İbrahim bin Edhem Hazretleri'nin Uyanışı

İbrahim bin Edhem Hazretleri, Hz. Ömer(r.a.)'in neslindendir. Evliyanın büyüklerinden ve tabiinin alimlerindendir. Belh şehrinde Hicri 96 yılında doğmuş, 162 yılında Şam'da vefat etmiştir. Babası Edhem, Belh şehrinin padişahıydı. İbrahim bin Edhem Hazretleri her türlü imkana sahip iken tacı tahtı bırakmış, Allahu Teala'nın gösterdiği doğru yolda ilerlemiştir. Menkıbeleri dilden dile dolaşmıştır. Dünya sultanlarının pek çoğu unutulmuş, ancak onun gibi gönül sultanları unutulmamıştır.

İbrahim bin Edhem Hazretleri gece bir gürültü ile uyandı. Tavan sallanıyordu, seslendi: "Kim o?" Damdaki, "Devemi kaybettim onu arıyorum" dedi. İbrâhim Edhem, "Hey şaşkın, ne diye damda arıyorsun? Damda deve mi olur?" deyince, damdaki zât, "Ey gâfil, sen Allahü teâlâyı altın taht ve süslü elbiseler içinde arıyorsun. Damda deve aramak bundan daha mı garip?" dedi. Emrindekilere damdaki bu adamı yakalayıp getirmelerini emretti, fakat askerler kimseyi bulamadılar.

İbrahim bin Edhem hazretleri şehzadeliği zamanında bir gün odasına girince, hizmetçisinin kendi yatağında yattığını görüp öfkelendi ve onu dövdürttü. Hizmetçi dayak yedikçe gülüyordu. Bunun sebebini sordu. Hizmetçi dedi ki:
-Yatağınızı temizlerken bir an yatağınıza yattığım çin bu kadar dayak yiyorum. Siz ise yıllardır bu yatakta yatıyorsunuz. Acaba ahirette haliniz nice olur diye düşündüm de onun için gülüyorum.
İbrahim bin Edhem hazretleri damdaki adamın ve hizmetlinin verdiği cevaplardan çok etkilenir, işlediği tüm günahlara tövbe eder, makamını terk ederek evliyalardan olur.

İbrahim bin Edhem Hazretleri'nin tövbe etmesiyle ilgili diğer bir rivayette şöyledir:
Bir gün sarayda ziyâfet verildi. Saray erkanı orada iken heybetli bir zat çıkageldi. Askerlerden hiçkimse ona, sen kimsin, burada ne işin var? deme cesaretini bulamadı. Bu heybetli zâta İbrâhim Edhem sordu: "Ne istiyorsun?" O zât, "Bu handa konaklamak istiyorum." dedi. İbrâhim Edhem; "Burası han değil, benim sarayımdır." diye cevap verdi. O zât, "O halde bu saray bundan evvel kimindi?" diye sorunca, İbrâhim Edhem; "Babamındı" dedi. Gelen zât; "Ondan evvel kimindi?" diye tekrar sordu. İbrâhim Ethem; "Filân zâtın!" dedi. O zât; "Ondan evvel kimindi?" diye sorduğunda, İbrâhim Edhem; "Filân oğlu filânın!" cevâbına, o zâtın; "Bunlara ne oldu?" suâline de İbrâhim Edhem; "Öldüler!" cevâbını verdi. Gelen heybetli kimse; "Bu nasıl senin sarayın ki, biri gelmeden biri gitmede?" diyerek geldiği gibi geri çıktı. İbâhim Edhem o zâtın peşine düştü ve sordu; "Sen kimsin?" O zât da, "Ben Hızırım." dedi. Bundan sonra İbrâhim Edhem hazretlerinin kalbindeki Allah aşkı fazlalaştı.
Bir gün atının hazırlanmasını istedi ve av köpeğini de yanına alıp ava çıktı. Karşısına bir hayvan çıktı. Onu yakalamak için atını sürdü, gâibden; "Yâ İbrâhim sen bunun için yaratılmadın ve bununla emr olunmadın!" diyen bir ses işitti. Durdu, sağına soluna baktı hiçbir kimseyi göremedi. "Bu İblis'tir!" dedi.Atını tekrar sürdü.Biraz öncekinden daha kuvvetli ve daha açık; "Ey İbrâhim! Sen bunun için yaratılmadın ve bununla emir olunmadın!" dendi. Durup, sağına soluna baktı, hiçbir kimseyi göremedi: "Bu İblis'tir!" dedi. Atını tekrar sürdü ve aynı sözleri atının eyeri tarafından işitti ve durdu: "Âlemlerin Rabbinden bana bir ikaz geldi.Allahü teâlâya yemin ederim ki bu günden sonra Allah'a isyân etmeyeceğim. Rabbim, sâlih insan olmamı istiyor!" dedi. Bu hâdise üzerine pek fazla ağladı ve elbiseleri göz yaşlarıyla ıslandı.Sonra geri döndü. Bir çobana rastladı. Dikkat edince bunun, babasının çobanlarından birisi olduğunu anladı. Onun abasını ve başlığını alıp kendi elbiselerini ona verdi. Her şeyi bırakıp Allahü Teâlâ'nın yoluna girdi.

