Hz. Ebu Zer (r.a.)

Resulullah'ın (s.a.v.) hakkında "Yer, Ebu Zerr´den daha doğru hiçbir kimseyi taşımamış, gök onun gibi hiçbir kimseyi gölgelememiştir." buyurduğu rivayet edilen güzide sahabe.Ebu Zer El-Gıffari'nin kabilesi, Mekke'den Şam'a giden ticaret kervanlarının yolu üzerindeki bir vadide yaşıyordu. Geçimlerini de bu ticaret kervanlarının kendilerine verdikleri gıda ve eşyalarla temin ediyorlardı. Zaman zaman ise istediklerini alamadıklarında bu kafilelerin yolunu kesiyorlardı. Hz. Ebu Zer'in kişiliği, cesareti, olgunluğu kabilesinden farklı bir durum arz ediyordu. Hatta kavminin Allahu Teala'ya inanmayıp, putlara tapması onu çok rahatsız ediyordu. Hz. Ebu Zer'e Mekke'de bir peygamberin ortaya çıktığı haberi geldiğinde, kardeşine Mekke'ye gidip bu durumu araştırmasını istedi. Kardeşi döndüğünde verdiği bilgiler Hz. Ebu Zer'i tam olarak tatmin etmedi ve kendisi de Mekke'ye gitmeye karar verdi. Yola çıkmadan önce kardeşi ona peygamberle görüşme konusunda Mekke halkından sakınmasını tembihledi.

Hz. Ebu Zer, peygamberi bizzat görmek üzere azığını hazırlayarak yola koyuldu. Kureyşli müşriklerin peygamberle görüşmeye gelenlere kötü davrandıklarını haber aldığından temkinli hareket etmeyi uygun buldu ve kimseye Hz. Muhammed'i (s.a.v.) sormadı. Gece olduğunda mescide girip yattı. Hz. Ali (r.a.) onun yabacı olduğunu anlayıp, ağırlamak üzere evine davet etti. Hz. Ebu Zer, misafirliğinde Mekke'ye geliş sebebini açıklamadı. Hz. Ali, üçüncü günde : "Bana niye geldiğini anlatmayacak mısın?" diye sorunca "Beni aradığıma götüreceğine söz verirsen anlatırım" diye yanıtladı. Hz. Ali'den söz alınca, peygamberi ziyaret etmek ve anlattıklarını dinlemek üzere geldiğini anlattı. Hz. Ali, memnuniyetini gizlemedi ve "O, gerçekten Allah'ın Resulüdür. Yarın sabah, beni takip et, seni O'nun (s.a.v.) yanına götüreceğim" dedi.

Ertesi gün peygamberimizin huzuruna geldiler. Hz. Ebu Zer: "Essalamu aleyke ya Resulullah" diyerek selam verdi. Peygamberimiz de " Ve aleyke selâmullahi ve rahmetuhu ve berakâtuhu" buyurarak selama karşılık verdiler. Rivayetlere göre İslamı selamı ilk veren Hz. Ebu Zer olmuştur. Resulullah , Hz. Ebu Zer'e Kur'an- Kerim okumak ve İslam'a davet için kalkarak onun yanına geldi. Hz. Ebu Zer, şehadet ederek müslüman oldu. Onun 4. veya 5. müslüman olduğuna dair rivayetler mevcuttur. Bundan sonra Hz. Ebu Zer, peygamberimizin yanında İslam'ı daha iyi öğrenmek için bir süre daha kaldı. Hz. Ebu Zer, Resûlullah Efendimize biât ederken, “Hak Teâlâ’nın yolunda hiçbir kötüleyicinin kötülemesine aldanmayacağına, ne kadar acı olursa olsun daima doğru sözlü olacağına” söz vermişti.
Peygamber, ona şunları da söyledi:
"İslâm´a girdiğini Mekke´de hiçbir kimseye söyleme, çünkü on­ların sana zarar vermelerinden korkuyorum" Hz. Ebu Zer şöyle cevap verdi: "Canımı elinde tutan Allah´a yemin ederim ki ben mescide gelip Kureyş´in ortasında hak davetini haykırıncaya kadar Mekke´den ayrıl­mam". Rasûlullah (s.a.v) bu sözüme cevap vermedi.

