmaklar akar. Orada Allah'tan korkanlara diledikleri nimetler vardır. İşte Allah, takva sahiplerini böyle mükafatlandırır. |
Y. Ali | Gardens of Eternity which they will enter: beneath them flow (pleasant) rivers: they will have therein all that they wish: thus doth Allah reward the righteous,-
|
Words | | |
17. [16:36] | veleḳad be`aŝnâ fî külli ümmetir rasûlen eni-`büdü-llâhe vectenibu-ṭṭâgût. feminhüm men hede-llâhü veminhüm men ḥaḳḳat `aleyhi-ḍḍalâleh. fesîrû fi-l'arḍi fenżurû keyfe kâne `âḳibetü-lmükeẕẕibîn. | ولقد بعثنا في كل أمة رسولا أن اعبدوا الله واجتنبوا الطاغوت فمنهم من هدى الله ومنهم من حقت عليه الضلالة فسيروا في الأرض فانظروا كيف كان عاقبة المكذبين وَلَقَدْ بَعَثْنَا فِي كُلِّ أُمَّةٍ رَّسُولاً أَنِ اعْبُدُواْ اللّهَ وَاجْتَنِبُواْ الطَّاغُوتَ فَمِنْهُم مَّنْ هَدَى اللّهُ وَمِنْهُم مَّنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ الضَّلاَلَةُ فَسِيرُواْ فِي الْأَرْضِ فَانظُرُواْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ |
---|
Elmalılı | Andolsun ki biz her ümmete, "Allah'a ibadet edin ve putlara tapmaktan sakının." diye bir peygamber gönderdik. Allah, bu ümmetlerden bir kısmına hidayet etti, bir kısmına da sapıklık hak olmuştur. Şimdi yer yüzünde bir gezip dolaşın da bakın ki, peygamberleri yalanlayanların sonunun ne olduğunu bir görün? |
Y. Ali | For We assuredly sent amongst every People a messenger, (with the Command), "Serve Allah, and eschew Evil": of the People were some whom Allah guided, and some on whom error became inevitably (established). So travel through the earth, and see what was the end of those who denied (the Truth).
|
Words | | |
18. [16:39] | liyübeyyine lehümü-lleẕî yaḫtelifûne fîhi veliya`leme-lleẕîne keferû ennehüm kânû kâẕibîn. | ليبين لهم الذي يختلفون فيه وليعلم الذين كفروا أنهم كانوا كاذبين لِيُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذِي يَخْتَلِفُونَ فِيهِ وَلِيَعْلَمَ الَّذِينَ كَفَرُواْ أَنَّهُمْ كَانُواْ كَاذِبِينَ |
---|
Elmalılı | Allah ölüleri diriltecek ki, o kâfirlerin, hakkında ihtilaf ettikleri şeyi onlara açıkça göstersin ve bunu inkâr edenler kendilerinin yalancı olduklarını bilsinler. |
Y. Ali | (They must be raised up), in order that He may manifest to them the truth of that wherein they differ, and that the rejecters of Truth may realise that they had indeed (surrendered to) Falsehood.
|
Words | | |
19. [16:41] | velleẕîne hâcerû fi-llâhi mim ba`di mâ żulimû lenübevviennehüm fi-ddünyâ ḥaseneh. veleecru-l'âḫirati ekber. lev kânû ya`lemûn. | والذين هاجروا في الله من بعد ما ظلموا لنبوئنهم في الدنيا حسنة ولأجر الآخرة أكبر لو كانوا يعلمون وَالَّذِينَ هَاجَرُواْ فِي اللّهِ مِن بَعْدِ مَا ظُلِمُواْ لَنُبَوِّئَنَّهُمْ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَلَأَجْرُ الْآخِرَةِ أَكْبَرُ لَوْ كَانُواْ يَعْلَمُونَ |
---|
Elmalılı | Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, biz dünyada mutlaka onları güzel bir yere yerleştiririz. Halbuki bilirlerse ahiretin mükafatı elbette daha büyüktür. |
Y. Ali | To those who leave their homes in the cause of Allah, after suffering oppression,- We will assuredly give a goodly home in this world; but truly the reward of the Hereafter will be greater. If they only realised (this)!