İbrâhim bin Edhem Mekke-i Mükerremeye ulaşabilmek yola çıktı. Yolculuğunun oldukça uzun sürdüğü rivayet edilir. Bir müddet gidiyor, iki rekat namaz kılıyordu. Bu şekilde Mekke'ye ulaştı. Böyle bir zâtın gelmekte olduğunu, Harem-i şerîfte bulunan âlimler haber aldılar ve kendisini karşılamak üzere yola çıktılar. Böyle zâtları karşılamak âdetleriydi. O ise, kimse beni tanımasın diye, bir kâfilenin önüne düşmüş geliyordu. Başka kimseler de kendisini karşılamak ve görmek istiyorlardı. Kâfilenin önünde bulunan İbrâhim bin Edhem'e yaklaşıp: "Acaba İbrâhim bin Edhem yaklaştı mı? Harem-i şerîfin âlimleri kendisini karşılamaya geliyorlar da..." dediler. O ise, "Bırakın o kötü kimseyi! Ondan ne istiyorsunuz?" buyurdu. O kimseler, İbrâhim bin Edhem'in ensesine bir tokat vurdular ve;"Sen öyle yüksek bir zâta nasıl kötü diyebilirsin. Böyle söylemekle asıl sen kötü oluyorsun." dediler. İbrâhim bin Edhem de; "İşte ben de aynı şeyi söylüyorum." buyurdu. Onlar ayrılıp gittikten sonra kendi nefsine şöyle diyordu: "Sen ne kadar ahmaksın ve cüretlisin. Mekke âlimlerinin seni karşılamalarını mı arzu ediyorsun? Halbuki onlar mübârek ve muhterem zâtlardır. Böyle bir şeyi istemeye sen nasıl cesâret edebiliyorsun? Ama sen -tokat vurulmakla- sana asıl lâyık olana kavuştun." Nitekim kendisini tanıyıp özür dilediler. Burada kısa zamanda kendisine eş-dost buldu.