Kureyşliler oturmuş, birbirleriyle konuşurken mescide geldim. Ortalarında durup sesimin çıktığı kadar şöyle haykırdım :
"Ey Kureyş topluluğu! Ben, Allah´tan başka ilah olmadığına ve Hz. Muhammed´in (s.a.v.) Allah´ın Resûlü olduğuna şehadet ediyorum."
Onlar, söylediklerimi duyar duymaz hepsi ürperip yerlerinden fır­ladılar ve şöyle dediler :
"Koşun şu dîninden dönene!" Yanıma gelip beni öldüresiye dövmeye başladılar. Peygamberin (s.a.v.) amcası Hz. Abbas yetişip ellerinden kurtarmak için üzerime kapandı. Sonra onlara şöyle dedi :
"Yazıklar olsun size! Ticaret kafilelerinizin yolları ellerinde olan Gıfar kabilesine mensup birisini mi öldüreceksiniz". Bunun üzeri­ne beni serbest bıraktılar. Kendime gelince, Rasûlüllah´ın (s.a.v.) ya­nına gittim.
Beni o halde görünce :
« Sana, İslâm´a girdiğini kimseye söyleme demedim mi » dedi. Ben de :
« Ya Rasûlullah! Buna ihtiyacım vardı, yerine getirdim» dedim. Rasûlullah (s.a.v.) bana şunları da söyledi :
"Şimdi sen kavmine git, gördüğünü ve duyduğunu onlara haber ver. Onları Allah´a davet et. Belki Allah, seninle onlara fayda ve onların yüzünden de sana ecir verir. Davetimi açığa vurduğumu duyduğunda bana gel"
Bazı rivayetlere göre Hz. Ebu Zer iyileştikten sonra, müşriklerin yanında yeniden Allah'ın birliğini, peygamberimizin elçiliğini haykırmış, bu cesaret karşısında müşrikler bu defa önceki gibi sert biçimde müdahale etmemişler, sözlü olarak kınamayı tercih etmişlerdir. Elbette Gıffar kabilesinden olduğunu öğrenmelerinin de bu durumda payı olmuştur. Bazı rivayetlere göre ise bu defa Hz. Ebu Zer yere düşünceye kadar saldırmışlar ve yine Hz. Abbas araya girerek onu kurtarmıştır.

Hz. Ebu Zer şöyle anlatıyor:
"Oradan ayrılıp memleketime geldim. Beni kardeşim karşıladı:"Ne yaptın" diye sordu. Ben de :'İslâm´a girdim ve onun söylediklerini tasdik ettim' dedim. Çok geçmedi, Allah onun kalbini de açtı :
'Benim senin dinine nefretim yok. Ben de İslâm´a giriyorum ve onu tasdik ediyorum' dedi. Daha sonra annemize gidip onu da İslâm´a davet ettik. O da : 'Benim sizin dininize karşı bir nefretim yok, ben de müslüman oluyorum' dedi."

