Tefsir

İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kim bilgisiz veya art niyetli olarak Kur’ân ayetleri hakkında konuşur ve hüküm verirse cehennemdeki yerine hazır olsun.”
(Müsned: 1965)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.

İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Benden yalan yere hadis aktarmaktan sakınınız bildiğiniz ve benim söylediklerimi aktarabilirsiniz. Her kim benim adıma bile bile bir söz uydurur, söyler ve naklederse Cehennem’deki yerine hazırlansın. Kim de Kur’ân’ın tefsiri hakkında kendi görüş ve arzusuna uydurarak hüküm verirse o da Cehennem’deki yerine hazırlansın.”
(Müsned: 1965)
Tirmizî: Bu hadis hasendir.

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kim bir namaz kılar da o namazda Fatiha sûresini okumazsa o namaz eksiklir o namaz noksandır. O namaz tam değildir.” Abdurrahman diyor ki: Ey Ebû Hüreyre dedim bazen imamın arkasında oluyorum (ne yapmalıyım?) Ebû Hüreyre şöyle cevap verdi: Ey Farisi oğlu Fatihayı içinden oku Rasûlullah (s.a.v.)’den şöyle buyurduğunu işittim Allah şöyle buyurdu: Namazı kulumla kendi aramda iki eşit kısma ayırdım yarısı benim yarısı da kulum içindir. Kulum istediğine erişecektir. Kul: “Elhamdü lillahi Rabbil alemîn” der. Allah’ta kulum bana hamdetti buyurur. Kul: “Errrahmanirrahîm” der. Allah’ta: Kulum beni övdü, der. Kul: “Maliki yevmiddin” der. Allah’ta kulum yüceltti der. İşte bu okunanlar bana aittir. “İyyake na’büdü ve iyyake nesteîn” benimle kulum arasındaki müşterek ayettir. Sürenin sonu sadece kuluma aittir. Kulum istediğine erişecektir. Sürenin bu son ayetlerinde kul Allah’a duâ ediyor ve ondan dosdoğru yoluna eriştirmesini istiyor. (Müslim, Salat: 27; Ebû Dâvûd, Salat: 17) Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Şu’be, İsmail b. Cafer ve pek çok kimse Alâ b. Abdurrahman’dan, babasından, Ebû Hüreyre’den bu hadisin bir benzerini rivâyet etmişlerdir.

Ebû Musa el Eş’arî (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Allah, Adem’i yeryüzünün her bir tarafından aldığı topraktan yaratmıştır. Bundan dolayı Adem’in nesli yeryüzünün renkleri kadar değişik şekillerde çoğalıp geldiler. Dolayısıyla; kimi kızıl renkli, kimi beyaz, kimi siyah kimi de bunlar arası renklerdedir. Kimi yumuşak, kimi sert, kimi iyi, kimi kötüdür.”
(Ebû Dâvûd, Sünnet: 27)

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.), Bakara sûresi 58. ayeti olan “Fakat kapısından secde ederek girin” ayetini tefsir ederek şöyle buyurdu: “O gün İsrail oğulları secde ederek değil uylukları üzerinde emekleyerek girdiler.” Aynı senedle Peygamber (s.a.v.)’den Bakara 59. ayeti olan “Sözü kendilerine söylenenden başka bir şekle soktular.” “Arpada bir hububat türüdür” deyiverdirler.
(Buhârî, Tefsir-ül Kur’an: 27; Müslim, Tefsir: 17)

İbn Ömer (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), nafile namazlarını devesi üzerinde, devesi ne tarafa yönelirse yönelsin kılardı. Bu durumda Mekke’den Medîne’ye geldi. (Yani Ka’beye arkası dönük vaziyette) Sonra İbn Ömer: Bakara 115. ayetini okudu: “Doğu da batı da Allah’ındır...” İbn Ömer bu ayet bu konuda inmiştir, dedi.
(Buhârî, Cuma: 27; Müslim, Salat-ül Müsafirin: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Katâde’nin, Bakara 115. ayeti hakkında şöyle söylediği rivâyet edilmiştir. Bu ayetin hükmünü Bakara 149. ayeti kaldırılmıştır. “Her nereden gelirsen gel ve her nerede olursan ol yüzünü Mescid-i Haram’a çevir.”
Aynı şekilde Muhammed b. Abdulmelik b. Ebûşşevarib, Yezîd b. Zürey’ vasıtasıyla Saîd’den ve Katâde’den bu hadisi bize aktarmışlardır. Mûcâhid’den Bakara 115. ayetindeki “Fesemme” yi Allah’ın kıblesidir şeklinde tefsir etmiştir.
Mûcâhid’in bu tefsirini Ebû Küreyb, Vekî’den, Nadr b. Arabî’den ve Mûcâhid’den bize böylece aktarmıştır.

Enes (r.a.)’den rivâyete göre, Ömer: Ey Allah’ın Rasûlü! dedi. İbrahim makamının arkasında namaz kılabilsek... dedi. Bunun üzerine Bakara 125. ayet nazil oldu: “Öyleyse vaktiyle İbrahim’e ayarlanan yeri siz de kendinize ibadet yeri edinin.”
(Buhârî, Salat: 27; Müslim, Fedail-üsSahabe: 17)

Ebû Saîd (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.), Bakara 143. ayetindeki “vasatan” kelimesini Adaletli olarak tefsir etmiştir.
(Buhârî, Tefsir-ül Kur’an: 27; İbn Mâce, Zühd: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Abd b. Humeyd, Cafer b. Avn vasıtasıyla A’meş’den, Ebû Salih’den rivâyet ederek Rasûlullah (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu bize aktarmıştır: “Kıyamet gününde Nuh çağrılacak ve Tebliğ ettin mi?” diye sorulacak o da “evet” diyecektir. Bu sefer Nuh kavmi çağrılıp: “Size tebliğ etti mi?” diye soracak: Onlar da bize hiçbir uyarıcı gelmedi diyecekler. Bunun üzerine Nuh’a şâhidlerin kimlerdir, denilecek? Nuh’ta: “Muhammed ve Ümmetidir” diyecek. Bunun üzerine sizler getirileceksiniz ve Nuh’un tebliğ ettiğine dair şâhidlik edeceksiniz. İşte Allah’ın indirdiği Bakara 143. ayetinin tefsiri budur: “vasat” adaletli demektir.
Muhammed b. Beşşâr, Cafer b. Avn vasıtasıyla A’meş’den bu hadisin bir benzerini bize aktarmıştır.

Berâ (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), Medîne’ye geldiğinde on altı ve on yedi ay kadar Mescid-i Aksa’ya doğru namaz kıldı. Fakat kendisi Ka’be’ye yöneltilmesini çok isterdi. Sonra Allah: Bakara 144. ayetini indirdi. Böylece Rasûlullah (s.a.v.), Ka’be’ye yöneltildi. Bunu kendisi de çok arzulamakta idi. Bir şahıs Rasûlullah (s.a.v.) ile ikindi namazını kıldı ve Ensâr’dan bir cemaatin yanına uğradı. Bunlar Beyti Makdis’e doğru kılmakta oldukları ikindi namazının rûku’un da idiler. O şahıs kendisinin Rasûlullah (s.a.v.) ile namaz kıldığına ve kıblenin Ka’be’ye çevrilmiş olduğuna şâhidlik ederek konuştu. Bunun üzerine onlar da rûku’da oldukları halde Ka’be’ye doğru döndüler.
(Buhârî, İman: 27; Müslim, Salat: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Sûfyân es Sevrî bu hadisi Ebû İshâk’tan rivâyet etmiştir.
İbn Ömer (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: “Onlar sabah namazının rûkuunda idiler.” (Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Bu konuda Amr b. Avf el Müzenî’den, İbn Ömer’den, Imara b. Evs’den ve Enes b. Mâlik’den de hadis rivâyet edilmiştir.
Tirmizî: İbn Ömer hadisi hasen sahihtir.

İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), Ka’be’ye yöneltildiği zaman Ashab: Ey Allah’ın Rasûlü! dediler. Beyt-i Makdis’e doğru namaz kılarken ölüp giden kardeşlerimizin durumu ne olacak? Bunun üzerine Allah Bakara sûresi 143. ayetini inzal etti: “... Allah sizin imanınızı ve önceden Kudus’e dönerek kıldığınız namazları boşa götürecek değildir...”
(Ebû Dâvûd, Sünnet: 27)

Urve (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Âişe (r.anha)’ya Safa ile Merve arasında Sa’y yapmayan kimseye bir şey gerekmez bu sebeble orada Sa’y edemez isem aldırış etmem dedim. Bunun üzerine Âişe: Ey kız kardeşimin oğlu ne kötü söz söyledin! Rasûlullah (s.a.v.) ve Müslümanlar Sa’y etmişlerdir. Ancak cahiliyye döneminde Müşellel denilen yerdeki Menat putu için ihrama girenler Safa ile Merve arasında sa’y yapmazlardı. Bu yüzden yüce Allah Bakara sûresi 158. ayetini indirdi. “Hac ve Umre maksadıyla Ka’be’ye gelenlerin safa ile Merve arasında gidip gelmelerinde sakınca yoktur.” Mesele senin de dediğin gibi olsaydı Allah Safa ile Merve arasında gidip gelmekte bir sakınca yoktur buyurmazdı. Zührî diyor ki: Bunu Ebû Bekir b. Abdurrahman b. Harîs b. Hişâm’a anlattım hoşuna gitti ve dedi ki: “İşte bu bir ilimdir.” İlim adamlarının bazılarının şöyle dediklerini işittim. Araplardan Sa’fa ile Merve arasında sa’y etmeyenler bu ikiş taş arasında sa’y etmemiz cahiliyye işidir, derlerdi. Ensâr’dan olan diğerleri de bize Ka’be’yi tavaf etmemiz emredildi. Safa ile Merve arasında sa’y etmek bize emredilmedi, dediler. Bunun üzerine Allah Bakara sûresi 158. ayetini indirdi: “Safa ile Merve’de Allah’ın insanlığa sunduğu sembollerden biridir...” Ebû Bekir b. Abdurrahman bu ayetin onlar ve bunlar hakkında nazil olduğu kanaatindeyim, demektedir.
(Buhârî, Hac: 27; Müslim, Hac: 17)

Âsım b. Ahvel (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Enes b. Mâlik (r.a.)’e Safa ile Merve’den sordum bunun üzerine şöyle dedi: O ikisi cahiliyye dönemi sembollerindendir. Müslüman olunca bunlardan el çektik. Bunun üzerine Allah: “Safa ile Merve, Allah’ın insanlığa sunduğu sembollerden birisidir. Her kim hac ve Umre...” (Bakara 158) ayetini indirdi. Dolayısıyla Safa ile Merve arasında Sa’y etmek tatavvu yani nafile olup vâcib değildir. “Zira kim gönlünden koparak iyiliği artırırsa bilsin ki Allah şükre bol karşılık verendir ve her şeyi bilendir.” (Bakara: 158)
(Buhârî, Hac: 27; Müslim, Hac: 17)

Câbir b. Abdullah (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Mekke’ye geldiğinde Rasûlullah(s.a.v.)’den işitmiştim. Ka’be’yi yedi sefer dolaştıktan sonra Bakara 125. ayeti olan: “... Öyleyse vaktiyle İbrahim’e ayarlanan yeri sizde kendinize ibadet yeri edinin...” ayetini okudu ve makamın arkasında namaz kıldı, sonra Hacer-ül Esved’e gelerek uzaktan onu eliyle işaret ederek selamladı sonra Allah’ın başladığı yerden başlayalım diyerek Safa tepesine çıktı ve Bakara 158. ayetini okudu.
(Müslim, Hac: 27; Nesâî, Menasik: 17)

Berâ (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) ashabı oruç ilk farz olduğunda şöyle yapardı: Oruçlu kişi iftarını açmadan uyuya kalırsa gecesinde de akşama kadar, gündüzünde de bir şey yiyemezdi. Kays b. Sırme oruçlu idi. İftar zamanı gelince hanımına geldi ve yanında yiyecek var mı? diye sordu. O da hayır dedi. Fakat sana biraz yiyecek bir şeyler arayıp bulayım dedi. Hanımı yanına gelince gün boyu çalışıp yorgun düşen kocasını uyumuş olarak buldu ve yazık oldu sana dedi. Gün yarıya gelince Kays bayılıp düştü. Durum Peygamber (s.a.v.)’e anlatıldı, bunun üzerine Bakara 187. ayeti indi. Müslümanlar bu ayete çok sevindiler “... ve gecenin karanlığından, tan yerinin aydınlığı fark edilinceye kadar yiyip içebilirsiniz...”
(Buhârî, Savm: 27; Nesâî, Sıyam: 17)

Numân b. Beşîr (r.a.)’den rivâyete göre, Peygamber (s.a.v.), Mü’min sûresi 60. ayet; “Rabbiniz buyuruyor ki bana duâ edin duânızı kabul edeyim...” ayetindeki duâ ibadet etmek demektir dedi ve ayeti sonuna kadar okudu.
(İbn Mâce, Duâ: 57)
Tirmizî: Mansur rivâyeti olarak bu hadis hasen sahihtir.

Adiyy b. Hatîm (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Bakara 187. ayeti nazil olunca oradaki siyah iplik, beyaz iplik meselesini Rasûlullah (s.a.v.): “Gecenin karanlığından gündüzün beyazlığının seçilmesidir” buyurdu.
(Buhârî, Savm: 27; Müslim, Sıyam: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.

Eslem Ebû Imrân et Tücîbî (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rum şehri olan İstanbulda idik. Rumlar karşımıza büyük bir ordu çıkardılar. Onlara karşı Müslümanlardan bir o kadar veya daha fazla asker çıkarıldı. Mısırlıların başında komutan olarak Ukbe b. Âmir bulunuyordu. Ordunun komutanı ise Fedâle b. Ubeyd idi. Müslümanlardan bir asker Rumların saflarına hücum ederek onların arasına girdi. Askerler bağırarak “sübhanallah” dediler. Bu kimse kendi eliyle kendini tehlikeye atıyor. Bunun üzerine Ebû Eyyûb ortaya atılarak şöyle dedi: Ey insanlar! Siz bu ayeti (Bakara 195) yorumlamaya çalışıyorsunuz bu yaptığınız bir yorumdur. Bu ayet biz Ensâr topluluğu hakkında nazil olmuştur. Allah, İslam’ı güçlendirip yardımcılarını çoğaltınca bizler peygambere duyurmadan birbirimize pek çok malımızı heder edip tükettik; mallarımızla ilgilenmedik. Allah, İslam’ı güçlendirmiş, yardımcılarını çoğaltmıştır. Artık bizler mallarımızın başına oturup onlarla meşgul olsak ihmal ettiğimiz şeyleri telafi etsek dedik. Allah, bizim bu sözümüze karşılık olmak üzere şu ayetini indirdi: (Bakara: 195) “Allah yolunda size verilenlerden bol bol harcayın. Böylece size Cennet kazandıracak imkanı hazır bulmuşken onu kullanmayacak kendi elinizle kendimizi tehlikeye atmayın...”
Tehlike: Malların üzerinde oturmak onları çoğalmaya ve ıslah etmeye çalışmak ve Allah yolunda cihâdı terk etmektir.
Böylece Ebû Eyyûb, Allah yolunda cihâda devam ederek şehîd olup Rum toprağına defnedilmiştir.
(Ebû Dâvûd, Cihâd: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahih garibtir.

Ka’b b. Ucre (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Tüm benliğimi elinde tutan Allah’a yemin ederim ki şu ayet benim hakkımda nazil olmuştur ve Allah orada beni kastetmiştir. “... ama içinizden hasta olan veya başında rahatsızlık olan, kimse bu yüzden daha önce traş olursa oruç tutarak veya sadaka vererek veya kurban keserek özrünü karşılayacak bir şey yapmalıdır.” (Bakara 196) Ka’b b. Ucre diyor ki: İhramlı olarak Hudeybiye’de Peygamber (s.a.v.) ile beraber idik, müşrikler yolumuzu kesip bizi muhasara etmişler ve Ka’be’ye bırakmıyorlardı. Benim saçlarım kulak memesine kadar uzamıştı o derece bit vardı ki yüzüme dökülmeye başladı. Peygamber (s.a.v.) bana uğradı ve saçındaki bitler seni rahatsız ediyor olmalı dedi. Ben de evet dedim. Rasûlullah (s.a.v.): Tıraş ol buyurdu ve bu ayet nazil oldu.
Mücâhid diyor ki: Oruç üç gündür, yemek altı yoksul içindir. Kurban ise koyun ve benzerileridir.Ali b. Hucr, Hüşeym vasıtasıyla Ebû Bişr’den, Mûcâhid’den, Abdurrahman b. ebî Leylâ’dan, Ka’b b. Ucre’den bu hadisin bir benzerini bize aktarmışlardır.
(Buhârî, Hac: 27; Müslim, Hac: 17)

Ka’b b. Ucre (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) yanıma geldi ben bir tencerenin altını yakmakta idim. Bitler alnımdan ve kaşlarımdan dökülmekte idi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), başındaki bitler seni rahatsız ediyor mu? Buyurdu. Ben de evet dedim. O halde başını tıraş et, ya bir kurban kes veya üçgün oruç tut veya altı fakiri doyur buyurdu. Eyyûb diyor ki: “Mûcâhid’in bu üç şeyden hangisini önce zikrettiğini bilmiyorum.”
(Buhârî, Hac: 27; Müslim, Hac: 17)

Abdurrahman b. Ya’mur (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Hac Arafattır, Hac Arafattır, Hac Arafattır, Minâ günleri ise üç gündür.” (Bakara 203) “... Kim iki gün içerisinde Minâ’dan Mekke’ye dönerse ona günah yoktur, kim de geri kalırsa yolunu Allah ve kitapla bulduğu takdirde günaha girmemiş olur...” Fecr doğmadan önce Arafat’a yetişen kişi Hacca yetişmiş olur.
(Nesâî, Menasik: 2; Ebû Dâvûd, Menasik: 27)
İbn Ömer, Sûfyân b. Uyeyne’den naklederek dedi ki: “Bu hadis Sevrî’nin rivâyet ettiği en güzel hadistir.”
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Bu hadis Şu’be, Bükeyr b. Atâ’dan rivâyet etmiştir. Bu hadisi sadece Bükeyr b. Atâ’nın rivâyeti olarak bilmekteyiz.

Âişe (r.anha)’dan rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.), Bakara 204. ayeti hakkında şöyle buyurdu: “Allah en fazla kızıp hoşlanmadığı insan düşmanların en yamanı olan konuşmasına dini elbise büründüren kimsedir.”
(Buhârî, Mezâlim: 27; Müslim, İlim: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasendir.

Enes (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Yahudiler kadınlar hayız gördüğü zaman onlarla bir arada yemezler, içmezler, evlerde onlarla birlikte olmazlardı. Bu durum Rasûlullah (s.a.v.)’e soruldu da Allah, Bakara 222. ayetini indirdi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.), onlara kadınlarla bir arada yemelerini içmelerini ve cinsel ilişki dışında beraber olabileceklerini emretti. Bunun üzerine Yahudiler: Her konuda bizi muhalefet ediyorlar dediler. Abbâd b. Bişr ve Üseyd b. Hudayr, Peygamber (s.a.v.) ile gelerek bu durumu bildirdiler ve muhalefet etmek, tam her konuda olsun diye hayızlı iken cinsel ilişki de bulunamaz mıyız? Diye sordular. Rasûlullah (s.a.v.)’in yüzü birden değişiverdi ve ikimize kızdığını anladık kalkıp giderken birileri Peygamber (s.a.v.)’e süt hediyesi göndermişti. Rasûlullah (s.a.v.), peşlerinden bir adam gönderip onlara bu gelen hediye sütten içirdi. Böylece bize kızmadığını anlamış olduk.
(Müslim, Hayz: 27; Nesâî, Hayz: 17)

Muhammed b. Abdûl A’lâ (r.a.), Abdurrahman b. Mehdî vasıtasıyla Hammad b. Seleme’den, Sabit’den, Enes’den mana olarak bu hadisin bir benzerini bize aktarmışlardır. İbn ebî Ömer Sûfyân vasıtasıyla İbn’ül Münkedir’den ve Câbir’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Yahudiler şöyle de derlerdi: “Kişi karısına arkasından yaklaşıp cinsel ilişkide bulunursa ve bir çocuğu olursa o çocuk şaşı olur.” Bakara 223. ayeti indirildi: “Kadınlarınız sizin için nesil yetiştiren tarlalarınızdır. Bu yüzden tarlanıza nasıl isterseniz öylece varın...”
(Müslim, Hayz: 27; Nesâî, Hayz: 17)
Ümmü Seleme (r.anha)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.), Bakara 223. ayeti hakkında şöyle buyurdu: Yani tek yoldan dilediğiniz şekilde.” (Müsned: 25387)
Tirmizî: Bu hadis hasendir.
İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, Ömer, Rasûlullah (s.a.v.)’e gelerek “Mahvoldum” dedi. Rasûlullah (s.a.v.) de seni mahveden nedir? Buyurdu. Ömer: Bu gece binitime ters bindim yani hanımıma arkasından önüne yaklaştım dedi. Peygamber (s.a.v.), ona bir karşılık vermedi ve hemen Bakara 223. ayeti nazil oldu ve Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Önden yaklaş veya öne arkadan yaklaş ancak makad deliğinden ve hayız halinden sakın.”
(Müsned: 2569)

Ma’kıl b. Yesâr (r.a.)’den rivâyete göre; Ma’kıl, Peygamber (s.a.v.) zamanında kızkardeşini bir Müslüman’la evlendirdi. Bu kadın o kimse yanında belli bir süre kaldı. Sonra o kişi bu kadını bir talakla boşadı, bekleme süresi doluncaya kadar da ona müracaat etmedi. Sonra kadın o adama o adam da kadına istek duydu. Pek çok dünürcü ile beraber o da o kadını istedi. Ma’kıl ona: “Hey şaşkın adam ben onu sana vermiş ve seninle evlendirmişken sen onu boşadın vallahi sana ebediyen bir daha dönemez. Senin onunla bir alakan kalmamıştır” dedi. Allah ise bu erkeğin o kadına o kadının da bu erkeğe ihtiyacı olduğunu bilmekteydi. Bu yüzden Bakara sûresi 232. ayetini indirdi: “Eşlerinizi boşadığınızda bekleme süreleri de sona erdiğinde kocalarıyla örfe uygun güzelce anlaşmışlarsa onlara engel olmayın. Bu Allah’a ve ahiret gününe inanan her biriniz için bir uyarıdır ve sizin için en erdemli ve en temiz yoldur. Allah bilir siz bilmezsiniz.” Ma’kıl bunu işitince Rabbimi dinlemek ve boyun eğmek vazifemdir, sonra eski kocasını çağırdı ve seni evlendirip ikramda bulunacağım.
(İbn Mâce, Talak: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Bu hadis başka şekilde de Hasan-ı Basrî’den rivâyet edilmiş olup garibtir. Bu hadiste velisiz nikahın caiz olmadığına bir işaret vardır. Çünkü Ma’kıl’ın kız kardeşi dul idi. Evlenme işi velisinden ayrı olarak kendi elinde olsaydı kendi kendini evlendirir. Ma’kıl’e muhtaç olmazdı. Nihayet Allah bu ayeti kerimede velilere hitap ederek şöyle buyurmaktadır: “...anlaşmışlarsa onlara engel olmayın...” Bu ayette’de; Evlendirme konusunda salahiyetin kadının rızası alınmak suretiyle velilere aid olduğuna bir işaret vardır.

Âişe (r.anha)’nın azâdlı kölesi Ebû Yunus’tan rivâyete göre, şöyle demiştir: Âişe kendisi için bir Mushaf yazmamı bana emretti ve Bakara 238. ayetine geldiğinde beni haberdar et dedi. Bu ayete geldiğimde kendisini haberdar ettim. Bu ayeti bana “namazları, orta namazını, ikindi namazına devam edin ve Allah’ın huzuruna içten bir bağlılıkla durun” diye yazdırdı ve bunu Rasûlullah (s.a.v.)’den böylece işittim dedi.
(Müslim, Mesacid: 27; Nesâî, Salat: 17)
Bu konuda Hafsa’dan da hadis rivâyet edilmiştir.
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.

Semure b. Cündüp (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Orta namaz ikindi namazıdır.”
(Müsned: 19224)

Ubeyde es Selmânî (r.a.)’den rivâyete göre, Ali kendisine Rasûlullah (s.a.v.)’in, Hendek savaşı günü şöyle dediğini aktarmıştır: “Allah’ım güneş batıncaya kadar orta namaz = İkindi’den bizi meşgul ettiklerinden dolayı o müşriklerin kabirlerini ve evlerini ateşle doldur.”
(Buhârî, Cihâd: 27; Müslim, Mesacid: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Değişik şekilde Ali’den de rivâyet edilmiştir.

Abdullah b. Mes’ûd (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Orta namaz ikindi namazıdır.”
(Buhârî, Cihâd: 27; Müslim, Mesacid: 17)
Bu konuda Zeyd b. Sabit, Ebû Haşim, Utbe ve Ebû Hüreyre’den de hadis rivâyet edilmiştir.
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.

Zeyd b. Erkâm (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: “Rasûlullah (s.a.v.) zamanında namazın ilk farz olduğu günlerde namaz içersinde konuşurduk, Bakara 238. ayet nazil oldu ve namazda susmak emredildi.”
(Buhârî, Cihâd: 27; Müslim, Mesacid: 17)
Ahmed b. Meni’, Hüşeym vasıtasıyla İsmail b. ebî Hâlid’den bu geçen hadisin bir benzerini bize rivâyet etti ve şu ilaveyi yaptı: “Namazda bize konuşma yasaklandı.”
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.

Berâ (r.a.)’den rivâyete göre, Bakara 267. ayeti hakkında şöyle demiştir: “Başkalarına vermek için özellikle kötü olanı seçmeyin!” Bu ayet biz Ensâr topluluğu hakkında nazil oldu. Hurmalarımız vardı, herkez hurmalarından az veya çok durumuna göre getirirdi. Bir kimse bir veya iki salkımın yanına gelir değneğiyle ona vurur yaş ve kuru düşen hurmalardan yerdi. Hayırda gözü olmayan bazı kimseler de vardı ki bunlardan biri üzerinde kötü ve değersiz hurmalar bulunan hurma dalını veya kırılmış hurma dalını getirip mescide asardı. Bunun üzerine Allah, Bakara 267. ayetini indirdi: Ey iman edenler! Kazandığınız güzel şeylerden ve topraktan sizin için bitirdiğimiz ürünlerden başkaları için harcayın; özellikle kötü olanı seçmeyin, gözünüzü yummadan alamayacağınız şeyi mi bağışlıyorsunuz...? Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: Sizden birine verdiği şeyin bir benzeri verilmiş olsa onu gözünü yumarak ve utanarak alır. Bundan sonra biz elimizde bulunan ürünlerin en iyisinden getirir olmuştuk.”
(İbn Mâce, Zekat: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen garib sahihtir.

Abdullah b. Mes’ûd (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöylebuyurmuştur: “İnsanoğluna şeytanın vesvese vermesi, meleğin de ilham etmesi vardır. Şeytanın vesvesesi kötülüklere götürmek ve gerçekleri yalanlatmaktır. Meleğin ilhamı ise hayırlara götürüp hakkı doğrulatmaktır. Kim hayırlara yönelmeyi ve hakkı doğrulamayı vicdanında bulursa bunun Allah’tan olduğunu bilsin ve Allah’a hamd etsin. Kim de vicdanında şeytanın vesvesesini bulursa taşlanmış ve kovulmuş şeytandan Allah’a sığınsın. Sonra Rasûlullah (s.a.v.), Bakara sûresi 268. ayetini okudu: “Şeytan sizi fakirlik ihtimaliyle korkutur ve size cimriliği emreder...”
(Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis Ebû’l Ahvas’ın rivâyeti olarak hasen garibtir. Merfu olarak sadece Ebû’l Ahvas’ın rivâyetiyle bilmekteyiz.

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Ey insanlar! Allah temizdir ancak temiz olanları kabul eder. Allah peygamberlerine emrettiğini mü’minlerine de emretmiştir” diyerek Mü’minûn sûresi 51. ayetini okudu: “Siz ey peygamberler! Dünya hayatının temiz ve meşru nimetlerinden payınızı alın, doğru ve dürüst işler işleyin, çünkü ben sizlerin ne yaptığını eksiksiz bilenim.” Ayrıca Bakara 172. ayetini de okudu: “Ey iman edenler! Size rızık olarak sağladığımız iyi şeylerden nasiplenin ve Allah’a şükredin, eğer sadece Allah’a kulluk ediyorsanız.” Ebû Hüreyre dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), bir adamdan bahsetti uzun seferler yapan saçı dağınık eli yüzü toz toprak içinde olup elini uzatıp Ya Rabbi Ya Rabbi diyerek duâ eder; halbuki yediği haramdır, içtiği haramdır, giydiği haramdır ve devamlı haramla beslenmiştir. Böyle birinin duâsı nasıl kabul edilir?
(Müslim, Zekat: 27; Dârimî, Rıkak: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen garibtir. Bu hadisi sadece Fudeyl b. Mersuk’un rivâyetiyle bilmekteyiz.

Ali (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Bakara sûresi 284. ayeti olan “... aklınızdan geçeni açıklasanız da gizleseniz de Allah mutlaka hesaba çekecektir...” ayeti nazil olunca bizi üzmüştü. Kendi kendimize şöyle demiştik: Birimiz içinden bir şey geçirecek bunun hesabı kendisine sorulacak, neyin bağışlanıp neyin bağışlanmayacağını da bilemeyeceğiz. O ayetten sonra Bakara 286. ayet indi ve bu ayetin hükmünü kaldırdı: “Allah hiç kimseye taşıyabileceğinden daha fazlasını yüklemez. Kişinin yaptığı her iyilik kendi yararına, her kötülük de kendi zararınadır.”
(Tirmizî rivâyet etmiştir.)

Ümeyye (r.anha)’dan rivâyete göre, bizzat kendisi Âişe (r.anha)’ya Bakara 284. ayetiyle, Nisa sûresi 123. ayeti olan: “... Kim bir kötülük yaparsa onunla cezalanır.” Ayetinin tefsirini sordu. Bunun üzerine Âişe şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v.)’e sorduğumdan beri bu ayetin tefsirini bana kimse sormamıştı. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştu: Bu ayette geçen konu, kulun yakalandığı bir sıtma hastalığı veya başına gelen bir musibet veya kaybettiği küçük bir miktar dünyalık için üzülmesinden dolayı kınanmıştır. Sonunda kul madenin kıpkırmızı ateşten temizlenip çıktığı gibi günahlarından temizlenir çıkar.
(Müsned: 24651)
Tirmizî: Âişe hadisi olarak bu hadis hasen garibtir. Bu hadisi sadece Hammad b. Seleme rivâyetiyle bilmekteyiz.

İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Bakara 284. ayeti inince kalplerimiz o kadar sıkıntıya girmişti. O güne kadar öyle bir sıkıntı görmemiştik Ashab durumu Rasûlullah (s.a.v.)’e arz ettiler, Rasûlullah (s.a.v.)’de işittik itaat ettik deyiniz buyurdu. Allah’ta onların kalplerine imanı yerleştirdi de Allah Bakara sûresi 285. 286. ayetlerini indirdi. “Peygamber Rabbinden kendisine indirilenlere iman etti, mü’minler de iman ettiler. Onlardan her biri; Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve elçilerine inanırlar ve O’nun elçileri arasında hiçbir ayırım yapmazlar. İşittik itaat ettik, bizi bağışlamanı dileriz. Zira tüm yolculukların varış yeri sensin, derler. Allah hiç kimseye taşıyabileceğinden daha fazlasını yüklemez. Kişinin yaptığı her iyilik kendi yararına, her kötülük de kendi zararınadır. Ey Rabbimiz! Unutur veya bilmeden hata yaparsak, bizi sorgulama! (Allah: Sorgulamayacağım buyurdu) Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme. (Allah: Yüklemeyeceğim buyurdu) Ey Rabbimiz! Güç yetiremeyeceğimiz yükleri bize taşıtma. Günahlarımızı affet, bizi bağışla ve bize acı. (Allah tamam öylece yaptım buyurdu)
(Müslim, İman: 187)
Tirmizî: Bu hadis hasendir. İbn Abbâs’tan da değişik şekillerde de rivâyet edilmiştir. Bu konuda Ebû Hüreyre’den de hadis rivâyet edilmiştir.

Âişe (r.anha)’dan rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)’e: Âl-i Imrân sûresi 7. ayeti olan “...Kalpleri gerçeklerden sapmaya meyilli olanlar, sırf kafaları karıştıracak şeyler bulmak için ve ona keyfî anlamlar yüklemek amacıyla kitabınmüteşabih denilen kısmına uyarlar...” ayetinin tefsirini sordum da Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Onları gördüğünüz zaman kendilerini tanı ve onlardan sakın.” Yezîd şöyle dedi: “Onları gördüğünüz zaman kendilerini tanıyınız ve onlardan uzak durunuz.” Bu sözü iki üç sefer tekrarladı.
(Buhârî, Tefsirül Kur’ân: 27; Müslim: İlim: 17)

Âişe (r.anha)’dan rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)’e Âl-i Imrân sûresi 7. ayetinin tefsiri soruldu da bunun üzerine şöyle buyurdu: “O Kur’ân’ın müteşabih ayetlerine uyanları gördüğünüzde kalbleri sapanlar diye Allah’ın adlandırdığı kimseler onlardır, onlardan sakının.”
(Buhârî, Tefsirül Kur’ân: 27; Müslim: İlim: 17)

Abdullah b. Mes’ûd (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Her peygamberin diğer peygamberlerden bir dostu vardır. Benim dostum ise atam, Halil İbrahim’dir. Sonra Rasûlullah (s.a.v.) Âl-i Imrân 68. ayetini okudu: “ İnsanların İbrahim’e en yakın olanı, O’na uyanlar, şu peygamber ve O’na iman edenlerdir. Allah ta, mü’minlerin en yakın dostu ve her türlü işlerini düzeltip yürütendir.”
(Müsned: 3609)
Mahmûd Ebû Nuaym vasıtasıyla Sûfyân’dan, babasından, Ebû’d Duhâ’dan ve Abdullah b. Mes’ûd’tan geçen hadisin bir benzerini rivâyet etti ve senedinde “Mesrûk’u” zikretmedi.
Tirmizî: Bu rivâyet Ebû’d Duha’nın, Mesrûk’tan rivâyetinden daha sağlamdır. Ebû’d Duha’nın adı Müslim b. Sabîh’tir.
Ebû Küreyb, Vekî’ vasıtasıyla Sûfyân’dan, babasından, Ebû’d Duha’dan ve Abdullah b. Mes’ûd’tan, Ebû Nuaym hadisinin bir benzerini rivâyet etti bu rivâyette Mesrûk yoktur.