|
Words | | |
20. [16:46] | ev ye'ḫuẕehüm fî teḳallübihim femâ hüm bimü`cizîn. | أو يأخذهم في تقلبهم فما هم بمعجزين أَوْ يَأْخُذَهُمْ فِي تَقَلُّبِهِمْ فَمَا هُم بِمُعْجِزِينَ |
---|
Elmalılı | Yahut (rızık için) dolaşıp dururlarken (Allah'ın azabının) kendilerini yakalayıvermesinden emin mi oldular? Üstelik onlar, azabı engelleyici de değillerdir. |
Y. Ali | Or that He may not call them to account in the midst of their goings to and fro, without a chance of their frustrating Him?-
|
Words | | |
21. [16:49] | velillâhi yescüdü mâ fi-ssemâvâti vemâ fi-l'arḍi min dâbbetiv velmelâiketü vehüm lâ yestekbirûn. | ولله يسجد ما في السماوات وما في الأرض من دابة والملائكة وهم لا يستكبرون وَلِلّهِ يَسْجُدُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ مِن دَآبَّةٍ وَالْمَلَآئِكَةُ وَهُمْ لاَ يَسْتَكْبِرُونَ |
---|
Elmalılı | Göklerde ve yer yüzünde bulunan canlılar ve bütün melekler, kibirlenmeden Allah'a secde ederler. |
Y. Ali | And to Allah doth obeisance all that is in the heavens and on earth, whether moving (living) creatures or the angels: for none are arrogant (before their Lord).
|
Words | | |
22. [16:52] | velehû mâ fi-ssemâvâti vel'arḍi velehü-ddînü vâṣibâ. efegayra-llâhi tetteḳûn. | وله ما في السماوات والأرض وله الدين واصبا أفغير الله تتقون وَلَهُ مَا فِي الْسَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَلَهُ الدِّينُ وَاصِبًا أَفَغَيْرَ اللّهِ تَتَّقُونَ |
---|
Elmalılı | Göklerde ve yerde olan her şey yalnız O'nundur. Din de daima O'nundur. Böyle iken, siz Allah'tan başkasından mı korkarsınız? |
Y. Ali | To Him belongs whatever is in the heavens and on earth, and to Him is duty due always: then will ye fear other than Allah?
|
Words | | |
23. [16:59] | yetevârâ mine-lḳavmi min sûi mâ büşşira bih. eyümsikühû `alâ hûnin em yedüssühû fi-ttürâb. elâ sâe mâ yaḥkümûn. | يتوارى من القوم من سوء ما بشر به أيمسكه على هون أم يدسه في التراب ألا ساء ما يحكمون يَتَوَارَى مِنَ الْقَوْمِ مِن سُوءِ مَا بُشِّرَ بِهِ أَيُمْسِكُهُ عَلَى هُونٍ أَمْ يَدُسُّهُ فِي التُّرَابِ أَلاَ سَاءَ مَا يَحْكُمُونَ |
---|
Elmalılı | Kendisine verilen müjdenin kötülüğü, dolayısıyla kavminden gizlenir. Şimdi acaba o çocuğu zillet ve horluğa katlanarak saklayacak mı? Yoksa toprağa mı gömecek? Dikkat edin verdikleri hüküm ne kötüdür! |
Y. Ali | With shame does he hide himself from his people, because of the bad news he has had! Shall he retain it on (sufferance and) contempt, or bury it in the dust? Ah! what an evil (choice) they decide on?