O günden itibaren bu mümin aile bıkıp usanmadan Gıfar kabile­sini İslam´a davet ettiler. Bir gün kabilesine, Allah’ın bir ve Muhammed aleyhisselâmın onun Resulü olduğunu ve bildirdiklerinin hak ve tapmakta oldukları putların batıl, boş ve manasız olduğunu söylemişti.
- Ben Müslüman olmadan önce, bir gün Nuhem putunun yanına gidip, önüne süt koymuştum. Bir de baktım ki, bir köpek yaklaşıp, sütü içiverdi. Sonra da putun üzerine pisledi. Görüyorsunuz ki, put köpeğin üzerini kirletmesine mani olacak güçte bile olmayan bir taş! İşte sizin taptığınız şey! Köpeğin bile hakaret ettiği puta tapmak hoşunuza gidiyorsa, buna çok şaşılır.
Herkes başını eğmiş duruyordu. İçlerinden biri cevap verdi:
- Peki, senin bahsettiğin Peygamber neyi bildiriyor. Onun doğru söylediğini nasıl anladın?
Bunun üzerine Ebu Zer Hazretleri, yüksek sesle kalabalığa şöyle hitap etti:
- O, Allah’ın bir olduğunu, O’ndan başka ilâh olmadığını, her şeyi yaratan ve her şeyin maliki, sahibi olduğunu bildiriyor. İnsanları Allah’a iman etmeye çağırıyor. İyiliğe, güzel ahlâka ve yardımlaşmaya davet ediyor. Kız çocuklarını diri diri gömmenin ve yaptığınız diğer her türlü kötülüğün, haksızlığın, zulmün, çirkinliğini ve bunlardan sakınmayı emrediyor.
Ebu Zer-i Gıfârî Hazretleri İslâmiyeti uzun uzun açıkladı. Kabilesinin, içinde bulunduğu sapıklığı bir bir sayıp, bunların zararlarını ve çirkinliğini gayet açık bir şekilde anlattı. Onu dinleyenler arasında başta kabile reisi Haffâf, kendi kardeşi Üneys olmak üzere çoğu Müslüman oldu. Diğerleri ise daha sonra Peygamberimizi (asm) görerek Müslümanlığı kabul ettiler.
Ebu Zer-i Gıfârî Hazretleri bu hizmetleri yaptığı sırada, İslâmiyet, Mekke’de ve civarında oldukça yayılmıştı.
Hz. Ebu Zer, Bedîr, Uhud ve Hendek savaşları geçinceye kadar köyün­de ikamet etti, sonra Medîne´ye gelip Rasûlullah´la (s.a.v.) beraber olmak istedi. O'na hizmet için izin istedi. Rasûlullah (s.a.v.) da istediği izni ona verdi.
Rasûlullah´la (s.a.v.) birlikte olmaktan ve O'na hizmet etmekten çok memnun oldu. Rasûlullah, (s.a.v.) onu başkalarına tercih eder ve ikramda bulu­nurdu. Her karşılaştığında onun elini sıkardı. Ona gülümser, karşılaş­tığı için memnuniyetini belirtirdi. Ebû Zer Hazretlerini Münzir bin Amr Hazretleri ile kardeş yaptı. Daha sonra İslâm'ı anlatması için tekrar kabilesi arasına gönderildi.
Medine’ye tekrar dönen Ebû Zer-i Gıfârî Hazretleri Peygamberimiz(sav)’in yanına geldi bir daha yanından ayrılmadı.

Ebu Zer-i Gıfârî dünyaya hiç değer vermezdi. Son derece kanâatkâr, fakîr ve yalnız yaşardı. Peygamber Efendimiz (asm) bu sebeple ona, “Mesih-ül-İslâm”lâkabını vermişti.

Ebu Zer-i Gıfârî Hazretleri, Mekke’nin fethine de kendi kabilesinin sancağını taşıyarak katılmıştır.

Bütün zamanını dini öğrenmeye ayırdı. İlim öğrenmek hususunda büyük gayret sahibi idi. Her şeyi Peygamberimize (asm) sorardı. İman, ihsan, emir ve yasaklar hususunda, Kadir Gecesi ve daha birçok hususların sırlarını, izahını, namaza dair ince hususları ve nice şeyleri Resûlullah (asm)’a bizzat sorarak öğrenmiştir.

Resul-i Ekrem Efendimiz (asm) Ebu Zer’i çok sever, ona, hususi iltifat buyururdu. Çok zaman gece geç vakte kadar Resûlullah (asm)’ın huzurunda kalırdı. Peygamberimizin (asm) mahremi, sır dostu idi. Onunla mahrem meseleleri konuşurdu.

Rasûlullah (s.a.v.) vefat edince, Ebu Zer Efendisinden ayrı düşüp sohbetlerinden mahrum kaldı ve artık Medine-i Münevvere´de otur­mak ona zor geldi. Bunun üzerine Şam tarafına gitti. Hz. Ebu Bekir´le Ömer´in halifelikleri zamanında oralarda kaldı.

Halis bir mümin, dürüst bir adam ve hatalı davranışlara çekinmeden karşı çıkan biri olarak bilinmektedir. Yüksek bir makamda olmamıştır fakat ümmete elinde ne varsa feda ederek hizmet etmiştir. Şüphelilerden ve haramlardan son derece sakınırdı. Evinde bir günlük nafakasından fazlasını bulundurmaz, hep fakirlere dağıtırdı.