Nakledildiğine göre, memleketinden (Belh'ten) ayrıldığında geride süt emen bir oğlu kalmıştı. Çocuk büyüdü. Zengin oldu. Vâlidesine, babasını sordu. O da, "Baban kayboldu. Mekke'de bulunduğuna dâir bâzı haberler var." dedi. Oğlu; "Anneciğim, ben gidip, babamı bulmaya çalışacağım ve hizmetinde bulunacağım." dedi. Her tarafa haber gönderip, bu sene hacca gitmek isteyenlerin kendisine gelmelerini, masraflarını kendisinin karşılayacağını bildirdi. Bunun üzerine kendisine dört bin kişi geldi. Hepsinin masraflarını karşılayıp, hem haccetme, hem de babasına kavuşmak arzusuyla yola çıktı. Kâbe-i muazzamaya varınca, orada hırka giymiş, yamalı elbiseli kimseler gördü ve onlara babasını sordu. Onlar; "O bizim hocamızdır, Mekke dışından, sırtında odun getirip, satar, parası ile de ekmek alıp bize verir." dediler. Genç sahraya çıktı. Bir ihtiyarın ağır odun yüklenmiş olarak geldiğini gördü. Kendisini tâkib etti. O, pazara gidip odunları sattı. Parası ile ekmek alıp dostlarına ikrâm etti. Onlar ekmek yerken, o da namaz kılıyordu. Dostlarıyla birlikte tavaf yaparlarken, güzel yüzlü bir genç karşısına gelip durdu. İbrâhim bin Edhem ona bakıyordu. Tavafı bitirdikten sonra; "O gence bu kadar dikkatle bakmanızın hikmetini anlayamadık." dediler. Buyurdu ki: "Ben, Belh'ten ayrılırken süt emme çağında bir çocuğum kalmıştı. Bu genç odur." O genç, "Babam benden kaçar." endişesiyle, kendisini belli etmiyor, fakat her gün gelip babasını seyrediyordu. İbrâhim bin Edhem bir gün, dostlarından birini alıp, Belh'ten gelen hacı kâfilesinin yanına gitti. Atlastan bir çadır ortasında bir kürsü olduğunu ve oğlunun o kürsüde oturup Kur'ân-ı kerîm okuduğunu gördü. Genç; "Her halde, mallarınız ve çocuklarınız (sizin için) bir belâ ve imtihândır." (Tegâbün sûresi:15) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okuyordu. Bunu duyunca geri dönüp gitti.Yanındaki dostu, gencin yanına gitti. Kur'ân-ı kerîm okuması bittikten sonra gence; "Nerelisin?" dedi. O da "Belhliyim." deyince, "Kimin oğlusun?" dedi. O da; "İbrâhim bin Edhem'in oğluyum. Onu ilk defâ dün gördüm. Ama o muydu, değil miydi, iyice bilemiyorum. Benden uzaklaşır korkusuyla kendisine de soramadım." dedi. Gelen zât; "Gelin sizi onun yanına götüreyim." dedi. Bundan sonra berâberce İbrâhim bin Edhem'in yanına geldiler. Genç, babasını görünce kendinden geçecek şekilde ağladı. Kendine geldiğinde babasına selâm verdi. Babası selâmını alıp, bağrına bastı ve; "Hangi dindensin?" diye sordu. Genç;"İslâm dînindenim." dedi. İbrâhim bin Edhem; "Elhamdülillah!Kur'ân-ı kerîmi de biliyorsun. Peki ilim de tahsil ettin mi?" buyurdu. Oğlu; "Evet!" deyince, o yine hamdetti. Oğlunu yanına alıp ellerini semâya çevirdi. "Yâ Rabbî! İmdâdıma yetiş!" diye yalvarmaya başladı. Bunu gören yakınları; "Yâ İbrâhim, ne oldu, niçin yalvarıyorsun?" diye sordular. Onlara; "Oğlumu bağrıma basınca şefkati ve sevgisi kalbimde kaynadı. Bunun üzerine bir nidâ geldi: "Yâ İbrâhim! Beni sevdiğini iddiâ ediyorsun. Fakat benimle berâber başkalarını da seviyorsun. Dostluğumuza ortak katıyorsun. Bir kalpte iki sevgi olur mu? Bu dostluğa sığar mı?" Bunu işitince duâ edip; "İzzet, ikrâm sâhibi olan Allah'ım! İmdâdıma yetiş! Eğer oğlumun muhabbeti, beni, senin sevginden alıkoyacaksa, ya benim, yâhut da onun canını al, diye duâ ettim. Duâm hemen kabûl oldu. Oğlum kucağımda can verdi." dedi.

Yolda bir taş gördü. Üzerinde "Çevir ve altını oku!" yazılıydı. Çevirdi; "Eğer öğrendiğinle âmel etmiyorsan ne diye bilmediğini öğrenmek istiyorsun?" yazısını okudu ve; "Yâ Rabbî! Seni tanıyan hakkıyla tanıyamamıştır. Şimdi seni bilmeyen bir kimsenin hâli nasıl olur." dedi ve ağladı.

Bir kimse kendisinden nasîhat isteyince: "Bağlı olanı aç, açık olanı kapa." buyurdu. O kimse;"Bunu anlamadım." deyince; "Kesenin ağzını aç, cömert ol, açık olan dilini de tut konuşma." diyerek izah buyurdular.

Birisiyle arkadaş oldu. Bu arkadaşlıkları bir müddet devam edip, zaman gelip ayrılmaları icâb edince, arkadaşı: "Uzun zaman arkadaşlık ettik bir ayıbımı gördünse söyle bir daha yapmayayım." dedi. İbrâhim bin Edhem cevâbında: "Kardeşim sende bir ayıp görmedim. Ben sana dâima sevgi gözü ile baktım. Onun için seni hep iyi buldum. Senden gördüklerim hep iyi şeylerdi. Ayıp arıyorsan başkalarına sor." buyurdular.

