1. [23:20] | veşeceraten taḫrucü min ṭûri seynâe tembütü biddühni veṣibgil lil'âkilîn. | وشجرة تخرج من طور سيناء تنبت بالدهن وصبغ للآكلين وَشَجَرَةً تَخْرُجُ مِن طُورِ سَيْنَاءَ تَنبُتُ بِالدُّهْنِ وَصِبْغٍ لِّلْآكِلِينَ |
---|
Elmalılı | Tûrı Sinâ'da (dahi) yetişen bir ağaç da meydana getirdik ki, bu ağaç, hem yağ, hem de yiyenlerin ekmeğine katık edecekleri (zeytin) verir. |
Y. Ali | Also a tree springing out of Mount Sinai, which produces oil, and relish for those who use it for food.
|
Words | | |
2. [55:37] | feiẕe-nşeḳḳati-ssemâü fekânet verdeten keldihân. | فإذا انشقت السماء فكانت وردة كالدهان فَإِذَا انشَقَّتِ السَّمَاءُ فَكَانَتْ وَرْدَةً كَالدِّهَانِ |
---|
Elmalılı | Gök yarılıp da, erimiş yağ gibi kıpkırmızı bir gül olduğu zaman... |
Y. Ali | When the sky is rent asunder, and it becomes red like ointment:
|
Words | | |
3. [56:81] | efebihâẕe-lḥadîŝi entüm müdhinûn. | أفبهذا الحديث أنتم مدهنون أَفَبِهَذَا الْحَدِيثِ أَنتُم مُّدْهِنُونَ |
---|
Elmalılı | Şimdi siz bu sözü mü küçümsüyorsunuz? |
Y. Ali | Is it such a Message that ye would hold in light esteem?
|
Words | | |
4. [68:9] | veddû lev tüdhinü feyüdhinûn. | ودوا لو تدهن فيدهنون وَدُّوا لَوْ تُدْهِنُ فَيُدْهِنُونَ |
---|
Elmalılı | Onlar istediler ki yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar. |
Y. Ali | Their desire is that thou shouldst be pliant: so would they be pliant.
|
Words | | |