Hz. Osman´ın halifeliği sırasında Şam şehrine indi. Kendisinin daima çekinip garipsemesine rağmen, müslümanlarm dünyaya meyle­dip rahat ve konfora daldıklarını gördü. Hz. Osman onu Medîne´ye da­vet etti ve oraya geldi. Bir müddet sonra halkın dünyaya düşkünlüğüne canı sıkıldı. Halk da onun kırıcı söz ve tenkitlerinden hoşlanmadı. Bu­nun üzerine Hz. Osman onun Rabeze´ye gitmesini istedi. (Rabeze, Medîne´nin küçük bir köydür) O da oraya gitti. Halktan ve ellerindeki dün­ya malından uzak bir halde, Rasûlullah (s.a.v.) ve iki arkadaşının (Hz. Ebu Bekir ve Ömer) yaptıkları gibi ahireti dünyaya tercih ederek orada ikamet etti.
*************************************

Bir gün Hz. Osman r.a. hizmetçisi ile ona yüz dinar gönderdi. Hz. Ebu Zer kabul ederse o da köleyi serbest bırakacaktı. Yalvardı köle:
– Özgürlüğüm buna bağlı, kabul et bu hediyeyi. Hz. Ebu Zer'in cevabı şu oldu:
– Benim köleliğim de bunu almaktır.


Bir defasında Şam valisi, tecrübe etmek için, hizmetçisi ile akşam on bin dirhem altın göndermişti. Ebu Zer Hazretleri altınları alınca uykusu kaçtı, uyuyamaz hâle geldi. Hemen kalktı ve fakirlere dağıttı. Yanında tek altın bile saklamadı.
*************************************

Hz. Ebu Zer r.a. evlenince Medine’nin dışında çölde kendine küçük bir ev yaptı ve hanımıyla birlikte orda yaşamaya başladı. Bir gün eski arkadaşlarından birisi ziyaretine geldi. Arkadaşı gördüğü manzaraya çok şaşırdı ve sordu:
– Eşyaların nerede?
– Bizim başka bir evimiz var ki, değerli eşyalarımızı oraya gönderiyoruz, dedi.
– Sen uzun bir süredir buradasın, birkaç parça eşyanın olması gerekmez mi?
– Bu evin sahibi bir an bile burada kalmaya izin vermiyor, dedi.Sonra misafirine bakarak şöyle devam etti:
– Allah’a yemin ederim ki benim bildiklerimi siz biliyor olsaydınız kadınlarınızla beraber olamazdınız, yataklarınızda yatamazdınız. Yine yemin ederim ki O beni meyvesi tükenince kesilip yok olan bir ağaç gibi yaratmıştır.
– Evet, ama bu seni dünyadan faydalanmaktan engellemiyor mu? – Allah’ın Rasulü bana: “O insana yazıklar olsun ki, hem ahirete imanı vardır, hem de bu hilekâr dünyadan faydalanmağa çalışır.” demişti.
***************************************

Tebük muharebesinde Ebu Zer-i Gıfârî Hazretlerinin devesi pek zayıf ve dayanıksız olduğu için geride kalmıştı. Yolun ortasında devesi çöküp kalınca, devesinden indi. Eşyasını sırtına yükleyerek orduya yetişmek için yaya yürümeye başladı. Şiddetli sıcak ortalığı kavuruyordu. Bir öğle vakti Ebu Zer orduya yetişti. Resûlullah (asm)’ın yanında bulunan Eshâb-ı kiram dediler ki:

- Ya Resûlallah! Tek başına bir adam geliyor.
Resûlullah Efendimiz (asm):
- Ebu Zer midir? Onun olmasını isterim, buyurdular.
- Yâ Resûlallah, gelen Ebu Zer’dir.
- Allah Ebu Zer’e rahmet eylesin! O, yalnız yaşar, yalnız yürür, yalnız başına vefât eder ve yalnız başına haşr olunur.
Daha sonra Ebu Zer’e:
- Ey Ebu Zer! Niçin geride kaldın, buyurdular.
Ebu Zer, devesinin durumunu anlattı ve bu sebeple geride kaldığını söyledi. Bunun üzerine Resûlullah efendimiz:
- Bana gelip kavuşuncaya kadar, attığın her adımına karşılık, Allah Teâlâ bir günahını bağışlasın, diye dua buyurdular.
****************************


Şam emiri ona 300 dinarla birlikte şu haberi göndermişti
« İhtiyacını karşılamak için gönderdiğim paraları kullan». Hz. Ebu Zer de ona, parayla birlikte şu haberi gönderdi:
« Şam emiri kendince, benden daha düşük bir kul bu­lamamış mı?»


Kerem Sahibi Olmak

Hz. Ömer (ra), halifeliği zamanında bir gün iki genç huzuruna geldi. Yanlarında kollarından sıkıca tuttukları bir genç vardı. Kollarından tutulan genç, temiz giyimli mert birine benziyordu. Biri geliş sebeplerini şöyle anlattı:

- Bu genç, babamızı öldürdü. Bunun muhakeme edilmesini istiyoruz.

