Hz. Selman (r.a.)

Hz. Selman-ı Farisi, İran'da doğdu. İçerisinde büyüdüğü toplum ateşe tapıyordu. Hz. Selman ise büyük bir arayış içerisindeydi. Gerçeğin ne olduğunu sorguluyor, toplumunun hakikatten uzak yaşadığını idrak ediyordu. Arayışı bir gün onu karşılaştığı bir kilise kapısından içeri girmeye sevketti. Kilisedeki hristiyanların ibadetlerine nazar etti, sözlerini dinledi. Anladı ki, onların inanışı, kendi toplumunun anlayışından önde. Orada hristiyanlığı kabul etti. Fakat hristiyanlığı daha iyi öğrendikçe eksikliklerin ve kusurların da farkına varıyordu Selman-ı Farisi. Hristiyanlık onu tatmin etmemişti, oradan ayrılmak zorunda hissetti kendini ve arayışına devam etti. İran'ın dışına çıkarak Şam ve Rum taraflarına yolculuk etti, diyar diyar gezdi. Gezdiği yerlerde birçok din adamının hizmetine girdi, sorularının cevaplarını arıyordu. Fakat aldığı cevaplar ruhunu teselli etmiyordu. Aradığı hakikat onların anlattığından daha farklıydı, ruhunun derinliklerinden gelen bir ses bunu hissettiriyordu Hz. Selman'a.

Bir gün bir rahiple karşılaştı Hz. Selman. O rahipte aradığı hakikate dair bir ışık görmüştü. Onunla imandan, dinden, tevhid inancı ve birçok farklı konuda sohbet ettiler. Rahip gerçekten bilgili biriydi. Hz. Selman'a büyük bir müjde de vermişti:
"Pek yakında Hicaz tarafından bir peygamber ortaya çıkacak. Onun yakacağı ışık tüm alemi aydınlatacak. O, Hz. İsa'nın (a.s.) geleceğini müjdelediği peygamberdir. Hz. İbrahim'in (a.s.) tevhid dinini ortaya koyacak, o mübarek dini en ileri aşamaya taşıyacaktır."
Bu sözler Hz. Selman'ın gözlerinin parlamasına, içinde de fırtınalar kopmasına sebep oldu. Nihayet aradığını nerede arayacağına dair büyük bir ipucu eline geçmişti. Hz. Selman gelecek peygamberle ilgili soru üzerine soru soruyordu rahibe. Rahipten peygamberlerin kendileri için verilen sadakayı kabul etmediklerini ancak hediyeyi kabul ettiklerini öğrenmişti. Ayrıca son gelecek peygamberin (s.a.v.) sırtında bir de peygamberlik mührü olacağına işaret ediyordu kutsal kitaplar.

Hz. Selman Hicaz tarafına doğru yola çıktı. Yolda bir kervanla karşılaştı ve Hicaz'a gittiklerini öğrendiğinde onlara katıldı. Ancak kervandakiler, zalimlik ederek Hz. Selman'ı köle edindiler, ayaklarına zincirler bağladılar. Elden ele bir emtia gibi aktarılan Hz. Selman-ı Farisi en sonunda Medineli bir yahudiye satıldı. Yahudinin hizmetinde hurma bahçelerinde çalışıyordu. İçten içe ise ortaya çıkacak peygamberin haberini bekliyordu büyük bir özlemle.

Hz. Selman hurma bahçesinde çalışırken sahibinin bir başkasıyla Medine'ye gelen peygamberden bahsettiklerini duyar. Hemen onların yanına gidip bilgi almak ister. Ancak Yahudi bu duruma öfkelenir:
"Sen işine bak, bundan sana ne!"
Hz. Selman işinin başına döner. Yıllarca beklediği haber gelmiştir nihayetinde. Hz. Selman'ın eli iştedir, fakat aklı fikri bir an önce peygamberi ziyarete gitmektedir. Akşam olunca hemen Kuba'ya doğru yola çıkar. Allah Resulü'nün yanına varınca rahipten öğrendiklerini dener. Biriktirdiği hurmaları sadaka olarak Resulullah'a ikram eder. Resulullah kabul eder, ancak kendi yemez, yanındaki fakirlere dağıtır. Hz. Selman'ın gözleri sevinçten açılır ve:
"Bu bir" der kendi kendine. Ardından çalıştığı hurmalığa geri döner Hz. Selman.

Aradan biraz zaman geçince Hz. Selman tekrar huzura çıkar, yine hurma ikram eder. Fakat bu kez hediye olarak verdiğini söyler hurmaları. Resulullah, bu kez hem kendi yer, hem de yanındakilere ikram eder hurmalardan. Hz. Selman sevinçle kendi kendine:
"Bu iki" der.