Birgün kendisine şöyle sordular: "Sen kimin kulusun?"
Titredi, yere düştü ve kendinden geçip yerde çırpınmaya başladı. Kendine geldi, kalktı ve bir ayet-i kerime okudu.
"Niçin cevap vermedin?" dediklerinde buyurdu ki:
-Korktum. Eğer O'nun kuluyum desem, benden kulluk haklarını ister, değilim desem, bunu da hiç diyemem.

Her zaman şöyle duâ ederdi: "Yâ Rabbî! Beni günah alçaklığından, sana tâat ve ibâdet lezzetine ulaştır."

Ramazân-ı şerîfte ekin biçer, aldığı ücreti muhtaç olanlara verirdi. Namazını bitirdikten sonra ellerini yüzüne kapar; "Yaptığım ibâdet doğru ve makbûl olmaz da, eski bir paçavra gibi yüzüme çarparlar diye çok korkuyorum." buyururdu.

Kendisine şöyle sordular: Allahü teâlâ; "Ey kullarım, benden isteyiniz, kabûl ederim, veririm." (Mü'min sûresi: 60) buyuruyor. Halbuki istiyoruz vermiyor? Cevâben buyurdular ki: "Allahü teâlâyı çağırırsınız O'na itâat etmezsiniz. Kur'ân-ı kerîmi okursunuz, gösterdiği yolda gitmezsiniz. Cenâb-ı Hakk'ın nîmetlerinden faydalanırsınız. O'na şükretmezsiniz. Cennet'in ibâdet edenler için olduğunu bilirsiniz, hazırlıkta bulunmazsınız. Cehennem'i âsiler için yarattığını bilirsiniz, ondan sakınmazsınız. Babalarınızın, dedelerinizin ne olduklarını görür, ibret almazsınız.Ayıbınıza bakmayıp başkalarının ayıplarını araştırırsınız. Böyle olan kimseler, üzerine taş yağmadığına, yere batmadıklarına, gökten ateş yağmadığına şükretsinler. Daha ne isterler? Duâlarının neticesi, yalnız bu olursa yetmez mi?"
Not: Allahu Teala'nın emir ve yasaklarına aykırı olmadığı sürece her duanın bir kabul edilme yeri ve zamanı vardır. Kimi dualar dünyada, kimileri ise ahirette kabul edilecektir. Allahu Teala hakkıyla bilen, hakkıyla gören ve işitendir.

Kendisinden bir zât nasîhat istediğinde buyurdu ki:
Altı şeyi kabûl edip yaparsan, hiçbir işin sana zarar vermez. Dünyâda ve âhirette rahat edersin. O altı şey şunlardır:
1. Günah yapacağın zaman Allahü teâlânın sana verdiği rızkı yeme.
2. O'na âsî olmak istersen, O'nun mülkünden çık. Mülkünde olup da ona isyân etmek uygun olur mu?
3. O'na isyân etmek istersen, gördüğü yerde günah yapma. Görmediği yerde yap. O'nun mülkünde olup, verdiği rızkı yiyip, gördüğü yerde günah yapmak uygun değildir.
4. Can alıcı melek, rûhunu almaya geldiği zaman tövbe edinceye kadar izin iste. O meleği kovamazsın. Şimdi kudretin var, güç kuvvetin yerinde iken tövbe et. Tövbe edilecek zaman bu zamandır. Zîrâ ölüm çok âni gelir.
5. Mezarda Münker ve Nekir ismindeki iki melek, suâl için geldiklerinde, onları kov seni imtihân etmesinler. Soran kimse; "Buna imkân yoktur." dedi. İbrâhim Edhem buyurdu ki; "Öyle ise şimdiden onlara cevap hazırla."
6. Kıyâmet günü Allahü teâlâ; "Günâhı olanlar Cehennem'e gitsin." diye emir edince ben gitmem de. Soran kimse dedi ki: "Bu sözümü dinlemezler." Nasîhatları dinleyen kimse tövbe etti ve ölünceye kadar tövbesinden vazgeçmedi.

İbrahim b.Edhem Hazretleri buyurdular ki:
"Evliyadan olmak istersen zerre kadar dünyaya ve ahirete rağbet etme. Bütün benliğinle izzet ve celal sahibi Allah(C.C.)'a yönel, sadece O'nun rızasına rağbet et."


Paylaşın:


Paylaşım tarihi:





ANA SAYFA İSLAM Kıssadan Hisseler