Hz. Ömer (ra), her iki tarafın da ifadelerini aldı. Hâdisenin nasıl cereyan ettiği iyice öğrenildikten sonra katil genç suçlu görülerek idama mahkûm edildi.

Delikanlı kararı sükûnetle dinledikten sonra, dedi ki:

-Siz, müminlerin emîrisiniz. Emriniz başımızın üzerinedir. Kararın yerine getirilmesine hazırım. Ancak, babam vefat etmezden önce paralarını ayırmış, bana,”Oğlum, şunlar senin, şunlar da kardeşinindir. Büyüyünceye kadar sen muhafaza et! Büyüyünce kendisine verirsin.” diye vasiyet etmişti. Ben de bu paraları bir yere gömdüm benden başka yerini bilen yoktur. Yetim hakkı zayi olur. Bana üç gün müsaade ederseniz gider emaneti ehil birine teslim ederim. Sonra da gelir teslim olurum.

Hz. Ömer (ra):

-Yerine bir kefil bırakman lâzım, buyurdu.

-Burada bulunanlardan biri bana kefil olur?

-Kefilini göster!

Genç, orada bulunanların yüzüne dikkatlice baktı. Sonra Ebu Zer Gıfarî Hazretlerini göstererek:

- İşte bu zat kefil olur, dedi.

Hz. Ömer (ra):

- Ey Ebu Zer, kefil olur musun?

- Evet, üç güne kadar döneceğine ben kefil olurum.

Aradan üç gün geçti. Mühlet bitmek üzereydi. Davacı gençler gelmiş fakat suçlu genç gelmemişti. Davacılar dedi ki:

- Ey Ebu Zer, kefil olduğun genç gelmedi. Madem o gelmedi, sen onun kefili olarak, onun cezasını çekmedikçe buradan ayrılmayız.

Ebu Zer Hazretleri gayet sakin bir şekilde:

- Daha vakit var, sürenin sonuna kadar bekleyin bakalım. Eğer gelmezse, ben hazırım.

Nihayet bildirilen vakit doldu. Ebu Zer Hazretleri de ortaya çıkıp, cezasının infazını istedi. Tam bu sırada, genç çıka geldi. Genç geciktiği için özür dileyerek:

- Parayı bulup dayıma teslim ettim. Kardeşimi de ona emanet ettim. Dayımın yeri hayli uzak olduğu için ancak bu zamanda gelebildim.

Orada bulunanlar, gencin sözünde durmasına hayran kaldılar. Bu hususu kendisine söylediklerinde:

- Mert olan hakiki Müslüman sözünde durur. Arkamdan, “Artık dünyada sözünde duran kalmadı.” dedirtmem.

Ebu Zer Hazretlerine, genci tanımadığı hâlde neden kefil olduğunu sorduklarında:

- Genç bana güvenerek, “Bu bana kefil olur.” dedi. Bunu reddetmeyi mürüvvete, insanlığa sığdıramadım. “Âlemde fazilet, iyilik kalmamış.” dedirtmem.
Bu durumu gören davacılar:

- Biz de “Bu dünyada kerem sahibi, cömert kalmadı.” dedirtmeyiz. Allah rızası için, davamızdan vazgeçtik, ölenin vârisleri olarak affettik, dediler.
**********************************
Rivayete göre, Hz. Ebu Zer r.a. daha müslüman olmadan hakikati aramaya başlamış ve Peygamber Efendimiz’i görmeden üç yıl önce kabilesinin putlarını reddederek namaz kılmıştı. Şöyle anlatır:
– Dedim ki; “Allah Rasulü’nü görmeden üç yıl önce namaz kıldım.
– Kimin için, diye sordular.
– Allah için, dedim.
– Yüzünü hangi tarafa çeviriyordun, dediler. Dedim ki:
– Hangi yana dönsem Allah’ı görüyordum.
***************************