Abdullah (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) dedi ki: “Her kim yemininde yalancı olduğu halde bir Müslüman’ın malını elde etmek için yemin ederse Allah’ı kendisine karşı gazâblanmış olarak bulur.” Eş’as b. Kays dedi ki: Bu hadis benim hakkımda söylenmiştir; şöyle ki: Benimle bir Yahudî arasında bir toprak meselesi vardı. Derken Yahudî benim hakkımı inkar etti. Bunun üzerine O’nu Rasûlullah (s.a.v.)’e götürdüm. Rasûlullah (s.a.v.), bana delilin var mıdır? Buyurdu. Ben de hayır dedim. Rasûlullah (s.a.v.), Yahudiye yemin et buyurdu, bunun üzerine ben Ey Allah’ın Rasûlü! O yemin eder ve malımı götürür dedim. Bunun üzerine Allah, Âl-i Imrân sûresi 77. ayetini indirdi: “Doğrusu Allah’a karşı verdikleri sözü ve yeminleri az bir menfaat karşılığında değiştirenler var ya; işte onlar öteki dünyanın nimetlerinden faydalanamayacaklardır. Allah kıyamet günü onlarla ne konuşacak, ne yüzlerine bakacak, ne de onları günahlarından arındıracaktır. Onlar için acıklı bir azâb vardır. ”
(Buhârî, Müsakat: 85; Müslim, İman: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Bu konuda İbn ebî Evfâ’dan da hadis rivâyet edilmiştir.

Enes (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Â l-i Imrân 92. ayeti: “...Ey Mü’minler! Sevdiğiniz şeylerden Allah rızası için başkalarına harcamadıkça, gerçek erdemliliğe ve hayra ulaşmış olamazsınız...” ile, Bakara sûresi 245. ayeti: “Allah’ın kat kat fazlasıyla geri ödeyeceği güzel bir borcu Allah’a verecek olan kimdir?...” ayeti indiği zaman Ebû Talha’nın bir bahçesi vardı. Ey Allah’ın Rasûlü!, dedi. Bahçem Allah için vakıftır. Bunu gizli olarak yapabilseydim burada açıklamazdım dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.): “Onu akrabalarına ve yakınlarına miras olarak bırak” buyurdu.
(Buhârî, Zekat: 27; Müslim, Zekat: 17)

Sa’d b. Ebî Vakkâs (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Âl-i Imrân sûresi 61. ayeti olan,“Gelin! oğullarımızı, oğullarınızı, kadınlarımızı, kadınlarınızı, biz, siz, hepimizi çağıralım” ayeti inince Rasûlullah (s.a.v.): “Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’i çağırdı ve Ey Allah’ım bunlar benim ailemdendir” buyurdu.
(Müsned: 1522)
Tirmizî: Bu hadis hasen garib sahihtir.

Behz b. Hakîm (r.a.)’in babasından ve dedesinden rivâyete göre, Behz Âl-i Imrân sûresi 110. ayeti olan: “Siz müslümanlar, insanlığın iyiliği için yaratılarak yeryüzüne çıkarılmış hayırlı bir topluluksunuz, doğru olanı emreder, eğri olandan alıkoyarsınız...” ayeti hakkında Rasûlullah (s.a.v.)’de şöyle buyurduğunu işitti: “Siz Yeryüzünde gelip geçen ümmetlerden yetmişinciyi tamamlıyorsunuz, siz bunların hepsinden en hayırlı ve Allah yanında da en ikrama layık olanısınız.”
(İbn Mâce, Zühd: 27)
Bu hadis hasendir.
Pek çok kişi bu hadisi Behz b. Hakîm‘den buradaki gibi rivâyet etmiş ancak “İnsanlar arasından çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz” bölümünü zikretmemişlerdir.

Enes (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.)’in Uhud günü yüzü alnından yarılarak kanlar yüzüne akmıştı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle demişti: “Kendilerini Allah’a davet eden peygamberlerine bunu yapan bir millet nasıl felah bulur. Bunun üzerine Allah Âl-i Imrân sûresi 128. ayetini indirdi: “Kullarımın işinden hiçbir şey sana ait değildir. Allah, ya onların tevbesini kabul eder, yahud onları varlık sebebine aykırı davrandıkları için azab eder.”
(İbn Mâce, Zühd: 27)

Enes (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.), Uhud savaşında Rasûlullah (s.a.v.)’in yüzü yarıldı, dişi kırıldı omzundan ok yarası aldı. Kan, yüzünden akmaya başladı hem kanını siliyor hem de “Kendilerini Allah’a davet eden peygamberlerine bunu yapan bir ümmet nasıl kurtuluş bulacak?” buyuruyordu. Bunun üzerine Allah, Âl-i Imrân sûresi 128. ayetini indirdi.
(Müslim, Cihâd: 27; İbn Mâce, Fiten: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.

Abdullah b. Ömer (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.), dört kişiye bedduâ ederdi. Bunun üzerine Allah Âl-i Imrân 128. ayetini gönderdi: “Kullarımın işinden hiçbir şey sana ait değildir Ey peygamber! Allah dilerse onların tevbesini kabul eder, yahud da onları varlık sebebine aykırı davrandıkları için azablandırır.”
(Buhârî, Meğazi: 17; Nesâî, Tatbik: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen garib sahihtir. Nafi’in, İbn Ömer’den rivâyeti olarak garib görülmüştür.Yahya b. Eyyûb bu hadisi İbn Aclan’dan rivâyet etmiştir.

Ebû Talha (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Uhud savaşında başımı kaldırıp sağıma soluma bakınmaya başladım. O esnada Müslümanlardan kalkanının siperinde uyuklamaktan dolayı kafasını eğmeyen kimse yoktu işte bu olay Âl-i Imrân sûresi 154. ayetindeki belirtilen olaydır: “Sonra Allah, bu kederin ardından size bir emniyet duygusu ve bazılarınızı sarıp kuşatan bir iç sükûneti, uyuklama hali vermişti...”
(Buhârî, Meğazî: 27)

Enes (r.a.)’den rivâyete göre, Ebû Talha dedi ki: “Uhud savaşı günü savaş konumunda iken bizi uyku bastırdı. Ebû Talha: O gün uyku bastırılan kimselerden idim, kılıcım elimden düşüyor tekrar alıyorum, tekrar düşüyordu. Diğer bir gurub insanlar daha vardı ki onlar münafıklardı. Çok korkak ürkek hakka karşı çok kuşkucu idiler.”
(Buhârî, Meğazî, 27)

Câbir b. Abdullah (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), benimle karşılaştı ve Ey Câbir, seni neden kırgın görüyorum? dedi. Ben de: Ey Allah’ın Rasûlü! Babam, Uhud gününde şehîd düştü, geride kalan borç ve çoluk-çocuk bıraktı, dedim. Rasûlullah (s.a.v.), babanın Allah tarafından nasıl karşılandığını sana haber vereyim mi? Ben de evet Ey Allah’ın Rasûlü! dedim. Şöyle buyurdular: Allah bir kimseyle ancak perde arkasından konuşmuştur. Fakat babanı diriltmiş ve arada perde olmaksızın yüz yüze konuşarak şöyle buyurmuştur: Ey kulum dile benden sana dileğini vereyim o da Ey Rabbim beni dirilt senin yolunda ikinci kez öldürüleyim. Allah’ta şöyle buyurdu: Enbiya sûresi 95. ayete göre tekrar dünyaya dönmek mümkün değildir ve Âl-i Imrân 169. ayet indirildi: “Fakat Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanmayın. Hayır onlar diridir. Rableri katında rızıklanmaktadırlar.”
(İbn Mâce, Mukaddime: 122)
Tirmizî: Bu hadis bu şekliyle hasen garibtir.
Abdullah b. Muhammed b. Akîl, Câbir’den bu hadisin bir kısmını nakletmiştir. Bu hadisi sadece Musa b. İbrahim’in rivâyetiyle bilmekteyiz. Ali b. Abdullah el Medînî ve pek çok ileri gelen hadisçiler bu hadisi Musa b. İbrahim’den bize aktarmışlardır.

Abdullah b. Mes’ûd (r.a.)’den rivâyete göre, kendisine Âl-i Imrân 169. ayetin tefsiri soruldu da bunun üzerine şöyle dedi: Aynı soruyu bizde sormuştuk ta bize şöyle haber verilmişti: Onların ruhları yeşil kuşlar şeklindedir. Cennet’te diledikleri şekilde gezip dolaşırlar sonra Arş’a asılı kandillere dönerler Allah onlara yönelip baktı ve şöyle dedi: Bir şeyin artırılmasını ister misiniz ki size onu artırayım. Onlar da Ey Rabbimiz dediler. Neyin artırılmasını dileyelim Cennet’teyiz dilediğimiz şekilde gezinip duruyoruz. Sonra Allah onlara ikinci kez bakıp şöyle buyurdu: İlave olarak istediğiniz bir şey var mı? Derhal sizin için artırayım? Onlar da Rablerinden bir şey istemeden bırakılmayacaklarını görünce şöyle dediler: “Ruhlarımızı cesetlerimize çevir de dünyaya tekrar dönelim ve senin yolunda ikinci kez şehîd olalım.” (Fakat Enbiya 95. ayetlere göre bu mümkün olmamaktadır.)
(Müslim, İmara: 27; İbn Mâce, Cihâd: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
İbn ebî Ömer, Sûfyân vasıtasıyla Atâ b. Sâib’den, Ebû Ubeyde’den İbn Mes’ûd’tan bu hadisin bir benzerini bize rivâyet ederek şunu ilave etmişlerdir: “Peygamber (s.a.v)’e selamlarınızı ilet ve Ey Rabbimizbizim senden razı olduğumuzu ve bizden de razı olunduğunu ona bildir.”
Tirmizî: Bu hadis hasendir.

Abdullah (r.a.)’den rivâyete göre, merfu olarak şöyle anlattı: Malının zekatını vermeyen her bir kimsenin boynuna kıyamet günü Allah bir yılan takacaktır. Sonra buna uygun olarak Âl-i Imrân sûresi 180. ayetini okudu: “Allah’ın kendilerine ikram edip verdiği malları, infak etmekte cimrilik gösterenler o biriktirdikleri malların, kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Aksine bu onlar için pek kötüdür. Bu derece cimrice sarıldıkları şey, kıyamet günü boyunlarına tasma gibi geçirilecektir. Zira göklerin ve yerin mirası Allah’ındır, hepsi O’na kalacaktır. Ve Allah yaptığınız her şeyden haberi olandır.” Abdullah b. Mes’ûd başka bir seferde de Rasûlullah (s.a.v.)’in buna uygun olarak aynı ayeti okumuştu.
Müslüman kardeşinin malını yalan yere yemin ederek kendi zimmetine geçiren kişi kıyamet günü Allah’ı kendisine kızgın vaziyette bulacaktır buyurdu ve buna uygun olarak Âl-i Imrân 77. ayetini okudu: “Doğrusu Allah’a karşı verdikleri sözü ve yeminleri az bir menfaat karşılığında değiştirenler var ya; işte onlar öteki dünyanın nimetlerinden faydalanamayacaklardır. Allah kıyamet günü onlarla ne konuşacak, ne yüzlerine bakacak, ne de onları günahlarından arındıracaktır. Onlar için acıklı bir azâb vardır.”
(Nesâî, Zekat: 27; İbn Mâce, Zekat: 17)

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu Cennet’te bir kamçı boyu kadar yer, dünyadan ve dünyada bulunan her şeyden daha hayırlıdır. Dilerseniz Âl-i Imrân 185. ayetini okuyunuz “... Orada ateşten uzaklaştırılıp Cennete konulacak olanlar, gerçek kurtuluşa ermişlerdir. Zira bu dünya hayatına düşkünlük, aldatıcı bir zevkten başka bir şey değildir.”
(Dârimî, Rıkak: 27)

Mervan b. Hakem (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Mervan kapıcısı olan Rafî’e dedi ki: Git, İbn Abbâs’a şöyle söyle eğer her bir kimse yaptığına sevinir ve yapmadığı işlerle de övülmesini isterse mutlaka azâb görecekse hepimiz azâblanacağız Bunun üzerine İbn Abbâs şöyle dedi: Bu ayetten size ne! Çünkü bu ayet ehli kitap olan Yahudî ve Hıristiyanlar hakkında inmiştir. Sonra İbn Abbâs, Âl-i Imrân 187. ayetini okudu: “Allah kendilerine kitap verilenlerden, O kitabı mutlaka insanlara açıklayacaksınız, gizlemeyeceksiniz diye kesin söz almıştı. Fakat, onlar bunu kulak ardı ettiler ve küçük bir kazançla değiştirdiler. Ne kötü bir alışverişti bu.” Arkasından da hemen 188. ayeti okudu: “Ettikleri kötülüklere sevinen ve yapmadıkları iyiliklerle övülmek isteyenlerin, davranışlarını doğru sanma, onların azâbtan kurtulacaklarını da sanma, onlar için acıklı bir azâb vardır.” İbn Abbâs şöyle devam etti: Peygamber (s.a.v), o kitap ehline bir şeyler sormuştu da onlar o gerçeği gizleyip başka bir şeyler söyleyip çıkıp gittiler onlar istenilen şeyi değil de başka bir şeyi haber verdiler de böylelikle de övülmek istediler. Kendilerinden isteneni söylemeyip gizlediklerine de sevinip gittiler.
(Buhârî, Tefsir-ül Kur’an: 27; Müslim,i Sıfat-ül Münafıkın: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahih garibtir.

Muhammed b. Münkedir (r.a.)’den rivâyete göre; Câbir b. Abdullah’tan şöyle işittiğini anlatmıştır. Hastalanmıştım Rasûlullah (s.a.v.), beni ziyarete geldi ben kendimden geçmiş baygın durumda idim. Ayılınca, malım konusunda nasıl hareket edeyim diye sordum. Rasûlullah (s.a.v.), sustu ve Nisa sûresi 11. ayeti nazil oldu: “Allah size çocuklarınızın alacağı miras hakkında şunu emreder: Erkek iki kadının hissesine eşit bir miktar alacaktır...”
(Buhârî, Vudu: 27; Müslim, Feraiz: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Pek çok kimse bu hadisi Muhammed b. Münkedir’den rivâyet etmişlerdir.
Fadl b. Sabah el Bağdadî, Sûfyân vasıtasıyla, İbn’ül Münkedir’den, Câbir’den, bu hadisin bir benzerini bize aktarmış olup, Fadl b. Sabbah’ın hadisi buradakinden daha uzuncadır.

Ebû Saîd el Hudrî (r.a.)’den rivâyete göre, demiştir ki: Evtas savaşı günü müşrikler içerisinde kocaları bulunan bazı kadınlar cariye olarak savaş ganimetleri içersinde bize düşmüştü fakat bazı kimseler bu kadınlarla cinsel ilişki yapmayı hoş karşılamadılar da Allah Nisa sûresi 24. ayetini indirdi: “Savaşta esir olarak elinize geçirdiğiniz cariyeler dışında tüm evli kadınlar size haram kılınmıştır...”
(Müslim, Rada: 27; Nesâî, Nikah: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasendir.

Yine Ebû Saîd el Hudrî (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Evtas savaşı günü kendi toplumlarında kocaları bulunan bazı esir kadınlar ganimetten pay olarak hissemize düşmüştü. Müslümanlar durumu Rasûlullah (s.a.v.)’e anlattılar ve Allah, Nisa sûresi 24. ayetini indirdi.
(Müslim, Rada: 27; Nesâî, Nikah: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasendir. Aynı şekilde Sevrî, Osman el Bettî’den, Ebû’l Halîl’den, Ebû Saîd el Hudrî’den bu hadisin bir benzerini rivâyet etmiştir.

Enes (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) büyük günahlar hakkında şöyle buyurdu: “Allah’a ortaklar tanımak, ana babaya âsi olmak, adam öldürmek, yalan şâhidliği veya yalan söylemek.” (Bu hadis Nisa sûresi 31. ayetin tefsiri durumundadır)
(Buhârî, Şehadet: 27; Müslim, Eyman: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen garib sahihtir.

Ebû Bekre (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Günahların en büyüğünü size bildireyim mi?” Ashab “Evet Ey Allah’ın Rasûlü!” dediler. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Allah’a ortaklar koşmak, ana babaya âsi olmak” Rasûlullah (s.a.v.) yaslanmış durumda iken doğrularak: “yalancı şâhidlik ve yalan söylemek” bu son cümleyi o kadar tekrarladı ki keşke sussaydı dedik.
(Buhârî, Şehadet: 27; Müslim, Eyman: 17)
Tirmizî: Bu hasen garib sahihtir.

Abdullah b. Amr (r.a.)’den rivâyete göre, Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: “Büyük günahların bir kısmı şunlardır. Allah’a ortak koşmak, ana babaya âsi olmak veya yalan yere yemin etmektir.” Üçüncüyü söylerken Şu’be tereddüd etmiştir.
(Buhârî, Eyman: 27; Nesâî, Tahrim-üd Dem: 17)

Zeyd b. Sabit (r.a.)’den rivâyete göre, Nisa sûresi 88. ayeti hakkında şöyle demiştir: Uhud savaşında Rasûlullah (s.a.v.)’in ashabından bazıları savaştan çekilmişlerdi. Müslümanlar bunlar hakkında iki taraf oldular; Bir kısmı onlar öldürülmeli diyor diğer taraf ise hayır diyorlardı. Bunun üzerine Nisa 88. ayet indi: “ Size ne oluyor ki, münafıklar hakkında kiminiz onlardan yana kiminiz onlara karşı tutum alarak aranızda iki guruba ayrılıyorsunuz? Oysa yaptıkları işlerden dolayı Allah onları tepe taklak etmiştir. Allah’ın saptırdığını doğru yola iletmek mi istiyorsunuz? Allah’ın sapıklık içinde bıraktıklarına bir çıkış yolu bulamazsın.” Sonra Rasûlullah (s.a.v.): “O Medîne temiz beldedir” buyurdu ve şöyle devam etti: “Ateşin madenlerin kirlerini temizleyip çıkarıp attığı gibi Medîne’de Müslümanlar arasındaki kirleri atar.”
(Buhârî, Hac: 27; Müslim, Hac: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.

İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Benî Süleym’den bir adam koyunlarını otlatırken Peygamber (s.a.v)’in ashabından bir müfrezeyle karşılaştı ve onlara selam verdi. Onlarda size, sizden korunmak için selam verdi, kanaatine vararak kalkıp onu öldürdüler koyunlarını da alıp Rasûlullah (s.a.v.)’e götürdüler Allah’ta, Nisa sûresi 94. ayetini indirdi: “O halde ey iman edenler Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman karşılaştığınız durumu açıkça kavramaya çalışın ve size barış teklif edene veya Müslüman olduğunu bildirene dünya hayatının gelip geçici, kazancına duyduğunuz özlem ve istekle sen mü’min değilsin demeyin oysa ganimetlerin çoğu Allah katındadır...”
(Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27; Müslim, Tefsir: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Bu konuda Üsame b. Zeyd’den de hadis rivâyet edilmiştir.

Berâ b. Âzib (r.a.)’den rivâyete göre, Nisa sûresi 95. ayeti indiği zaman gözleri görmeyen Amr b. Ümmü Mektum, Peygamber (s.a.v)’e geldi ve Ey Allah’ın Rasûlü! gözleri görmeyen bir kimseyim bana ne yapmamı emredersin? dedi. Allah: “Bir mazeretleri olmaksızın” bölümünü indirdi ve Peygamber (s.a.v), vahiy katiplerine: “Yazdığınız kürek kemiğini veya levhayı, kalemi getirip kaydediniz.” buyurdu.
(Buhârî, Cihâd: 27; Müslim, İmara: 17)
Bu hadis hasen sahihtir. Amr b. Ümmü Mektum denildiği gibi Abdullah b. Ümmü Mektum da denilir. Bu kimse Abdullah b. Zaide’dir. Ümmü Mektum onun annesidir.

İbn Şihâb (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Sehl b. Sa’d, bana anlattı ve şöyle dedi: Mervan b. Hakem’i mescidde otururken gördüm ve gelip yanına oturdum o da Zeyd b. Sabit’in kendisine anlattığını bize anlattı şöyle ki: Nisa süresi 95. ayeti “Bir mazeretleri olmaksızın” kısmı olmadan indirilmişti de Allah Rasûlü bana bu ayeti yazdırmıştı tam o esnada İbn Ümmü Mektum çıkageldi ve Ey Allah’ın Rasûlü cihâda katılma imkanım olsaydı mutlaka cihâd ederdim dedi. Kendisi gözleri görmeyen bir adamdı. Bunun üzerine Allah Peygamberine vahyin ilave kısmı olan: “Bir mazeretleri olmaksızın” bölümünü indirdi. Rasûlullah (s.a.v.)’in dizi dizimin üstünde idi dizimi ezecek kadar ağırlaştı sonra bu ağırlık kaldırıldı ve böylece “Bir mazeretleri olmaksızın” bölümü de indirilmiş oldu.
(Buhârî, Cihâd: 27; Müslim, İmara: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Pek çok kişi Zührî’den, Sehl b. Sa’d’tan bu hadisin bir benzerini bize aktarmışlardır.

Ya’la b. Ümeyye (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Ömer b. Hattâb’a dedim ki: Nisa sûresi 101. ayetinde Allah, korku içinde bulunursanız namazları kısaltınız buyuruyor. Bugün tüm insanlar emniyet içerisindedir. Durum ne olacak? O da şöyle dedi: Senin şaştığın bu duruma ben de şaşmıştım ve Rasûlullah (s.a.v.)’e sormuştum o da şöyle buyurmuştu: “Allah’ın size sadaka olarak verdiği bir bağıştır, O’nun bağışını kabul ediniz.”
(Müslim, Salat-ül Müsafirin: 27; Nesâî, Taksir-üs Salat: 17)

Abdullah b. Şakîk (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Ebû Hüreyre bize şöyle anlattı: Rasûlullah (s.a.v.), askerleriyle Dacnan ve Usfan arasında bir yere inmişti, müşrikler kendi aralarında şöyle dediler: Bunların bir namazları vardır ki bu namaz kendilerine babalarından ve oğullarından daha kıymetlidir. Bu ikindi namazıdır. Bu namaz vaktinde kesin kararınızı verip üzerlerine çullanınız. Ancak Cebrail, Peygamber (s.a.v)’e gelerek orduyu iki kısma ayırmasını emretti, bir gurup namaz kılarken diğerleri savaşı sürdürecektir. Tedbirli ve kontrollü hareket edecekler bir rekat kılınınca diğer gurup savaşa geçip onlarda bir rekat namaz kılacaklardır. Böylece askerlerin namazı birer rekat, imam durumunda olan Rasûlullah (s.a.v.)’in namazı ise iki rekat olacaktır. (Bu hadis Nisa 102. ayetinin açıklamasıdır)
(Buhârî, Salat-ül Havf: 27)
Tirmizî: Bu hadis bu şekliyle Abdullah b. Şakîk’ın, Ebû Hüreyre’den rivâyeti olarak hasen garibtir. Bu konuda Abdullah b. Mes’ûd, Zeyd b. Sabit, İbn Abbâs, Câbir, Ebû Ayyaş ez Zürakî, İbn Ömer, Huzeyfe, Ebû Bekre, Sehl b. Ebî Hasme’den de hadis rivâyet edilmiştir.

Tarık b. Şihâb (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Yahudilerden biri Ömer b. Hattâb’a şöyle dedi: Ey Mü’minlerin emiri! Maide sûresi 3. ayeti olan “...Bugün size, dininizi kemale erdirdim, nimetimi üzerinize tamamladım ve size din olarak İslâm’ı verip, ondan razı oldum...” ayeti bize indirilmiş olsaydı o günü bayram günü ilan ederdik. Bunun üzerine Ömer şöyle dedi: Bu ayetin hangi günde indiğini çok iyi biliyorum; bu ayet Cuma gününe rastlayan bir arefe günü inmiştir.
(Buhârî, Tefsir-ül Kur’an: 27; Müslim, Tefsir: 17)

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Rahman olan Allah’ın eli dopdolu ve cömerttir. Gece, gündüz devamlı olarak vermesi onu eksiltmez. Söyleyiniz bakalım gökleri yarattığından beri neler vermiştir? Gerçek şu ki onun elindeki eksilmemiştir. O’nun arşı su üzerindedir. Diğer elinde de terazi vardır. Alçaltan ve yükselten de O’dur.” (Bu ayet Maide 64. ayet üzerine inmiştir.)
(Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27; Müslim, Zekat: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Bu hadis maide sûresi 64. ayetinin tefsiridir. Bu hadis hakkında âlimler şöyle diyorlar: Bu tür hadislere bize geldiği şekilde yoruma gitmeksizin vehme kapılmaksızın inanırız. Bunu pek çok imamla birlikte Sevrî, Malik b. Enes, İbn Uyeyne, İbn’ül Mübarek böyle söylemişlerdir. Şöyle ki bu tür hadisler aktarılır onlara inanılır nasıl ve niçin diye sorulmaz.

Berâ (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v)’in ashabından bazı kimseler şarabın haram kılınmasından önce vefat etmişlerdi. İçki haram kılınınca bazı kimseler: “Şarap içtikleri dönemde ölüp giden kimselerin hali ne olacak?” diye sordular. Bunun üzerine Maide 93. ayeti nazil oldu: “İman edip, doğru ve yararlı işler yapanlar, yollarını Allah’ın kitabı ve elçisi ile buldukları ve gerçekten inanıp, doğru ve yararlı işler yaptıkları sürece, haram olunmazdan önce yedikleri şeylerde bir günah yoktur. Yeter ki, hayatlarını Allah’ın kitabıyla düzenlemeye çalışsınlar, iman etmeye devam etsinler ve hayatlarını Allah’ın kitabı vasıtasıyla tanzim etmeye daha da özen göstersinler ve iyilik yapmakta arzulu ve kararlı davransınlar. Çünkü Allah, iyilik yapanları sever.”
(Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Şu’be bu hadisi Ebû İshâk’tan, Berâ’dan rivâyet etmiştir. Aynı şekilde Bündar’ın da bir rivâyeti vardır.

Ebû İshâk (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Berâ şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)’in ashabından bazı kişiler şarap içtikleri dönemde vefat etmişlerdi. Şarabın yasaklanmasına dair ayet inince Peygamber (s.a.v)’in ashabından bazı kimseler şarap içtikleri dönemde ölen kardeşlerimizin durumu ne olacak? demişlerdi de Maide sûresi 93. ayeti nazil oldu: “ İman edip, doğru ve yararlı işler yapanlar, yollarını Allah’ın kitabı ve elçisi ile buldukları ve gerçekten inanıp, doğru ve yararlı işler yaptıkları sürece, haram olunmazdan önce yedikleri şeylerde bir günah yoktur. Yeter ki, hayatlarını Allah’ın kitabıyla düzenlemeye çalışsınlar, iman etmeye devam etsinler ve hayatlarını Allah’ın kitabı vasıtasıyla tanzim etmeye daha da özen göstersinler ve iyilik yapmakta arzulu ve kararlı davransınlar. Çünkü Allah, iyilik yapanları sever.”
(Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.

İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Ashab; şarabın haram kılınması hükmü inince şarap içtikleri dönemde ölüp gidenlerin hakkındaki durumu sordular da Maide sûresi 93. ayeti indi: “ İman edip, doğru ve yararlı işler yapanlar, yollarını Allah’ın kitabı ve elçisi ile buldukları ve gerçekten inanıp, doğru ve yararlı işler yaptıkları sürece, haram olunmazdan önce yedikleri şeylerde bir günah yoktur. Yeter ki, hayatlarını Allah’ın kitabıyla düzenlemeye çalışsınlar, iman etmeye devam etsinler ve hayatlarını Allah’ın kitabı vasıtasıyla tanzim etmeye daha da özen göstersinler ve iyilik yapmakta arzulu ve kararlı davransınlar. Çünkü Allah, iyilik yapanları sever.”
(Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.

Abdullah b. Mes’ûd (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Maide sûresi: 93 ayeti nazil olunca Rasûlullah (s.a.v.) bana “Sen onlardansın” buyurdu.
(Müslim, Fedail-üs Sahabe: 27)

Musa b. Enes (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Enes b. Mâlik’den işittim şöyle diyordu: Bir adam Rasûlullah (s.a.v.)’e Ey Allah’ın Rasûlü, benim babam kimdir? diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.)’de “baban falan kimsedir” buyurdu. Bunun üzerine Maide sûresi 101. ayeti nazil oldu: “ Ey iman edenler! Açıklandığı zaman sizi üzecek şeyleri sormayın. Kur’ân indirilmekte iken onları sorsaydınız size açıklanabilirdi. Yine de Allah daha önce, bu kuralı bilmeden sorduklarınızdan dolayı, sizi affetmiştir. Zira Allah, çok bağışlayıcı ve cezayı geciktirirse de ihmal etmeyip acele etmeyendir.”
(Buhârî, İtisam: 27; Müslim, İmara: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen garib sahihtir.

Ali (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Âl-i Imrân 97. ayeti olan: “O Kâ’be ki apaçık işaretlerle dopdolu olup, İbrahim’in makamı da oradadır. Kim oraya girerse huzur bulur. Bundan dolayı Kâ’be’yi haccetmek, gücü yeten tüm insanların yerine getirmek zorunda oldukları bir görevdir. Kim bu vazifeyi inkâr edip yapmazsa bilsin ki, Allah alemlerden bağımsız olup her bakımdan kendine yeterlidir.” Ayeti inince Ashab her sene mi? diye sordular. Rasûlullah (s.a.v.), cevap vermedi sustu. Sonra Ey Allah’ın Rasûlü! Her sene mi diye tekrar sordular “hayır” dedi, eğer evet demiş olsam her yıl haccetmeniz gerekecekti. Bunun üzerine Allah, Maide sûresi 101. ayeti indirdi: “Ey iman edenler! Açıklandığı zaman sizi üzecek şeyleri sormayın. Kur’ân indirilmekte iken onları sorsaydınız size açıklanabilirdi. Yine de Allah daha önce, bu kuralı bilmeden sorduklarınızdan dolayı, sizi affetmiştir. Zira Allah, çok bağışlayıcı ve cezayı geciktirirse de ihmal etmeyip acele etmeyendir.”
(İbn Mâce, Menasik: 27)
Bu hadis Ali’nin rivâyeti olarak hasen garibtir.
Bu konuda Ebû Hüreyre ve İbn Abbâs’tan da hadis rivâyet edilmiştir.

Ebû Bekir es Sıddık (r.a.)’dan rivâyete göre, şöyle demiştir: “Ey Müslümanlar! Siz Maide sûresi 105. ayetini okuyorsunuz; “Ey iman edenler! Siz yalnız kendinizden sorumlusunuz. Eğer siz doğru yolda iseniz, sapıklığa düşenler size hiçbir zarar veremezler. Hepinizin dönüşü Allah’a olacaktır. Ve o zaman Allah size hayatta yapmış olduğunuz herşeyi bildirecektir.” Halbuki ben Peygamber (s.a.v)’den şöyle buyurduğunu işittim: “İnsanlar bir zâlimi görürlerde ona zulmünden el çektirmezlerse Allah’ın onları genel bir azaba uğratması kaçınılmazdır.”
(Ebû Dâvûd, Melahım: 27; İbn Mâce, Fiten: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Pek çok kişi bu hadisi İsmail b. Ebû Hâlid’den buradaki gibi merfu olarak rivâyet etmişlerdir. Bazıları ise bu hadisi Kays’tan, Ebû Bekir’den merfu olmaksızın Ebû Bekrin sözü olarak rivâyet etmektedirler.

Ebû Umeyye eş Şa’banî (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Ebû Sa’lebe el Huşenî’ye geldim şu ayet hakkında ne diyorsun diye sordum. Ebû Sa’lebe hangi ayet dedi. Bende Maide sûresi 105. ayetidir dedim; “Ey iman edenler! Siz yalnız kendinizden sorumlusunuz. Eğer siz doğru yolda iseniz, sapıklığa düşenler size hiçbir zarar veremezler. Hepinizin dönüşü Allah’a olacaktır. Ve o zaman Allah size hayatta yapmış olduğunuz herşeyi bildirecektir.” Bunun üzerine şöyle dedi: Dikkat et bu ayeti bilen bir kimseye sormuş durumdasın. Ben de aynı şekilde bu ayeti Rasûlullah (s.a.v.)’e sormuştum şöyle buyurmuştu: “Birbirlerinize iyilikleri emredin kötülüklerden sakındırın ancak cimriliğe boyun eğildiğini gördüğünde, insanların arzu ve hevesleri peşinde gittiklerini gördüğünde, dünyanın dine tercih edilip herkesin kendi görüşünü beğendiği dönemlerde sadece kendi kendinin çaresine bak ve avamı bırak ondan sonra öyle günler gelecek ki o günlerde dinin emirlerine uyma hususunda gösterilecek sabır ateş parçasını elde tutmak gibi zor olacaktır. O günlerde Müslüman olarak yaşamaya çalışanlara bu günkü sizin elli kişinin amelini isteyen kimselerin sevâbı kadar sevap yazılacaktır.”
Abdullah b. Mübarek dedi ki: Utbe’den başkası bu hadiste bana şu ilaveyi yaptı: Ey Allah’ın Rasûlü! Bizden elli kişi mi? Yoksa onlardan elli kişinin sevâbı mı? Rasûlullah (s.a.v.), “Hayır sizden elli kişinin sevâbı” buyurdu.
(Nesâî, Sayd: 27; İbn Mâce, Fiten: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen garibtir.

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Allah, İsa’ya, Maide sûresi 116. ayet: “Ve işte gün gelecek Allah, “Ey Meryem oğlu İsa!” diyecek; “Sen misin insanlara Allah’ı bırakın da beni ve annemi iki İlah tanıyın diyen?” İsa cevap verdi: “Seni ortaklardan ve noksanlıklardan, tenzîh ederim. Hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Bunu söylemiş olsaydım, sen muhakkak bilirdin. Sen benim içimdeki herşeyi bilirsin. Halbuki, ben senin zatında olanı bilemem. Şüphe yok ki, akılla bilinemeyen tüm gerçekleri bilen sensin, yalnızca sen.” teki sorusu hakkında nasıl cevap vereceğini ona telkin edip öğretmiştir.
(Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.