Artık Hz. Selman hakikati bulmaya çok yaklaşmıştır. Rahibin anlattığı gibi sırtında peygamberlik mührü de varsa yıllardır aradığı kutlu peygamberi bulmuş olacaktır. Peygamberimiz Cennetül Baki mezarlığında iken Hz. Selman çıkagelir, selam verir ve bir köşeye oturur. Peygamberin acaba sırtını görebilir miyim düşüncesi ile gözlerini dört açmış, büyük bir dikkatle Allah Resulünü gözlemekte. Allah Resulü, onun hareketlerinden ve davranışlarından neyi aradığını sezer, sırtındaki elbiseyi sıyırır. Hz. Selman adeta çarpılmıştır, yerinden fırlar, nübüvvet mührünü öpmeye başlar. Sevincinden gözyaşları akıtmaktadır Hz. Selman. Bir ömür boyu türlü çilelere katlanarak aradığına kavuşmuştur artık. Bu ne büyük saadettir onun için!

Allah Resulü: "Bu tarafa dön" buyururlar, Hz. Selman döner ve:
"Ey Allah'ın elçisi! Cemalinizi gördüm, canım ululuklara erdi. Yıllar süren hasret vuslat ile sonlandı. Şefaatinizi arzu ederim" der.
Peygamberimiz Hz. Selman'ın başından geçenleri heyecanla dinler. Onu kölelikten kurtarır. Hz. Selman, Allah Resulü'nün yanından hiç ayrılmaz. Peygamberimiz de Hz. Selman'ı o kadar çok sevdiler ki:
"Selman, Ehl-i beytimdendir" buyurdular.
Bir başka rivayette Resulullah şöyle buyurmuşlardır:
"Herkes cennete aşık, cennet ise Ali, Ammar ve Selman'a aşık"

Bir gün Hz. Selman'ın da sohbet meclisinde olduğu bir günde arkadaşlar kendi aralarında konuşuyorlar. Mecliste bulunan bazı kimseler ben falan oğlu filanın oğluyum diyerek soyunun, nesebinin üstünlüğü ile övünüyorlar. Hz. Selman'a da soruyorlar, senin nesebin nedir diye. Hz. Selman:
"Ben İslam oğlu Selman'ım" buyuruyor.


Ebû’l Bahterî (r.a.)’den rivâyet edilmiştir. Selman-ı Farisî’nin komutanı olduğu islam ordularından biri İran kalelerinden birini kuşattı, Askerler, Selman’a: Ey Ebû Abdullah onlara karşı taarruza geçmeyecek miyiz? Dediler. Selman; bırakın beni Rasûlullah (s.a.v.)’den işittiğim gibi ben onları İslam’a davet edeyim dedi ve muhasara altındaki kalenin içindeki insanlara gelerek şöyle konuştu: Ben de sizin gibi bir insanım ve İranlıyım, Arap olan şu askerlerin bana itaat ettiklerini görüyorsunuz. Eğer Müslüman olursanız bizim gibi aynı haklara sahip olacak aynı mesuliyetleri yükleneceksiniz. Eğer dininiz üzere kalmakta ısrar ederseniz boyunlarınız eğilmiş olarak bize cizye verin sizi dininiz üzere bırakalım bizim idaremiz altında yaşayın... Selman; Farsça olarak onlara şöyle konuşmasını sürdürdü: Hiçbir yönden üstün övülen kişiler değilsiniz. Eğer tüm bu tekliflerimizi kabul etmez iseniz her toplum gibi sizinle de savaşacağız... Onlar da: Biz cizye vermeyiz ve sizinle savaşacağız dediler. Bunun üzerine askerler Selman’a: 'Haydi artık taarruz etmeyelim mi?' dediler. Selman 'Hayır' dedi. Muhasara altındakileri üç gün davet ettikten sonra askerlere taarruz ediniz emrini verdi. Bunun üzerine biz de taarruz ettik ve sonunda kaleyi fethettik.
(Ebû Dâvûd, Cihâd: 82)


Ali b. ebî Tâlib (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Her Peygambere yedi arkadaş veya muhafız verilmiştir. Bana ise on dört tane verildi.” Bizde: “Bunlar kimlerdir diye sorduk” şöyle cevap verdi: “Ben, iki oğlum Hasan ve Hüseyin, Cafer, Hamza, Ebû Bekir, Ömer, Mus’ab b. Umeyr, Bilâl, Selman, Mıkdad, Ebû Zerr, Ammâr ve Abdullah b. Mes’ûd’tur.” (Müsned: 1198)




Paylaşın:


Paylaşım tarihi:





ANA SAYFA İSLAM Sahabiler