Ebu Zer Hazretleri Medine çölü yakınlarındaki El-Rabaza kentine yerleşmişti
Bir gün, muhterem hanımı hatırlattı,
- Elbisen çok eskidi, bir yenisini bulamaz mıyız?
- Bize artık elbise değil, kefen lâzımdır! Üstelik sana, iyi haberlerim var.
- Hayırdır İnşallah Efendi…
- İnşallah yakında, Allah’ın sevgilisi Peygamber Efendimize (asm) kavuşacağım. Ey ölüm çabuk gel, ruhum Rabbime kavuşmak sevgisiyle çırpınıyor.
Hanımı ağlamaya başladı.
- Niçin ağlıyorsun hanım?
Kadıncağız bir şeyler söylemek için dedi ki:
- Nasıl ağlamayayım! Gerçekten bir emr-i Hak vaki olsa, vefat etsen, ben buralarda tek başıma ne yaparım? Sonra bir kefen bezimiz bile yok. Ayrıca kadın başıma, seni nasıl defnedebilirim?
- Şimdi bunları bırak da, kapıya çık bakalım! Gelen giden, var mı?
Hanımı kapı önüne çıktı. Uzaklara, ufuklara baktı:
- Bilirsin ki, hac mevsimi geçti. Bu günlerde, şu ıssız çöle, kimin yolu düşebilir?
- Gelirler! Gelirler! Sen şimdi kalk! Bir keçi kes; pişirmeye başla! İyi kalpli Müslüman cemâ’ati gelince, onlara ikram edersin. Sakın, yemeden onları salıverme!
Hanımı, tekrar dışarı çıktı efendisinin emirlerini yerine getirmeye başladı. Yemek pişirirken yolu da gözlüyordu.
- Müjde efendi! Söylediğin gibi, gelenler var!
Yaşlı Sahabenin gözleri parladı ve dedi ki:
- Elhamdülillah! Çok şükür, geldiler demek. Öyleyse, gel de şu yaşlı vücudumu, Kıbleye doğru çevirelim.
Sonra Kelime-i Şehâdet getirip vefat etti. Hanımı, efendisinin dediklerini yaptı. Sonra tekrar, kapı önüne çıktı. Yolcular gelmişlerdi.
Bunlar Abdullah bin Mes’ûd, Malik bin Eşter ve bazı Müslümanlardı. Kadıncağız eliyle, gelenlere evi gösterip sordu:
- Ebu Zer içerde, vefat etti. Onu kefenleyip, ecre, sevaba nail olmak istemez misiniz?
Bu ismi duyan kafile mensupları, hep birlikte, Ebu Zer Hazretlerinin hizmetine koştular.
Abdullah bin Mes’ûd’un verdiği kefenle kefenlendi ve cenaze namazını da, Abdullah bin Mes’ûd kıldırdı. Hazırlanan etten de yiyerek hep birlikte Medine’ye döndüler. Çoluk çocuğunu Hz. Osman (ra) himayesine aldı.
******************************************


Rivayet ettiği bazı hadis-i şerifler:
“Akrabanı ziyaret et, onlar seni ziyaret etmeseler de.”
“Acı da olsa Hakkı söyle!”
“Tedbir almak gibi akıllılık yoktur. Haramlardan el çekmek gibi vera yoktur. Güzel ahlâk gibi de soyluluk yoktur.”

******************************************
Abdullah b. Amr (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)’den işittim şöyle diyordu: “Ebû Zerr’den daha doğru olanı ne gök gölgelendirmiş ne de yeryüzü üzerinde taşımıştır.”
(İbn Mâce, Mukaddime: 27)
Tirmizî: Bu konuda Ebû’d Derdâ ve Ebû Zerr’den de hadis rivâyet edilmiştir. Bu hadis hasendir.


Ebû Zerr (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Lehçe sahibi olarak, Meryem oğlu İsa’nın benzeri, Ebû Zerr’den daha doğru ve daha vefalı birini ne gök kubbesi altında barındırmış ne de yeryüzü sırtında taşımıştır.” Ömer b. Hattâb, imrenen bir kişi edasıyla: “Ey Allah’ın Rasûlü! onu bu şekilde tanıyor musun?” Rasûlullah (s.a.v.): “Evet” dedi ve: “Siz de onu öylece tanıyın” buyurdu. (Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis bu şekliyle hasen garibtir. Bazıları bu hadisi rivâyet ederek şöyle diyor: “EbûZerr yeryüzünde Meryem oğlu İsa’nın zahidliği gibi yaşayıp gitmiştir.”


***********************************************

Bu büyük sahabe vefat ettiğinde hic­retin 32. senesi yaşanmaktaydı. Allahu Teala ona rahmet eylesin, bizleri de şefaatine nail eylesin. Amin.


Paylaşın:


Paylaşım tarihi:





ANA SAYFA İSLAM Sahabiler