Abdullah b. Amr (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: “Son inen sûre Maide sûresidir.”
(Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis hasen garibtir. İbn Abbâs’ın şöyle dediği rivâyet edilmiştir: “Son inen sûre; “Nasr” sûresidir.”

Câbir (r.a.)’den rivâyete göre, En’am sûresi 65. ayetinin ilk yarısı inince Rasûlullah (s.a.v.): “Sana sığınırım” dedi. Sonra ikinci yarısı inince; “Bu iki husus öncekinden daha hafiftir.” buyurdu. “De ki: “Yalnız O’dur, sizi tepenizden ve ayaklarınızın altından azâbla kuşatma kudretine sahip olan; ve elbette sizi gurup gurup birbirinize düşürüp, birbirinizi kırdırıp geçirmeye de güç yetirendir. Bak iyice anlasınlar diye, mesajları nasıl her yönüyle açıklıyoruz.”
(Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27)
Tirmizî: Hasen sahihtir.

Sa’d b. ebî Vakkâs (r.a.)’den rivâyete göre, En’am sûresi 65. ayeti nazil olduğu zaman; Rasûlullah (s.a.v.); “Bu gerçekleşmiş olan hadise mutlaka olacaktır.” buyurdular.
(Müsned: 1387)
Tirmizî: Bu hadis hasen garibtir.

Abdullah b. Mes’ûd (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: En’am 82. ayeti nazil olunca; “İman edip, imanlarını varlık sebebine aykırı davranarak karartmayanlar, işte onlardır, güven içinde olacak olan ve doğru yola ulaşmış olanlar.” Bu hüküm onlara ağır gelmişti ve Ey Allah’ın Rasûlü, dediler. Hangimiz kendine yazık etmemiştir? Rasûlullah (s.a.v.): “Hayır sizin o anladığınız anlam değildir burada kastedilen zulüm,şirktir. Lokmanın oğluna söylediğini işitmediniz mi? Lokman sûresi: 13. ayet:
“Lokman oğluna öğüt vererek şöyle konuştu: “Ey benim sevgili oğlum! Allah’ın yanı sıra, başka güçlere ilahlık yakıştırma! Bil ki, böyle düzmece ortaklık yakıştırmalar gerçekten Allah’a karşı yapılan, çok büyük bir haksızlıktır.”
(Buhârî, İman: 27; Müslim, İman: 17)

Mesrûk (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Âişe (r.anha)’nın yanında oturmuş durumdaydım. Bana künyemle hitab ederek Ey Ebû Âişe dedi ve şöyle devam etti: Üç şey vardır ki bunlardan birini söyleyen Allah’a en büyük iftirayı yapmış olur. Kim, Muhammed, Rabbini gördü derse Allah’a karşı en büyük iftirayı yapmış olur. Çünkü Allah En’am 103’de; “Hiçbir beşerî görüş ve tasavvur O’nu anlayamaz, halbuki O her türlü beşerî görüş ve tasavvuru çepeçevre kuşatır. Zira yalnız O’dur, hikmetine tam nüfûz edilemeyen ve herşeyden haberdar olan.” buyurur ve yine Şura süresi 51. ayetinde de: “Allah bir insanla karşılıklı konuşmaz. Ancak vahiy vasıtasıyla, yahut perde arkasından konuşur, ya da bir elçi gönderip, kendi izniyle dilediğini vahyeder. Şüphesiz O, yücelerin yücesidir ve yaptığı herşeyi yerli yerince yapar.” buyurur. Ben yaslanmış durumdaydım, oturuş vaziyetine geldim ve Ey Mü’minlerin anası benim konuşmama müsaade eder misin? İşi aceleye getirme dedim. Allah Necm sûresi 13. ayetinde; “Onu bir kere daha görmüştü.” Tekvir 23. ayetinde de “Hem onu berrak bir ufukta gördü” buyurmamış mıdır? Âişe, şöyle dedi: Vallahi bu konuyu Rasûlullah (s.a.v.)’e ilk soran benim Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştu: “O görülen Cebraildir, o Cebraili kendi yaratıldığı şekilde iki defa gördüm. Onu gökten inerken ve yaratılışının büyüklüğü gök ile yer arasını kaplamış olarak görmüştüm.” Her kim; Muhammed’in, Allah tarafından indirilenlerden bir şeyler gizlediğini iddia ederse Allah’a karşı büyük bir iftira yapmış olur. Çünkü; Allah, Maide sûresi 67. ayette: “Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni insanlara tamamen bildir. Sen onu tam yapmadığın sürece, Rabbinin mesajını hiç yaymamış olursun. Allah seni inanmayan insanların şerlerinden koruyacaktır. Allah kendisinden gelen gerçekleri örtbas eden insan guruplarını asla doğru yola iletmez.” buyuruyor. Her kimde peygamberin; yarın olacak hadiseleri bildiğini iddia ederse yine Allah’a büyük bir iftira yapmış olur. Çünkü Allah, Neml sûresi 65. ayetinde: “De ki: “Göklerde ve yerde Allah’tan başka kimse, görünmeyeni, Allah’ın gizli ilmini bilmez. Ve onlar ne vakit diriltileceklerini de bilmezler.” Bu şekilde buyuruyor.
(Buhârî, İman: 27; Müslim, İman: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Mesrûk b. Ecda Ebû Âişe diye künyelenir. Mesrûk b. Abdurrahman’dır. Aynı zamanda ismine Divan’da denilir.

Abdullah b. Mes’ûd (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Her kim üzerinde Peygamber (s.a.v)’in mührü bulunan sahifeye bakmaktan hoşlanırsa En’am sûresi 151 - 153. ayetlerini okusun: “ De ki: “Gelin Allah’ın gerçekten neyi yasakladığını size anlatayım: O’ndan başka şeylere asla ilâhlık yakıştırmayın; anne-babanıza iyilik yapın ve onlara karşı saygısızlıkta bulunmayın ve çocuklarınızı yoksulluk korkusuyla öldürmeyin; çünkü sizin de, onların da rızıklarını sağlayacak olan biziz. Açık veya gizli hiçbir utanç verici fiil işlemeyin ve adaleti yerine getirmek dışında, Allah’ın kutsal saydığı insan hayatına haksızca kıymayın. Allah size aklınızı kullanasınız diye bunları emreder.” “Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. O halde ona uyun, diğer yollardan gitmeyin ki, sizi O’nun yolundan ayırıp saptırmış olurlar. Allah bütün bunları size emretti ki, yolunuzu Allah’ın kitabıyla bulmuş olasınız.”
(Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis hasen garibtir.

Ebû Saîd (r.a.)’den rivâyete göre, Peygamber (s.a.v), En’am sûresi 158. ayetinde geçen, “Rabbinin bazı ayetlerinin gelmesini...” hakkında şöyle dediği bize aktarılmıştır: “O ayet güneşin batıdan doğmasıdır.”
(Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis hasen garibtir. Bazıları bu hadisi merfu olmaksızın rivâyet etmişlerdir.

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Peygamber (s.a.v), şöyle buyurmuştur: “Üç şey çıkmadan önce kişi iman etmemiş ise o kişiye artık imanı fayda vermeyecektir.” (Enam sûresi 158. ayet) “Deccâl, Dabbet-ül arz ve güneşin batıdan doğması.”
(Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27; Müslim, İman: 17)

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Allah şöyle buyurur: O’nun sözü gerçektir. Kulum bir iyilik yapmayı gönlünden geçirirse ona bir sevap yazın, eğer o iyiliği yaparsa on kat olarak yazın. Eğer bir kötülük yapmayı içinden geçirirse onu yazmayın, şayet o kötülüğü işlerse ona bir günah yazın. Şayet ondan vazgeçerse veya onu yapmazsa ona bir sevap yazın.” Rasûlullah (s.a.v.) bunu söyledikten sonra En’am sûresi 160. ayetini okudu: “Kim Allah’ın huzuruna iyi bir iş ve davranışla çıkarsa, bu yaptığının on katını kazanacaktır. Ama kim de kötü bir iş ile Rabbinin huzuruna çıkarsa, onun aynısıyla cezalandırılacaktır. Ve kimseye de haksızlık yapılmayacaktır.”
(Buhârî, İman: 27; Müslim, İman: 17)

Enes (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.), Araf sûresi 143. ayetinden: “Rabbi dağa nuru ile tecelli edince onu tuzla buz etti...” ayetini okudu. Hammad, şu kadar diyerek hadisenin dehşetini anlatmak istedi. Süleyman ise baş parmağını diğer parmaklarına dokundurarak “Dağ yere gömüldü” dedi, “Musa’da bayılıp düştü.”
(Müsned: 11812)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahih garibtir. Sadece Hammad b. Seleme’nin rivâyetiyle bilmekteyiz. Abdulvehhab el Verrak, Muâz b. Muâz vasıtasıyla, Hammad b. Seleme’den, Sabit’den, Enes’den bu hadisin bir benzerini bize aktarmıştır.

Müslim b. Yesâr el Cühenî (r.a.)’den rivâyete göre, Ömer b. Hattâb’a Araf 172. ayetinin tefsiri soruldu da bunun üzerine şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v.)’e bu ayetin sorulduğunu işittim. Rasûlullah (s.a.v.) buyurmuştu ki: “Allah, Adem’i yarattıktan sonra sırtını sağ eliyle sıvazladı ve ondan bir zürriyet işleyeceklerdir. Sonra Adem’in sırtını tekrar sıvazladı ondan bir zürriyet çıkardı ve bunları cennet için yarattım. Bunlar cennetliklerin amelini işleyeceklerdir. Sonra Ademin sırtını tekrar sıvazladı ondan bir zürriyet daha çıkararak bunları da Cehennem için yarattım, bunlarda Cehennemliklerin amelini işleyeceklerdir” buyurdu. Bunun üzerine o ayetin tefsirini soran şahıs: “Ey Allah’ın Rasûlü! O halde çalışıp çabalamak ne işe yarar?” Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurdu: “Allah bir kulu Cennet için yarattığı zaman onu Cennetliklerin ameli üzerinde kullanır da o kişi Cennetliklerin ameli üzere ölür ve Cennete girer. Bir kulu da Cehennem için yarattığı zaman onu da Cehennemliklerin ameli üzerinde kullanır, sonunda Cehennemliklerin amellerinden biri üzere ölür ve Allah onu Cehenneme sokar.”
(Ebû Dâvûd, Sünnet: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasendir.

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurdu: “Allah, Adem’i yarattığında onun sırtını sıvazladı ve kıyamete kadar yaratacağı her canlı ondan küçük parçalar halinde bir kenara döküldü bunlardan her insanın iki gözü arasında bir parıltı yarattı sonra onları Adem’e sundu.” Bunun üzerine Adem dedi ki: “Ey Rabbim! Bunlar kimdir?” Allah: “Bunlar senin zürriyetindendir” buyurdu. İçlerinden bir adam gördü ve onun gözleri arasındaki nurun parıltısı hoşuna gitti ve “Ey Rabbim bu kimdir?” dedi. Allah: “Bu senin zürriyetinden gelen son ümmetlerden bir kişidir ki adı Dâvûd’tur.” Adem: “Rabbim onun ömrü ne kadardır” dedi. Allah “Altmış sene” buyurdu. Adem: “Benim ömrümden ona kırk yıl ilave et” dedi. Adem’in ömrü dolunca ölüm meleği kendisine geldi. Adem: “Daha kırk yıllık ömrüm yok mudur?” dedi. Ölüm meleği: “Bu kırk yılı oğullarından Dâvûd’a vermedin mi?” diye karşılık verdi. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle devam etti: “Adem bu durumu inkar etti, zürriyeti de inkar etmektedir. Adem’e unutturuldu bu yüzden zürriyeti de unutmaktadır. Adem yanıldı zürriyeti de yanılmaktadır.”
(Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Ebû Hüreyre’den değişik şekillerde de rivâyet edilmiştir.

Sa’d (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Bedir savaşı bitince ganimet mallarından bir kılıç alarak Rasûlullah (s.a.v.)’e getirdim ve Ey Allah’ın Rasûlü! dedim; Allah, müşriklere karşı kalbime rahatlık verdi -veya buna yakın bir ifade- dolayısıyla bu kılıcı bana hediye et. Bunun üzerine buyurdular ki: Bu kılıç ne senindir ne de benim. Ben de belki benim gibi savaşta üstün yararlılık göstermeyen birine verilecektir, dedim. Biraz sonra Rasûlullah (s.a.v.) bana yaklaştı ve “Sen istediğinde benim değildi artık benim oldu onu sana bağışlıyorum.” buyurdu. Sonra Enfal sûresi 1. ayeti indi; “Ey peygamber! Sana savaşlarda elde edilen enfâl hakkında sorarlar. De ki: Bütün ganimetler Allah’a ve O’nun elçisine aittir. Öyleyse yolunuzu, Allah’ın kitabıyla bulmaya çalışın, birbirinizle aranızı düzeltip kardeşlik bağlarını canlı tutun. Eğer gerçekten inanan kimselerseniz, Allah’ın ve peygamberin buyruklarına uyun.”
(Müslim, Cihâd: 27; Ebû Dâvûd, Cihâd: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Aynı şekilde bu hadisi Simak b. Harb, Mus’ab’tan rivâyet etmişlerdir. Bu konuda Ubâde b. Sâmit’den de hadis rivâyet edilmiştir.

İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), Bedir savaşını bitirince kendisine: “Ebû Sûfyân’ın kafilesini ele geçir onun hiçbir koruyucusu yoktur.” denildi. İbn Abbâs esirler arasında bağlı olduğu halde: “Bu doğru olmaz. Allah sana iki guruptan birini vaad etmişti ve vaad ettiğini sana verdi. “Hani Allah iki düşman topluluğundan birisinin, sizin elinize düşeceği konusunda size söz vermişti; sizlerse güçsüz, silahsız olan kervan topluluğunun, elinize düşmesini arzu ediyordunuz. Allah da, sözleriyle hakkın hak olduğunu göstermek ve kendisinden gelen gerçekleri örtbas edenlerin, kökünü kazımak istiyordu.” Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.)’in doğru söyledin buyurdu.
(Tirmizî rivâyet etmiştir.)

Ömer b. Hattâb (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) müşriklere baktı, onların sayısı bin idi. Müslümanlar ise üçyüz on küsür kimse idi. Rasûlullah (s.a.v.), kıbleye döndü Ellerini uzattı ve Rabbine şöyle duâ etmeye başladı: “Allah’ım bana vaad ettiğini yerine getir, Allah’ım! Müslümanlardan şu cemaati helak edersen yeryüzünde sana ibadet eden kalmaz.” Ellerini açıp kıbleye yönelerek yaptığı bu duâ o kadar uzadı ki üst elbisesi omuzundan düştü. Ebû Bekir yanına geldi, elbisesini omuzuna koydu ve şöyle dedi: “Ey Allah’ın Peygamberi, Rabbinden istediğin yeter Allah sana vaad ettiğini mutlaka yerine getirecektir. Bunun üzerine Allah: Enfal sûresi 9. ayetini indirmişti: “Hani, yardım için Rabbinize yalvarıp yakarmıştınız da, O da bunun üzerine, size şöyle cevap vermişti: “Size birbiri ardından inen bin melekle yardım edeceğim.”
(Müslim, Cihad: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahih garibtir. Bu hadisin Ömer’in rivâyetinden olduğunu sadece İkrime b. Ammâr’ın, Ebû Zümeyl’den rivâyetiyle bilmekteyiz. Ebû Zümeyl’in ismi Simak el Hanefî’dir.
Bu olay Bedir gününde olmuştur.

Abdullah b. Mes’ûd (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Bedir savaşı bitip esirler getirilince Rasûlullah (s.a.v.): “Bu esirler hakkında ne diyorsunuz” dedi. -Bu hadis biraz uzuncadır- Sonra Rasûlullah (s.a.v.); “Onlardan her biri ya fidye verecektir veya boynu vurulacaktır” buyurdu. Abdullah b. Mes’ûd diyor ki: Ey Allah’ın Rasûlü! Süheyl b. Beyda bundan müstesna olsun, O’nun İslam’dan bahsettiğini işittim. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) sustu o gün üzerime gökten taş yağmasından korktuğum kadar hiçbir gün korkmamıştım. Sonunda Rasûlullah (s.a.v.): “Süheyl b. Beyda müstesnadır.” buyurdu. Sonra ayet Ömer’in görüşüne uygun olarak indi: Enfal sûresi 67. ayet: “Yeryüzünde küfrün belini kırıp, tam hakimiyet sağlamadıkça hiçbir peygambere esir almak yakışık almaz. Siz bu dünyanın geçici kazançlarını istiyorsunuz. Ama Allah, sizin için ahiretteki Cenneti elde etmenizi istiyor. Çünkü Allah en yüce iktidar sahibi olup, yaptığı herşeyi yerli yerince yapandır.”
(Müsned: 13452)
Tirmizî: Bu hadis hasendir.

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Ganimetler sizden önceki toplumların hiçbirine helal olmamıştır. Ganimetleri gökten bir ateş iner ve onları yakar idi.” Süleyman el A’meş diyor ki: Bu gün Ebû Hüreyre’den başkası bunu söylemiyor. Bedir savaşı bitince ganimetler konusunda insanlar değişik görüşler ortaya attılar Allah’ta Enfal sûresi 68 - 69. ayetleri indirdi: “Allah tarafından, önceden buyurulmuş böyle bir ilke olmasaydı, aldığınız bütün bu esirler yüzünden, başınıza mutlaka büyük bir azâb çökerdi. “Artık savaşta elde ettiğiniz ganimetlerden, helal ve temiz olarak kullanın ve yolunuzu Allah’ın kitabıyla bulmaya çalışın, şüphesiz ki Allah, çok bağışlayan ve acıyandır.”
(Müsned: 7124)
Tirmizî: Bu hadis A’meş’in rivâyeti olarak hasen sahih garibtir.

İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Osman b. Affân (r.a.)’e Mesânî sûreler’den olan Enfal sûresi ile ayetlerinin sayısı yüz civarında olan Berae (Tevbe) sûresinin arasını birleştirmenize, ikisi arasına besmele yazmamanıza ve yedi uzun sûrelerin arasına koymanıza sebeb nedir? Hangi sebep sizi böyle yapmaya sevketti dedim. Osman şu cevabı verdi: “Rasûlullah (s.a.v.)’e ayetler indirilmekte iken vahiy katiplerini çağırır ve bu ayetleri şu sûrelerin şurasına koyunuz buyururdu.” Enfal sûresi; Medîne’de inen ilk sûrelerdendi. Berae (Tevbe) ise Kur’ân’ın son inen sûresidir. İkisinin konusu da aynı şeyden bahseder dolayısıyla ben ikisini bir sûre zannetmişimdir. Rasûlullah (s.a.v.), bu iki sûrenin ayrı mı bir mi? olduğunu açıklamadan vefat etmiştir. Bundan dolayı bu iki sûreyi birbirine birleştirdim ve arasına besmeleyi koymadım. Yedi uzun sûre arasına koydum. (Ebû Dâvûd, Salat: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Bu hadisi sadece Avf’ın, Yezîdel Fârisî vasıtasıyla İbn Abbâs’tan rivâyetiyle bilmekteyiz.

Süleyman b. Amr b. Ahvas (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre, şöyle demiştir: Babam, Amr b. Ahvas bana anlattı. Kendisi Peygamber (s.a.v) ile birlikte veda haccında bulunmuştu. Rasûlullah (s.a.v.), o hutbesinde Allah’a hamdetti onu övdü, bazı şeyleri hatırlattı ve va’z etti. Sonra şöyle sordu: “Hangi gün daha mukaddestir? Hangi gün daha mukaddestir? Hangi gün daha mukaddestir?” Müslümanlarda: “Haccı ekber günü olan; Kurban bayramının birinci günüdür.” dediler. Bunun üzerine buyurdular ki: Kanlarınız, mallarınız, ırzlarınız, şu gününüz, şu ayınız, şu beldeniz gibi kutsal olup, haramdır. Dikkat edin! her cinayet işleyen cezasını kendisi çekecektir. Hiçbir baba çocuğunun suçundan dolayı sorumlu tutulamayacağı gibi hiçbir çocukta babasının yaptığından dolayı ceza çekemez. Dikkat edin! Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Müslüman, kendisi helal etmedikçe kardeşinin bir şeyi kendisine helal olmaz. Dikkat edin! Cahiliye dönemindeki tüm faizler kaldırılmıştır. Ana paralarınız sizindir. Haksızlık etmeyecek ve haksızlıkta görmeyeceksiniz. İlk kaldırılan faiz Abbâs b. Abdulmuttalib’in faizi olup hepsi kaldırılmıştır. Dikkat edin cahiliye dönemindeki tüm kan davaları da kaldırılmış olup, kaldırılan ilk kan davası Hâris b. Abdulmuttalib’in kan davasıdır. Hâris Leys oğullarında süt emzirmekte iken Hüseyl tarafından öldürülmüştü. Dikkat edin! Kadınlara karşı iyi davranın onlar sizin barındırmanız altında yaşayan hiçbir şeye güçleri yetmeyen kimselerdir. Onlara zarar vermeye kalkmayın ancak apaçık bir suç işlerlerse onları yataklarında ayırınız. Yine düzelmezlerse onları yaralamamak suretiyle dövebilirsiniz. Size itaat ettiklerisürece onlarda suç bulmaya çalışmayınız. Dikkat ediniz! Sizin kadınlar üzerinde hakkınız olduğu gibi kadınların da sizin üzerinizde hakları vardır. Kadınlarınız üzerinde sizin hakkınız sevmediğiniz ve hoşlanmadığınız kimseleri evinize almamalarıdır. Dikkat ediniz sizin üzerinizde onların hakkı ise yeme ve giyim konusunda iyi davranıp yediğinizden yedirip giydiğinizden giydirmenizdir.
(İbn Mâce, Menasik: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.

İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v), Ebû Bekir’i hac emiri olarak göndermiş ve kendisine hac süresince yapacağı işleri de bildirmişti. Sonra arkasından Ali’yi gönderdi. Ebû Bekir yoluna devam edip giderken; Rasûlullah (s.a.v.)’in devesi Kasvan’ın sesini duydu ve gelen kimsenin Rasûlullah (s.a.v.) olduğunu tahmin ederek telaşlandı. Derken Ali ile karşılaştı. Ali, Ebû Bekir’e Peygamber (s.a.v)’in mektubunu verdi. Rasûlullah (s.a.v.), mektuptaki bilgilerin ilan edilmesini emretmişti. Beraberce yürüdüler ve haclarını yaptılar. Ali teşrik günlerinde kalkıp şu ilanâtı yaptı: Allah ve Peygamberin koruması her müşrikten uzaktır. Ey müşrikler bundan böyle yeryüzünde dört ay daha gezip dolaşın. Ancak bu yıldan sonra hiçbir müşrik hac görevini yapmayacaktır. Çıplak kişi Ka’be’yi tavaf edemeyecektir. Cennete ancak mü’min olanlar girecektir. Ali bu mesajları iletiyor yorulduğunda da Ebû Bekir bunları insanlara duyuruyordu.
(Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis bu şekliyle İbn Abbâs rivâyeti olarak hasen garibtir.

Zeyd b. Yüseyyi (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Ali’ye, hac mevsiminde hangi emirlerle gönderilmiştin diye sorduk. Dedi ki: Dört şeyle gönderilmiştim; Çıplak olarak Ka’be tavaf edilmeyecektir, Peygamber (s.a.v) ile bir müşrik arasında bir sözleşme varsa o sözleşme bitimine kadar devam edecektir. Anlaşması olmayanların süresi dört aydır, Cennete ancak mü’min olan kimse girecektir. Bu seneden sonra hac ve umre için Müslümanlarla müşrikler bir araya gelemeyeceklerdir.
(Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis hasendir.

Ebû Saîd (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Bir kimsenin mescidlere girip çıkıp namaz kılma alışkanlığını görürseniz onun imanına şâhid olunuz çünkü Allah şöyle buyurur: (Tevbe sûresi 18. ayet) “Allah’ın mescidlerini ziyaret etmek, yahut onarıp gözetmek, canlı tutup zirvede kalmasını sağlamak ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazlarında sürekli ve dosdoğru olan, zekatlarını veren, Allah’tan başka kimseden korkup çekinmeyen kimselere aittir. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır.”
(Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis hasen garibtir.

Sevbân (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Tevbe sûresi 34. ayeti; “Ey iman edenler! Bilin ki, hahamların, rahiplerin çoğu, insanların mallarını haksızca yiyip yutuyor ve onları Allah’ın yolundan alıkoyuyorlar. Fakat bütün o altını, gümüşü toplayıp Allah yolundaharcamayanlara, işte onlara sonraki hayatta çok çetin azabı müjdele.” İndiği zaman Peygamberle bir yolculukta beraber idik Peygamber (s.a.v)’in bazı ashabı Bu ayet altın ve gümüş biriktirmenin kötülüğü hakkında indi hangi mal daha hayırlıdır? Bilsek de onu edinmiş olsaydık dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “En değerli şey Allah’ı devamlı hatırlayan dil, Allah’ın nimetlerine şükrederek kulluk yapan kalb, imanı konusunda erkeğine yardımcı olan kadındır.”
(İbn Mâce, Nikah: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasendir.

Enes (r.a.)’den rivâyete göre, Ebû Bekir ona şöyle anlattı: Peygamber (s.a.v) ile mağarada bulunduğumuz sırada O’na şöyle demiştim: “Onlardan biri ayaklarının ucuna baksalar mağarada bizi göreceklerdi.” Bunun üzerine “Ey Ebû Bekir üçüncüleri Allah olan iki kişiyi sen ne zannediyorsun.” buyurdular.
(Buhârî, Menakıb: 27; Müslim, Fezail: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahih garibtir. Bu hadis sadece Hemmâm’ın rivâyetiyle nakledilmektedir.

İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Ömer b. Hattâb’tan işittim şöyle diyordu: Münafıkların başı olan Abdullah b. Übey öldüğünde Rasûlullah (s.a.v.), Onun cenaze namazına çağrıldı ve O da kalkıp gitti. Namaz kılmak için cenazenin karşısına geçince yerimden kalkarak göğsü hizasına dikildim ve falan falan günler onun hakkında şöyle şöyle diyen sen iken Allah’ın düşmanı Abdullah b. Übey’in cenaze namazını mı kılacaksın? Rasûlullah (s.a.v.) tebessüm ediyordu kendisine lafı uzattığımda Ey Ömer benden geri dur! Ben iki şey arasında muhayyer bırakıldım ve birini seçmişimdir. Bana Tevbe sûresi 80. ayette; “Şimdi o münafıkların bağışlanmaları için, Allah’a ister duâ et, ister etme, hiç birşey değişmeyecektir. Onlar için istersen, yetmiş kez af dile, Allah’ı ve O’nun elçisini inkâra yeltenmelerinden dolayı Allah onları bağışlamayacaktır. Çünkü Allah, böylesine kötülüğe batmış bir toplumu, doğru yola çıkarmaz.” denmişti, eğer yetmişi aştığım takdirde bağışlanacağını bilmiş olsaydım yetmişten fazla istiğfar ederdim.
Sonra cenaze namazını kıldı ve cenazeyle beraber yürüdü defin işi bitinceye kadar kabrin başında durdu. Ömer sözünü şöyle sürdürdü: Rasûlullah (s.a.v.)’e karşı bu cesaretime şaştım. Allah’a yemin olsun ki Allah Rasülü de bunu biliyordu. Definden bir zaman sonra şu ayet indi: Tevbe 84 - 85; “Onların dünyevî zenginlikleri ve çocuklarının çokluğundan umdukları bahtiyarlık, seni imrendirmesin. Allah bütün bunlarla dünyada onları, azaba uğratmayı ve kâfir olarak canlarının çıkmasını istiyor.” “Allah’a iman edin ve peygamberiyle birlikte savaşın, diyen bir sûre indiği zaman, onlardan servet sahipleri, senden izin isterler. Bizi bırak ta, savaştan geri kalanlarla birlikte kalalım derler.” Ömer dedi ki: “Bundan sonra Peygamber (s.a.v) vefat edinceye kadar hiçbir münafık’ın cenaze namazını kılmadı ve kabri başında da durmadı.”
(Buhârî, Cenaiz: 27; Ebû Dâvûd, Cenaiz: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahih garibtir.

İbn Ömer (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Abdullah b. Übey’in oğlu Abdullah öldüğü zaman Peygamber (s.a.v)’e geldi ve gömleğini bana verirsen onu babama kefen yapacağım ve senden babamın cenaze namazını kılmanı ve babama bağışlanması için duâ etmeni istiyorum dedi. Rasûlullah (s.a.v.), gömleğini verdi. Techiz ve tekfin işini bitirdiğinde bana haber veriniz buyurdu. Sonra cenaze namazını kılmak istediğinde Ömer kendisine çekti ve “Allah münafıklara cenaze namazını kılmayı yasaklamadı mı?” dedi. Rasûlullah (s.a.v.) de: Ben iki, şey arasında serbestim; “İster duâ et, ister etme...” sonra onun cenaze namazını kıldı Bunun üzerine Allah Tevbe sûresi 84. 85. ayetlerini indirdi: Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) münafıkların cenaze namazını kılmayı bıraktı.
(Buhârî, Cenaiz: 27; Müslim, Fedail: 117)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.

Ebû Saîd el Hudrî (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: İki kişi Tevbe 108. ayeti; “Ey peygamber! Böyle bir yere asla adımını atma. İçine adım atacağın en uygun mescid, daha ilkgünden beri, Allah’tan yana sağlam bir bilinç ve duyarlılık temeli üstünde yükseltilen mesciddir ki, orada arınmak isteğiyle dolup taşan adamlar vardır. Allah da zaten kendini arındıranları sever.” Mescid konusunda münakaşa ettiler. Biri “O Kuba mescididir” dedi. Diğeri de “Rasûlullah (s.a.v.)’in mescididir.” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.); “O benim şu mescidimdir.” buyurdu.
(Müslim, Hac: 27; Nesâî, Mesacid: 17)
Tirmizî: Bu hadis Imrân b. ebî Enes rivâyeti olarak hasen sahih garibtir. Ebû Saîd’den başka şekillerde rivâyet edilmiştir. Üneys b. eb’îl Yahya babasından ve Ebû Saîd’den bu hadisi rivâyet etmiştir.

Ali (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Bir adamın müşrik olan anne ve babası için istiğfar ettiğini işittim ve kendisine annen ve baban müşrik oldukları halde istiğfar mı ediyorsun? dedim. O da İbrahim (a.s), babası müşrik olduğu halde; etmemiş miydi? dedi. Durumu Peygamber (s.a.v)’e aktardım Tevbe 113. ayeti indi: “Allah’tan başkalarına ilahlık yakıştıran kimselerin Cehennemlik oldukları besbelli olduktan sonra, yakın akrabalar olsa bile, onların bağışlanmalarını dilemek, artık ne peygambere, ne de iman edenlere yakışır.”
(Nesâî, Cenaiz: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasendir. Bu konuda Saîd b. Müseyyeb ve babasından da hadis rivâyet edilmiştir.

Zeyd b. Sabit (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Ebû Bekir Yemamelilerin öldürülmeleri üzerine bana adam göndermişti. Derken Ömer b. Hattâb’ı onun yanında buldum. Ebû Bekir dedi ki: Ömer bana geldi ve şöyle dedi: Yemame olayında Kur’ân hafızlarının öldürülmesiyle olay hayli kızışmıştır. Bütün bölgelerde Kur’ân hafızlarına karşı bu tür olayların olacağından endişe etmekteyim bu takdirde pek çok Kur’ân hafızı yok olup gidecektir. Bu yüzden Kur’ân’ın derlenip toplanması için emir vermeniz görüşündeyim. Ebû Bekir, Ömer’e şu karşılığı verdi. Rasûlullah (s.a.v.)’in yapmadığı bir şeyi ben nasıl yaparım? Ömer: Bu iş vallahi hayırlıdır, dedi. Ömer bu konuda bana müracaata devam etti. Neticede Allah, Ömer’in gönlünü açtığı konuda benim gönlümü de açtı bende Ömer’in görüşüne uydum. Zeyd dedi ki: Ebû Bekir şöyle konuştu: Sen gençsin akıllısın sana güveniyoruz. Sen Rasûlullah (s.a.v.)’in vahiy katiplerinden idin. Kur’ân-ı araştır. Zeyd dedi ki: Vallahi dağlardan birini bana taşımayı yüklemiş olsalardı bana göre bu işten daha ağır olmazdı. Rasûlullah (s.a.v.)’in yapmadığı bir şeyi siz nasıl yapacaksınız dedim. Ebû Bekir: Bu iş vallahi hayırlı bir iştir dedi. Ebû Bekir ve Ömer bu konuda bana müracaata devam ettiler neticede o ikisinin gönlünü açtığı şeye Allah benim gönlümü de açtı; Kur’ân-ı kağıt ve deri parçalarından, hurma ağacı kabuklarından, taşlar üzerindeki yazılardan ve hafızların göğüslerinden araştırmaya başladım. Tevbe sûresinin 128. 129. ayetlerini Huzeyme b. Sâmit’te buldum.
(Buhârî, Cihâd: 27)

Enes (r.a.)’den rivâyete göre, Huzeyfe b. Yemân, Osman b. Affân’a geldi, Osman Iraklılarla beraber Şamlıları Ermenistan ve Azerbeycan’ın fethi için savaşa hazırlanıyordu. Huzeyfe Kur’ân konusunda bazı ihtilaflar görmüş ve Osman b. Affân’a: Ey Mü’minlerin emiri! Dedi. Yahudi ve Hıristiyanların ihtilaf edip ayrılığa düştükleri gibi bu ümmette Kur’ân konusunda ihtilafa düşmeden yetiş ve yapman gerekenleri yap dedi. Bunun üzerine Osman, Hafsa’ya yazılmış tek nüsha olan o mushafı bize gönder çoğaltıp tekrar iade ederiz diye haber gönderdi. Hafsa mushafı Osman’a yolladı. Osman (r.a.)’de: Zeyd b. Sabit, Saîd b. Âs, Abdurrahman b. Hâris b. Hişâm ve Abdullah b. Zübeyr’e bu mushaftan mushaflar çoğaltınız diye talimat verdi. Osman üç Kureyşliden oluşan bu ekibe Zeyd b. Sabit’le ihtilaf ettiğiniz yeri Kureyş lehçesine göre yazınız çünkü Kur’ân onların lehçesiyle inmiştir. Sonunda mushafları çoğalttılar. Osman (r.a.)’da o mushaflardan her birini belli merkezlere gönderdi.
(Buhârî, Cihâd: 27)
Zühri dedi ki: Hârice b. Zeyd, Zeyd b. Sabit’in bana şöyle söylediğini aktardı: Ahzab sûresinden bir ayeti aradım Peygamber (s.a.v)’in onu okuduğunu işitmiştim (Ahzab sûresi 23. ayet) bu ayeti Huzeyme b. Sabit’in veya Ebû Huzeyme’nin yanında buldum ve sûrenin gerekli yerine koydum.
Zühri dedi ki: O günlerde “tabût” ve “Tabûh” üzerinde ihtilaf etmişlerdi. Kureyşliler Tabût diyorlar. Zeyd b. Sabit ise Tabuh diyordu. Bu mesele Osman’a götürüldü. Osman da Tabût yazın çünkü Kur’ân, Kureyş lehçesiyle inmiştir dedi.
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Bu hadisi sadece Zührî’nin rivâyetiyle bilmekteyiz.

İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Allah, firavunu sulara gömdüğü anda firavun, (Yûnus sûresi 90. ayet) “Derken İsrailoğullarını, denizin öte yakasına geçirdik; bunun üzerine Firavun ve ordusu, zulüm ve saldırıyla onların ardına düştü, denizin dalgaları onları örtüp de, Firavun boğulmak üzereyken “Şu anda inandım, İsrailoğullarının inandığı ilahdan başka gerçek ilah yok ve ben de artık kendimi O’na teslim edenlerdenim” dedi.” Cebrail: “Ey Muhammed ona rahmet ulaşmasından korktuğum için denizin dibinde onun ağzına çamur tıkarken beni görmeliydin!”
(Müsned: 2027)
Tirmizî: Bu hadis hasendir.

İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, Adiyy b. Sabit ile Atâ b. Sâib’den biri Peygamber (s.a.v)’den merfu olarak şöyle aktardı. “Firavunun lailahe illallah deyip bu yüzden Allah’ın ona rahmet etmesinden korkarak Cebrail, firavunun ağzına çamur tıkamaya çalışmıştı.”
(Müsned: 2027)
Tirmizî: Bu hadis bu şekliyle hasen sahih garibtir.

Ebû Rezîn (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Ey Allah’ın Rasûlü dedim. Allah mahlukatını yaratmadan önce nerede idi. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Altında ve üstünde hava bulunmayan, bizce meçhul ve karanlık bir yerdeydi. Arşını su üzerinde yaratmıştı.” Ahmed b. Meni’ diyor ki: Yezîd b. Harun şöyle demiştir: “Ama” kendisiyle beraber hiçbir varlık yok demektir.
(İbn Mâce, Mukaddime: 19)

Ebû Musa (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Allah, zâlime fırsat verir belki de mühlet verir sonunda onu yakaladığında yakasını bırakmaz.” Sonra Hûd sûresi 102. ayetini okudu: “İşte senin Rabbin varoluş gayesine aykırı hareket eden kentlerin toplumlarını, böylece kıskıvrak yakalayıverir. Şüphesiz ki, O’nun yakalaması çok şiddetli ve çok zorludur.”
(Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 17; Müslim, Birr: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahih garibtir. Ebû Usame, Büred’den bu hadisin bir benzerini rivâyet etmiş ve “Fırsat verir” demiştir. İbrahim b. Saîd el Cevherî, Ebû Usame’den, Büreyd b. Abdullah’tan dedesi Ebû Bürde’den, Ebû Musa’dan geçen hadisin bir benzerini bize rivâyet etti ve tereddüte düşmeden “Fırsat verir” dedi.

Ömer b. Hattâb (r.a.)’den rivâyete göre, “O gün gelince Allah’ın izni olmaksızın, kimse konuşamayacaktır. O gün bir araya getirilenlerden kimileri, felakete uğramış üzüntülü ve mutsuz, kimileri de mutlu ve sevinçli olacaklardır.” Hûd sûresi 105. ayeti indiği zaman Peygamber (s.a.v)’e sordum. Ey Allah’ın peygamberi kesinleşmiş bir şey için mi amel etmekteyiz yoksa Allah tarafından takdir edilmemiş bir konum üzerine mi çalışıp çabalamaktayız? Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), bilakis kesinleşmiş ve kalemlerin yazmış olduğu şey üzerinde... Fakat herkes yaratıldığı duruma kolay getirilmiştir.
(Ebû Dâvûd, Sünne: 17)
Tirmizî: Bu hadis bu şekliyle hasen garibtir. Bu hadisi sadece Abdullah b. Ömer rivâyetiyle bilmekteyiz.

Abdullah b. Mes’ûd (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Bir adam peygambere geldi ve şöyle dedi: “Şehrin uzak bir semtinde bir kadınla oynaştım kendisiyle cinsel temas haricinde her şeyi yaptım işte huzurundayım hakkımda dilediğin hükmü ver.” Bunun üzerine Ömer: “Kendini örtmüş olsaydın Allah’ta seni örterdi” dedi. Rasûlullah (s.a.v.), O’na hiçbir karşılık vermedi. Adam gitti. Peygamber (s.a.v), O adamın peşinden birisini göndererek onu çağırdı ve ona şu ayeti okudu: “Gündüzün başında ve sonunda, bir de gecenin erken saatlerinde, namaz kılmaya devamlı ve duyarlı ol. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Allah’ı hatırında tutanlar için bir öğüt ve hatırlatmadır bu.” (Hûd sûresi114) Bunun üzerine orada bulunanlardan bir adam: Bu uygulama sadece ona mı mahsustur diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.): “Bütün herkese aittir” buyurdular.
(Buhârî, Mevakît: 17; Müslim, Tevbe: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. İsrail aynı şekilde Simâk’den, İbrahim’den, Alkame, Esved’den ve Abdullah’tan bir benzerini rivâyet etti. Sûfyân es Sevrî, Simak’den, İbrahim’den, Abdurrahman b. Yezîd’den ve Abdullah’tan bu hadisin bir benzerini rivâyet etmiştir.Fakat ötekilerin rivâyeti Sevrî’nin rivâyetinden daha sağlamdır.

İbn Mes’ûd (r.a.)’den rivâyete göre, Bir adam; bir kadından haram olduğunu bildiği halde bir öpücük almıştı. Peygamber (s.a.v)’e gelip bunun keffaretini sordu ve, “Gündüzün başında ve sonunda, bir de gecenin erken saatlerinde, namaz kılmaya devamlı ve duyarlı ol. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Allah’ı hatırında tutanlar için bir öğüt ve hatırlatmadır bu.” Hûd sûresi 114. ayeti nazil oldu. O adam: Bu uygulama sadece bana mı aittir diye sordu. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.): “Sana ve ümmetimden bu duruma düşen herkese” diye cevap verdi.
(Buhârî, Mevakît: 17; Müslim, Tevbe: 27)

Ebû’l Yüsür (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre, şöyle demiştir: Bana hurma satın almak üzere bir kadın geldi. Ben de: “İçerdeki hurmalar bunlardan iyidir” dedim. Bunun üzerine kadın da benimle birlikte içeri girdi; Ben de eğilerek kadını öptüm. Sonra Ebû Bekir’e gelip durumu kendisine anlattım. Ebû Bekir: “Bu işi sakla, tevbe et hiç kimseye söyleme” dedi. Sabredemedim Rasûlullah (s.a.v.)’e gelip durumu kendisine anlattım. Rasûlullah (s.a.v.): “Allah yolunda savaş eden bir gazinin ailesine böyle mi yapman gerekirdi?” O adam o anda “Müslüman olmamış olsaydım” dedi ve kendisinin Cehennemliklerden olduğunu sandı. Rasûlullah (s.a.v.), uzun bir süre başını önüne eğdi Allah kendisine: “Gündüzün başında ve sonunda, bir de gecenin erken saatlerinde, namaz kılmaya devamlı ve duyarlı ol. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Allah’ı hatırında tutanlar için bir öğüt ve hatırlatmadır bu.” Hûd sûresi 114. ayetini indirdi. Ebû’l Yüsür dedi ki: Sonra Peygamber (s.a.v)’in yanına geldim ve Rasûlullah (s.a.v.), bu ayeti bana okudu. Peygamber (s.a.v)’in ashabı: “Ey Allah’ın Rasûlü! bu hüküm ve uygulama sadece bu kimseye mi yoksa herkese mi?” dediler. Rasûlullah (s.a.v.): “Bütün herkesedir” buyurdu.
(Tirmizî rivâyet etmiştir.)

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “İbrahim oğlu, İshâk oğlu, Yakup oğlu, Yusuf ki ikram sahibi kimselerin oğludur... Ben hapishanede Yusuf’un kaldığı kadar kalsam ve beni hapishaneden çıkarma için görevli gelse derhal kabul eder ve çıkardım. Ama Yusuf’a elçi gelince Yusuf, elçiye “Efendine dön ve ona sor: Ellerini kesen kadınların maksadı neydi?” Yûsuf sûresi 50. ayetini okudu: “Ve Yûsuf’un yorumu kendisine ulaşırulaşmaz hükümdar: “O’nu bana getirin” dedi. Ama elçiler kendilerine geldiğinde, Yûsuf dedi ki: “Efendinize gidin ve ona sorun, ellerini kesen o kadınların maksadı neydi? Bunu araştırıp ortaya çıkarsın. Çünkü Rabbim, şüphesiz o kadınların tuzaklarını bütün gerçeğiyle bilmektedir.” Allah, Lut’a rahmet etsin. Sağlam bir dayanağa dayanmış idi. Yani Allah’a güvenip dayanıyordu. Başka insanlardan güveneceği bir kimsesi yoktu. Sonra Allah diğer peygamberleri toplumun içinden en üst noktadaki kişilerden gönderdi.
(Müsned: 8041)
Ebû Küreyb b. Abde ve Abdurrahîm vasıtasıyla Muhammed b. Amr’dan, Fadl b. Musa’nın geçen hadisin bir benzerini bize rivâyet etti. Bu rivâyette şu fazlalık vardır: “Allah, Lut’dan sonra her peygamberi kavminden servetli kişiler arasından gönderdi.” Muhammed b. Amr servet: “Çokluk ve kuvvettir” dedi. Tirmizî: Bu rivâyet Fadl b. Musa’nın rivâyetinden daha sağlamdır. Bu hadis hasendir.

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: Ra’d sûresi 4. ayeti olan “... Hal böyleyken yemişlerinde ve lezzetlerinde bir kısmını diğerinden farklı kılıyoruz...” Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kuru ve yaş hurma, tatlı ve ekşi.”
(Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis hasen garibtir.

Berâ (r.a.)’den rivâyete göre, Peygamber (s.a.v), İbrahim sûresi 27. ayeti; “Allah iman edenlerin durumunu dünya hayatında da, ahirette de sapasağlam sarsılmaz ve dosdoğru biçimde tutarlı söz olan, kelime-i tevhîd sözü ile dile getirilen anlayış ve inançla sağlamlaştırır. Varoluş gayesi dışına çıkanları ise, sapıklık içinde bırakır ve Allah dilediğini yapar.” hakkında şöyle buyurdu: “Kabirde kendisine Rabbin kimdir? Hangi dine mensupsun? Peygamberin kimdir? diye sorulduğu vakit.”
(Buhârî, Cenaiz: 17; Müslim, Cennet: 27)

Mesrûk (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Âişe (r.anha)’dan, İbrahim sûresi 48. ayetiolan; “Yerin başka bir yere, göğün başka bir göğe dönüştürüleceği ve bütün insanların var olan, tek olan ve herşeyin üzerinde hükümran olan Allah’ın huzuruna çıkacakları gün, Allah’ın önceden verdiği sözü yerine gelecektir.” Okudu ve Ey Allah’ın Rasûlü! o gün insanlar nerede olacaklardır diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.)’de: “Sırat üzerinde” buyurdu. (Müslim, Sıfat-ül Kıyame: 17; İbn Mâce: Zühd: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Âişe’den değişik şekillerde de rivâyet edilmiştir.

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: Hıcr sûresi 87. ayetini tefsir ederek, Fatiha sûresinin isimlerini şöylece saymıştır: “Elhamdülillah” Ümmül Kur’ân, Ümmül Kitap, Seb-ul Mesanî.”
(Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 17; Nesâî, İftitah: 27)

Übey b. Ka’b (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Uhud savaşı bitince Ensâr’dan altmış dört kişi muhâcirlerden de aralarında Hamza’nın da bulunduğu altı kişi şehîd düşmüştü müşrikler oşehîdlerin kulak ve burunlarını kesmek süretiyle “müsle” yapmışlardı. Ensâr bunun üzerine eğer bizde bir başka savaşta onlardan bazılarını öldürsek mutlaka kendilerine bu yaptıkları “müsle” den fazlasını yapacağız dediler Mekke fethi günü Allah, Nahl sûresi 126. ayetini indirdi; “Eğer bir kimseye ve bir topluma ceza verecekseniz, onların sizi cezalandırdıkları gibi ve o miktar cezalandırın onları. Fakat kendinizi tutarsanız bilin ki, güçlüklere göğüs germesini bilenler için, bu tutum daha iyi ve daha hayırlıdır.” Bunun üzerine bir adam: Bu yüzden sonra Kureyş’in işi bitmiştir, artık dedi Rasûlullah (s.a.v.) ise: “Dört kişiden başkasına dokunmayınız” buyurdu.
(Müsned: 20280)
Tirmizî: Bu Übey b. Ka’b hadisi hasen garibtir.

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Mîrâc’a çıkarıldığımda Musa ile karşılaştım -Ebû Hüreyre, onun özelliklerini saydı dedi- ve bir de gördüm ki saçları kıvırcık olmayıp uzun boylu şenûe erkeklerine benzer birisi. Rasûlullah (s.a.v.), sözlerine şöyle devam etti: İsa ile de karşılaştım onun da özelliklerini şöyle saydı. Orta boylu yanakları kırmızı sanki hamamdan çıkmış gibi İbrahim’i de gördüm oğullarından kendisine en çok benzeyeni benim. Bana o gece iki kap getirildi; birinde süt diğerinde de şarap vardı. Bana hangisini istersen al denildi. Bende sütü aldım ve içtim. Bunun üzerine bana fıtrata yani tabii olan şeye yönlendirildin veya fıtrata uygun olanı tercih ettin denildi. Eğer şarabı tercih etmiş olsaydın ümmetin azgın olurdu.
(Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27; Müslim, İman: 17)

Câbir b. Abdullah (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kureyş benim bir gece içerisinde Kudüs’e gidip geldiğine inanmayınca Ka’benin Hıcr denilen bölgesinde ayağa kalktım Allah o anda Beyti Makdis’i gözümün önüne açıverdi de ona bakarak onun alametlerini kendilerine bildirmeye başladım.”
(Buhârî, Menakıb: 27; Müslim, İman: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Bu konuda Mâlik b. Sa’saa, Ebû Saîd ve İbn Abbâs’tan da hadis rivâyet edilmiştir.

İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, İsra 60. ayetindeki “rüya meselesi” uyku içersindeki rüya değil, İsra gecesi gözüyle gördüğü şeylerdir. “Lanetlenmiş ağaç” ise zakkum ağacıdır.
(Buhârî, Menakıb: 7)

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Peygamber (s.a.v), “Güneşin doruğu aşmasından, gecenin karanlığı basıncaya kadarki süre içerisindeki belirli vakitlerde namazı gereği üzere kıl. Sabah namazını da unutma, çünkü sabah namazı ikindi namazı gibi gece ve gündüz meleklerin tanık olduğu bir namazdır.” İsra sûresi 78. ayet hakkında şöyle buyurdu: “Gecenin melekleriyle gündüzün melekleri bu namaz esnasında hazır bulunurlar.” (Buhârî, Ezan: 27; Müslim, Mesacid: 17)
Tirmizî: Bu hadis sahihtir.
Ali b. Misher bu hadisi A’meş’den, Ebû Salih’den, Ebû Hüreyre’den ve Ebû Saîd’den benzeri şekilde rivâyet etmiştir. Aynı şekilde Ali b. Hucr, Ali b. Misher vasıtasıyla A’meş’den aynı hadisi benzeri şekilde rivâyet etmiştir.

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Peygamber (s.a.v), “O gün her toplumu, uydukları kişilerle beraber çağıracağız. Gerçekten de kitabı sağ eline verilenler, tutanaklarını sevinçle okuyacaklardır. Bununla birlikte, kimseye de kıl kadar haksızlık yapılmayacaktır.” İsra sûresi 71. ayeti hakkında şöyle demişti: Onlardan biri çağrılır amel defteri sağ eline verilir. Vücudu yetmiş arşın uzatılır. Yüzü ak edilir. Başına parlayan incilerden bir taç giydirilir ve arkadaşlarına doğru yol alır. Arkadaşları onu uzaktan görürler ve şöyle derler: Allah’ım bu kardeşimizi bize ulaştır ve onu bizim için mübarek kıl. Nihayet onların yanına gelir ve müjdeler olsun size. Her biriniz için aynı mükafat vardır. Kafire gelince onun yüzü karartılır. Cismi yetmiş arşın büyütülür, başına da bir taç giydirilir. Adamları da onu görür ve şöyle derler: Bunun şerrinden Allah’a sığınırız, “Allah’ım bizi onunla bir araya getirme”derler. O da onların yanına gelir. Allah’ım onu rezil et. Bunun üzerine O da Allah sizi uzaklaştırsın der sizden her biriniz için aynı ceza vardır.
(Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis hasen garibtir.

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.), “Gecenin bir kısmında da uyanıp teheccüd namazı kıl, bu sadece sana mahsustur ve farz namazlardan fazlaca kılınan bir namazdır. Umulur ki, Rabbin belki ahirette seni, övgüye değer bir konuma yükseltir.” İsra sûresi 79. ayetini: “Makam-ı mahmud’u; şefaat olarak tefsir etmiştir.”
(Müsned: 9307)
Tirmizî: Bu hadis hasendir.

İbn Mes’ûd (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Feth yılı Rasûlullah (s.a.v.), Mekkeye girdiğinde Ka’be’nin çevresinde üçyüz altmış tane put vardı. Rasûlullah (s.a.v.) bunlara elindeki sopasıyla veya bir değnek parçasıyla vurmaya ve şöyle demeye başladı. İsra sûresi 81. ayetiyle Sebe’ sûresi 49. ayetini okudu: “Ve yine de ki: “Değişmeyen gerçek geldi, sahte ve tutarsız olan amaçsız ve anlamsız olan herşey de yıkılıp gitti. Zaten sahte ve tutarsız olan, er geç yıkılıp gitmek zorundadır.” “De ki: “Hak ve gerçek sistem, İslâm geldi. Bundan sonra batıl yani değersiz ve sahte olan sistemler ne yeni birşey getirebilir, ne de geçmiş gitmiş olanı geri döndürebilir.”
(Buhârî, Mezalim: 27; Müslim, Cihâd: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Bu konuda İbn Ömer’den de hadis rivâyet edilmiştir.

İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v), Mekke’de idi sonra kendisine hicret etmesi emredildi ve şu ayet nazil oldu: “Ve duâ ederken de ki: “Ey Rabbim! Girişeceğim her işe, doğruluk ve içtenlik üzere girmemi, bırakacağım her işten de doğruluk ve içtenlik göstererek çıkmamı sağla; ve bana katından destekleyici bir güç ve kuvvet ver.” (İsra sûresi 80. ayet.)
(Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.

Abdullah b. Mes’ûd (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Medîne’de bir ekin tarlasında Peygamber (s.a.v), ile birlikte yürümekte idim Rasûlullah (s.a.v.), hurma ağacından bir değneğe dayanıyordu. Derken, Yahudilerden bir guruba uğradı. Onlardan bir kısmı keşke ona bir şeyler sorsaydınız derken bir kısmı da O’na bir şeyler sormayın, hoşlanmadığınız şeyleri size söyleyebilir dediler. Sonra o Yahudiler Ey Ebû’l Kasım dediler, bize ruhtan bahset. Peygamber (s.a.v), bir sûre ayakta durdu başını kaldırdı anladım ki kendisine vahiy gelmektedir. Vahiy bitince Rasûlullah (s.a.v.), şöyle dedi: “Sana ruhtan yani insanın ruhu, Cebrâil, vahyin gelişi ve Kur’ân’ın Allah’tan gelişi hakkında soruyorlar, de ki: “Ruh, Rabbimin emrindedir. Bu konuda size pek az bilgi verilmiştir.” İsra 85. ayetini okudu.
(Buhârî, İlim: 27; Müslim, Sıfat-ıl Kıyame: 17)

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “İnsanlar kıyamet günü üç sınıf halinde mahşer yerinde toplanacaklardır; Bir gurup binitli, bir gurup yaya, bir gurup ta sürünür durumdadır.” Ashab: “Ey Allah’ın Rasûlü! Yüz üstü nasıl yürüyecekler?” dediler. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Onları ayakları üzerinde yürütmeye kâdir olan Allah yüzleri üstünde de yürütmeye kâdirdir. Onlar her tümsekten ve dikenden yüzleriyle sakınacaklardır.
(Müsned: 8293)
Tirmizî: Bu hadis hasendir. Vüheyb bu hadisi Tavus’tan, babasından, Ebû Hüreyre’den buna yakın bir şekilde rivâyet etmişlerdir.

Behz b. Hakîm (r.a.)’in babasından ve dedesinden rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Sizler mahşer yerine yayalar, binitliler ve yüzüstü sürünenler olaraktoplanacaksınız.”
(Müsned: 19171)
Tirmizî: Bu hadis hasendir.

İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, İsra sûresi 110. ayeti Mekke’de inmiştir. Rasûlullah (s.a.v.), namazında okuduğu Kur’ân’da sesini yükseltirse müşrikler onu indiren Allah’a, onunla beraber gelen peygambere söverlerdi. “Namazda sesini yükseltme” sonra onu indirene ve onu getirene sövülür. “Sesini pek de kısma” Ashabın duyacağı kadar bir sesle oku ki senden Kur’ân-ı alıp öğrensinler.
(Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27; Müslim, Salat: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasendir.

İbn Abbâs (r.a.), İsra 110. ayetinde “Namazda sesini pek yükseltme fazla da kısma ikisi arasında bir yol tut” ayeti hakkında şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v.)’in, Mekke’de saklandığı sıralarda idi. Rasûlullah (s.a.v.), ashabına namaz kıldırdığı vakit Kur’ân okurken sesini yükseltirdi. Müşrikler bunu duyunca Kur’ân’a, onu indirene ve onunla birlikte gelene söverlerdi. Bunun üzerine Allah, Peygamber (s.a.v)’e şöyle buyurdu: Namazdaki okuyuşunda sesini pek yükseltme müşrikler işitir ve Kur’ân’a söverler sesini fazlaca da kısıp ashabının Kur’ân-ı öğrenmelerine de engel olma. Bu ikisinin arasında bir yol tut.”
(Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27; Müslim, Salat: 17)

Zir b. Hubeyş (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Huzeyfe b. Yemân’a, Rasûlullah (s.a.v.) Beyt-i Makdiste namaz kıldı mı diye sordum. Hayır diye cevap verdi. Bunun üzerine ben evet kıldı dedim. Huzeyfe: Ey kel adam bunu sen mi söylüyorsun? Ve neye dayanarak söylüyorsun? dedi. Ben de Kur’ân’a dedim, Kur’ân seninle benim aramda hakemdir. Huzeyfe dedi ki: Kim Kur’ân’dan delil gösterirse -Sûfyân diyor ki- sağlam delil getirmiş demektir veya Kur’ân’dan delil getiren kazanmıştır. Sonra Zir b. Hubeyş, İsra sûresi 1. ayetini okudu. Huzeyfe: O’nun Mescid-i Aksa’da namaz kıldığı kanaatinde misin? Diye sordu. Hayır dedim. Huzeyfe dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Mescid-i Aksa’da namaz kıldığı kanaatinde misin? Diye sordu. Hayır dedim. Huzeyfe dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Mescid-i Aksa’da namaz kılsaydı Mescid-i Haram’da namaz yazıldığı gibi orada da üzerine namaz yazılırdı. Huzeyfe şöyle devam etti: Rasûlullah (s.a.v.)’e sırtı uzunca bir binit getirildi; Adımı gözünün görebildiği yer kadar olan bu Burak’ın sırtında Cibril ile beraber Cennet, Cehennem tüm ahiret va’dlerini gördüler. Sonra dönüşlerini başlamalarına bağlayarak döndüler. Huzeyfe dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.)’in bindiği Burak’ın bağlandığından bahsederler. Kendisinden kaçar diye mi? Halbuki Burak gayb ve şühûd tüm alemleri bilen Allah tarafından onun emrine verilmiştir.
(Müsned: 22197)

Ebû Saîd el Hudrî (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Kıyamet günü Ademoğllarının efendisi benim fakat bununla övünmüyorum, Hamd sancağı benim elimdedir. Fakat bunada övünmüyorum. Gerek Adem gerekse başka tüm peygamberler o gün benim sancağımın altında toplanacaklardır. Yeryüzünün yarılıp ilk olarak mahşer yerine getirilecek olan da yine benim buna da övünmüyorum. Sonra insanlar üç korku geçirecekler ve Adem’e gelerek sen bizim atamız Adem’sin Rabbine bizim için şefaatçi oluver diyecekler. O da şöyle diyerek ben bir günah işledim ve bu yüzden yeryüzüne indirildim. Ama siz Nuh’a gidiniz. Nuh’a gelirler. Nuh ta şöyle der: Ben dünya halkına ağır bir bedduâ ettim ve bu yüzden yok olup gittiler. Fakat siz İbrahim’e gidin... İbrahim’e giderler o da şöyle der: Ben üç yalan söyledim. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: İbrahim bu üç yalanıyla Allah’ın dinini savunmuştu. Ama siz Musa’ya gidin. Musa’ya gelirler, Musa:Ben bir adam öldürmüştüm o suç bana yeter siz İsa’ya gidin. İsa’ya gelirler. İsa’da der ki: Allah’tan başka bana ibadet edildi... Ama siz Muhammed’e gidiniz. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Bana gelirler ben de onlarla birlikte giderim.” İbn Ced’an diyor ki: Enes (r.a.) şöyle diyordu: Sanki ben Rasûlullah (s.a.v.)’e bakıyorum Cennet kapısının halkasını tutacak ve kapıyı çalacağım. Kim o diye sorulacak ve Muhammed denilecektir. Bana kapıyı açacaklar ve merhaba diye karşılayacaklar. Ben de secdeye kapanacağım. Allah bana hamd-ü senalar ilham edecek. Sonra bana şöyle denilecek başını kaldır. Dile ne dilersen; dileğin yerine getirilecektir. Şefaat et şefaatin kabul edilecek, söyle sözün dinlenecek işte İsra sûresi 79. ayette belirtilen “Övgüye değer bir konuma yükseltecektir” buyurduğu makam-ı mahmud budur. Sûfyân dedi ki: Burada Enes’den aktarılan kısım sadece “Cennet kapısının halkasını tutup kapısını çalacağım” sözüdür.
(İbn Mâce, Zühd: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Bazıları bu hadisi Ebû Nadre’den İbn Abbâs’tan daha uzun bir şekilde rivâyet etmişlerdir.

Saîd b. Cübeyr (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: İbn Abbâs’a, Nevfel Bekalî; İsrailoğullarının peygamberi olan Musa’nın Hızır’la arkadaş olan Musa olmadığını söylüyor dedim. İbn Abbâs şu karşılığı verdi: Allah düşmanı yalan söylemiştir. Übey b. Ka’b’tan şöyle dediğini işittim. Rasûlullah (s.a.v.)’den işittim buyurdu ki Musa İsrailoğullarına hutbe verirken kendisine soruldu: İnsanların en âlimi kimdir? Bunun üzerine en âlimi benim dedi. En büyük ilmi Allah, Musa’ya vermediği için Musa’yı kınadı ve kendisine şöyle vahyetti. İki denizin birleştdiği yerde kullarımdan bir kul vardır ki o senden daha bilgilidir. Musa: Ey Rabbim onunla nasıl buluşabilirim? Allah, Musa’ya şöyle buyurdu: Zenbil’in içerisine bir balık koy balığı nerede kaybedersen o kimse oradadır. Musa yola koyuldu. Adamı da kendisiyle birlikte yola çıktılar Musa’nın adamı Yûşa b. Nun’dur, Yûseu’da denilir. Musa zenbiline balığı yerleştirdi. Arkadaşıyla birlikte yürümeye başladılar. Sonunda bir kayanın yanına vardılar. Musa ve adamı uyuya kaldılar. Zenbilin içindeki balık harekete başladı ve zenbilden çıkıp denize kavuştu. Allah, balık’tan suyun akışını kesti su bir kemer gibi oldu ve balık için bir yol Musa ve adamı için de şaşılacak bir şey oldu. Gece gündüz durmadan yürüdüler Musa’nın adamı balığın kaybolduğunu haber vermeyi unuttu. Sabah olunca Musa adamına “Kuşluk yemeğimizi getir gerçekten şu yolculuk çok yordu bizi dedi. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Musa kendisine emredilen yeri geçinceye kadar yorgunluk duymamıştı. Musa’nın adamı: Gördün mü kayanın yanında oturduğumuz zaman balığı unutmuştum onu bana unutturan ve sana söylememe engel olan da ancak şeytandır. Tuhaf şey nasıl oldu da yol bulup suya ulaştı. Musa: Buydu aradığımız işte ya! dedi ve izleri üzerine hemen geri döndüler. Rasûlullah (s.a.v.), “Kendi izlerini takip ederek” buyurdu. Sûfyân dedi ki: Bazı kimseler o kayanın yanında hayat pınarı olduğunu iddia ediyorlar. O pınarın suyu bir ölüye dokunursa hemen canlanırmış. Balığın bir kısmı yenmiş olmasına rağmen üzerine su damlayınca canlanıverdi. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle devam etti: Kendi izlerini takip ederek kayaya vardılar, Musa üzeri örtülü bir adam gördü ve ona selam verdi. O kimse: “Senin memleketinde selam ne gezer” dedi. Musa da şöyle dedi: “Ben Musa’yım.” O kimse: “İsrailoğullarının Musa’sı mı?” dedi. Musa da “evet” dedi. Bunun üzerine o kimse: “Ey Musa! Sen Allah’ın sana verdiği bir ilimle berabersin ki ben o ilmi bilmem. Ben de bir ilim üzereyim ki Allah onu bana bildirdi. Bu ilmide sen bilmezsin” dedi. Musa dedi ki: “Sana öğretilen bilgilerden bana öğretmek üzere senin peşinden gelebilir miyim?” dedi. O da: “Sen benimle birlikteyken olacak olanlara katlanamazsın. İç yüzünü kavramana imkan olmayan tecrübe alanı içersine girmeyen bir şeye nasıl dayanabilirsin ki?” Musa: “Allah dilerse dedi görürsün katlanacağım ve bu konuda sana uyumsuzluk göstermeyeceğim.” Hızır ona dedi ki: “Eğer benim peşimden geleceksen, yapacağım şeyler hakkında ben sana bir açıklamada bulununcaya kadar bana hiçbir şey sormayacaksın.” Musa da “evet” dedi. Sonra Hızır ve Musa deniz boyunca yürümeye başladılar derken bir gemi onlara yaklaştı. Musa ve Hızır kendilerini taşımaları için gemidekilerle konuştular. Hızır’ı tanıdıkları için ikisini de ücretsiz bindirdiler. Sonra Hızır geminin kalaslarından birini koparıp tahrip etti. Bunun üzerine Musa ona şöyle dedi: “Bu insanlar bizi ücretsiz bindirdiler sen de bile bile onların gemilerini tahrib ettin. “İçindekileri boğmak için mi o gemide yara açtın? Doğrusu çok kötü bir iş yaptın diye çıkıştı.” O zat: “Ben sana; bana, asla katlanamayacağını söylememiş miydim?” dedi. Musa: “Unuttum, bu yüzden beni azarlama bu yaptığım işten dolayı bana güçlük çıkarma” dedi. Sonra gemiden çıktılar, sahil boyunca yürümekte iken çocuklarla oynayan bir erkek çocuğu gördüler; Hızır, O çocuğun başını eliyle kopararak öldürdü. Bu sefer Musa: “Tertemiz bir canı bir can karşılığı olmaksızın öldürdün öyle mi? gerçekten sen korkunç bir iş yaptın.” O zat dedi ki: “Dememiş miydim sana; gerçekten de sen benimle beraber olmaya dayanamazsın diye.” Rasûlullah (s.a.v.): “Bu hatırlatma birincisinden daha ağır olmuştur” dedi. Musa şu karşılığı verdi: “Bundan sonra artık sana bir şeysoracak olursam benimle arkadaşlık etme! Çünkü bir daha özür dilemeyecek hale geldim.” Sonra kalkıp gittiler. Nihayet bir kasabaya vardılar, onlardan yemek istedilerse de onları konuklayıp yediren bir kişi bile çıkmadı. Bu kasabada yıkılmak üzere bir duvar gördüler o zat bu duvarı yıkılmaktan kurtarıp eliyle düzeltiverdi. Bu sefer Musa şöyle dedi: “Bizi misafir etmediler, bizi doyurmadılar; Eğer dileseydin bu yaptığın iş için bir ücret alırdın” O kimse: “İşte, seninle benim aramda ayrılık zamanı. Sana sabredemediğin olayların iç yüzünü haber vereceğim.” Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: Allah, Musa’ya rahmet etsin. Sabretmiş olmasını çok isterdik ki Allah her ikisinin de daha uzun haberini bize aktarmış olsun. İbn Abbâs şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Birincisi Musa’da meydana gelen bir unutma idi. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle devam etti: Bir serçe geminin kenarına kondu gagasını suya daldırdı. Hızır şöyle dedi: Senin ve benim toplam ilmim Allah’ın ilminden şu serçenin eksilttiği kadar bile eksiltmez. Saîd b. Cübeyr dedi ki: İbn Abbâs Kehf sûresi 79-82. ayetlerini okudu: “ 79) O gemi, geçimini denizden sağlayan yoksul kimselerindi. Onu kusurlu bir hale getirmek istedim. Çünkü, arkalarında her sağlam gemiye, zorla el koyan bir hükümdar olduğunu biliyordum.” 80) Öldürdüğüm çocuğa gelince, onun anası ve babası inanmış kimselerdi. Bu çocuğun onları azgınlığa ve kâfirliğe sevketmesinden korktuk da, onu öldürmüş olduk. 81) Rablerinin onlara bu çocuğun yerine, ondan daha temiz, daha merhametli, ana babasına iyilik eden bir çocuk vermesini istedik. “ 82) Ve duvara gelince, o duvar kasabada yaşayan iki yetim oğlan çocuğuna aitti ve altında hukuken onların olan bir hazine gömülüydü, babaları da temiz bir adamdı. Rabbin, onların ergenlik çağına gelmelerini ve hazineleri çıkarıp elde etmelerini diledi. Dolayısıyla, bütün bu yaptıklarımı, ben kendiliğimden yapmadım. İşte dayanamadığın olayların içyüzü ve gerçek anlamı...”
(Buhârî, İlim: 17; Müslim: Fezail: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Musa’nın arkadaşına “Hızır” adının verilmesi onun kuru otlar üzerinde oturup kalktığında kuru otlar yeşerip sallanmaya başlamıştı.”
(Buhârî, Ehadis-ül Enbiya: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.), Kehf sûresi 94. ayette bahsedilen sed hakkında şöyle buyurdu: Ye’cüc ve Me’cuc hergün o seddi delmeye çalışırlar delmeye yaklaştıkları vakit başlarındaki amir onlara şöyle seslenir: “Dönün yarın delersiniz” Allah ta ertesi güne o seddin oyulan kısmını öncekinden daha sağlam duruma getirir. Sonunda müddetleri dolup Allah onları insanlar üzerine salmayı isteyince; Başlarındaki yetkili dönün onu “İnşallah” yarın delersiniz diyerek inşallah kelimesini söyler onlar ertesi gün geldiklerinde seddi dünkü bıraktıkları şekilde bulurlar ve seddi delerek insanlar arasına çıkarlar. Bütün suları içerler, İnsanlar onlardan kaçar, oklarını göğe fırlatırlar oklar kana bulanmış vaziyette geri döner. Bunun üzerine şımarık bir durumda şöyle derler: Yeryüzünde olanları kırıp geçirdik gökte olanları da mağlub ettik. Sonra Allah onların boyun köklerinde bir kurt meydana getirir de bu yüzden hepsi kırılıp yok olur giderler. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle devam etti: Muhammed’in canını kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, O kırılıp yok olan Ye’cüc ve Me’cüc’un leşlerini yeryüzündeki tüm hayvanlar yiyecek ve çok güzel beslenerek etlenip yağlanacaklardır.
(İbn Mâce, Fiten: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen garibtir. Bu şekilde sadece bu rivâyetle bilmekteyiz.