|
Words | | |
24. [16:64] | vemâ enzelnâ `aleyke-lkitâbe illâ litübeyyine lehümü-lleẕi-ḫtelefû fîhi vehüdev veraḥmetel liḳavmiy yü'minûn. | وما أنزلنا عليك الكتاب إلا لتبين لهم الذي اختلفوا فيه وهدى ورحمة لقوم يؤمنون وَمَا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ إِلاَّ لِتُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذِي اخْتَلَفُواْ فِيهِ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ |
---|
Elmalılı | (Ey Resulüm!) Biz, sana bu kitabı (Kur'ânı) sırf hakkında ihtilafa düştükleri şeyi insanlara açıklaman için ve iman edecek topluma bir hidayet, bir rahmet olsun diye indirdik. |
Y. Ali | And We sent down the Book to thee for the express purpose, that thou shouldst make clear to them those things in which they differ, and that it should be a guide and a mercy to those who believe.
|
Words | | |
25. [16:65] | vellâhü enzele mine-ssemâi mâen feaḥyâ bihi-l'arḍa ba`de mevtihâ. inne fî ẕâlike leâyetel liḳavmiy yesme`ûn. | والله أنزل من السماء ماء فأحيا به الأرض بعد موتها إن في ذلك لآية لقوم يسمعون وَاللّهُ أَنزَلَ مِنَ الْسَّمَاءِ مَاءً فَأَحْيَا بِهِ الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِّقَوْمٍ يَسْمَعُونَ |
---|
Elmalılı | Allah gökten bir su indirdi ve onunla yeryüzüne ölümünden sonra hayat verdi. Şüphesiz ki bunda dinleyen bir millet için büyük bir ibret vardır. |
Y. Ali | And Allah sends down rain from the skies, and gives therewith life to the earth after its death: verily in this is a Sign for those who listen.
|
Words | | |
26. [16:66] | veinne leküm fi-l'en`âmi le`ibrah. nüsḳîküm mimmâ fî büṭûnihî mim beyni ferŝiv vedemil lebenen ḫâliṣan sâigal lişşâribîn. | وإن لكم في الأنعام لعبرة نسقيكم مما في بطونه من بين فرث ودم لبنا خالصا سائغا للشاربين وَإِنَّ لَكُمْ فِي الْأَنْعَامِ لَعِبْرَةً نُّسْقِيكُم مِّمَّا فِي بُطُونِهِ مِن بَيْنِ فَرْثٍ وَدَمٍ لَّبَنًا خَالِصًا سَآئِغًا لِّلشَّارِبِينَ |
---|
Elmalılı | Gerçekten süt veren hayvanlarda da size bir ibret vardır. Size işkembelerindeki yem artıklarıyla kandan meydana gelen, içenlere içimi kolay halis bir süt içirmekteyiz. |
Y. Ali | And verily in cattle (too) will ye find an instructive sign. From what is within their bodies between excretions and blood, We produce, for your drink, milk, pure and agreeable to those who drink it.
|
Words | | |
27. [16:67] | vemin ŝemerâti-nneḫîli vel'a`nâbi tetteḫiẕûne minhü sekerav verizḳan ḥasenâ. inne fî ẕâlike leâyetel liḳavmiy ya`ḳilûn. | ومن ثمرات النخيل والأعناب تتخذون منه سكرا ورزقا حسنا إن في ذلك لآية لقوم يعقلون وَمِن ثَمَرَاتِ النَّخِيلِ وَالْأَعْنَابِ تَتَّخِذُونَ مِنْهُ سَكَرًا وَرِزْقًا حَسَنًا إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِّقَوْمٍ يَعْقِلُونَ |
---|
Elmalılı | Hurma ve üzüm ağaçlarının meyvalarından da hem içki, hem de güzel gıdalar edinirsiniz. Şüphesiz ki bunda aklını kullanan kimseler için büyük bir ibret vardır. |
Y. Ali | And from the fruit of the date-palm and the vine, ye get out wholesome drink and food: behold, in this also is a sign for those who are wise.