Ebû Sa’d b. ebî Fudale el Ensarî (r.a.) -ki kendisi sahabîdir- şöyle demiştir: Rasûlullah(s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu işittim: “Allah insanları şüphesiz olarak kıyamet günü topladığında bir seslenici şöyle ilan edecektir: Her kim Allah için yaptığı bir işte bir başkasını da ortak yapmış ise sevâbını Allah’ın dışındaki ortak koştuğu kimselerden istesin. Şüphesiz ki Allah her türlü ortakların ortaklığından uzak olandır.” (Kehf sûresi 110. ayet) (İbn Mâce, Zühd: 27) Tirmizî: Bu hadis hasen garibtir. Bu hadisi sadece Muhammed b. Bekir rivâyetiyle bilmekteyiz.

Muğîre b. Şu’be (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), beni Necran’a göndermişti, Necranlılar bana dediler ki: siz Kur’ân’da Meryem sûresi 28. ayetinde “Ey Harun’un kız kardeşi” diye okumuyor musunuz? Oysa Musa ile İsa arasında pek çok zaman geçmemiş midir? Onlara nasıl cevap vereceğimi bilemedim ve Rasûlullah (s.a.v.)’e dönüp durumu ona anlattım. Buyurdu ki: Onlara kendilerinden önceki peygamberlerin ve Salih insanların isimlerini kullandıklarını haber vermedin mi?
(Müslim, Adad: 27)
Tirmizî: Bu hadis sahih garibtir. Bu hadisi sadece İbn İdris’in rivâyetiyle bilmekteyiz.

Ebû Saîd el Hudrî (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.), Meryem sûresi 39. ayetini okudu ve şöyle buyurdu: Ölüm, boz renkli bir koç şeklinde getirilip Cennetle Cehennem arasındaki bir noktada durdurulacaktır. Sonra Ey Cennet halkı denilecek hepsi başlarını döndürüp o tarafa bakacaklar. Sonra ey Cehennemlikler denilecek onlarda başlarını o tarafa çevirip bakacaklar ve hepsine birden şöyle sorulacak: “Bunu tanıyor musunuz?” Onlar da evet diyecekler bu ölümdür sonra o ölüm dedikleri koç yere yatırılıp boğazlanacaktır. Allah Cennetliklere yaşama ve ebedilik takdir etmemiş olsaydı sevinçlerinden ölürlerdi. Aynı zamanda Allah Cehennemliklere Cehennem’de yaşamak ve ebedilik takdir etmemiş olsaydı onlar da kederlerinden dolayı ölürlerdi.
(Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27; Müslim, Cennet: 17)

Katâde (r.a.)’den rivâyet edilmiştir. Meryem 57. ayeti hakkında şöyle dedi: Enes b. Mâlik, Peygamber (s.a.v)’in şöyle buyurduğunu bize aktarmıştır: “Mîrâc’a çıktığımda İdris peygamberi dördüncü kat sema’da gördüm.”
(Nesâî, Salat: 27)
Tirmizî: Bu konuda Ebû Saîd’den de hadis rivâyet edilmiştir. Bu hadis hasen sahihtir.
Saîd b. ebû Arûbe Hemmâm ve pek çok râvîler, Katâde’den, Enes’den, Mâlik b. Sa’sa’dan miraç hadisini uzunca rivâyet etmişlerdir. Bence bu hadis onun bir parçasıdır.

İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, Peygamber (s.a.v), Cebraile bizi yaptığın ziyaretlerden daha çok ziyaret etmene bir engel var mıdır? Diye sordu. Bunun üzerine Meryem sûresi 64. ayeti nazil oldu: “Ve melekler: “Biz ancak, Rabbinin buyruğuyla ineriz. Geçmişimiz, geleceğimiz ve aralarındaki her şeyimiz O’nundur, yani O’nun emrine tabidir ve Rabbin asla hiçbir şeyi unutmaz.”
(Buhârî, Bed-il Halk: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen garibtir. Hüseyin b. Hureys, Vekî’ vasıtasıyla Ömer b. Zerrin’den bu hadisin bir benzerini bize aktarmıştır.

Süddî (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Mürre el Hemedanî’ye; Meryem sûresi 71. ayetinin tefsirini sordum o da bunu kendisine Abdullah b. Mes’ûd’un aktardığını söyledi. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Tüm insanlar Cehenneme mutlaka uğrayacaklar sonra amelleri karşılığında oradan çıkıp kurtulacaklardır. Oradan ilk çıkacak olanların hızı şimşeğin parlaması gibidir. Sonra rüzgar gibi, sonra atın koşması sonra da devenin üzerindeki binici gibi, sonra da insanların koşması gibi daha sonra da insanın yürümesi gibi sırattan geçip Cehennem’den kurtulacaklardır.”
(Dârimî, Rıkak: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasendir. Şu’be, Süddî’den merfu olmaksızın rivâyet etmiştir.

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Allah bir kulu sevdiği zaman: “Cebraile ben falanı sevdim sende onu sev diye seslenir.” Cebrail’de bunu gökyüzüne ilan eder. Sonra o kimsenin sevgisi yeryüzü halkına indirilir de böylece yeryüzündeki insanlar da o kimseyi sever hale gelir işte Meryem sûresi 96. ayetinin anlamı budur. Allah bir kulundan da hoşlanmadı mı Cibriliçağırır ve: “Ben falan kuluma kızgınım onu sevmiyorum” der bu bildirin gökyüzünde ilan edilir. Sonra bu haber yeryüzüne indirilir de insanlar o kimseye nefret ederler.
(Buhârî, Bed-il Halk: 27; Müslim, Birr ve Sıla: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Abdurrahman b. Abdullah b. Dinar babasından, Ebû Salih’den, Ebû Hüreyre’den bu hadisi benzeri şekilde rivâyet etmiştir.

Mesrûk (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Habbab b. Eret’den şöyle dediğini işittim. Kendinde bulunan bir alacağımı tahsil etmek için Âs b. Vâil es Sehmî’ye geldim. O da Muhammed’i inkar etmedikçe bu alacağını sana vermeyeceğim, dedi. Bende sen ölüp tekrar diriltileceğin güne kadar bile olsa onu inkar edemem, dedim. Ben öldükten sonra diriltilecek miyim? dedi. Evet dedim. O da o zaman orada benim malım ve çocuklarım olacak sana orada veririm dedi. Meryem sûresi 77. ayeti bu sebeble nazil oldu: “Ayetlerimizi inkâr edip, “Bana muhakkak mal da, evlat da verilecektir” deyip isyan eden o adamı gördün mü?”
(Buhârî, Büyü’ 27; Müslim, Sıfat-ül Kıyame: 17)
Hennâd, Ebû Muaviye vasıtasıyla Â’meş’den bu hadisin bir benzerini rivâyet etmiştir.

Imrân b. Husayn (r.a.)’den rivâyete göre, Peygamber (s.a.v), Hac sûresi 1-2. ayetleri nazil olunca bir seferde idi ve ashabına o gün nasıl bir gündür biliyor musunuz? dedi. Ashab ta: Allah ve Rasûlü daha iyi bilir dediler. Bunun üzerine buyurdular ki: Allah o gün Adem’e, Cehennemin payını Cehenneme gönder, buyuracak. Adem de Cehennem’in payı ne kadardır? Diye soracak Allah’ta dokuz yüz doksan dokuzu Cehennem’e biri Cennet’e, buyuracaktır. Bunun üzerine Müslümanlar ağlamaya başladılar. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Orta yolu tutarak doğru yola yöneliniz. Hiçbir peygamber yoktur ki ondan önce bir cahiliye dönemi olmamış olsun. Bu sayı cahiliye döneminden olacaktır. Eğer bu sayı cahiliye döneminden tamamlanmaz ise münafıklardan üzeri tamamlanacaktır. Önceki ümmetlere göre sizin örneğiniz, binit hayvanlarının ayaklarındaki tırnaklarının iç kısmındaki çıkıntı gibidir veya devenin bir yanındaki ben kadar sayılırsınız.” Sonra sözlerine şöyle devam etti: “Ben sizin Cennetliklerin dörtte biri olmanızı ümit etmekteyim.” Bunun üzerine Müslümanlar tekbir getirdiler. Sonra Rasûlullah (s.a.v.) şöyle devam etti: “Cennetliklerin üçte biri olmanızı kuvvetle ümid etmekteyim.” Müslümanlar yine tekbir getirdiler. Rasûlullah (s.a.v.)’de “Cennetliklerin yarısı olmanızı ümid etmekteyim.” Müslümanlar tekrar tekbir getirdiler. Artık Rasûlullah (s.a.v.)’in üçte ikisini deyip demediğini bilemiyorum.
(Müsned: 19055)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Bir başka şekilde Imrân b. Husayn tarafından da rivâyet edilmiştir.

Imrân b. Husayn (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Bir yolculukta peygamberle beraberdik Rasûlullah (s.a.v.) ile ashabı arasında yürüyüşte bir fark meydana gelmişti. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), Hac sûresi 1-2. ayetlerini yüksek sesle okudu. Ashab bunu işitince bineklerini kamçıladılar Rasûlullah (s.a.v.)’in bir söz söylemek üzere olduğunu anladılar. Rasûlullah (s.a.v.), o günün nasıl bir gün olacağını biliyor musunuz? buyurdu. Ashab: Allah ve Rasûlü daha iyi bilir, dediler. Rasûlullah (s.a.v.): O gün öyle bir gündür ki Allah Adem’i çağıracak ve Cehennemin payını Cehenneme gönder buyuracak. Adem de şöyle diyecek Ey Rabbim Cehennemin payı ne kadardır. Allah’ta şöyle buyuracak her binden dokuzyüz doksan dokuzu Cehennemlik biri ise Cennetliktir. Bunun üzerine orada bulunanlar o kadar üzüntüye kapıldılar ki yüzlerinde tebessüm izi bile kalmadı. Rasûlullah (s.a.v.), ashabının bu halini görünce şöyle buyurdu: “Kulluk yapınız ve iyimser olunuz. Muhammed’in canı elinde olan Allah’a yemin olsun ki sizler mahlukatın ikisiyle berabersiniz Ye’cüc ve Me’cüc... Bu iki gurup yaratıklar kimlerle beraber olurlarsa onları çoğaltırlar ademoğlu ve iblisin soyundan gelen kim olursa olsun. Ravi diyor ki: Bunu duyunca halkın yüzü güldü ve sıkıntıları gider gibi oldu. Sonra Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kulluk yapın iyimser olun Muhammed’in canı kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki sizler tüm insanlar arasında devenin bir yanındaki ben gibisiniz veya binit hayvanlarının tırnaklarının iç kısmındaki iki tümsek gibisiniz.”
(Müsned: 19055)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.

Abdullah b. Zübeyr (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Ka’benin atîk diye adlandırılmasının tek sebebi hiçbir zorba oraya hâkim olamamıştır yani zorbalardan korunmuş bir yerdir. (Hac sûresi 29. 33. ayetlerde geçen kelime Atîk)
(Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Bu hadis Zührî vasıtasıyla mürsel olarak rivâyet edilmiştir. Kuteybe, Leys vasıtasıyla Akîl’den, Zührî’den bu hadisin bir benzerini nakletmiştir.

İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v), Mekke’den çıkarıldığı zaman Ebû Bekir, Peygamberlerini çıkardılar ve mutlaka helâk olacaklardır. Bunun üzerine Allah, Hac sûresi 39. ayetini indirdi: “Kendileriyle savaşa girişilen mü’minlere, zulme uğramalarından dolayı, savaş izni verildi. Şüphesiz Allah, onlara yardım ulaştıracak güçtedir.” Bunun üzerine Ebû Bekir: “İleride savaş olacağını kesinlikle bilmiştim” dedi.
(Müsned: 1768)
Tirmizî: Bu hadis hasendir.

Peygamber (s.a.v)’in hanımı Âişe (r.anha)’dan rivâyete göre, şöyle demiştir: Mü’minün sûresi 60. ayetini Rasûlullah (s.a.v.)’e sordum ve dedim ki: “Onlar şarap içen ve hırsızlık edenler midir?” Rasûlullah (s.a.v.): “Hayır Sıddîk’in kızı” buyurdu. Fakat onlar kendilerinden kabul edilmemesinden korktukları halde oruç tutan namaz kılan ve sadaka verenlerdir. İşte böyleleridir, hayırda yarışanlar diyerek Mü’minün sûresi 61. ayetini okudu.
(İbn Mâce, Zühd: 17)
Tirmizî: Bu hadis Abdurrahman b. Saîd’den Ebû Hazim’den, Ebû Hüreyre’den benzeri şekilde rivâyet edilmiştir.

Enes b. Mâlik (r.a.)’den rivâyete göre, Nadr’ın kızı Rübeyyi’, Peygamber (s.a.v)’e geldi - oğlu Harîs b. Süraka, serseri bir okla Bedir savaşında şehîd düşmüştü- ve bana oğlum Harîs’den haber ver dedi. Eğer hayır içindeyse sabreder ve mükafatımı Allah’tan beklerim dedi. Şayet hayır içinde değilse var gücümle duâya sarılırım dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: Ey Harîse’nin annesi Cennet içinde Cennetler vardır. Senin oğlun ise Firdevs-i A’lâ Cennetine ulaşmıştır. Firdevs Cenneti diğer Cennetlerin yaylası, en uygun ve elverişli yeridir.
(Buhârî, Cihâd: 27)

Ebû Saîd el Hudrî (r.a.)’den rivâyete göre, Peygamber (s.a.v), Mü’minün sûresi 104. ayeti hakkında şöyle buyurdu: “Ateş onların yüzlerinin derilerini yakıp kavuracakta üst dudağı başının yarısına varacak alt dudağı ise göbeğine inecek kadar sarkacaktır.”
(Müsned: 11409)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahih garibtir.

Amr b. Şuayb, babasından ve dedesinden rivâyete göre, şöyle demiştir: Kendisine Mersed b. ebî Mersed denilen bir adam vardı bu adam Mekke’den esirleri taşıyarak Medîne’ye götürürdü. Mekke’de “Anak” denilen fahişe bir kadın daha vardı ki bu kadın Mersed’in dostu idi. Mersed, Mekke esirlerinden bir kimseye kendisini taşıyacağını va’d etmişti. Mersed şöyle anlattı. Bir mehtaplı gecede geldim Mekke duvarlarından birinin gölgesinde durdum. Anak’ta geldi duvarın kenarında benim gölgemin karaltısını gördü, yanıma yaklaşınca beni tanıdı ve “Mersed misin?” diye sordu. Ben de: “Mersed’im” cevabını verdim. “Merhaba hoş geldin, bu geceyi bizim yanımızda geçir” dedi. Ben de: “Ey Anak! Allah zinayı haram kıldı” dedim. Bunun üzerine Anak: “Ey oba halkı bu adam esirlerinizi kaçırıyor” diye bağırdı. Bunun üzerine sekiz kişi peşime düştü. Handeme yolunu tuttum sonunda bir kaya yarığına veya mağaraya girdim onlarda gelerek benim başımın ucunda dikildiler. Hatta orada idrarlarını yaptılar idrarları başımın üstüne aktı. Fakat Allah onların gözlerini benden kör etti. Onlar dönüp gittiler. Ben de adamıma döndüm onu yüklendim kendisi biraz ağırdı. Izhır denilen yere kadar onu götürdüm ve orada zincirlerini çözdüm onu taşıyordum beni çok yormuştu. Sonunda Medîne’ye vardım. Rasûlullah (s.a.v.)’e gelerek Ey Allah’ın Rasûlü! Anak ile evlenebilir miyim? Rasûlullah (s.a.v.), sustu bana hiç cevap vermedi, sonra Nur sûresi 3. ayet nazil oldu: “Zina yapan erkek, ancak zina yapan kadınlara veya müşrik olanlara arzu duyup onlarla evlenir. Zina eden kadın da, ancak zina yapan erkeklere veya müşrik olanlara arzu duyup onlarla evlenir. Bu şekilde zina edenlerle evlenme mü’minlere haram kılınmıştır.” Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), Ey Mersed! Zina eden erkek ancak zina eden kadınla ve müşrikle evlenir zina eden kadın ise ancak zina eden erkekle ve müşrikle evlenir; “Sen, O kadınla evlenme”
(Nesâî, Nikah: 27; Ebû Dâvûd, Cihâd: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen garib olup sadece bu şekliyle bilmekteyiz.

Saîd b. Cübeyr (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Mus’ab b. Umeyr’in Irak valiliği döneminde lian yapan karı koca hakkında bunlar birbirinden ayrılması gerekir mi diye bana soruldu. Ben de ne cevap vereceğimi bilemedim. Bulunduğum yerden Mekke’deki Abdullah b. Ömer’in evine gitmek üzere yola çıktım. Mekke’ye vardığımda onun yanına girmek için izin istedim. Bana öğle istirahatı (kaylule) yapmaktadır denildi. Benim sesimi duyunca içeriden kendisi şöyle seslendi: Cübeyr’in oğlu gir, mutlaka seni buraya kadar önemli bir iş getirmiştir. Ben de girdim hayvanın palanından bir yatak yapıp yattığı gözüme ilişti ve hemen Ey Ebû Abdurrahman! Lian yapan karı koca birbirinden ayrılır mı? dedim. Abdullah: “Sübhanallah, evet ayrılır” dedi. Bu konuyu ilk önce soran kişi falan oğlu falandır. Peygamber (s.a.v)’e gelerek Ey Allah’ın Rasûlü! dedi. Birimiz karısını zina eder durumda görürse ne yapmasını emredersiniz? Konuşsa büyük bir meseleyi ifşa etmiş sussa büyük bir meseleyi geçiştirmiş olacaktır. Peygamber (s.a.v), sustu ve kendisine cevap vermedi. O kişi o günden sonra tekrar Rasûlullah (s.a.v.)’e geldi ve gerçek şu ki size sorduğum duruma kendim düşmüş bulunmaktayım. Bunun üzerine Allah Nur sûresi 6. 7. 8. 9. ayetleri indirdi: “ 6) Kendi eşlerini zina ile suçlayan, fakat kendilerinden başka şâhidleri olmayan kimselere gelince, bu suçlamayı yapanların her biri doğru söylediklerine dair, dört defa Allah’ı şâhid tutsunlar. 7) Ve beşincisinde de, bu suçlamayı yapan kişi, eğer yalancılardansa, Allah’ın lanetine razı olduğunu ifade etsin. 8) Ve suçlanan kadına gelince, onun kocasının yalan söylediğine dair, Allah’ı dört defa şâhid tutması, bu suça verilecek cezayı ondan giderir. 9) Ve beşincisinde, kocası doğruyu söylüyorsa, Allah’ın gazabına razı olduğunu ifade etmesidir.” Sonra Rasûlullah (s.a.v.), O adamı çağırdı ona bu ayetleri okudu va’z, nasihat ederek hatırlatmalarda bulundu ve dünya azabının ahiret azabından daha hafif olduğunu haber verdi. Adam: Seni hak ile gönderen Allah’ayemin ederim ki bu karım hakkında yalan söylemedim.
Sonra ikinci olarak kadını çağırdı ona da va’z ve hatırlatmalarda bulundu dünya azabının ahiret azabından çok daha hafif olduğunu bildirdi. Kadın da dedi ki: Hayır seni hak ile gönderen Allah’a yemin olsun ki kocam doğru söylemedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) önce erkekten başladıve erkek kendisinin doğru söylediğine dair Allah’a dört sefer yemin etti, beşincisinde ise eğer yalancılardan ise Allah’ın lanetinin kendi üzerine olmasını diledi. Sonra Rasûlullah (s.a.v.), kadına döndü kadın kocasının gerçekten yalancı olduğuna dair Allah’a dört defa yemin etti. Beşincisinde şayet kocası doğrulardan ise Allah’ın gazabının kendisi üzerine olmasını diledi. Sonra Rasûlullah (s.a.v.), onları birbirinden ayırdı.
(Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27; Müslim, Lian: 17)
Bu konuda Süheyl ibn Saîd’den de hadis rivâyet edilmiştir. Bu hadis hasen sahihtir.

Âişe (r.anha)’dan rivâyete göre, şöyle demiştir: Hakkımda söylenenler söylendiği zaman benim bundan haberim yoktu. Rasûlullah (s.a.v.) kalkıp benim hakkımda bir hutbe vermişti. Bu hutbesinde Kelime-i şehâdet getirmiş Allah’a gereği şekilde Hamd-ü sena ettikten sonra hutbesine şöyle devam etti: Şimdi ailemi itham eden bazı kimseler hakkında bana yol gösteriniz. Vallahi ben ailem hakkında hiçbir kötülük bilmiyorum ve olacağına da ihtimal vermiyorum. Bir kişiyi itham ettiler ki vallahi onun üzerinde de bir kötülük olacağına ihtimal vermiyorum. O kimse ben olmadan evime girmiş değildir. Hangi savaşa çıktımsa benimle beraber çıkmıştır.
Bunun üzerine Sa’d b. Muâz kalktı ve Ey Allah’ın Rasûlü! Bana izin ver onların boyunlarını vuralım. Arkasından Hazreçoğullarından bir adam kalktı -Hassân b. Sabit’in anası o kimsenin kabilesindendi- ve şöyle dedi. Ey Muâz yanılıyorsun eğer o kimseler Evs kabilesinden olmuş olsalardı onların boyunlarını uçurmak hoşuna gitmezdi. Neredeyse mescid içersinde Evs ve Hazreç arasında kötü bir olay çıkacaktı. Âişe: Benim bundan da haberim yoktu o günün akşamı idi bir ihtiyaçtan dolayı çıkmıştım yanımda Mıstah’ın annesi vardı tökezlendi düştü ve şöyle dedi: “Mıstah sürünsün” kendisine şöyle dedim: Ey ana kendi oğluna mı sövüp sayıyorsun? Kadın sustu sonra ayağı tekrar tökezledi yine “Mıstah sürünsün” dedi. Ben de kendi oğluna mı sövüp sayıyorsun? Dedim. Susta bir şey demedi. Üçüncü sefer tökezleyince yine “Mıstah sürünsün” dedi. Ben de kendisini azarladım ve: “Ey Ana! Kendi oğluna mı sövüp sayıyorsun” dedim. O da şöyle konuştu: “Vallahi ona sadece senin için sövüp sayıyorum” dedi. Ben de: “Hangi konuda” dedim. Bunun üzerine bana lafı açtı ve olanları anlattı. Ben de: “Gerçekten tüm bunlar oldu mu?” dedim. “Evet vallahi” dedi. Hemen evime döndüm niçin çıktığımı ne yapacağımı hiç bilemedim. Şok’a girdim ve sıtma hastalığına yakalandım. Peygamber(s.a.v)’e beni babamın evine gönder dedim. Bir erkek çocuğu ile beni gönderdi. Evimize girdiğimde annemi evin zemininde buldum. Babam ise birinci katta Kur’ân okumakta idi. Anam: “Kızcağızım niçin geldin?” dedi. Ben de olup biteni haber verdim hakkımda söylenenleri anlattım. Bu meseleler bana yaptığı tesiri onda yapmadı. Dedi ki: “Kızcağızım meseleyi bu kadar büyütme! Vallahi kendisini seven bir erkeğin nikahı altında olan üstelik kumaları da bulunan güzel bir kadına hased edilmemesi ve hakkında dedi kodu yapılmaması pek nadirdir.” Yine gördüm ki bu olaylardan benim kadar etkilenmemiştir. “Babam bu olayları biliyor mu?” diye sordum. “Evet biliyor” dedi. “Peki, Rasûlullah (s.a.v.) bunu biliyor mu?” dedim. “Evet biliyor” dedi. Ben de gözyaşlarımı tutamadım ve ağladım. Üst katta Kur’ân okumakta olan babam, ağladığımı duyunca aşağıya indi ve anneme nesi var bunun diye sordu. Annem de: “Kendisi hakkında konuşulanlar kulağına ulaşmış” dedi. Bunun üzerine babamın gözleri yaşla doldu taştı ve: “Ey Kızım! Mutlaka evine dönmüş olacaksın” dedi. Ben de evime döndüm Rasûlullah (s.a.v.), evime geldi benim hakkımda hizmetçime bazı şeyler sordu. Hizmetçi kadın da şöyle dedi: “Hayır vallahi onun hakkında hiçbir kusur bilmiyorum, tek bildiğim kusuru ekmek yaparken uyuklardı da davar gelerek onun hamurundan veya mayasından yerdi” dedi. Rasûlullah (s.a.v.)’in ashabından biri onu azarlayarak Rasûlullah (s.a.v.)’e doğru söyle dedi ve ileri geri konuştular. Kadın: “Sübhanallah” dedi ve; “Vallahi onun hakkında kuyumcunun sarı altın hakkında bildiği ne ise ben de onun hakkında suçsuz olduğunu biliyorum” dedi.
Hakkında laf edilen Safvân’ın kulağına da olaylar ulaşınca o da “sübhanallah” demişti ve vallahî hiçbir kadının elbisesini hiçbir maksatla açmadım. Âişe diyor ki: “Bu kimse sonradan Allah yolunda şehîd düşmüştür.” Âişe şöyle devam etti: “Annem ve babam yanımda sabahladılar. Rasûlullah (s.a.v.), yanıma girinceye kadar yanımdan ayrılmadılar. Rasûlullah (s.a.v.), ikindi namazını kılarak yanıma girdi. Annem ve babam sağımdan ve solumdan beni kuşatmışlardı. Rasûlullah (s.a.v.), şehâdet getirdi, Allah’a layık olduğu şekilde hamd-ü senada bulundu. Sonra şöyle dedi: Ey Âişe! Bir kötülük işlemiş ve nefsine zulmetmiş isen Allah’a dön tevbe et. Allah şüphesiz kullarının tevbesini kabul eder. Ensardan bir kadın gelmişti ve kapının önünde oturmakta idi. Ben de Rasûlullah (s.a.v.)’e: Bu kadının bir şey anlatmasından çekinmiyor musun? Peygamber (s.a.v), bir süre daha nasihat etti. Babama döndüm, O’na cevap ver dedim. O da ne diyeyim diye karşılık verdi. Anama döndüm sen ona bir cevap ver dedim o da ne diyeyim diye karşılık verdi. İkisi de cevap vermeyince, Ben şehâdet getirdim Allah’a hamdettim onu layık olduğu şekilde övgülerle andıktan sonra şöyle dedim: Dikkat edin! Vallahi ben böyle bir şeyi asla yapmadım desem -Allah böyle olduğuma şâhidtir- bu ifade sizin yanınızda bana bir fayda sağlayıcı değildir. Bu konuda çok konuştunuz ve bu konu içinize sinmiştir. Eğer bu işi ben yaptım desem -Allah benim böyle bir iş yapmadığımı biliyor- ama siz hadiseyi kendi aleyhine kabullendi diyeceksiniz. Ben vallahi kendime ve size uygun olabilecek bir örnek bulamıyorum. Ancak bu sırada Yakup ismini zihnimde aradım fakat onu çıkaramadım. Ancak Yusuf’un babası Yakub’un: Sabretmek güzeldir. Allah sizin tüm anlattıklarınıza karşı kendisinden yardım beklenir, dediğini hatırlıyorum. Âişe şöyle devam etti: O anda Rasûlullah (s.a.v.)’e vahiy indirildi. Biz sustuk kendisinden vahiy durumu kalktığı zaman yüzündeki sevinci hemen anladım. O alnını siliyor ve şöyle diyordu: “Ey Âişe müjdeler, Allah senin suçsuz olduğunu bildiriyor” dedi. Ben ise o anda çok öfkeli idim. Annem ve babam: “Kalk ve Rasûlullah (s.a.v.)’e teşekkür et” dediler. Ben de: Hayır vallahi ona da teşekkür etmeyeceğim, size de teşekkür etmeyeceğim; sadece suçsuz olduğumu bildiren Allah’a hamdedeceğim.
Çünkü sizler bu iftirayı duyduğunuzda ne reddettiniz nede beni müdafaa ettiniz. Âişe şöyle dedi: “Cahş’ın kızı Zeyneb’e gelince Allah onu dini konusunda korudu ve benim hakkımda sadece hayır konuştu. Fakat onun kız kardeşi Hamne helak olanlar arasında helak olmuştur.
Bu hadisede konuşanlar Mıstah, Hassân b. Sabit ve münafık Abdulah b. Übey b. Selül dü. Abdullah b. Selül meseleyi daima kurcalar ve söylenenleri toplardı. İçlerinde iftirada en büyük payı alan Hamne idi. Âişe sözünü şöyle sürdürdü. Babam Ebû Bekir’i, Mıstah’ı hiçbir şekilde yararlandırmayacağına yemin etmişti. Bunun üzerine Allah, Nur sûresi 22. ayeti indirdi: “İçinizden iyilik ve varlık sahibi olanlar yakınlarına, düşkünlere, Allah yolunda hicret edenlere onların hatalarından dolayı yardımda bulunmamaya yemin etmesinler. Ve yapageldikleri yardımdan bir eksiltme yapmasınlar, onların kusurlarını affedip bağışlasınlar, aldırış etmesinler. Dikkat edin! Allah’ın sizi bağışlamasını sevip arzu etmez misiniz? Gerçekten Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.” Ebû Bekir, evet vallahi Ey Rabbimiz bizi bağışlamanı elbette isteriz dedi ve Mıstah’a önceden yapmamakta olduğu yardıma yeniden döndü.
(Buhârî, Meğazi, 27; Müslim, Tevbe: 17)
Tirmizî: Bu hadis Hişâm b. Urve’nin rivâyet olarak hasen sahih garibtir. Yunus b. Yezîd, Ma’mer ve pek çok kimse bu hadisi Zührî’den, Urve b. Zübeyr’den, Saîd b. Müseyyeb’den, Alkame b. Vakkâs el Leysî’den, Ubeydullah b. Abdullah’tan ve Âişe’den bu hadisi Hişâm b. Urvenin rivâyetinden daha uzun ve tam olarak rivâyet etmişlerdir.

Âişe (r.anha)’dan rivâyete göre, şöyle demiştir: Benim suçsuzluğumu ilan eden ayetler indirildiği zaman Peygamber (s.a.v), minbere çıktı durumu anlattı ve inen ayetleri okudu. Minberden inince iftira işinde baş rolü oynayan iki erkekle bir kadına iftira cezasının tatbik edilmesi için emir verdi de ceza onlara uygulandı.
(Buhârî, Meğazi: 27; Müslim, Tevbe: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen garib olup sadece Muhammed b. İshâk’ın rivâyetiyle bilmekteyiz.

Âişe (r.anha)’dan rivâyete göre, şöyle demiştir: Şuara sûresi 214. ayeti olan “Ve en yakın hısım ve akrabalarından başlayarak erişebileceğin herkesi uyar” ayeti inince Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştu: “Ey Muttalib’in kızı Safiye, Ey Muhammed’in kızı Fatıma, Ey Abdulmutalib oğulları... Allah’a karşı sizin için yapabileceğim bir şey yok ama malımdan istediğiniz kadar alabilirsiniz.”
(Müslim, İman: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Aynı şekilde Vekî’ ve başkaları Hişâm b. Urve’den ve babasından ve Âişe’den, Muhammed b. Abdurrahman et Tufavî’nin rivâyeti gibi rivâyet etmişlerdir.
Bazıları da Hişâm b. Urve’den, babasından ve Peygamber (s.a.v)’den mürsel olarak rivâyet etmiş olup senedinde “Âişe’yi” zikretmemişlerdir.
Bu konuda Ali ve İbn Abbâs’tan da hadis rivâyet edilmiştir.

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Şuara 214. ayeti inince; Rasûlullah (s.a.v.), Kureyş’i topladı, hususi ve Umumî çağrılarda bulunarak şöyle buyurdu: Ey Kureyş topluluğu kendinizi ateşten koruyunuz çünkü ben sizin için ne bir zarar nede bir fayda verme gücüne sahip değilim Ey Abdumenaf oğulları topluluğu kendinizi ateşten koruyun, sizler için ne faydam nede zarar verebilecek gücüm yoktur. Ey Kusay oğulları topluluğu kendinizi Cehennem ateşinden koruyun size fayda ve zarar verebilecek bir gücüm yoktur.
Ey Abdulmuttalib oğulları! Kendinizi ateşten koruyun sizler için ne fayda ne de zarar verebilecek bir gücüm yoktur. Ey Muhammed’in kızı Fatıma sende kendini Cehennem ateşinden koru senin için fayda ve zarar verebilecek bir imkanım yoktur. Senin için sadece akrabalık bağım vardır onun gereklerini yapacağım. (Buhârî, Vesâyâ: 27; Müslim, İman: 17)
Tirmizî: Bu hadis bu şekliyle hasen sahih garibtir. Bu hadis sadece Musa b. Talha’nın rivâyetiyle bilinir. Ali b. Hucr, Şuayb b. Safvân vasıtasıyla Abdulmelik b. Umeyr’den, Musa b. Talha’dan, Ebû Hüreyre’den mana olarak benzeri şekilde rivâyet edilmiştir.

Simak b. Harb (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Mus’ab b. Sa’d’ten işittim. Babasından babasından naklederek şöyle diyordu: Benim hakkımda dört ayet indirildi dedi ve şöyle anlattı: Sa’d, benim hakkımda dört ayet indirildi dedi ve şöyle anlattı: Sa’d’ın annesi, oğlu Müslüman olunca şöyle demişti: “Allah anne ve babaya iyilik yapmayı emretmemiş midir? O halde ölesiye kadar yemek yemeyeceğim veya sen dininden dönersin.” Sa’d dedi ki: Onu yedirmek için ağzını açarlar ve bir şeyleri zorla yedirirlerdi. Bunun üzerine Ankebût 8. ayeti indirildi: “Biz insana yapacağı hayırlı işlerden biri olarak, anne ve babasına iyi davranmasını emrettik; ama buna rağmen, eğer onlar körü körüne herhangi bir şeyi bana ortak koşmanı isterlerse, onlara uyma. Çünkü, hepiniz sonunda dönüp bana geleceksiniz, o zaman hayatta iken yapmış olduğunuz herşeyi, iyi ve kötü yönleriyle gözünüzün önüne sereceğim.”
(Müslim, Cihâd: 27; Nesâî, Cihâd: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.

Ümmü Hanî (r.anha)’dan rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.), “...toplantılarınızda her türlü hayasızlığı yapacaksınız öyle mi?...” Ankebût sûresi 29. ayeti hakkında şöyle demiştir: “Yeryüzündeki insanlara fiske taşı atarlar ve onlarla alay ederlerdi.”
(Müsned: 25656)
Tirmizî: Bu hadis hasendir. Bu hadisi sadece Hatîm b. ebî Sağîre’nin, Simâk’den yaptığı rivâyetle bilmekteyiz.
Ahmed b. Abde ed Dabbî,Süleym b. Ahzar vasıtasıyla Hatîm b. ebû Sağire’den bu senedle hadisin bir benzerini rivâyet etmiştir.

İbn Abbâs (r.a.), Rûm sûresi 1-3. ayetleri hakkında “ğalebet” ve “ğulibet” şeklinde okumuştur. Müşrikler; İranlıların, Rumları mağlub etmelerini isterlerdi. Çünkü kendileri de onlar gibi puta tapan kimselerdi. Müslümanlar ise kitap ehli olduklarından Rumların İranlılara gâlib gelmelerini istemekte idiler. Müşrikler bunu Ebû Bekir’e söylediler. Ebû Bekir de Peygamber (s.a.v)’e söyledi ve Rasûlü Ekrem muhakkak Rumlar gâlib gelecektir, buyurdu. Ebû Bekir Peygamber (s.a.v)’in sözünü müşriklere anlattı. Bunun üzerine müşrikler seninle bizim aramızda bir müddet tayin et şayet biz bahsi kazanırsak şu ve şu kadar deve bizim olacak eğer siz bahsi kazanırsanız şu ve şu kadar deve sizin olacaktır, dediler. Ebû Bekir süreyi beş yıl olarak tayin etti. Fakat Rumlar gâlib gelemediler. Durumu Peygamber (s.a.v)’e anlattılar. Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: Bu süreyi on yıla kadar uzatsaydın. Ebû Saîd diyor ki: “Bıd’ı” ondan aşağı demektir. İbn Abbâs diyor ki: Bundan sonra Rumlar gâlib geldiler. İşte Allah’ın Rum sûresi 1-5. ayetleri bundan dolayı inmiştir. Sûfyân diyor ki: Rumların, Bedir günü İranlılara gâlib geldiklerini işittim.
(Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahih garibtir. Bu hadisi sadece Sûfyân’ın Habib b. ebî Amre’den rivâyetiyle bilmekteyiz.

Niyâr b. Mükrem el Eslemî (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: “ 1) Elif, Lâm, Mîm. 2) Bizanslı Rûmlar yenilgiye uğradılar. 3) Bizans ordusu Arapların yurtlarının bulunduğu yakın bir yerde yenildiler. Fakat onlar bu yenilgilerinden sonra, yeniden üstünlük sağlayacaklar. 4) Bir kaç yıl içinde; çünkü karar yetkisi eninde sonunda Allah’a aittir. İşte o gün inananlar sevineceklerdir.” Rum sûresi 1- 4. ayetleri inince İranlılar bu ayetlerin indiği dönemlerde Rumları yenilgiye uğratmışlardı. Müslümanlar ise Rumların İranlılara gâlib gelmelerini istemekte idiler. Çünkü kendileri de onlar da kitap ehli idiler. Bundan dolayı Allah, Rum sûresi 4-5. ayetlerini indirdi: “ 4) ...İşte o gün inananlar sevineceklerdir. 5) Allah’ın yardımına; çünkü O dilediğine yardım eder. O güçlüdür, gücüne hiçbir güç erişemez, O çok acıyan ve merhamet edendir.”
Kureyş ise İranlıların gâlib gelmelerini istiyorlardı. Çünkü Kureyş te İranlılar da ne kitap ehli idiler ne de ölümden sonraki dirilmeye inanıyorlardı. Allah bu ayetleri indirdiği zaman Ebû Bekir çıktı Mekke çevresinde Rum sûresi 1-4. ayetlerini var gücüyle bağırdı. Kureyşten bazı kişiler Ebû Bekir’e bu konu sizinle bizim aramızda olsun sizin adamınız Muhammed, Rumların İranlıları birkaç sene içersinde mağlub edeceğini ilan ediyor. Bu konuda seninle bahse tutuşabilir miyiz? Ebû Bekir: “Evet” dedi. Bu olay bahse girmenin haram kılınmasından önce idi. Ebû Bekir ve müşrikler bahse girdiler ve belli bir rakamda anlaştılar. Sonra Ebû Bekir’e; “Bıd’ı” birkaç kelimesini kaç sene olarak tayin edeceksin? Seninle bizim aramızda ortalama bir müddet tayin edebilirsin, dediler. Sonra müddeti altı sene olarak tayin ettiler. Bu altı sene Rumlar zafer kazanmadan geçti müşriklerde Ebû Bekir’in rehinini aldılar. Yedinci sene girince Rumlar, İranlılara karşı gâlib geldiler. Müslümanlar, Ebû Bekrin Altı seneyi tayin etmesini kınadılar. Çünkü Allah; “Bıd’ı” üçten dokuza kadar zaman birimi buyurmuştu. O zaman pek çok kimseler Müslüman olmuştu.
(Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis Niyâr b. Mükrem’in rivâyeti olarak sahih hasen garibtir. Bu hadisi sadece Abdurrahman b. ebû’z Zinad’ın rivâyetiyle bilmekteyiz.

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Allah: “Salih kullarıma hiçbir gözün görmediği hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir kimsenin gönlümden geçmeyen nimetler hazırladım” buyurmuştur. Allah’ın kitabında bunun doğrulayıcısı Secde sûresi 17. ayetidir.
(Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27; Müslim, Cennet: 17)

Şa’bî (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Muğîre b. Şu’be, minber üzerinde merfu olarak Rasûlullah (s.a.v.)’den şöyle aktarıyordu. Musa Rabbine sordu ve Ey Rabbim dedi. Cennetliklerin en aşağı derecede olanı kimdir? Allah şöyle buyurdu: “Tüm Cennetlikler Cennete girdikten sonra Cennete gelecek bir adamdır ki kendisine gir denilecek o da: “Nasıl gireyim herkes her tarafı işgal etmiş ve alacaklarını almışlar” diyecektir. Bunun üzerine ona şöyle denilecek: “Dünya krallarından bir krala ait olan her şeyin senin olmasına razı olur musun?” “Evet Ey Rabbim ben buna razıyım” diyecek sonra kendisine: “Sen, buna ve bunun katlarına sahip olacaksın” denilecek o da: “Kabul ettim Ey Rabbim” diyecektir. Yine kendisine tüm bunlar ve hepsinin 10 katı senindir denilecektir. O da Ey Rabbim razıyım tamam diyecektir. Sonunda kendisine şöyle denilecek: “Canının çektiği her şeye gözünün beğendiği her şeye sahib olacaksın” denilecektir.
(Müslim, İman: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Bazıları bu hadisi Şa’bî’den, Muğîre’den merfu olmaksızın rivâyet etmişlerdir. Merfu olanı daha sahihtir.

Enes (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Amcam Enes b. Nadr -ki ben onun ismini taşıyorum- Rasûlullah (s.a.v.) ile beraber Bedir savaşına katılmamıştı bu kendisine çok zor gelmişti de şöyle demişti: “Rasûlullah (s.a.v.)’in yaptığı ilk savaşta kendisiyle birlikte olamadım. Fakat başka bir savaş olursa o savaşta ne yapacağımı elbette herkes görecektir” dedi, başka türlü konuşmaktan çekindi. Ertesi yıl Rasûlullah (s.a.v.) ile Uhud savaşına katılmıştı. O sırada Sa’d b. Muâz ile karşılaşmış ve: “Ey Ebû Amr nereye” demiş oda: “Cennetin kokusuna doğru...” demiş o kokuyu Uhud’un yanında buluyorum demiştir. Savaştı ve sonunda şehîd edildi. Cesedinde kılıç ok ve mızrak yarası olarak seksenden fazla yara bulundu.
Halam, Nadr kızı Rübeyyi’: “Kardeşimi sadece parmak uçlarından tanıyabildim” demiştir. Ahzab sûresi 23. ayet bu olay üzerine indi: “Mü’minlerden öyle kimseler vardır ki, Allah’a verdikleri sözde durdular. Onlardan kimi adağını yerine getirdi ve şehîd oldu, kimi de şehîdliği beklemektedir. Verdikleri sözü münafıklar gibi değiştirmediler.”
(Buhârî, Cihâd: 27; Müslim, İmara: 17)

Enes b. Mâlik (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Amcası, Bedir savaşına katılmamış ve şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)’in müşriklere yapılacak bir savaşta beni bulundurursa neler yapacağımı herkes görecektir. Uhud savaşındaki Müslümanların kısa bir süre bozguna uğradıklarını görünce şöyle demişti: Müşriklerin meydana getirdikleri bu bozgun durumundan beni sorumlu tutma kendi arkadaşlarımın da kaçışmalarından dolayı senden özür dilerim dedi ve sonra ilerledi. O sırada Sa’d b. Muâz kendisiyle karşılaşmış ve: “Ey kardeşim ne yaparsan ben de seninle beraberim fakat senin yaptığını yapamıyorum” demişti. Sonra onun vücudunda kılıç darbesi ok ve mızrak yarası olarak seksenden fazla yara bulundu. Ahzab sûresi 23. ayeti bu gibi kimseler hakkında nazil olmuştur: “Mü’minlerden öyle kimseler vardır ki, Allah’a verdikleri sözde durdular. Onlardan kimi adağını yerine getirdi ve şehîd oldu, kimi de şehîdliği beklemektedir. Verdikleri sözü münafıklar gibi değiştirmediler.”
(Buhârî, Cihâd: 27; Müslim, İmara: 17)
Yezîd: “Bu ayet, bu gibi şehîdler hakkındadır” diyor.
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.

Âişe (r.anha)’dan rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), hanımlarını dünya ve ahiret konusunda serbest bırakması emredildiğinde benden başladı ve şöyle dedi: “Ey Âişe ben sana bir meseleyi hatırlatacağım; sen buna cevap vermek içinacele etmeyebilirsin? Anne ve babandan danışıp görüşlerini de alabilirsin.” Âişe şöyle devam etti: Anam babamın benim kendisinden ayrılmayı bana emretmeyeceklerini bilmekte idi. Sonra Rasûlullah (s.a.v.), sözünü şöyle sürdürdü ve Ahzab sûresi 28-29. ayetlerini okudu: “Ey peygamber! Eşlerine söyle: “Eğer siz, dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız, gelin size boşanma bedelini vereyim ve sizi güzellikle salıvereyim. Yok eğer sizler Allah’ı, elçisini ve ahiret hayatının güzelliklerini istiyorsanız bilin ki Allah, sizden güzel hareket ve davranışta bulunanlara, büyük bir mükafat hazırlamıştır.” Bunun üzerine ben anne ve babama bunun neresini danışacağım ben Allah’ı ahiret yurdunu ve peygamberini istiyorum. Peygamberlerin tüm aileleri de aynen benim yaptığım gibi yaptılar.
(Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27; Müslim, Talak: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Bu hadisi aynı zamanda Zührî, Urve ve Âişe’den rivâyet edilmiştir.

İbn Ömer (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Biz, Hârisenin oğlu Zeyd’i, Muhammed’in oğlu Zeyd diye çağırırdık. Nihayet Ahzab sûresi 5. ayeti indi: “Evlatlık olarak aldığınız çocuklara gelince, onları gerçek babalarının isimleri ile çağırın. Bu Allah nezdinde, daha adaletli bir davranıştır. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, onları din kardeşleriniz ve dostlarınız olarak görün. Her konuda olduğu gibi, bu konularda da yanılarak yaptığınız hususlarda, size bir günah yoktur. Asılönemli olan, kalplerinizle kastederek yaptığınız işlerde günah vardır. Gerçekten de Allah, çok bağışlayan ve çok acıyandır.”
(Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27; Müslim, Fedail-üs Sahabe: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.

Kabûs b. Ebû Zabyan (r.a.), babasından aktararak şöyle demiştir: İbn Abbâs’a, Ahzab sûresi 4. ayeti hakkında ne dersin orada ne demek istenmiştir dedik şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v.), bir gün namaza durmuştu; hatırına bir şeyler geldi ve namazında yanılmıştı da kendisiyle birlikte namaz kılan münafıklar: O’nun iki kalbi olduğunu görmüyor musunuz? bir kalb sizinle, bir kalbte onlarla dediler. Bunun üzerine Allah Ahzab sûresi 4. ayetini indirdi: “Allah hiç kimseye tek vücutta, iki kalp yaratmamıştır ve kendilerini annelerine benzeterek yemin edip boşamaya kalktığınız eşlerinizi de hiçbir zaman sizin anneleriniz yapmamış ve evlatlıklarınızı da, gerçek çocuklarınız gibi saymamıştır. Bunlar sizin ağızlarınıza geliveren, kuru laflardan ibarettir. Halbuki Allah, mutlaka sözün doğrusunu söyler ve doğru yola iletir.”
(Müsned: 2285)
Abd b. Humeyd, Ahmed b. Yunus vasıtasıyla Züher’den bu hadisin bir benzerini bize aktarmıştır. Tirmizî: Bu hadis hasendir.

Enes (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Zeyneb binti Cahç hakkında “... Fakat Zeyd o kadınla beraberliğini sona erdirdiğinde onu seninle evlendirdik...” ayeti indirilince Zeyneb, Peygamber (s.a.v)’in diğer hanımlarına karşı övünür ve şöyle derdi: “Sizleri kendi aileleriniz evlendirdi. Beni ise yedi kat semanın üstünden Allah evlendirdi.”
(Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27; Müslim, Cuma: 17)

Enes b. Mâlik (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v) evlenmiş ve zifaf yapmıştı. Bu münasebetle annem Ümmü Süleym hurma keş ve yağdan yapılan “Hays” yemeği yapmıştı ve bir tabağa koymuş ve Ey Enes bunu Rasûlullah (s.a.v.)’e götür ve ona deki: “Bunu size annem gönderdi. Size selamı var bu yemek biraz az oldu.” Yemeği Rasûlullah (s.a.v.)’e götürdüm, Annemin selamı var bu yemeği gönderdi ve az olduğunu da söyledi dedim. Rasûlullah (s.a.v.) onu oraya bırak sonra bazı kişilerin adlarını vererek falan falanı ve tüm karşılaştığın kimseleri çağır dedi. Ben de isimlerini verdiği kimseleri ve karşılaştığım kimseleri çağırdım. Enes’e sordum kaç kişiydiler diye üçyüz kişi kadar vardı dedi. Rasûlullah (s.a.v.), bana dedi ki: Enes Kase’yi getir. Onlarda içeri girdiler sofa ve hücre doldu. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Onar kişilik halkalar oluşturulsun ve herkes önünden yesin.” Herkes doyuncaya kadar yedi, bir gurup çıktı bir gurup girdi. Hepsi yedi Rasûlullah (s.a.v.), Ey Enes Kaseyi kaldır buyurdu. Ben de kaldırdım koyduğum zaman mı daha çoktu yoksa kaldırdığım zaman mı daha çoktu bilemiyorum. Davetlilerden bazı insanlar peygamberin evinde oturup sohbete daldılar. Rasûlullah (s.a.v.)’de oturuyordu. Ailesi ise yüzünü duvardan yana çevirmişti.
Peygamber (s.a.v)’e bu davranışları ağır geldi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) çıktı, öteki hanımlarına selam verdi ve dönüp geldi. Peygamber (s.a.v)’in dönüp geldiğini görünce onu üzdüklerini anlayarak kapıya doğru yüklenip çıkıp gittiler. Rasûlullah (s.a.v.) geldive ara yerdeki perdeyi indirdi ve ailesiyle zifaf yaptı. Ben ise hücrede oturmakta idim. Rasûlullah (s.a.v.) kısa bir zaman kaldıktan sonra benim yanıma çıktı sonra Ahzab sûresi 53. ayet nazil oldu: “Ey inananlar! İzin verilmedikçe, peygamberin evlerine girmeyin ve yemek için davet edildiğiniz zaman, erkenden gidip, hazırlanmasını beklemeye kalkışmayın. Çağrıldığınızda en uygun zamanda girin, yemeği yiyince hemen ayrılın, lafa dalmayın, bu durum peygamberi üzüyordu fakat O, size bunu söylemekten utanıyordu. Ama Allah, doğruyu size öğretmekten çekinmez. Peygamber hanımlarından birşey isteyeceğiniz veya soracağınız zaman, perde arkasından isteyin ve sorun. Bu durum, hem sizin kalpleriniz, hem de onların kalpleri bakımından fitne ve kötü zannı giderici, temiz bir davranıştır. Allah’ın peygamberini incitmeniz ve kendisinden sonra, O’nun eşleriyle evlenmeniz, size asla helal değildir. Çünkü bu, Allah katında büyük bir günahtır.” Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) bu ayetleri Müslümanlara okudu.
Ca’d, Enes’den naklederek şöyle dedi: Bu ayetlerin iniş zamanına en yakın olan benim. Bundan sonra Peygamber (s.a.v)’in hanımları kapandılar ve yabancılardan uzak kalmaya başladılar.
(Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27; Müslim, Nikah: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.

Ebû Mes’ûd el Ensarî (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), bizim yanımıza gelmişti. Biz de Sa’d b. Ubâde’nin yanında oturuyorduk. Beşîr b. Sa’d, Peygamberimize dedi ki:“Allah bize sana salavat getireceğimizi emretti şimdi sana nasıl salavat getirelim?” Peygamber (s.a.v) sustu keşke bu soruyu sormamış olsaydı dedik. Sonra Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Şöyle deyiniz: “Ey Allah’ım, Muhammed (s.a.v.)’e, O’nun soy sop ve inanan yakınlarına İbrahim (a.s.) ve onun soy sopuna rahmet edip hoş muamele ettiğin gibi muamele et. Muhammed (s.a.v.)’e onun soy sop ve inanan yakınlarını mübarek kılıp bereketli hayatlar nasib ettiğin gibi alemde mübarek kıl gerçekten sen övülmeye layık ve şanı şerefi yüce olansın” Salat budur selam da bildiğiniz gibidir.
(Müslim, Salat: 27; Ebû Dâvûd, Salat: 17)
Tirmizî: Bu konuda Ali, Ebû Humeyd, Ka’b b. Ucre, Talha b. Ubeydullah, Ebû Saîd, Zeyd b. Harîce, (Hârise de denilir) ve Büreyde’den de hadis rivâyet edilmiştir.
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: Musa (a.s.) çok utangaç ve hayalı idi. Hayasından dolayı derisinden bile bir şey görünmezdi. İsrailoğulları bu yüzden kendisine eziyet ederlerdi ve şöyle derlerdi: “Bunun böylece örtünmesinin tek sebebi ya derisinde cilt hastalığı olması veya kasık yarığı hastalığı yada başka bir hastalığı vardır.” Allah, Musa’yı onların söylediklerinden temize çıkarmak istedi. Musa bir gün yalnız kalmıştı, elbiselerini bir taşın üzerine koyarak yıkanmıştı. Yıkanma işini bitirdiği zaman elbiselerini almak üzere taşa yöneldi fakat taş elbiselerini alıp yürümeye başladı. Musa da asasını alarak taşın arkasına düştü ve ey taş! elbisemi ver ey taş elbisemi ver! demeye başladı sonunda İsrailoğullarından bir toplumun yanına bu vaziyette varmış oldu onlarda Musa’yı çıplak vaziyette ve yaratılış olarak insanların en güzeli olarak gördüler. Böylece Allah ta O’nu onları söylemekte oldukları şeylerden temize çıkardı. Rasûlullah (s.a.v.), sözüne şöyle devam etti: Taş durdu, Musa da elbisesini aldı ve giydi. Asasıyla taşa vurmaya başladı. Vallahi Musa’nın asasının darbelerinden dolayı o taşla üç dört ve beş yara izi vardır. İşte Allah’ın Ahzab sûresi 69. ayetinde söylediği sözün anlamı budur: “Ey iman edenler! Siz de Musa’ya eziyet eden, İsrailoğulları gibi olmayın. Unutmayın ki Allah onu, kendisine karşı ileri sürdükleri iddialardan temize çıkardı. Çünkü o, Allah katında pek değerliydi, büyük şeref ve itibar sahibiydi.”
(Buhârî, Gusul: 27; Müslim, Hayz: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Daha değişik şekilde Ebû Hüreyre’den rivâyet edilmiştir. Bu konuda Enes (r.a.)’den de hadis rivâyet edilmiştir.

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Allah gökyüzünde bir işe hükmettiği zaman melekler onun emrine boyun eğerek kanat çırparlar o kanatlarının sesi sanki sert taşın üzerinde zincirin çıkardığı sese benzer. Kalblerinden korku ve endişe kalkınca: Rabbiniz ne buyurdu? Diyerek birbirlerine sorarlar ve şöyle derler: “Doğru ve gerçek olanı O ne yücedir ne büyüktür” (Sebe’ sûresi 23. ayet) Şeytanlarda Allah’ın sözlerinden bir şeyler kapmak için üst üste yığılmışlardır.
(İbn Mâce, Mukaddime: 17)

Ebû Zerr (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Güneş battığı sırada mescide girmiştim. Peygamber (s.a.v), oturmakta idi ve bana: “Ey Ebû Zerr! Şu güneşin nereye gittiğini biliyor musun?” buyurdu. Ben de Allah ve Rasûlü daha iyi bilir dedim. Şöyle buyurdular: O gidiyor secde etmek için izin istiyor ve kendisine izin veriliyor. Sanki ona günün birinde geldiğin yerden doğ denilecek oda battığı yerden doğacaktır. Rasûlullah (s.a.v.), sonra Yasin sûresi 38. ayetini okudu: “Ve güneşde de onlar için bir alamet ve işaret vardır. O da kendine ait bir yörüngede akıp gider. Bu kudret sahibi ve herşeyi bilen Allah’ın iradesinin bir sonucudur.” İşte bu güneşin istikrar bulmasıdır. Ebû Zerr dedi ki: Abdullah b. Mes’ûd’un okuyuş şekli böyledir.
(Buhârî, Bed-il Halk: 27; Müslim, İman: 17)

İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Ebû Tâlib hastalanmıştı. Kureyş onu ziyarete geldi. Peygamber (s.a.v)’de amcasını ziyarete gelmişti. Ebû Tâlib’in yanında bir kişilik oturma yeri vardı. Ebû Cehil kalkıp oraya Rasûlullah (s.a.v.)’in oturmasına engel olmaya çalıştı. Sonra Rasûlullah (s.a.v.)’i Ebû Tâlib’e şikayet ettiler. Ebû Tâlib Rasûlullah (s.a.v.)’e Ey kardeşimin oğlu milletinden ne istiyorsun? Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Onlardan bir kelime istiyorum ki Arapların hepsi bunlara boyun eğecek acemler de kendilerine cizye ödeyeceklerdir. Ebû Tâlib: “Bir kelimemi?” diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.) “Bir kelime” buyurdu ve şöyle devam etti: Ey amca “lailahe illallah” deyiniz. Bunun üzerine hepsi birden: “Biz bunu önceki dinlerin hiçbirinde duymadık bu uydurmadan başkası değildir” dediler. (Sa’d sûresi 7. ayet) bunun üzerine onlar hakkında Kur’ân indirildi (Sa’d sûresi 1-6. ayetler)
(Müsned: 1904)
Tirmizî: Bu hadis hasendir.
Yahya b. Saîd, Sûfyân’dan, A’meş’den bu hadisin bir benzerini rivâyet etmiştir. Tirmizî: Yahya b. Imara, Bündar vasıtasıyla Yahya b. Saîd’den Sûfyân’dan, Ameş’den bu hadisin bir benzerini rivâyet etmiştir.

Zübeyr (r.a.)’den rivâyet edilmiştir, dedi ki: Zümer sûresi 31. ayet indiği zaman Zübeyr dedi ki: Dünyada aramızda olanlardan sonra birbirimizden davacı olmamız tekrarlanacak mı? Rasûlullah (s.a.v.) evet buyurdu. Bunun üzerine Zübeyr: “O halde iş o zaman çok ağırdır” dedi.
(Müsned: 1321)

Abdullah b. Mes’ûd (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Bir Yahudi peygambere gelerek: “Ya Muhammed! Gökleri bir parmağıyla, dağları bir parmağıyla yeryüzünü bir parmağıyla, diğer tüm yaratıkları da bir parmağıyla tutarak mülkün sahibi benim buyurmaktadır. Öyle mi demiştir?” Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) azı dişleri görününceye kadar güldü Zümer sûresi 67. ayetini okudu: “Allah’tan başkasına kulluk edenler, Allah’ı gerçek bir şekilde tanıyamadılar...”
(Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27; Müslim, Sıfat-il Kıyame: 17)
Abdullah (r.a.)’den rivâyet edilmiştir: Yahudinin geçen sözü üzerine Peygamber (s.a.v), hayret ederek ve tasdik ederek gülümsedi.
(Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27; Müslim, Sıfat-il Kıyame: 17)

Mûcâhid (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: İbn Abbâs dedi ki: “Cehennemin genişliği ne kadardır. Biliyor musun?" Ben de: “Hayır” dedim. İbn Abbâs dedi ki: “Evet vallahi bilemezsin” Bana, Âişe anlattı kendisi Rasûlullah (s.a.v.)’e Zümer sûresi 67. ayetinin manasını sormuştu. Âişe diyor ki: “Ey Allah’ın Rasûlü! O gün insanlar nerede olacaklar?” Şöyle buyurdu: “Cehennem köprüsü üzerinde...”
(Müslim, Sıfat-il Kıyame: 27; İbn Mâce, Zühd: 17)

Ebû Saîd el Hudrî (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Sur’a üfleyerek görevli melek surunu ağzına almış alnını eğmiş üfleme emrini beklemekte iken ben nasıl dünya zevkine dalabilirim? Bunun üzerine Müslümanlar: Böyle bir durum olursa ne diyelim. Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurdu: “Allah bize yeter ne güzel vekildir. O sadece Rabbimiz olan Allah’a tevekkül edip güvenip dayanmışız” deyiniz. Sûfyân: “Sadece Allah’a güvenip dayanırız” demiştir.
(Müsned: 10614)
Tirmizî: Bu hadis hasendir.

Abdullah b. Ömer (r.a.)’den rivâyete göre: bir bedevî, Ey Allah’ın Rasûlü! “Sûr” nasıl bir şeydir? Diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.)’de: “Boynuza benzeyen üflenecek ses çıkaran bir alettir” buyurdu.
(Ebû Dâvûd, Sünnet: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen olup, bu hadisi sadece Süleyman et Teymî’nin rivâyetiyle bilmekteyiz.

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.)’den şöyle buyurduğunu aktarılmıştır: Kıyamet günü bir tellal şöyle seslenecektir: “Size ölmemek üzere bir hayat aile hastalanmamak üzere bir sağlık, asla ihtiyarlığı olmayan bir gençlik ve darlığı olmayan bir bolluk vardır.” Allah’ın, Araf sûresi 43. ayetindeki mana budur: “Oraya girmeden önce, onların içinde takılıp kalmış olabilecek düşünce ya da duygu türünden uygunsuz ne varsa hepsini silip atacağız; orada önlerinde dereler, ırmaklar çağıldayacak ve onlar: “Eksiksiz bütün övgüler bizi bu bahtiyarlığa eriştiren Allah’a yakışır. Çünkü O bize yol göstermeseydi, biz asla doğru yolu bulamazdık! Ve Rabbimizin elçileri bize gerçekten doğruları söylemişler” diyecekler. Ve bir ses: “İşte geçmişte edip eyledikleriniz sayesinde, kazandığınız Cennet bu” diye seslenecek.”
(Müslim, Cennet: 27)
Tirmizî: İbn’ül Mübarek ve başkaları bu hadisi Sevrî’den merfu olmaksızın rivâyet etmişlerdi.

Numân b. Beşîr (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)’den işittim şöyle diyordu: “Duâ ibadetin kendisidir” sonra Mü’min sûresi 60. ayetini okudu: “Ama Rabbiniz buyuruyor ki: “Bana duâ edin, duânızı kabul edeyim. Şüphesiz ki, bana kulluk etmekten ululuk taslayarak çekinenler, aşağılık bir halde Cehenneme gireceklerdir.”
(İbn Mâce, Duâ: 27)

İbn Mes’ûd (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Ka’be’nin yanıbaşında ikisi Kureyşten biri sakiften veya ikisini sakiften biri Kureyş’den üç kişi ki anlayışları kıt şişman üç kişi münakaşa etmişlerdi. Bunlardan biri: Ne dersiniz? Allah konuştuklarımızı işitiyor mu? demişti. Diğeri sesli konuşursak işitir değilse işitmez dedi. Öteki de sesli konuştuğumuzda da mutlaka işitir dedi. Bunun üzerine Allah, Fussilet sûresi 22, ayetini indirdi: “Ve siz günahları işlerken kulaklarınızın, gözlerinizin, derilerinizin aleyhinizde şâhidlik edeceklerini ümit etmiyor, onlardan hiçbir şeyinizi gizlemiyordunuz ve hatta sanıyordunuz ki, yaptıklarınızın pek çoğunu Allah bile bilmez.”
(Buhârî, Tefsir-ül Kur’an: 27; Müslim, Sıfat-il Münafıkın: 17)

Abdurrahman b. Yezîd (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Abdullah b. Mes’ûd şöyle dedi: Ka’be’nin örtüsüne gizlenmiş vaziyette iken, anlayışları kıt, şişman üç kişi geldiler -biri kureyşten diğer ikisi de akrabaları olan sekîften idiler- Anlayamadığım bir şeyler konuştular sonra onlardan biri dedi ki: “Ne dersiniz? Allah bu konuştuklarımızı işitiyor mu?” diye sordu. Diğeri ise: “Yüksek sesle konuşursak işitir, sesimizi kısarsak işitmez” dedi. Öteki ise konuştuklarımızdan bir şey işitmiş ise hepsini de işitmiştir diye cevap verdi. Abdullah dedi ki: Durumu Peygamber (s.a.v)’e anlattım, bunun üzerine Allah, Fussilet sûresi 22-23. ayetlerini indirdi: “Ve siz günahları işlerken kulaklarınızın, gözlerinizin, derilerinizin aleyhinizde şâhidlik edeceklerini ümit etmiyor, onlardan hiçbir şeyinizi gizlemiyordunuz ve hatta sanıyordunuz ki, yaptıklarınızın pek çoğunu Allah bile bilmez.” “Ve Rabbiniz hakkında beslediğiniz bu kötü zan yok mu, sizi o helak etti ve zararlı çıkanlardan oldunuz.”
(Buhârî, Tefsir-ül Kur’an: 27; Müslim, Sıfat-il Münafıkın: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Mahmûd b. Gaylân, Vekî’ vasıtasıyla Sûfyân’dan, A’meş’den, Imara b. Umeyr’den, Vehb b. Rabia’dan ve Abdullah’tan bu hadisin bir benzerini bize aktarmıştır.

Abdulmelik b. Meysere (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Tavûs’tan işittim şöyle diyordu: İbn Abbâs’a, Şûrâ sûresi 23. ayeti: “Allah, o Cenneti, iman edip, doğru ve yararlı işler yapan kullarına bir müjde olarak vermektedir. De ki ey Muhammed: “Ben sizden, peygamberlik görevime karşılık bir ücret istemiyorum. İstediğim ancak akrabalık sevgisidir. Kim güzel bir iş yaparsa, biz onun bu husustaki sevâbını kat kat artırırız. Şüphesiz ki Allah, suçları bağışlayan ve şükrün karşılığını verendir” hakkında soruldu da Saîd b. Cübeyr şöyle dedi: “Muhammed (s.a.v.)’in ehli beytinin akrabalığı” İbn Abbâs ise şöyle dedi: Biraz acele davrandın, Rasûlullah (s.a.v.)’in Kureyş’in tüm oymaklarında bir akrabalık bağı olduğunu biliyor musun? Sonra Rasûlullah (s.a.v.), ayetin tefsiri olarak şöyle demiştir: “Benimle sizin aranızda akrabalığı koparmamızdan başka...”
(Buhârî, Menakıb: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
İbn Abbâs’tan değişik şekillerde de rivâyet edilmiştir.