|
Words | | |
28. [16:69] | ŝümme külî min külli-ŝŝemerâti feslükî sübüle rabbiki ẕülülâ. yaḫrucü mim büṭûnihâ şerâbüm muḫtelifün elvânühû fîhi şifâül linnâs. inne fî ẕâlike leâyetel liḳavmiy yetefekkerûn. | ثم كلي من كل الثمرات فاسلكي سبل ربك ذللا يخرج من بطونها شراب مختلف ألوانه فيه شفاء للناس إن في ذلك لآية لقوم يتفكرون ثُمَّ كُلِي مِن كُلِّ الثَّمَرَاتِ فَاسْلُكِي سُبُلَ رَبِّكِ ذُلُلاً يَخْرُجُ مِن بُطُونِهَا شَرَابٌ مُّخْتَلِفٌ أَلْوَانُهُ فِيهِ شِفَاءٌ لِّلنَّاسِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ |
---|
Elmalılı | Sonra meyvaların hepsinden ye de, Rabbinin (sana) kolay kıldığı yollara gir, diye ilham etti. Onların karınlarından renkleri çeşitli bir bal çıkar ki, onda insanlar için şifâ vardır. Şüphesiz ki bunda düşünen bir millet için, büyük bir ibret vardır. |
Y. Ali | Then to eat of all the produce (of the earth), and find with skill the spacious paths of its Lord: there issues from within their bodies a drink of varying colours, wherein is healing for men: verily in this is a Sign for those who give thought.
|
Words | | |
29. [16:71] | vellâhü feḍḍale ba`ḍaküm `alâ ba`ḍin fi-rrizḳ. feme-lleẕîne füḍḍilû birâddî rizḳihim `alâ mâ meleket eymânühüm fehüm fîhi sevâün. efebini`meti-llâhi yecḥadûn. | والله فضل بعضكم على بعض في الرزق فما الذين فضلوا برادي رزقهم على ما ملكت أيمانهم فهم فيه سواء أفبنعمة الله يجحدون وَاللّهُ فَضَّلَ بَعْضَكُمْ عَلَى بَعْضٍ فِي الْرِّزْقِ فَمَا الَّذِينَ فُضِّلُواْ بِرَآدِّي رِزْقِهِمْ عَلَى مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَهُمْ فِيهِ سَوَاءٌ أَفَبِنِعْمَةِ اللّهِ يَجْحَدُونَ |
---|
Elmalılı | Allah, rızık yönünden bir kısmınızı diğerlerinden üstün kıldı. Kendilerine bol rızık verilenler, rızıklarını ellerinin altındakilere vermiyorlar ki, onda eşit olsunlar. Durum böyle iken Allah'ın nimetini inkâr mı ediyorlar? |
Y. Ali | Allah has bestowed His gifts of sustenance more freely on some of you than on others: those more favoured are not going to throw back their gifts to those whom their right hands possess, so as to be equal in that respect. Will they then deny the favours of Allah?
|
Words | | |
30. [16:79] | elem yerav ile-ṭṭayri müseḫḫarâtin fî cevvi-ssemâ'. mâ yümsikühünne ille-llâh. inne fî ẕâlike leâyâtil liḳavmiy yü'minûn. | ألم يروا إلى الطير مسخرات في جو السماء ما يمسكهن إلا الله إن في ذلك لآيات لقوم يؤمنون أَلَمْ يَرَوْاْ إِلَى الطَّيْرِ مُسَخَّرَاتٍ فِي جَوِّ السَّمَاءِ مَا يُمْسِكُهُنَّ إِلاَّ اللّهُ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ |
---|
Elmalılı | Göğün boşluğunda Allah'ın emrine boyun eğdirilerek uçuşan kuşlara bakmadılar mı? Şüphesiz bunda inanan bir toplum için âyetler (ibretler) vardır. |
Y. Ali | Do they not look at the birds, held poised in the midst of (the air and) the sky? Nothing holds them up but (the power of) Allah. Verily in this are signs for those who believe.
|
Words | | |