Ebû Umâme (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Hidayet üzere olduktan sonra sapıklığa düşen bir topluluğa ancak kavga ve çekişmek verilir.” Sonra Rasûlullah (s.a.v.), Zuhruf sûresi 58. ayetini okudu: “Ve “Hangisi daha iyi, bizim ilahlarımız mı, yoksa O’mu?” derler. Ama onlar bu karşılaştırmayı tartışma olsun diye ortaya attılar. Doğrusu onlar kavgacı ve tartışmacı bir toplumdur.”
(İbn Mâce, Mukaddime: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Bu hadisi sadece Haccac b. Dinar’ın rivâyetiyle bilmekteyiz.

Âişe (r.anha)’dan rivâyete göre, şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v), bir yağmur bulutu gördüğü zaman bir ileri bir geri gelir giderdi o bulut yağmur indirince rahatlardı. Kendisine bunun sebebini sordum şöyle buyurdu: Bilemem belki de bu bulut, Allah’ın Kur’ân’da Ahkaf sûresi 24. ayette bildirildiği bulut olabilir: “Nihayet gelecek azabı, ufukta geniş bir bulut halinde, vadilerine doğru geldiğini görünce: “Bu bize yağmur yağdıracak bir buluttur” dediler. Hûd peygamber de: “Hayır, o sizin acele gelmesini istediğiniz şeydir, acıklı azabı getiren rüzgardır.”
(Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27; Müslim, Salat-ül İstiska: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasendir.

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyet edilmiştir. Muhammed sûresi 19. ayeti nazil olması üzerine: “Bil ki, Allah’tan başka ilah yoktur gerçek İlah olarak ancak Allah vardır. Hem kendi kusurlarından, hem mü’min erkek ve kadınların kusur ve günahlarından dolayı bağışlanma dile. Çünkü Allah, sizin dönüp dolaşacağınız yeri de bilir, varıp duracağınız yeri de bilir.” Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Ben hergün Allah’a yetmiş kere istiğfar eder bağışlanmamı isterim. (Buhârî, Deavat: 27; İbn Mâce, Edeb: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Ebû Hüreyre’den, Rasûlullah (s.a.v.)’in şöyle buyurduğu da rivâyet edilmiştir: Ben, her gün Allah’a yüz kere istiğfar eder bağışlanmamı isterim.
Yine Rasûlullah (s.a.v.)’den değişik bir şekilde: “Ben günde yüz kere Allah’a istiğfar eder bağışlanmamı dilerim.” Muhammed b. Amr, Ebû Seleme’den ve Ebû Hüreyre’den aynı hadisi rivâyet etmiştir.

Zeyd b. Eslem (r.a.)’in babasından rivâyete göre, şöyle demiştir: Ömer b. Hattâb’ın şöyle dediğini işittim: Seferlerinden birinde Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikteydik. Rasûlullah (s.a.v.) ile konuştum, sustu tekrar konuştum yine sustu sonra tekrar konuştum yine sustu. Ben de devemi hareket ettirdim ve bir kenara çekildim. Kendi kendime: “Ey Hattâb’ın oğlu, anan acına yansın. Rasûlullah (s.a.v.) ile üç kere ısrar ettin üçünde de seninle konuşmadı, dolayısıyla hakkında bir Kur’ân ayeti inmesine ne kadar da layık hale geldin” dedim. Tam bu durumda iken beni çağıran birini duydum, derhal Rasûlullah (s.a.v.)’in yanına geldim. Rasûlullah (s.a.v.): “Ey Hattâb’ın oğlu! Allah bu gece bana bir sûre indirdi ki bu sûre karşılığında güneşin doğduğu her şey benim olsun istemem; “Şüphesiz biz senin için apaçık bir zaferin önünü açtık”
(Feth 1) (Buhârî, Meğazî: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahih garibtir.
Bazıları bu hadisi Mâlik’den, mürsel olarak rivâyet etmiştir.

Enes (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)’e Hudeybiye dönüşünde (Feth sûresi 2. ayeti); “Böylece Allah senin hem geçmişte, hem de gelecekteki bütün hatalarına karşı bağışlayıcılığını gösterecek, yani her türlü sıkıntı ve tasalardan seni kurtaracak ve sana kafa tutanları, sana baş eğdirmek suretiyle nimetini sana tamamlayacaktır ve gönderdiği son din ile Cennete götüren yola seni iletecektir.” İnmişti. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), bana bir ayet indi ki; Yeryüzünde olan her şeyden bana daha sevimlidir. Sonra Rasûlullah (s.a.v.), ashabına bu ayeti okudu Onlar da “Sağlık ve saadetle...” dediler. Allah sana nasıl muamele yapılacağını açıkladı ya bize nasıl muamele edilecektir? Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) (Feth sûresi 5. ayeti) indirildi: “Ve Allah’ın mü’min erkek ve kadınları, içinden ırmaklar akan Cennetlere sokması, günah ve kusurlarını örtmesi içindir. Bu Allah katında gerçekten büyük bir kurtuluştur.”
(Buhârî, Meğazî: 27; Müslim, Cihâd: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Bu konuda Mücemmi’ b. Cariye’den de hadis rivâyet edilmiştir.

Enes (r.a.)’den rivâyete göre, Sabah namazı vaktinde müşriklerden silahlı seksen kişi Ten’ım bölgesinden Rasûlullah (s.a.v.)’ın ashabının üzerine indiler. Bunlar, Rasûlullah (s.a.v.)’i öldürmek istiyorlardı. Hepsi yakalandı. Ve Rasûlullah (s.a.v.), Bunların hepsini serbest bıraktı. Bunun üzerine Allah Feth sûresi 24. ayetini indirdi: “O Allah ki, sizi onların üzerine galip getirdikten sonra, Mekke’nin göbeğinde onların elini sizden, sizin elinizi onlardan çeken O’dur. Allah ne yaparsanız hepsini görür.”
(Müslim, Cihâd: 27; Ebû Dâvûd, Cihâd: 17)

Ebû Cübeyre b. Dahhak (r.a.)’den aktarıldığına göre, şöyle demiştir: Bizden bir kimsenin iki veya üç ismi olurdu bu isimlerden biri ile çağrılınca bundan hoşlanmayabilirdi. Bunun üzerine Hucurat sûresi 11. ayeti indirildi: “Siz ey iman edenler! Hiçbir insan başka insanları alaya alıp küçümsemesin, belki o alaya alıp küçümsedikleri, kendilerinden daha hayırlı olabilirler ve hiçbir kadın da, başka kadınları küçümseyip alaya almasın, belki de onlar kendilerinden daha hayırlı olabilirler. Ve hiç biriniz başka birinde ayıplar arayıp karalamasın, kınamasın. Kötü lakaplarla sataşıp, atışıp birbirinizi aşağılamayın. İman ettikten sonra, kötü bir ad sahibi olmak ne çirkin şeydir. Artık her kim bu şekilde Allah’ın yasak ettiği şeylerden tevbe edip dönmezse, işte onlar yaratılış gayesine aykırı yaşayanlardır.”
(Nesâî, Eşribe: 27; İbn Mâce, Edeb: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.

Ebû Saîd el Hudrî (r.a.), Hucurat sûresi 7. ayetini okudu ve şöyle dedi: Bu kendisine vahiy gelen peygamberinizdir. Onun ashabı da önderlerinizin en seçkinleridir. Bu ayette onlar için böyle söylendiyse ya bugün sizin haliniz nasıl olur?
(Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahih garibtir.

İbn Mes’ûd (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), Sidretül Müntehaya varınca şöyle buyurdu: “Yeryüzünden çıkan ve yukarıdan inen burada son buluyor.” Allah orada ona önceden hiçbir peygambere vermediği üç şeyi ona verdi: 1) Bakara sûresinden son iki ayeti, 2) Beş vakit namaz 3) Allah’a hiçbirşeyi ortak koşmadıkları sürece ümmetin büyük günahlarının bağışlanması İbn Mes’ûd, Necm sûresi 16. ayetini okudu ve Sidre altıncı göktedir” dedi. Sûfyân: Altından pervaneler dedi eliyle işaret edip elini titretti. Mâlik b. Mığvel’den başkası da şöyle diyor: Yaratıkların bilgileri Sidre’de son bulur. Onun üstündeki bilgilerden haberleri yoktur.
(Müslim, İman: 27; Nesâî, Salat: 17)

Şeybânî (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Zirr b. Hubeyş’e Necm sûresi 9. ayeti hakkında sordum şöyle dedi: İbn Mes’ûd bana bildirdi ki Peygamber (s.a.v), Cebrail’i gördü onun altıyüz kanadı vardı.
(Buhârî, Bed-il Halk: 27; Müslim, İman: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen garib sahihtir.

Şa’bî (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: İbn Abbâs, Arafat’ta Ka’b ile karşılaştı ve ona bir şey sordu. Bunun üzerine Ka’b öyle bir tekbir getirdi ki dağlardan yankısı duyuldu. İbn Abbâs dedi ki: Biz Haşimoğullarındanız Ka’b ta şu karşılığı verdi: Allah görünmesiyle konuşmasını Muhammed ile Musa arasında taksim etti. Musa Rabbi ile iki sefer konuştu. Muhammed’de Rabbini iki sefer gördü. Mesrûk şöyle dedi: Âişe’nin yanına girdim ve Muhammed (s.a.v.), Rabbini görmüş müdür? Diye sordum. O da şöyle cevap verdi: Öyle bir şey sordun ki tüylerim diken diken oldu. Ben de acele etmeyiniz, dedim ve Necm sûresi 18. ayetini okudum. Âişe şu karşılığı verdi. Sen yanlış yorum ve tefsirler yaparak nerelere gidiyorsun? O peygamberin gördüğü kimse Cebrail’dir. Her kim sana Muhammed (s.a.v.)’in Rabbini gördüğünü veya kendisine emredilenlerden bir şeyi gizlediğini veya Lokman sûresi 34. ayetindeki bilinmeyenleri bildiğini söylerse en büyük yalanı ve iftirayı yapmış olur. Fakat Peygamber (s.a.v), Cebrail’i görmüştür. Cebrail’i kendi şeklinde iki sefer görmüştür; biri Sidret-ül müntehada diğeri de Mekke’de mağarada ilk vahy indiği anda Ciyad mıntıkasında ki onun altı yüz kanadı vardı ve tüm ufku kaplamıştı.
(Müslim, İman: 27; Buhari, İman: 17)
Tirmizî: Dâvûd b. ebî Hind, Şa’bî’den, Mesrûk’tan, Âişe’den bu hadisin bir benzerini rivâyet etmiş olup Dâvûd’un rivâyeti Mûcâlid’in hadisinden daha kısadır.

Abdullah b. Şakîk (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Ebû Zerr (r.a.)’e Peygamber (s.a.v)’e ulaşmış olsaydım mutlaka kendisine sorardım dedim. Ebû Zerr, ona neyi soracaktın dedi. Ben de: Muhammed rabbini görmüş müdür? Diye sorardım, dedim. Ebû Zerr şu karşılığı verdi: Ben ona sormuştum da oda: “O bir nurdur, onu nasıl görebilirim” demişti.
(Müslim, İman: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasendir.

Abdullah b. Mes’ûd (r.a.)’den rivâyete göre, Necm sûresi 11. ayeti hakkında şöyle dedi: “Rasûlullah (s.a.v.), Cebrail’i pırıl pırıl bir kumaştan yapılmış elbise içersinde gök ve yeryüzünü doldurmuş bir vaziyette görmüştü.”
(Buhari, Bed-il Halk: 27; Müslim, İman: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.

İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, Necm sûresi 32. ayeti hakkında peygamberin şöyle söylediğini aktardı: “Allah’ım bağışlarsın çok bağışlarsın senin hangi kulun ufak tefek kusurlarda bulunmamıştır.”
(Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahih garibtir. Ancak Zekeriyya b. İshâk’ın rivâyetiyle bilmekteyiz.

İbn Mes’ûd (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: “Biz Minâ’da, Peygamber (s.a.v) ile beraber iken ay bir parçası Hıra dağının ötesine diğeri de berisine olmak üzere ikiye bölündü. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), şâhid olunuz buyurdu ve Kamer sûresinin birinci ayetini okudu.”
(Buhârî, Menakıb: 27; Müslim, Sıfat-il Kıyame: 17)

Enes (r.a.)’den rivâyet edilmiştir. Dedi ki: Mekkeliler, Peygamber (s.a.v)’den bir mucize istediler, Ay Mekke’de iki defa yarıldı ve Kamer sûresi 1-2. ayetleri indi: “Kıyamet saati yaklaştı ve ay yarıldı. O inkârcılar bir mucize görseler, hemen yüz çevirirler de; “Hep olagelen bir büyüdür” derler.” Ayette geçen “Müstemir” kelimesine geçici anlamı verilmiştir.
(Buhârî, Menakıb: 27; Müslim, Sıfat-il Kıyame: 17)

İbn Mes’ûd (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: “Rasûlullah (s.a.v.) zamanında ay ikiye bölündü. Rasûlullah (s.a.v.)’de şâhid olunuz” buyurdu.
(Buhârî, Menakıb: 27; Müslim, Sıfat-il Kıyame: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. İbn Ömer (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: “Rasûlullah (s.a.v.) zamanında ay ikiye bölünmüştü de bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), Şâhid olunuz!” buyurdu.
(Buhârî, Menakıb: 27; Müslim, Sıfat-il Kıyame: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.

Cübeyr b. Mut’ım (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Ay, Peygamber (s.a.v)’in zamanda bölünerek şu dağın üzerinde iki parça oldu. Bunun üzerine Mekke müşrikleri, Muhammed bizi büyüledi dediler. Onlardan bazıları da “Bizi büyülediyse tüm insanları da büyüleyemez ya dediler.”
(Müsned: 16150)
Tirmizî: Bazıları bu hadisi Husayn’dan, Cübeyr b. Muhammed b. Cüber b. Mut’ım’dan babasından ve dedesinden bu hadisin bir benzerini rivâyet etmişlerdir.

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Kureyş müşrikleri kader meselesinde peygamberle münakaşa yapmak üzere gelmişlerdi de Kamer sûresi 48-49. ayetler indi: “Yüzükoyun ateşe sürüklenecekleri o gün, onlara denilecek: “Cehennem ateşinin yakışını tadın bakalım.” “Şüphesiz biz herşeyi belli bir ölçüye, düzene ve plana göre yarattık.”
(Müslim, Kader: 17; İbn Mâce, Mukaddime: 27)

Ali (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), Vakıa sûresi 82. ayeti hakkında şöyle buyurdu: “Yani şükrünüzü ve teşekkürünüzü Allah’a yapmanız gerekirken Falan ve filan yıldız sayesinde bize yağmur yağdı. Falan ve filan yıldızın düşmesiyle falan oldu... gibi şeyler söylüyorsunuz (Yani Allah’ı unutarak işlerinizin sebeplerini yaratan yerine koyuyorsunuz bize şükretmeniz gerekirken bizi inkar etmiş oluyorsunuz)
(Müsned: 639)
Tirmizî: Bu hadis hasen garib sahihtir.
Bu hadisi merfu olarak sadece İsrail’in rivâyetiyle bilmekteyiz.
Sûfyân es Sevrî bu hadisi Abdul A’lâ’dan ve Abdurrahman es Sülemî’den ve Ali’den benzeri şekilde merfu olmaksızın rivâyet etmiştir.

Enes (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Cennet’te bir ağaç vardır ki binitli bir kimse o ağacın gölgesinde yüzyıl yürürde onu bitiremez dilerseniz Vakıa sûresi 30-31. ayetlerini okuyunuz: “Uzayıp giden gölgeler, fışkırıp çağlayarak akan sular.”
(Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Bu konuda Ebû Saîd’den de hadis rivâyet edilmiştir.

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurdu: Allah buyuruyor ki: Salih kullarıma hiçbir gözün görmediği hiçbir kulağın duymadığı hiçbir insanın kalbinden dahi geçmeyen nimetler hazırladım. Dilerseniz Secde sûresi 17. ayetini okuyunuz: “Böyle davranan mü’minlere gelince, yaptıklarından dolayı mükafat olarak, öteki dünyada onlara şimdiye kadar gizli kalan, göz aydınlığı olarak, onlar için nelerin saklanıp bekletildiğini hiç kimse bilip hayal edemez.” Cennet’te bir ağaç vardır ki binitli bir kişi onun gölgesinde yüzyıl yürürde bitiremez. Dilerseniz Vakıa sûresi 30. ayeti okuyunuz: “Uzayıp giden gölgeler.” Cennet’te bir kamçılık yer, dünyadan ve içindekilerden daha hayırlıdır. Dilerseniz Âl-i Imrân sûresi 185. ayetini okuyunuz: “Her can ölümü tadacaktır. Böylece kıyamet günü yapıp ettiklerinizin karşılığı size tam olarak ödenecektir. Orada ateşten uzaklaştırılıp Cennete konulacak olanlar, gerçek kurtuluşa ermişlerdir. Zira bu dünya hayatına düşkünlük, aldatıcı bir zevkten başka birşey değildir.”
(Buhârî, Bed-il Halk: 17; Müslim, Cennet: 27)

Enes b. Mâlik (r.a.)’den rivâyete göre: Bir Yahudi, Peygamber (s.a.v) ve ashabının yanına geldi; “Essâmü aleyküm” dedi. Cemaatte ona karşılık verdiler. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v): “Bu adam ne söyledi biliyor musunuz?” dedi. Dediler ki: “Allah ve Rasûlü daha iyi bilir ama selam verdi ey Allah’ın Peygamberi.” Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: “O adam şöyle şöyle dedi, dedikten sonra o adamı bana çağırınız” buyurdu. Bunun üzerine onu çağırdılar. Rasûlullah (s.a.v.): “Essâmü aleyküm” mü dedin?” diye sordu. Yahudi: “Evet” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kitab ehlinden biri size selam verdiğinde siz; “Söylediğin söz senin üzerine olsun” diye karşılık veriniz” buyurdu ve Mücadele sûresi 8. ayetini okudu: “...Sana geldikleri zaman, seni Allah’ın selamlamadığı bir tarzda selamlıyorlar...” (Buhârî, İstizan: 27; Müslim, Selam: 17)

İbn Ömer (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), Nadroğullarının hurmalıklarını yaktırmış ve kestirmiş idi bunlar Büveyre hurmalıkları idi. Bunun üzerine Allah: Haşr sûresi 5. ayetini indirdi: “Onların hurma ağaçlarından her ne kestiyseniz veya kökleri üzerinde her ne bıraktıysanız, hepsi Allah’ın izniyle olmuştur ve bu izin, Allah’ın yoldan çıkanları cezalandırması içindir.”
(Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27; Müslim, Cihâd: 17)

İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, Haşr sûresi 5. ayetindeki: “Lîne” kelimesi hurma anlamındadır, demiştir. “Allah’ın yoldan çıkanları cezalandırması içindir.” Sözünü ise şöyle tefsir etti: Onlardan kalelerinden inmelerini istediler. Kendilerine de hurmalarını kesmeleri emredildi ve yüreklerine bir kuşku düştü. Müslümanlar dediler ki: Bir kısmını kestik bir kısmını bıraktık. Rasûlullah (s.a.v.)’e mutlaka soracağız. Kestiklerimizden dolayı sevap bıraktıklarımızdan dolayı günahımız var mı? Bunun üzerine Allah, Haşr süresi 5. ayetini indirdi: “Onların hurma ağaçlarından her ne kestiyseniz veya kökleri üzerinde her ne bıraktıysanız, hepsi Allah’ın izniyle olmuştur ve bu izin, Allah’ın yoldan çıkanları cezalandırması içindir.”
(Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis hasen garibtir. Bazıları bu hadisi Hafs b. Gıyas’tan, Habîb b. ebî Amre’den, Saîd b. Cübeyr’den mürsel olarak rivâyet etmişlerdir, ve senedinde İbn Abbâs’ı zikretmediler.
Aynı şekilde bu hadisi Abdullah b. Abdurrahman, Mervan b. Muaviye’den, Hafs b. Gıyas’tan, Habîbb. ebî Amre’den, Saîd b. Cübeyr’den mürsel olarak rivâyet etmişlerdir.

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, bir misafir, Ensâr’dan bir adamın yanında geceyi geçirdi o kimsenin yanında da sadece kendisinin ve çoluk çocuğunun yiyeceği vardı. Karısına dedi ki: Çocukları uyut, kandili de söndür yemeği de misafirin önüne yaklaştır. Bunun üzerine Haşr sûresi 9. ayeti nazil oldu:“Ve onlardan önce Medîne’yi yurt ve iman evi edinmiş olanlar, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilen ganimetlerden dolayı, gönüllerinde bir haset hissi taşımazlar, aksine kendileri ihtiyaç ve zaruret içinde bulunsalar bile, diğerlerini kendilerine tercih ederler. Kim aç gözlülükten sakınırsa, onlardır mutluluğa ulaşacak olanlar.”
(Buhârî, Menakıb: 27; Müslim, Eşribe: 17)

Ümmü Seleme el Ensârîyye (r.anha)’dan rivâyete göre, şöyle demiştir: Kadınlardan biri Rasûlullah (s.a.v.)’e: Sana karşı gelmememiz gereken İslam’ın emri nedir? diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.) de: Ölülere bağırıp çağırarak saç baş yırtarak ağlamayınız buyurdu. Bunun üzerine ben Ey Allah’ın Rasûlü! dedim; falanoğulları amcamın vefatı üzerine beni ağıtlarıyla yardıma koşarak bize yardım ettiler. Benim de onlara karşılık vermem gerekir, dedim. Rasûlullah (s.a.v.) bana müsaade etmedi. Fakat ben defalarca kendisine müraacat ettim, onlara karşılık vermeme izin verdi. Ben de ondan başka şu ana kadar hiç kimse üzerine sesli olarak ağlamadım. Oysa kadınlardan benden başka sesli olarak ağlamayan kadın kalmamıştır.
(İbn Mâce, Cenaiz: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasendir.
Bu konuda Ümmü Atıyye (r.anha)’dan da hadis rivâyet edilmiştir. Abd b. Humeyd diyor ki: Ümmü Seleme el Ensârîyye, Yezîd b. Seke’nin kızı Esma’dır.

Âişe (r.anha)’dan rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), ancak Mümtahine sûresi 12. ayeti gereğince iman eden kadınları imtihan ederdi.
Ma’mer diyor ki: Tavus’un oğlu babasından rivâyet ederek şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)’in eli sahib olmadığı bir kadının eline asla değmemiştir. (Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27; Müslim, İmara: 17)

Ali b. ebî Tâlib (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), ben, Zübeyr ve Mıkdat b. Esved’i göndererek dedi ki: Gidiniz “Hah” bahçesine vardığınız da orada bir kadın bulacaksınız üzerindeki mektubu alıp bana getiriniz buyurdu. Biz de çıktık, atlarımız bizimle koşturuyordu. Nihayet o bahçeye geldik ve birdenbire yolcu kadınla karşılaştık bunun üzerine mektubu çıkar dedik. Ben de mektub falan yok dedi. Biz de ya mektubu çıkaracaksın veya üzerinden elbiseleri çıkaracaksın dedik. Bunun üzerine mektubu saç örgülerinin arasından çıkardı. Mektubu, Rasûlullah (s.a.v.)’e getirdik. Bir de gördük ki mektup Hatıb b. Beltea’dan Mekke’deki bazı müşrik kişilere gönderilmiş. Hâtıb müşriklere Peygamber (s.a.v)’in bazı işlerini bildiriyor.
Rasûlullah (s.a.v.), Ey Hâtıb bu Nedir? diye sordu. Hâtib: Ey Allah’ın Rasûlü! hakkımda hüküm vermek için acele etme ben Kureyş’e sığıntı olarak gelip yerleşen biriyim. Gerçek Kureyşli değilim. Sizin beraberinizdeki olan muhâcirlerin ise mallarını ve ailelerini koruyacak hısımları var. Ben bu Kureyş’in nesebinden olmadığım için onlara bir iyilikte bulunmak istedim ki bu yüzden benim yakınlarımı korusunlar. Bu işi kafir olduğum için veya dinimden döndüğüm için veya küfre razı olduğumdan dolayı yapmış değilim. Bunun üzerine, Peygamber (s.a.v), Doğru söyledi buyurdu. Ömer b. Hattâb ise; Ey Allah’ın Rasûlü! Beni bırak ta şu münafığın başını uçurayım. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: O, Bedir gazasına katılmıştır, ne biliyorsun? Belki de; Allah, Bedire katılanlara bakmış ve onlara: “Dilediğinizi yapın, Ben sizi affetmişimdir,” buyurmuştur. İşte, Mümtahine sûresi 1. ayet, Hâtıb b. Beltea hakkında inmiştir; “Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olan kimseleri dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçek mesajı inkâr ettikleri, Rabbiniz olan Allah’a inandığınızdan dolayı, Rasulünü ve sizi yurdunuzdan sürüp çıkardıkları halde, siz onlara sevgi belirterek mektup ulaştırıyorsunuz. Eğer benim yolumda savaşmak ve benim rızamı kazanmak için savaşa çıktınızsa, içinizde onlara sevgi mi besleyip gizliyorsunuz? Oysa ben sizin gizlediğinizi ve açığa vurduğunuz herşeyi bilirim. Sizden kim böyle yaparsa, gerçekten o doğru yolun ortasında, şaşırıp sapıtmıştır.”
(Buhârî, Cihâd: 27; Müslim, Fedail-üs Sahabe: 17)
Amr dedi ki: İbn ebî Rafi’i gördüm, Ali b. ebî Tâlib’in katibi idi.
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Bu konuda Amr ve Câbir b. Abdullah’tan da hadis rivâyet edilmiştir. Pek çok kişi bu hadisi Sûfyân b. Uyeyne’den buradaki gibi rivâyet etmiş olup râvîler hadisteki şu bölümü aktarmışlardır: “Ya mektubu çıkarırsın veya elbiselerini atarsın.”
Bu hadis aynı zamanda Ebû Abdurrahman b. Yahya’dan, Ali’den yukarıdaki hadise benzer şekilde rivâyet edilmiştir.
Bazıları bu hadiste “Ya mektubu çıkaracaksın ya da elbiseni soyacağız” demişlerdir.

Câbir (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre, şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v), Cuma günü ayakta hutbe okurken Medîne kafilesi geldi. Rasûlullah (s.a.v.)’in ashabı hemen ona koştular. Mescidde Ebû Bekir ve Ömer’in de bulunduğu on iki kişi kalmıştı. Bunun üzerine Cuma sûresi 11. ayet nazil oldu: “Böyle iken insanlardan bir kısmı, kıtlık senesinde ticaret kervanının geldiğini haber alınca veya dünyevî bir kazanç yada geçici bir eğlence gördükleri zaman, ona doğru koşup seni mescidde ayakta bırakıverirler. De ki: Allah katında olan nimetler, Cennetler ve sevap bütün geçici eğlencelerden ve bütün kazançlardan çok daha hayırlıdır ve Allah rızık vererek ihtiyaçları karşılayanların en hayırlısıdır.”
(Buhârî, Cuma: 17; Müslim, Cuma: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Ahmed b. Müni’ Hişâm vasıtasıyla Husayn’dan Sâlim b. eb’il Ca’d’den, Câbir’den bu hadisin bir benzerini bize aktarmıştır.

Zeyd b. Erkâm (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Amcamla beraber bulunuyordum. Abdullah b. Übey’in kendi adamlarına şöyle dediğini işittim: “Allah’ın peygamberinin yanında bulunanlara hiçbir şey vermeyin ki etrafından dağılıp gitsinler.” “Eğer Medîne’ye dönersek; “Biz üstün olanlar Rasûlullah (s.a.v.) ve beraberindeki aşağılık kimseleri Medîne’den çıkaracağız.” Bunu amcama anlattım. Amcam da durumu Peygamber (s.a.v)’e anlattı. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v), beni çağırdı. Ben de duyduklarımı kendisine söyledim. Sonra Rasûlullah (s.a.v.), Abdullah b. Übey ve adamlarına haber gönderdi. Onlar da söylemediklerine yemin ettiler. Rasûlullah (s.a.v.)’de benim yalancılığıma onun da doğru söylediğine inandı. O güne kadar başıma gelmeyen bir şey o an başıma gelmiş oldu. Eve kapandım, amcam: “Maksadın neydi işte, Rasûlullah (s.a.v.) seni yalancı çıkardı ve sana kızdı” dedi. Sonra Allah, Münafıkûn sûresini indirdi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), bana haber gönderdi ve bu sûreyi okudu ve şöyle buyurdu: “Allah seni doğruladı.”
(Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27; Müslim, Sıfat-ül Münafıkîn: 17)

Zeyd b. Erkâm (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte savaşa çıkmıştık yanımızda bedeviler de vardı. Suya koşardık A’rabiler, bizden önce suya varırlardı.Derken bir bedevî, bedevî arkadaşlarını geçti. A’rabî geçti, havuzu dolduruyor etrafını taşla çeviriyor ve üzerine de deriden bir örtü atıyor arkadaşları gelinceye kadar öylece bekliyordu. Ensâr’dan bir adam bedevinin yanına geldi su içmesi için devesinin yularını çekti fakat bedevî onu bırakmak istemedi. O da suyun bendini bozdu. Bedevî de bir odunu kaldırıp Ensarî’nin başına vurdu ve başından yaraladı. Ensarî münafıkların başı Abdullah b. Übey’in yanına geldi ve durumu ona anlattı. Kendisi de onun adamlarındandı. Abdullah b. Übey kızdı ve şöyle dedi: “Allah’ın peygamberinin yanında bulunanlara hiçbir şey vermeyin ki etrafından dağılıp gitsinler.” Yani bedeviler. Bu bedeviler yemek vaktinde Rasûlullah (s.a.v.)’in yanına gelirlerdi. Abdullah b. Übey dedi ki: Onlar, Muhammed’in yanından dağıldıkları zaman Muhammed’e yemek getirin kendisi ve yanında bulunanlar yesin dedi. Sonra da arkadaşlarına şöyle konuştu: Eğer Medîneye dönersek biz üstün olanlar Rasûlullah (s.a.v.) ve beraberindeki aşağılık kimseleri Medîne’den çıkaracağız. Zeyd dedi ki: Ben Rasûlullah (s.a.v.)’in binitinde arkasında idim. Abdullah b. Übey’i işittim amcama haber verdim o da gidip Rasûlullah (s.a.v.)’e haber verdi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) ona haber gönderdi. O da yemin edip olanları inkar etti. Rasûlullah (s.a.v.) onu doğru kabul edip beni yalan söyledi sandı. Sonra amcam bana geldi ve maksadın ne idi sonunda Rasûlullah (s.a.v.), sana kızdı ve darıldı. Tüm Müslümanlar da seni yalancı kabul ettiler. Üzerime hiç kimseye çökmeyen bir sıkıntı çöktü. Nihayet ben bir yolculukta Rasûlullah (s.a.v.) ile beraber yürürken sıkıntıdan başım sallanıyordu. Derken Rasûlullah (s.a.v.) yanıma geldi kulağımı çekerek yüzüme güldü. Dünyada ebedî kalmak haberi bile beni bu kadar sevindirmezdi. Sonra Ebû Bekir bana ulaştı ve şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v.) sana ne dedi? Dedi. Ben de: bana bir şey söylemedi kulağımı çekti ve yüzüme güldü dedim. Ebû Bekir müjdeler sana sevin öyleyse dedi. Sonra Ömer benimle karşılaştı. Ona da Ebû Bekir’e söylediğimi söyledim. Sabah olunca Rasûlullah (s.a.v.), Münafıkûn sûresini okudu.
(Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27; Müslim, Sıfat-ül Münafıkîn: 17)

Hakem b. Uyeyne (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Muhammed b. Ka’b el Kurazî’nin kırk yıldan beri Zeyd b. Erkâm’dan şöyle aktardığını işitmekteyim: Abdullah b. Übey, Tebük gazasında; “Medîne’ye dönersek biz üstün olanlar Rasûlullah (s.a.v.) ve beraberindeki aşağılık kimseleri Medîne’den dışarı çıkaracağız” dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v)’e geldim ve durumu kendisine anlattım. Übey bu sözü söylemediğine dair yemin etti. Bunun üzerine toplumum beni kınadılar ve “neden böyle yaptın?” dediler. Eve geldim kederli ve üzüntülü olarak yattım. Sonra Peygamber (s.a.v), bana geldi veya ben ona gittim: “Allah seni doğruladı” buyurdu. Münafıkûn sûresi 7. ayeti nazil oldu: “Bunlar o kimselerdir ki; “Allah’ın peygamberinin yanında bulunanlara hiçbir şey vermeyin ki, O’nun etrafından dağılıp gitsinler” derler. Göklerin ve yerin hazineleri Allah’ındır ama bu gerçeği münafıklar anlayamazlar, kavrayamazlar.”
(Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27; Müslim, Sıfat-ül Münafıkîn: 17)

Câbir b. Abdullah (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Bir savaşta idik (Sûfyân bu savaşın Mustalıkoğulları savaşı olduğu kanaatindedir.) Bu arada muhâcirlerden bir adam Ensâr’dan bir kimsenin arkasına vurdu. Muhâcir dedi ki: “Ey Muhâcirler! Yetişin” Ensarî de dedi ki: “Ey Ensâr yetişin” Rasûlullah (s.a.v.) bunu işitti ve Cahîlî dönemdeki çağrışmaların şimdi aramızda işi ne. Ashab: Muhâcirlerden bir adam Ensâr’dan bir adamın arkasına vurdu dediler. Rasûlullah (s.a.v.), bu kokuşmuş cahîlî dönem işlerini bırakınız, dedi. Abdullah b. Übey b. Selül bunu işitti ve şöyle dedi: “Böyle mi yaptılar. Eğer Medîne’ye dönersek biz üstün olanlar Rasûlullah (s.a.v.), ve beraberindeki aşağılık kimseleri Medîne’den çıkaracağız.” Bunun üzerine Ömer dedi ki: Ey Allah’ın Rasûlü! Şu münafığın boynunu vurayım. Peygamber (s.a.v.): Bırak onu buyurdu. İnsanlar, Muhammed arkadaşlarını öldürüyor diye konuşmasın, Ömer’den başkaları şöyle diyor: O’nun oğlu Abdullah b. Abdullah, ona: “Vallahi kendini zelil ve Rasûlullah (s.a.v.)’in aziz olduğunu ikrar etmeden Medîne’ye dönemezsin dedi. O da bunu aynen yaptı.”
(Buhârî, Menakıb: 17; Müslim, Birr: 27)

İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyet edilmiştir. Adamın biri İbn Abbâs’a Teğabün sûresi 14. ayeti hakkında sordu da İbn Abbâs şöyle dedi: Bunlar Mekkelilerden Müslüman olan ve hicret edip Medîne’ye peygamberin yanına gelmek isteyen kişilerdir ki: Karıları ve çocuklarını Rasûlullah (s.a.v.)’in yanına bırakmayan kimselerdir. Sonunda Rasûlullah (s.a.v.)’in yanına geldiklerinde Müslümanları dinde ne kadar anlayışlı olduklarını gördüler de bu yüzden karılarını ve çocuklarını cezalandırmaya kalkıştılar. Bunun üzerine Allah Teğabün sûresi 14. ayetini indirdi: “Ey mü’minler! Eş ve çocuklarınızdan size düşman olanlar vardır. Bunlar sizi Allah yolundan alıkor ve O’na itaat etmenize köstek olabilirler. Dolayısıyla onlara uymaktan sakının, dikkatli davranın ama hatalarını hoş görür kusurlarını görmez ve bağışlarsanız bilin ki muhakkak Allah tüm suçları örten ve kullarına acıyandır.”
(Tirmizî rivâyet etmiştir.)

İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Allah’ın, Tahrim sûresi 4. ayeti olan: “İkiniz de tevbe ederek Allah’a yönelin çünkü ikinizin de kalbi haktan ayrılmıştı.” Buyurduğu peygamber hanımlarından iki hanımın kim olduğu konusunda Ömer’e soru sormaya pek istekliydim. Nihayet Ömer haccetti. Bende kendisiyle beraber haccettim. Su kabından kendisine su döktüm o da abdest aldı ve ey mü’minlerin Emiri! Allah’ın, Tahrim sûresi 4. ayetinde bahsettiği iki peygamber hanımı kimlerdir? dedim. Ömer; şu karşılığı verdi: Hayretsana ey Abbâs’ın oğlu! Zührî diyor ki: “Ömer, İbn Abbâs’ın sorusundan hoşlanmamış fakat onu gizlemekte istememişti” dedi. Onlar, Âişe ve Hafsa’dır demişti ve hadisi bana anlatmaya başlamıştı.
Biz Kureyş topluluğu kadınlara üstün gelmeye çalışırdık Medîne’ye gelince burada kadınların erkeklere hâkim durumda olduklarını gördük derken bizim kadınlarımız onların kadınlarından bazı şeyler öğrenmeye başladılar. Bir gün hanımıma kızmıştım onun bana karşılık verdiğini gördüm bu karşılık vermesini yadırgamadım. Hanımım: Bunu neden yadırgıyorsun? Vallahi Rasûlullah (s.a.v.)’in hanımları bile kendisine karşılık veriyorlar hatta onlardan biri günü geceye kadar ondan ayrı geçiyorlar dedi. Bende içimden kendi kendime: “Böyle yapan kadın tamamen zarar ve ziyandadır” dedim.
Evimiz, Ümeyyeoğulları semtinde Avali denilen yerde idi. Ensardan bir komşum vardı. Rasûlullah (s.a.v.)’in yanına nöbetleşe iniyorduk. Bir gün o iner vahiy ve diğer haberleri getirildi. Bir gün de ben iner haberleri ona getirdim. O sıralarda Gassanlıların biz Müslümanlarla savaşmak için atlarını nalladıklarından bahsederdik. Birgün komşum akşam vakti bana geldi ve kapımı çaldı. Ben de çıktım, “Büyük bir hadise oldu” Ben de Gassaniler mi geldiler yoksa dedim. O da: “Bundan daha büyük bir hadise” dedi. Rasûlullah (s.a.v.), zevcelerini boşadı. Bunun üzerine kendi kendime: “Hafsa kaybetti ve zarardadır” dedim. Böyle bir işin olacağını tahmin ediyordum sabah namazını kılınca elbisemi giydim ve yola çıktım. Hafsa’nın yanına girdiğimde onu ağlar vaziyette buldum: “Rasûlullah (s.a.v.), sizi boşadı mı?” diye sordum. Hafsa: “Bilemiyorum” dedi. İşte kendisi şu odacıkta uzlete çekilmiştir, dedi. Kalkıp yanına girebilmek için o odaya geldim. Rasûlullah (s.a.v.)’e hizmet eden siyah bir delikanlıya dedim ki: Ömer için izin iste! İçeri girdi çıktı bildirdim fakat bir şey demedi, dedi. Bunun üzerine mescide gittim. Minberin etrafında ağlayan birkaç kişiyle karşılaştım. Onların yanına oturdum. Sonra sıkıntım daha da arttı tekrar Peygamber (s.a.v)’e hizmet eden siyahî delikanlıya geldim, Ömer için izin iste dedim girdi çıktı ve: Seni Rasûlullah (s.a.v.)’e bildirdim fakat bir şey söylemedi dedi. Tekrar mescide gittim oturdum, fakat duramadım yine siyahî gencin yanına geldim. Ömer için izin iste dedim, girdi çıktı fakat seni Rasûlullah (s.a.v.)’e bildirdim bir şey söylemedi dedi. Ben de arkamı dönüp giderken delikanlı dönüp beni çağırdı; gir sana izin verdi dedi. Ben de girdim, Rasûlullah (s.a.v.)’i kuru bir hasır üzerine yaslanmış vaziyette buldum ve yanında hasırın izini gördüm ve dedim ki: Ey Allah’ın Rasûlü! Hanımlarını boşadın mı? “Hayır” dedi. Bunun üzerine “Allahü ekber” dedim. Bizlerde aynı durumdayız. Biz Kureyş topluluğu olarak kadınlar üzerinde hâkim idik. Medîne’ye gelince erkeklerinehâkim olan kadınlar topluluğu bulduk. Bizim hanımlarda onlardan bir şeyler öğrenmeye başladılar. Bir gün hanımıma kızmıştım da o da bana karşılık vermişti. Ben de hoş karşılamamıştım. Hanımım: “Niçin yadırgıyorsun” dedi. Vallahi peygamberin hanımları bile ona karşılık veriyorlar hatta onlardan biri bir günü geceye kadar ondan ayrı geçiriyor. Sonra Hafsa’ya Rasûlullah (s.a.v.)’e karşılık verir misin? diye sordum. O da evet dedi. Hatta bizden birimiz gününü geceye kadar ondan ayrı geçirir, dedi. Ben de sizden bunu kim yapmışsa kaybetmiş ve zarardadır. Herhangi biriniz, Rasûlullah (s.a.v.)’in darılması yüzünden Allah’ın gazabına uğramaktan ve helak olmaktan emin olabilir? Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) gülümsedi. Hafsa’ya dedim ki: Rasûlullah (s.a.v.)’e karşılık verme ondan bir şey isteme her ne istersen benden iste arkadaşın (Âişe) senden daha güzel ve Rasûlullah (s.a.v.)’e daha sevgili ise ve buna da güvenerek onun karşılık vermesi seni aldatmasın dedim. Rasûlullah (s.a.v.), bir kere daha gülümsedi. Sonra Ey Allah’ın Rasûlü! konuyu değiştirelim mi? dedim. Rasûlullah (s.a.v.): “Evet” dedi. Bunun üzerine başımı kaldırdım ve o arada üç tane işlenmemiş ham deri gördüm ve “Ey Allah’ın Rasûlü! Ümmetine bol rızık vermesi için Allah’a duâ et...” dedim. Kendisine ibadet etmedikleri halde İran ve Rumlara bol bol vermiştir. Oturduğu yerden doğruldu ve: “Ey Hattâb’ın oğlu yoksa sen şüphe içinde misin? O toplumlara iyilikler ve nimetler çabucak bu dünya hayatında kendilerine verilmiştir.” Rasûlullah (s.a.v.), bir ay boyunca hanımlarının yanına girmemeye yemin etmişti. Allah bu konuda peygamberine kızdı ve bu konuda ona yemin keffâreti vermesini emir buyurdu.
(Buhârî, İlim: 27; Müslim, Sıyam: 17)
Zühri diyor ki: Urve Âişe’den bana şöyle aktarmıştır: Yirmi dokuz gün geçince Rasûlullah (s.a.v.), yanıma girdi ve benden başlıyarak Ey Âişe sana bir şey hatırlatacağım; Annene ve babana danışmaksızın bu konuda karar vermeye acele etme, sonra Rasûlullah (s.a.v.), Ahzab sûresi 28. ayetini okudu. Vallahi biliyordu ki annem ve babam bana kendisinden ayrılmayı emretmeyeceklerdi. Ben de bu konuda annem ve babamla mı istişare edeceğim dedim. Ben: “Allah’ı, peygamberi ve ahiret yurdunu istiyorum” dedim. Mamer şöyle diyor: Eyyûb’un bana bildirdiğine göre Âişe, Rasûlullah (s.a.v.)’e şöyle demiştir: “Ey Allah’ın Peygamberi! Benim seni seçtiğimi diğer hanımlarıma bildirme!” Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: “Allah seni tebliğ edici olarak gönderdi zorluk çıkarıcı olarak göndermedi.”
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. İbn Abbâs’tan değişik şekillerde de rivâyet edilmiştir.

İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), cinlere Kur’ân’dan bir şey okumadı ve cinleri de görmedi. Rasûlullah (s.a.v.), ashabından bir gurupla birlikte Ukaz panayırına doğru yola çıkmışlar. Şeytanlarla sema haberleri arasına engel yapılmış haber almaya çalışan şeytanlar üzerine de akan yıldızlar gönderilmişti. Şeytanlar toplumlarına döndüklerinde, size ne oldu dediler. Onlarda: “Bizimle gök haberleri arasına sed çekildi ve üzerimize akan yıldızlar gönderildi” ve şöyle devam ettiler: Bizimle gök haberleri arasına mutlaka bir işten dolayı sed çekilmiştir dolayısıyla yeryüzünün doğularını ve batılarını dolaşınız. Sizinle gök haberleri arasına sed çeken bu şeyin ne olduğunu tesbit ediniz. Böylece yeryüzünün doğularını ve batılarını dolaşmaya başladılar kendileriyle gök haberleri arasına sed çeken bu şeyin ne olduğunu arayacaklardı. Şeytanların Tihame bölgesine yönelen kişileri de Ukaz panayırına gitmek üzere iken Nahle de bulunan Peygamber (s.a.v)’in yanına vardılar. Rasûlullah (s.a.v.), ashabına sabah namazını kıldırıyordu. Kur’ân-ı işitince ona kulak verdiler ve vallahi dediler sizinle gök haberlerinin arasına giren şey işte budur, dediler. Sonra kendi toplumlarına döndüler ve ey kavmimiz dediler. Biz doğru yolu gösteren ilginç bir Kur’ân dinledik ve ona iman ettik. Artık Rabbimize hiçbir şeyi ve hiçbir kimseyi ortak koşmayacağız. Bunun üzerine Allah, peygamberine Cin sûresini indirdi. Rasûlullah (s.a.v.)’e sadece cinlerin sözü vahyedildi. İbn Abbâs’tan aynı senedle şöyle dediği rivâyet edilmiştir. Cinlerin kendi toplumlarına sözü şöyleydi: (Cin sûresi 19. ayet) “Doğrusu Allah’ın kulu Muhammed Rabbine ibadet için kalkınca, inkârcı müşrikler neredeyse O’nun üzerine çullanıyorlardı veya cinler Kur’ân’ı dinlemek arzu ve hırsıyla neredeyse aşırı kalabalıktan dolayı birbirini ezeceklerdi.” Cinler, Rasûlullah (s.a.v.)’in namaz kıldığını ashabının da onun namazına uyduklarını ve onun secdesiyle secde ettiklerini gördükleri zaman, Ashabının ona bu derece itaat etmelerine şaşıp kaldılar ve kavimlerine: “Doğrusu Allah’ın kulu Muhammed; Rabbine ibadet için kalkınca inkarcı müşrikler nerdeyse onun üstüne çullanıyorlardı.”
(Buhârî, Ezan: 27; Müslim, Salat: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.

Câbir b. Abdullah (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)’den işittim vahyin bir aralık kesilmesinden bahsetti ve şöyle buyurdu: “Yürümekte iken gökten bir ses işittim ve hemen başımı kaldırdım bir de gördüm ki Hirâ da bana gelen melek; gök ile yeryüzü arasında bir kürside oturmaktadır. Kendisinden, çok heyecanlanıp korktum, hemen evime döndüm ve Beni örtünüz! Beni örtünüz! Dedim. Onlar da beni örttüler. Bunun üzerine Allah: Müddessir sûresinin ilk 5 ayetini indirdi: “ 1) Ey örtüsüne, dinlenmeye, yalnızlığa bürünmüş olan peygamber! 2) Kalk ve insanları uyar. 3) Rabbinin büyüklüğünü duyur, bildir. Çünkü büyüklük sadece O’na aittir. 4) Elbiseni, eteğini, bedenini, kişiliğini, kalbini her türlü kirden ve ahlaki noksanlıktan temiz tut. 5) Her türlü pislik ve kötülükten kaçın uzak dur.” Bu ayetler namazın farz kılınmasından önce idi.
(Müslim, İman: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Yahya b. ebî Kesîr, Ebû Seleme b. Abdurrahman’dan ve Câbir’den bu hadisi bize rivâyet etmiştir. EbûSeleme’nin ismi Abdullah’tır.

İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), Kur’ân’dan ayet ve sûre indiği zaman ezberlemek için dilini hareket ettirirdi. Bunun üzerine Allah, Kıyame sûresi 16. ayetini indirdi: “Ey peygamber! Sana inen vahyi acele belleyip ezberlemek için dilini kıpırdatma.” Saîd b. Cübeyr der ki: İnen Kur’ân ayetleriyle dudaklarını oynatırdı. Sûfyân bunu tarif etmek için dudaklarını oynattı.
(Buhârî, Bed-il Vahy: 27; Müslim, Salat: 17)

İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: İnsanlar mahşer yerine yalın ayak çıplak ve sünnetsiz olarak toplanacaksınız. Bunun üzerine bir kadın: Birimiz diğerine bakıp görecek mi? dedi. Rasûlullah (s.a.v.): “Ey Falan kadın!” dedi. Abese sûresi 37. ayetini okudu: “O gün her kişinin kendisine yetecek sıkıntı ve meşguliyeti vardır.”
(Buhârî, Rıkak: 27; Müslim, Cennet: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. İbn Abbâs’tan değişik bir şekilde de rivâyet edilmiştir. Saîd b. Cübeyr de aynı şekilde bu hadisi rivâyet edenlerdendir. Bu konuda Âişe’den de hadis rivâyet edilmiştir.

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: Kul bir hata işlerse kalbine siyah bir nokta konulur. Şayet o günahtan el çeker, bağışlanma diler, tevbe edip Allah’a dönerse kalbi cilalanır. Eğer bunları yapmaz günah ve hataya devam ederse siyah nokta artırılır ve neticede bütün kalbini kaplar. İşte Allah’ın Mutaffifin sûresi 14. ayetinde: “Yaptıkları yüzünden kalbleri pas tutmuştur.” Diye anlattığı pas işte budur.
(İbn Mâce, Zühd: 27)

İbn Ömer (r.a.)’den rivâyete göre, Peygamber (s.a.v): “O gün insanlar alemlerin rabbi huzurunda hazır olup dikileceklerdir.” Ayeti hakkında şöyle demişlerdir. Onlardan her biri kulaklarının yarısına kadar ter içinde kalacaktır.
(Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27; Müslim, Cennet: 17)

Âişe (r.anha)’dan rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu işittim: “Her kimin hesabı konusunda münakaşa edilirse ve hesabı hakkında inceleme olursa helak olur.” Bunun üzerine Ey Allah’ın Rasûlü! İnşikak sûresi 7-8. ayetlerinde: “Sicili sağ eline verilecek kimse, artık onun hesabı kolayca görülür.” Buyurmuyor mu? Rasûlullah (s.a.v.): “O hesap değil arzdır” buyurdu.
(Buhârî, İlim: 27; Müslim, Cennet: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Süveyd b. Nadr, Abdullah b. Mübarek vasıtasıyla Osman b. Esved’den bu senedle bu hadisin bir benzerini bize aktarmışlardır.
Muhammed b. Ebân ve başkaları Abdulvehhab es Sekafî vasıtasıyla Eyyûb’tan, İbn ebî Müleyke’den, Âişe’den bu hadisin bir benzerini bize rivâyet etmişlerdir.

Suheyb (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), bir gün ikindi namazını kıldıktan sonra dudaklarını oynatarak konuşur gibi yapmıştır. Bunun üzerine kendisine Ey Allah’ın Rasûlü! denildi. İkindi namazını kıldığında dudaklarını oynattın. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurdu: “Peygamberlerden biri ümmetinin çokluğu itibarıyla şaşıp kaldı ve bunların işlerini kim ayarlıyacak dedi. Allah ta o peygamberine şöyle vahyetti: Onları ya ben cezalarını vereyim veya başkalarını onların başına musallat edeyim onlara bunu bildir dedi. Onlar da Allah tarafından cezalandırılmalarını seçtiler. Bunun üzerine Allah onlara ölümü gönderdi ve bir günde yetmiş bin kişi ölüp gitti.”
Rasûlullah (s.a.v.) bu hadisi aktardığı zaman başka bir hadis daha anlatır ve şöyle derdi: Krallardan bir kral vardı. Bu kralın görevli bir kahini vardı. Bu kahin krala bana anlayışlı zeki kavrayışlı yetişkin bir çocuk gönder de ilmimi ona öğreteyim, korkuyorum ki ben ölürüm ve aranızda bu ilmi bilen kimse kalmaz.
Bu özellikte bir çocuk bulup kahinin yanına gidip gelmesini ve ondan ilim öğrenmesini emrettiler. Çocuk kahine gelip gitmeye başladı. Çocuğun yolu üzerinde manastırda yaşayan bir rahib -Ma’mer diyor ki: O gün manastırda bulunanlar zannedersem Müslüman kimselerdi- vardı. Çocuk kahine gidip gelirken her sefer bu rahibe uğrar ve bazı şeyler sorardı. Çocuk Rahipten şu sözü öğreninceye kadar devam etti: Rahib: “Ben Allah’a kulluk yapıyorum” dedi. Bunun üzerine bu çocuk rahibin yanında fazla eyleşmeye ve kahinin yanına geç kalmaya başladı. Kahin çocuğun ailesine: “Hemen hemen yanıma uğramaz oldu” diye haber gönderdi. Bu durumu çocuk rahibe bildirdi. O da: Kahin neredeydin derse, ailemin yanındaydım dersin. Ailen neredeydin derse kahinin yanındaydım dersin. Delikanlı bu şekilde devam edip giderken yolda kalabalık bir guruba uğradı ki bir hayvan -kimileri o bir aslandı derler- onların yolunu kesmiş orada alıkoymuştu. Çocuk eline bir taş aldı ve atmazdan önce: “Ey Allah’ım Rahibin söyledikleri doğru ise atacağım bu taşla bu hayvanı öldürmemi istiyorum” dedi ve taşı atıp hayvanı öldürdü. Herkes “Onu kim öldürdü” dediler. “O delikanlı öldürdü” denildi. İnsanlar büyük bir heyecanla “Bu delikanlı hiç kimsenin bilmediği ilimleri bilmektedir” dediler.Bu haberi gözleri görmeyen biri duydu ve: “Gözlerimi bana görür hale getirirsen sana şu kadar bu kadar şeyler veririm” dedi. Genç: “Senden para mal istemiyorum gözüne kavuşursan gözünü sana veren zat’a iman etmeyi düşünür müsün?” dedi. A’ma “evet” dedi. Bunun üzerine genç Allah’a duâ etti, Allah’ta onun gözlerini açıverdi. A’ma; Allah’a iman etti. Bunların bu olayları krala ulaştı ve kral hepsini yanına getirtti. “Hepinizi değişik ölümlerle öldüreceğim” dedi. Rahip ve a’ma olan kimselerin başı üzerine testere koydurup birini keserek diğerini de değişik bir şekilde öldürdü. Çocuk içinde şu emri verdi: “Onu falan dağın tepesine çıkarıp oradan aşağı atınız.” Delikanlıyı o dağa götürdüler, oradan atmak istediklerinde kendileri o dağdan peş peşe düşüp helak oldular sadece delikanlı tek başına kaldı ve geri dönüp kralın yanına ulaştı. Bunun üzerine kral; bu delikanlının bir denize götürülüp oraya atılmasını emretti. Allah onları suya batırdı ve genci kurtardı. Genç kralın yanına geldi ve beni çarmıha gerip okunla halk önünde bu gencin Rabbi adına atıyorum demedikçe beni vurup öldüremezsin. Bunun üzerine kral emir verdi, delikanlı çarmıha gerildi. Sonra kral okunu alıp “Bu gencin Rabbinin adıyla atıyorum” diyerek okla vurup öldürdü. Okla vurulunca genç elini şakağının üzerine koydu ve öldü. Bu arada insanlar, bu delikanlı kimsenin bilmediği bilgileri biliyordu. “Biz de onun Rabbine iman ediyoruz” dediler. Kralın çevresindekiler üç kişi senin Rab oluşuna karşı çıktı diye mi telaşlanmıştın şu anda tüm insanlar sana karşı çıkıp delikanlının Rabbine iman ettiler, denildi. Sonra kral hendekler kazdırdı ve hendekleri odunlarla doldurup ateşler yaktırdı ve insanları toplayıp: Her kim dininden dönmezse bu ateşe atılacaktır diye ilan etti sonra insanları bu ateş çukurlarına atmaya başladı. Bunun üzerine Allah, Bürüç sûresi 4-8. ayetlerini indirdi: “ 4) Kahrolsun yerde hendekler kazıp müslümanları yakmak için ateş yakanlar. 5) Öylesine ateş ki, alev alev yanar. 6)Hani o zâlimler ateşin başında oturup, 7) mü’minlere yaptıkları azâb ve işkenceyi seyrederlerdi. 8) O mü’minlerden ancak güçlü ve övgüye layık olan Allah’a inanıyorlar diye intikam alıyorlardı.”
O delikanlıya gelince o toprağa gömülmüştü. Ömer b. Hattâb zamanında bu gencin mezarından eli şakağında olduğu vaziyette mezarından çıkarıldığı söylenmiştir.
(İbn Mâce, Zühd: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen garibtir.

Câbir (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle denilmiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Bu insanlara karşı “Allah’tan başka ilah yoktur” deyinceye kadar savaşmam bana emredildi. Bunu dedikleri zaman mallarını ve canlarını benden korumuş olurlar. Ancak, Allah’ın hakkı bunun dışındadır. Hesaplarını Allah görecektir, dedi ve Gaşiye sûresi 21-22. ayetlerini okudu: “ 21) İşte böyle ey peygamber! Onlara öğüt ver, senin görevin yalnızca öğüt vermektir. 22) Sen onları inanmaya zorlayıp zorla imana getirebilecek de değilsin.”
(Müsned: 13627)

Abdullah b. Zem’a (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.), Salih Peygamberin devesi ve onu öldüren kimse hakkından bahsederken şöyle buyurdu: “İçlerinden en yozlaşmış azgınları deveyi öldürmek üzere ayaklandığında.” (Şems sûresi 12. ayet) Toplumun en yozlaşmış azgın gurubu arasında arkası kuvvetli bir adam Ebû Zem’a gibi bir genç deveyi öldürmek için ayaklanmıştı.
Sonra Rasûlullah (s.a.v.), kadınlardan bahsederek şöyle buyurdu: “Her hangi biriniz ne maksatla köle kamçılar gibi karısını kamçılıyor ve belki de günün sonunda onu yatağına alıyor?” Sonra ashabına yellenme konusundaki gülmeleri üzerine nasihat ederek şöyle buyurdu: “Sizden biriniz kendi yaptığı bir işten dolayı niçin gülüyor?”
(Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27; Müslim, Cennet: 17)

Ali (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Baki mezarlığında bir cenazede idik Peygamber (s.a.v), gelip oturdu. Biz de onunla beraber oturduk elinde bir değnek vardı. Onunla yeri karıştırıyordu. Derken başını göğe doğru kaldırdı ve şöyle buyurdu: “Her bir canlının Cennet ve Cehennem’deki gideceği yer mutlaka yazılmıştır.” Bunun üzerine Ashab: Ey Allah’ın Rasûlü! o halde bu yazgımıza dayanmalı değimliyiz? Çünkü iyilik sahibi kimse iyilikler yapacak. Bedbaht olacak kimseler de bedbahtlık için gayret edecektir. Rasûlullah (s.a.v.): “Bilakis iyi ameller işleyiniz herkes ne iş için yaratıldıysa onu kolaylıkla başaracaktır. İyilik ehlinden olan kimseye iyilikler kolay getirilecek. Kötülük ehlinden olan kimseye de kötülükler kolay getirilecek” dedi ve Leyl sûresi 5-10. ayetlerini okudu: “ 5) Sizden her kim başkaları için harcar ve yolunu Allah’ın kitabıyla bulmaya çalışırsa 6) ve o en güzel kelimeyi yani kelime-i tevhîdi tasdik eder ve doğrularsa veya Cennetin varlığını doğrularsa veya İslâm dinini kabul ederse, 7) artık ona en kolay yolu kolaylaştırıp o yolda başarılı kılacağız. 8) Sizden her kim de malını başkaları için harcamayıp cimrilik eder ve kendi kendine yeterli olduğunu zannedip Allah’a ibadet ve sığınma ihtiyacı duymazsa, 9) kelime-i tevhîdi veya Cenneti veya İslâm dinini yalanlarsa 10) ona da güçlük, zorluk ve sıkıntıya giden yolu kolaylaştıracağız.”
(Buhârî, Cenaiz: 27; Müslim, Kader: 17)

Cündüb el Becelî (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Bir baskında Rasûlullah (s.a.v.) ile beraber idim. Bu baskında Rasûlullah (s.a.v.)’in parmağı kanamıştı da şöyle buyurmuştu: “Sen sadece kanayan bir parmaksın,Karşılaştığın tüm şeyler de Allah yolundadır.” Cündüb el Becelî diyor ki: Cibrilin, Rasûlullah (s.a.v.)’i ziyareti gecikmişti. Bunun üzerine müşrikler: Muhammed, Rabbi tarafından terk edildi dediler. Allah’ta, Duha sûresi 3. ayeti olan; “Rabbin seni ne terk etti ne de darıldı” ayetini indirdi.
(Buhârî, Cihâd: 27; Müslim, Cihâd: 17)

Mâlik b. Sa’sa (r.a.)’den Rasûlullah (s.a.v.)’in şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: “Ben uyku ile uyanıklık arasında bir durumda iken Ka’be’nin yanında üç kişiden biri dediğini işittim. Sonra bana içinde zemzem suyu bulunan altından bir leğen getirildi. Sonra göksüm şuradan şuraya kadar yarıldı.” Katâde diyor ki: Enes b. Mâlik’e: “Neyi kastediyor” diye sordum. Enes: “Karnımın altına kadar demek istiyor” dedi. “Sonra kalbimi çıkardı ve kalbimi zemzem suyu ile yıkadı. Sonra kalbim yerine konuldu. Sonra iman ve hikmetle dolduruldu.” Bu hadis buradakinden daha uzuncadır.
(Buhârî, Menakıb: 27; Müslim, İman: 17)

İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v), namaz kılmakta idi Ebû Cehil geldi ve “Seni bu işten yasaklamamış mıydım? Seni bu işten yasaklamamış mıydım?” dedi. Rasûlullah (s.a.v.), namazı bitirince Ebû Cehil’e sert davrandı. Bunun üzerine: “Ebû Cehil’i sen gayet iyi bilirsin ki Mekke’de benim meclisimden daha kalabalık bir meclis yoktur” dedi. Bunun üzerine Allah, Alak sûresi 17-18. ayetlerini indirdi: “ 17) Artık o yandaşlarını çağırsın da yardım istesin. 18) Biz de azâb meleklerimiz olan zebanileri çağıracağız.”
(Müsned: 2207)
İbn Abbâs dedi ki: Ebû Cehil, meclisini çağırmış olsaydı Allah’ın zebanileri onu mutlaka yakalayıp kapıvereceklerdi.
Tirmizî: Bu hadis hasen garib sahihtir. Bu konuda Ebû Hüreyre’den de hadis rivâyet edilmiştir.

Zirr b. Hubeyş (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Übey b. Ka’b (r.a.)’e: Senin dinkardeşin Abdullah b. Mes’ûd: “Bütün seneyi değerlendiren kişi Kadir gecesine rastlar diyor” dedim. Übey b. Ka’b şu karşılığı verdi: “Allah, Ebû Abdurrahman’ı bağışlasın, Kadir gecesini Ramazan’ın son on gününde veya yirmiyedinci gününde olduğunu bilmektedir. Fakat, Müslümanların sadece bu geceye güvenmemelerini istemiştir. Sonra Übey b. Ka’b, Kadir gecesinin yirmi yedinci gece olduğuna dair istisnasız yemin etti.” Bunun üzerine kendisine: “Ey Ebû Münzir! Bunu neye dayanarak söylüyorsun?” dedim. Dedi ki: “Peygamber (s.a.v)’in bize bildirdiği ayet ve alametle ki; Güneş o gün parlak olarak doğmaz.”
(Müslim, Salat-ül Müsafirin: 27; Ebû Dâvûd, Salat: 17)

Muhtar b. Fülfül (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Enes b. Mâlik (r.a.)’den işittim şöyle diyordu: Adamın biri Peygamber (s.a.v)’e “Ey yaratıkların en hayırlısı” dedi. Rasûlullah (s.a.v.): “O ibrahimdir” buyurdu.
(Müslim, Fedail: 27; Ebû Dâvûd, Sünnet: 17)

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyet edilmiştir. Dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Zilzal sûresi 4. ayeti hakkında şöyle dedi: Onun haberleri nedir? biliyor musunuz? Ashab: “Allah ve Rasûlü daha iyi bilir” dediler. Bunun üzerine şöyle buyurdular: “Yeryüzünün haberleri kendi hakkında şâhidlik etmesidir. Filan gün filan kişi filan işi yaptı diyecektir. İşte yer yüzünün haberleri budur.”
(Müsned: 8512)

Abdullah b. Şıhhîr (r.a.)’den rivâyet edilmiştir: Abdullah, Peygamberin meclisine vardığında Rasûlullah (s.a.v.): “Çokluk kuruntusu sizi oyaladı.” (Tekasür sûresi 1.) ayetini okumakta idi. Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Ademoğlu, malım malım malım diyor. Oysa sana malından sadaka vererek tükettiğin, yiyip bitirdiğin ve giyip eskittiğinden başka ne var?”
(Müslim, Zühd: 27; Nesâî, Vesâyâ: 17)

Enes (r.a.)’den rivâyete göre, Kevser sûresi hakkında Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: O Cennet’te bir nehirdir. İki yanında inciden kubbeler vardır. Ey Cibril bu nedir? dedim; “Allah’ın sana verdiği Kevser budur” dedi.
(Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27)

Enes (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Cennet’te dolaşmakta iken iki kenarı inciden kubbelerle donatılmış bir nehir bana gösterildi. Görevli meleğe bu nedir diye sordum. Bu Allah’ın sana vereceği Kevser’dir dedi. Sonra eliyle nehrin çamuruna dokunarak misk çıkardı. Sonra beni Sidret-ül Münteha’ya çıkardılar, orada çok büyük bir nur gördüm.”
(Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Enes’den değişik şekillerde de rivâyet edilmiştir.

Abdullah b. Ömer (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kevser, Cennet’te bir nehirdir; İki kıyısı altındandır. Nehrin yatağı inci ve yakuttandır. Toprağı miskten daha hoştur suyu baldan daha tatlı ve kardan daha beyazdır.”
(İbn Mâce, Zühd: 27)

İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Ömer, Peygamber (s.a.v)’in ashabıyla beraber bana da bazı meseleleri sorardı; Abdurrahman b. Avf, Ömer’e dedi ki: “Onun kadar oğullarımız var yine de ona mı soracağız?” Ömer dedi ki: “Ona sormamız senin de bildiğin yöndendir.” Sonra, İbn Abbâs’a Nasr sûresi hakkında sordu da o da şöyle dedi: “Bu sûrede Allah Peygamber (s.a.v)’in ömrünün tükendiğini kendisine bildirmiştir, dedi ve sûreyi sonuna kadar okumuştu.” Ömer de ona demişti ki: “Ben de bu sûre hakkında ancak senin bildiğini biliyorum.”
(Buhârî, Menakıb: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Muhammed b. Beşşâr, Muhammed b. Cafer vasıtasıyla Şu’be’den, Ebû Bişr’den bu senedle hadisin bir benzerini bize aktarmıştır.
Ancak bu rivâyette Abdurrahman b. Avf: “Onun kadar çocuklarımız varken ona mı soracağız” demektedir.

İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), bir gün Safa tepesine çıktı ve Ya Sabahah (Dikkat dikkat) diye bağırdı. Bunun üzerine Kureyş onun etrafına toplandılar. Rasûlullah (s.a.v.)’de şöyle konuştu: “Şiddetli bir azabın önünden gönderilmiş bir uyarıcıyım ben. Size düşmanın akşam gelip baskın yapacağını söylemiş olsaydım ne derdiniz? Beni tasdik eder miydiniz? Ebû Leheb: “Bunun için mi topladın bizi buraya? Ellerin kırılıp kahrolasın” dedi. Bunun üzerine Allah, Leheb sûresini indirdi: “Ebû Leheb’in elleri kırılıp kahrolsun. Bütün imkanları yok olup, helak olsun, zaten kendisine yazık etti, kahrolup gitti, yok oldu ya!...”
(Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27; Müslim, İman: 17)

Ukbe b. Âmir el Cühenî (r.a.)’den rivâyete göre, Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: “Allah bana öyle ayetler indirmiştir ki onların bir benzeri görülmemiştir; Nas ve Felak sûreleri...”
(Müslim, Salat-ül Müsafirin: 27; Nesâî, İftitah: 17)



Paylaşın:


Paylaşım tarihi:





ANA SAYFA İSLAM Hadis-i Şerifler